The Others Washington'da propaganda savaşı

Washington'da propaganda savaşı

18.10.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Washington'da propaganda savaşı

Washingtonda propaganda savaşı


Ermeni diasporasının 80 yıllık çabaları sonucu, bir kısım halk gözünde, efsane tarihe, propaganda da gerçeğe dönüşmüş durumda... Amerika'da görevli olduğum dönemde, Türkiye aleyhinde oluşmuş olan bu katı önyargıyı değiştirmenin ne denli güç olduğunu gördüm.


       Amerika'daki Ermeni diasporası, aralarında beş büyükelçimiz ile dört başkonsolumuz ve bir askeri ataşemiz de bulunan 36 diplomat ve görevlimizle bunların aile efradından birçok kişiyi katleden ASALA terör örgütünün eylemlerine 1984'te birden son vermesi üzerine, "Ermeni soykırımının" dünya tarafından bir gerçek olarak tanınmasını hedefleyen bir kamuoyu etkileme stratejisi uygulamaya koydu.
       Halen Erivan'dan aldığı direktifler uyarınca hereket eden diaspora bu stratejiyi bugüne kadar başarıyla yürüttü. Nitekim, ABD'yi oluşturan 50 eyaletten 24'ünün yasama organları "Ermeni soykırımı" iddiasını kabul eden kararlar geçirdikleri gibi, birçoğu da bu konuyu ortaöğrenim ders programlarına dahil etmiş durumda...
       Bu yazı kaleme alındığı sırada, Temsilciler Meclisi sözde Ermeni karar tasarısı hakkında henüz bir karar almamıştı. Ancak, karar tasarısının sunucuları bu sefer başarılı olmasalar bile, diasporanın ve Erivan'ın bu işin peşini kesinlikle bırakmayacakları ve yeniden uygun fırsatları kollayacakları muhakkak...
       Bunun nedeni de, Washington'daki propaganda savaşında Ermeni tarafının kendini daha güçlü hissetmesi... Bu güç, tarihi gerçekleri dile getirmelerinden değil, kamuoyunu ve Kongre'yi etkilemede yararlandıkları silahların üstün olmasından kaynaklanıyor.
       Nitekim Temsilciler Meclisi'nin bu konuda yaptığı ilk alt komite toplantısında "tanık" olarak konuşan Profesör Justin McCarty, "sadece Türkiye değil Ermenistan da arşivleri açsın" yolunda bir öneride bulununca, Ermeni tezini savunan "tanıklar" bu görüşe karşı çıkmışlar ve "the verdict is in" demişlerdir. Bunun anlamı, Türkiye'nin soykırımı suçunu işlediği hakkında kesin "hükmün verildiği" ve artık tarihi bir araştırma yapmaya lüzum olmadığıdır.

       Nedir bu silahlar?
       Lobicilik, nüfuz istismarı olduğu kadar da para işidir. Ölen zengin Ermenilerin çoğu miraslarının bir bölümünü "Ermeni davası" için kurulan vakıf niteliğinde kuruluşlara bırakmışlardır. Ermeni lobicilik faaliyetlerinin finansmanı büyük ölçüde, sahip oldukları varlıkların yıllar boyu işletilmesi sonucu büyük mali imkanlara kavuşmuş olan Ermeni vakıf ve kuruluşları tarafından sağlanmaktadır. Ayrıca, bu lobinin arkasında, nüfuzlu Ermeni milyarder ve milyonerlerden başka, milletvekili ve senatörlerin seçim kampanyalarında fiilen görev alan yüzlerce kilise, sosyal kulüp ve Ermeni gençlik örgütü var.
       Bu nedenlerle, Yunan - Rum lobisi ile insan hakları kuruluşlarının desteğinden de yararlanan Ermeni lobisinin, başta Kongre olmak üzere Amerikan siyasi sistemini etkileme ve yönlendirme gücü her geçen gün biraz daha artıyor.
       Washington'da görevli bulunduğum uzun yıllar boyunca edindiğim ve bugün hala kalburüstü mevkilerde bulunan Amerikalı dost ve meslektaşlarımla görüştüğüm zaman, bana şöyle özetleyebileceğim ifadelerde bulunuyorlar:
       "Kongre üyelerinin bir bölümünün, etnik politikanın etkisiyle kişisel ihtiraslarını ulusal çıkarların üstünde tutmaları bizim için utanç verici. Dış politikanın ulusal hedeflerinden sapmasına yol açan bu durumdan şikayetçiyiz, ama değiştiremiyoruz. Temsilciler Meclisi için etnik oyların büyük değer kazandığı böyle bir seçim ortamında ABD yönetimi Kongre'de Türkiye'nin çıkarlarının savunulmasında aciz kalıyor. Türk tarafının büyük bir dezavantajı da, Ermeni lobisinin cömert seçim bağışlarıyla yarışmak imkanına sahip olmamasıdır. Amerikalı Türklerin sayısı hem nispeten az, hem de maddi imkan açısından Ermenilerle boy ölçüşecek durumda değiller. Bütün bu hususlar dikkate alınırsa, Ermenilerin karar tasarılarını bu sefer olmasa bile, ilerde geçirebilecekleri sonucuna varılır..."
       Hemen belirteyim ki, bu zevat, başta Büyükelçimiz Baki İlkin olmak üzere, Washington Büyükelçiliğimizin Kongre'yi etkileme çalışmalarında ve Türkiye'ye dost asker ve sivil şahsiyetlerle sivil toplum örgütlerini, milletvekilleri nezdinde Türkiye lehinde girişimlerde bulunmaya teşvik etmek hususunda son derece faal olduğunu belirtmeyi de ihmal etmediler.

       Önyargılar çok derin
       Görüleceği üzere, Washington'daki propaganda savaşında etkili olan silahların başında, etnik oyların yoğunluğu, politikacılara sağlanan maddi imkanlar ve iç politika açısından hem eyalet hem de federal düzeyde siyasi nüfuz geliyor. Türkiye'nin ise bu silahlara sahip olduğu söylenemez...
       Bunun da ötesinde, Ermeni diasporasının 80 yıllık çabaları sonucu, bir kısım halk gözünde, efsane tarihe, propaganda da gerçeğe dönüşmüş durumda... Amerika'da görevli olduğum dönemde, Türkiye aleyhinde oluşmuş olan bu katı önyargıyı değiştirmenin ne denli güç olduğunu gördüm.
       Bir keresinde, Washington'da kurulacak Yahudi Holocaust (soykırımı) müzesinin duvarına Hitler tarafından söylendiği iddia edilen, "Netice itibariyle, bugün Ermenilerin imhasından kim sözediyor?" cümlesinin yazılacağını öğrenmem üzerine, müze projesi sorumluları ile görüşmeye gitmiştim. İddiaya göre, Hitler bu sözleri 1939'da komutanlarına Polonya'yı işgal emrini verirken tutumunu mazur göstermek için söylemişti. Ermeni kuruluşları müzeye bir milyon dolar civarında bir bağış yapacaklarını belirtmiş ve bunun karşılığında Hitler'in bu sözlerinin müzenin uygun bir yerinde teşhir edilmesini istemişlerdi. Amaçları, Hitler'in bu ifadesinin altına bir de şerh yazarak Türkleri Ermeni soykırımıyla suçlamaktı.
       Oysa, Hitler'e atfedilen bu sözler tamamiyle uydurmaydı. Profesör Heath Lowry Almanya'da ve Nürenberg mahkemesi zabıtlarında yaptığı yoğun araştırmalar sonucunda Hitler'in gerçekte bu yolda ifadelerde bulunduğuna dair hiçbir kayıt bulunmadığını kanıtlamıştı.
       Holocaust müzesi sorumlusunu buna inandırmam mümkün olmadı. Fakat, daha kötüsü, bir Musevi Haham olan muhatabımın Ermeni soykırımının bir gerçek olduğunu iddia etmesi ve soykırımına uğramış bir etnik ve dini grubun ferdi olarak buna duyarsız kalamayacağını söylemesiydi. O zaman, ben de hahama şunları söylemiştim:
       "Ermenilerin 1915'te başlarına geldiğini iddia ettikleri olayı Yahudilerin Nazi Almanyası'nda uğradıkları felakete benzetmek, Holocaust'u (Yahudi soykırımı) reddetmek anlamına gelir. Şu sorularımı lütfen yanıtlayın: Almanya'da Yahudiler, düşmanla işbirliği yaparak vatanlarına ihanet ettiler mi? Yahudiler, silahlanıp Almanları kitle halinde öldürdüler mi? Yahudiler isyan edip cephede düşmana karşı savaşan Alman ordularını arkadan vurdular mı? Yahudiler Almanya'nın düşmanlarıyla birlik olup Alman toprakları üzerinde hak iddia ettiler mi? Gerçek şu ki, Yahudiler, Ermenilerin yapmış olduğu bu eylemlerin hiçbirini yapmadılar. Tam tersine, Yahudiler Almanya'ya sadakatta hiç kusur etmediler ve en ufak bir tehdit oluşturmadılar. Onlara yapılan tartışılmaz bir soykırımdı. Ermeni iddialarıyla Holocaust'u birbirine benzetmek masum Yahudilere iftira etmek olur. Ermeniler bir iç savaş başlattılar ve Osmanlı'ya karşı savaşan devletlerin safında yer alan muhasım taraf oldular. Bunun soykırımla bir alakası yok".
       Muhatabım, bu söylediklerimi yanıtlayamadı ama görüşlerini de değiştirmedi. Yıllar sonra müze inşaatı tamamlanınca da Hitler'in sözlerine müzede yer verildi.

Sadece Türkiye değil bütün arşivler açılmalı

       Bu durumda, Türkiye'nin bu sorunu bir propaganda savaşı olmaktan çıkararak, tarihi gerçeklerin arşiv belgelerine dayandırılarak bütün açıklığıyla ortaya çıkarılmasına imkan verecek bilimsel bir araştırma sürecinin başlatılmasında inisiyatif almasında yarar var.
       Sorunun tüm yönlerinin aydınlığa kavuşturulması için sadece Türkiye ve Ermenistan arşivlerinin incelenmesi yeterli değil. Rus, Alman, Avusturya, Fransız, ABD arşivleri ile Boston'daki Zoryan Enstitüsü'ndeki arşivlerin de inceleme kapsamına alınması zorunlu.
       Bir noktanın önemle altını çizelim. Resmi bir niteliği bulunmayacak olan bu girişim, ilk aşamasında, tarihin yargılanmasını değil, arşiv araştırmasında izlenecek yol ve yöntemin saptanmasını amaçlayacak. Tabiatıyla, böyle bir çalışmada gerek birikimi, gerek sahip olduğu imkanlar bakımından Türk Tarih Kurumu'nun merkezi bir rol alması önem kazanıyor. Çalışmaların tam bir bilimsel ciddiyet ve düzen içinde yapılmasını sağlamak amacıyla UNESCO da bir tür "noter" görevi yapmak üzere bu projeye dahil edilebilir.
       Bilkent Üniversitesi, böyle bir girişime aktif katkıda bulunmaya hazır olduğunu açıklamış bulunuyor. Milliyet de bu projeye destek veriyor.
       Arşiv belgelerine dayanan bilimsel bir çalışmayla "Ermeni sorununa" ilişkin gerçeklerin tüm açıklığıyla ortaya konmasının ülkemiz aydınları için milli ve insani bir görev olduğu anlayışıyla, önerdiğimiz projenin mümkün olduğu kadar erken hayata geçirilmesinde yarar görüyoruz.