The Others Ülkü Tamer yarış tutkusunu kelimelere döktü

Ülkü Tamer yarış tutkusunu kelimelere döktü

04.04.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Edebiyatçı... Ebedi atçı

Ülkü Tamer yarış tutkusunu kelimelere döktü



Efkan Kula
Ülkü Tamer yarış tutkusunu kelimelere döktü
Ülkü Tamer yarış tutkusunu kelimelere döktü









Şair ve yazar Ülkü Tamer otuz yıldır hiç aksatmadan at yarışlarına para yatırıyor. Yarışların kendisi için bir dinlenme aracı olduğunu söyleyen Tamer, altılı ganyan anılarını anlattı.

  • Beni at yarışlarına küçük kardeşim alıştırdı. Daha önce hipodromun nerede olduğunu bile bilmezdim. Gittikten sonra keyif almaya başladım. 30 yıldır hiç aksatmadan sürdürüyorum. Hiçbir zaman büyük paralar kazanmadım. Hep küçük şeyler kazandım. Onlar da oynadığım oyunu çeviriyor. Eskiden de şimdi de keyif için oynuyorum. Önemli olan belirli bir noktada durabilmek. Genel bir kanı var, at yarışı insanı batırır diye. Benim arkadaşlarımdan hiçbirinin yuvası yıkılmadı. Bunu bir keyif gibi yaparsanız sürdürürsünüz. Bir kumarbaz tutkusuyla oynarsanız herhalde üç ay sürer, sonra buraya kadar dersiniz. Zaten o kişiler at yarışı olmasa nasıl olsa bir şey bulurlar. Bu sinema, tiyatro gibi bir dinlenme ve boşalma aracı.
  • At yarışı gazeteciler ve yazarlar arasında çok yaygındır. Ümit Yaşar Oğuzcan hep hipodromdaydı. Tanju Gürsu ile çok giderdik. Renan Fosforoğlu gelirdi. Cezmi Sezer de hastasıdır. Orhan Uğur şimdi Yarış Gazetesi'ni çıkarıyor. Bunlar akıllı uslu adamlar. Eskiden bir at yarışı programı alındığında nereye saklanacağı bilinmezdi. Şimdi herkes taşıyor. Kurthan Fişek müthiş meraklıdır. Onu güzel bir hikayesi var: Tophane'de bir gün babalardan birisi Kurthan hocayı çağırtıyor. Ondan bir altılı yazmasını istiyor. Kurthan da yazıyor. Kurthan bir ayağı kapatıyor, sadece bir tane at yazmıyor. Baba onun sebebini soruyor. O da neden gelmeyeceğini anlatıyor. Ama o yazmadıkları at birinci geliyor. Çok da büyük bir para veriyor. Baba tekrar çağırtıyor. Kurthan hoca titreye titreye gidiyor. Baba, "Hoca canını sıkma boşver," diyor. "Ama sen bana bu atın neden gelemeyeceğini bir kere daha anlat."
  • Sadece kazanma tutkusu değil bu. Tuttuğunuz bir at kazanıyorsa, bunun altında psikolojik bir böbürlenme var. Nasıl ben dememişmiydim diye. Yani seçiminizi kendiniz yapıyorsunuz. Bu at kazanır mı, önceden ne yapmıştı diye belirli tercihler yapıyorsunuz. Bu ön çalışma insanı dinlendiriyor. Oynarken herhangi bir insanım. Ama hipodroma gidince o zaman bir edebiyatçı gözüyle bakmanın da bazı yararları oluyor. Ama şiirlerimde at imgesi pek yoktur. At yarışlarını seviyorum ama hayatımın temel direklerinden biri değil.
  • Bilinçsizce oynayanlar var. İngiliz atları Araplardan daha süratlidir, daha güçlüdür. Kötü bir İngilizi bir Arap atıyla yarıştırdığınızda İngiliz kazanır. O yüzden ayrı yarışırlar. Bunu bile bilmeden büyük paralar yatırıp oynuyorlar.
  • En sevdiğim at bir Arap atı olan Demirkır'dı. Bu sevginin bir nedeni de o atın bakıcısıydı. O at hep kazanırdı. Bir gün hasta koşturdular, dördüncü oldu, sonra gitti. 14 yıl oluyor. Bakıcısı yaşlı bir adamdı. Demirkır kazandığı zaman o atın boynuna öyle bir sevgiyle sarılırdı ki hala gözümün önünde. Atlar da kazanıp kaybettiklerini çok iyi biliyorlar. Mesela Turgal diye bir at vardı. Kazandığı zaman sevinçten yerde taklalar atardı, kaybettiği zaman kös kös giderdi. Şimdi Nimoş'u seviyorum. Şu sıralar hiç kazandığı yok. Ama özel bir sevgimiz var o ata. Ülkü geçenlerde yıkıldı ama şimdi iyi, onu adımdan ötürü seviyoruz. Şu sıralar en gözde jokey Fuat Çakar. Bekir Gökçe ve Selim Kaya da başarılılar. Sonra Nuri Şölen var. Önemli olan atla jokeyin bütünleşmesi. O zaman başarılı oluyor.
  • At Yarışı Yazarları Derneği üyesiyim. Bu konuda çok şey yazmadım ama üye olmamı istediler, ben de oldum. Dernek üyeleri arasında kaliteli insanlar var. Orhan Uğur, Reşat Köstem gibi. Bunların dilleri ve yazıları güzel, ciddiye alıyorlar. Tahminlere güvenmem. Bunu 20 yıl önce öğrendim. Çünkü onlar belirli şeylere göre hareket ediyor.
  • Hipodromda atlar starta girecek. Birisi koşarak gelip diyor ki, Mersin'den haber geldi, yarışı bilmem kim kazanacak. Rengi çok yarışların. Bir kere beşte beş gidiyorum. Son ayakta tek at yazmışım, sıfır puanlı bir at. İlk beş ayakta sürprizleri bulmuşum. Arkadaşlar son ayakta mahvoldun dediler. O kazanacak dedim. Bizim at geliyodu kara tahtaları da geçti. Fakat jokeyi arkadan gelen var mı diye dönüp şöyle bir bakınca dizginleri hafifçe çeker gibi oldu. Arkadan gelen favori atla birlikte fotoya girdiler ve burunla favori at kazandı. O gün altılı devretti. Benim at gelse tek başıma tutturacaktım. Ondan sonra kaybettiğim altılılara üzülmüyorum.
  • Kartal Tibet'le de yarışlara çok giderdik. Kartal'ın bir sözü var: "Ben at yarışına yatırdığım parayla belirli bir süre için hayal satın alıyorum," diyor. Bir de sürekli bir umut var. Altılı ilk ayaktan yattı mı? Yattı haa, tamam biraz sonra üçlü ganyan var. Üçlü ganyan da ilk ayakta yattı mı, tabela bahis var. O da mı yattı, son ayakta üçlü bahis var. O da yattı, e yarın at yarışları var.
  • Bir gün Cihangir'de yürüyorum. Yaz günü in cin top oynuyor. Bende ertesi günün yarış programı var. Açtım bakarak yürüyorum. Küçük bir çocuk, "Amca amca teyze seni çağırıyor," dedi. Kafamı çevirdim bir apartmanın beşinci katında mı, altıncı katında mı yaşlı bir kadın, "Evladım bak, yarınki program mı o?" dedi. Evet dedim. "Kimler kazanır sence?" dedi. Valla bilmiyorum, şimdi aldım dedim. Tek at istedi. Yok dedim. "Sen hiç kazanıyor musun?" dedi. Yok nerde dedim. "O zaman hade git," dedi. Hipodromda da çok vardır yaşlı kadınlar, adamlar. Hisler de önemli. Yıllar önce hatırlıyorum. Yaşlı kadın tek başına bilmişti. Her koşuya birer at oynamış, hep hoşuna giden isimleri seçerek kazanmış.
  • Gene hipodroma gidiyoruz. Altılı dışı çifte vardı. İlk koşunun birincisiyle ikinci koşunun birincisini bileceksiniz. Biz geciktik, geldiğimizde yarış başladı başlayacak. Ben çifteleri aldım. Bizim tuttuğumuz at gelmedi. Biletleri yere attık. Sonra çene çalarken birden kazanan beş numaraya oynadığımı hatırladım. Biletleri yerden aldık hepimiz çifte bulduk. Bu sıralar hipodroma pek gitmiyoruz. Televizyon galiba tembelliğe alıştırdı. Ama oranın keyfi başka, nisan ortalarında İstanbul sezonu başlasa da gitsek diyoruz.
  • Yazarlar