Vitrin 8 saatte devrialem

8 saatte devrialem

25.07.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

8 saatte devrialem

8 saatte devrialem
25 Temmuz 1998
Nazire KALKANCI

Okumayı söktüğümde elime aldığım ilk kitap "80 Günde Devrialem" olmuştu. O kadar eğlenmiştim ki bitirdiğim zaman ciddi şekilde üzülmüştüm. O sıralar duyduğum çocuksu heyecanları düşündükçe hala kalbim titrer. Lizbon'daki Expo '98 yıllar sonra bana benzer duyguları yaşattı. Gerçekten bayıldım. Ama bir o kadar da yoruldum. 80 günde değil ama 8 saatte dünya turu yapmış gibi oldum. Mısır'dan çıkıp Tayvan'a uğradım. Yorulunca Moğalistan'da mola verdim. Kenya'yı tabii ki es geçmedim. Kısacası mümkün olduğu kadar fazla şey görebilmek için saatlerce oradan oraya koşturup durdum. Ama değdi. Keşke bütün ülkelerin pavyonlarını tek tek ziyaret edebilecek kadar zamanım olabilseydi...
Portekizliler 30 eylüle kadar sürecek olan Expo'ya gerçekten iyi hazırlanmış. Hem tematik hem de teknolojik açıdan hakkını vermişler. Zaten en iddialı pavyon da evsahibininki. Expo '98'in ana teması olan okyanus ülkenin coğrafyasına olduğu kadar tarihine de denk düşüyor. Vasco da Gama ve keşifler onlar için o kadar önemli ki fuar alanında kafanızı nereye çevirseniz ünlü kaşifin adıyla başlayan bir mekan ya da etkinlikle karşılaşıyorsunuz.
Expo'ya Siemens'in götürdüğü bir grup Türk gazeteciyle birlikte gittim. Siemens Expo'nun hem resmi sponsorlarından biri hem de fuar alanındaki Vasco da Gama kulesi, gelecek pavyonu, ütopya pavyonu ve Cameoes Theater gibi bazı özel projelerin elektromekanik düzenlemesinde imzası var. Lizbon'da sıcaklık öğle saatlerinde 42 dereceye kadar çıktı. Buna rağmen ziyaretçilerin hiçbiri şikayetçi görünmüyordu.
Aslında Portekiz pek çok bakımdan orta halli bir memleket. Çok sıcak bir iklime sahip olmasına rağmen havaalanlarında dahi klima yok ya da olsa bile pek çok bölümde çalıştırılmıyor. Ama Expo için belli ki canlarını dişlerine takmışlar. Portekiz pavyonunun bir bölümünde izlediğimiz animasyon için rahatlıkla bugüne dek gördüğüm en etkileyici gösteri diyebilirim. Koskocaman bir mekanda bulunduğunuzu ve etrafın zifiri karanlık olduğunu düşünün. Bu iki durum ait olduğunuz zaman ve mekanla kurduğunuz bağları geçici bir süre için koparıyor. Kendinizi evrende tek başına ve boşlukta hissediyorsunuz. Birden dev ekranlar beliriyor ve birileri sizi içeri çekiyor. Elinizden tutup hurafelerin egemen olduğu eski çağlara götürüyor. Sonra dev bir ekranda bilim başlıyor. İnsanoğlunun hırsı ve zekası hurafeleri yeniyor. Zaman tüneline girmiş gibi keşifler tarihini yaşamaya başlıyorsunuz. Hindistan'a, Çin'e, Japonya'ya gidiyorsunuz. İçbükey ekranlarda okyanusların dibine dalıyor, batıklara dokunuyorsunuz. Gösteri bittiğinde gün ışığına içinizi o uzak diyarları ilk siz keşfetmişsiniz gibi bir duyguyla çıkıyorsunuz. Türk pavyonu da gerçekten "gurur duydum" dedirtecek kadar mükemmel. Tarih ve teknoloji iç içe. Üstelik su temasına da uygun düşüyor. Pek çok ülke bu üçünü biraraya getirmeyi becerememiş.
Sultan Abdülaziz'in saltanat kayığı görenlerin ağzının bir karış açık kalmasına neden olacak kadar ihtişamlı. En hoş tarafı da dev kayığın üç tarafını çeviren ekranlarda beliren ve sürekli değişen Boğaz görüntüsü. Dünya aleme İstanbul'da sandal sefası nasıl olurmuş gösteriyoruz. Görenler de gerçekten etkileniyor. Ziyaretçilerin izlenimlerini yazmaları için açılan deftere şiir döktürenler bile var.
10 futbol sahası büyüklüğündeki Expo'yu bir - iki günde bitirmek tabii ki sözkonusu bile değil. Ben az da olsa gördüğüm için kendimi şanslı sayıyorum. Şimdiden Expo 2000'i merak etmeye başladım.