Vitrin Kraliçe'nin kovboyları

Kraliçe'nin kovboyları

06.05.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kraliçe'nin kovboyları

Kraliçenin kovboyları


Deniz Kutlukan


       İngiltere'ye vardıktan 20 gün sonra param bitti. Sanırım buraya gelmek pek de iyi bir fikir değildi. Bakkalda gazeteleri karıştırıp iş ilanlarına bakarken böyle düşünüyordum. Hintli bakkal "Evlat, almayacaksan bakma" dediğinde o ana kadar varlığını bilmediğim üçüncü dünya ülkesi alınganlığım devreye girdi. Bir Hintli'den bunu beklemiyordum. Yani hoşgörü ve barış dolu topraklardan gelen bu adam nasıl oluyor da Arizonalı bir benzinci gibi konuşabiliyordu? Belli ki Ganj nehrinde yıkanmayalı çok olmuştu. Velhasıl bakkal bu hassas anımda beni kırmıştı. Gerçi ben duymamış gibi yapıp gazeteye bakmaya devam ettim ama bu sefer geri dönmek için uçak bileti fiyatlarına bakıyordum. Herhalde motivasyon kaybı böyle birşeydi.
       Sonra ilanı gördüm. "Bisiklete binmeyi seviyorsanız bize gelin" yazıyordu. Sevdiğim kesindi. Bu iş bana göre olmalıydı. Adresi elime yazmak için Hintli bakkaldan kalem istediğimde, adam homurdanarak yazmayan bir kalem verdi. Sanırım onu fazla zorlamıştım. Kalem yazmadığı için adresi elime zar zor yazdım. Kazıdım desek daha doğru olur. Neyse, dükkandan çıkarken adam hala homur homurdu. Hintli bakkal kimliğini kesinlikle yitirmiş bir Hintli bakkaldı. Bu kadar kızacak bir şey yoktu. Altı üstü kapı çarpmıştı.
       İş, bisikletle evrak taşıma işiydi. Patron Manchester'dan gelmişti ve memleketi Yeni Zelanda'ydı. Dolayısıyla konuşmasından hiçbir şey anlamadım. Her dediğine "okey, olrayt" filan dedim. İletişim bozukluğunu ona yansıtmamaya çalışıyordum. Bir ara "yarın saat 9" gibi bir şeyler duydum. Sonra el sıkıştık filan, herhalde beni deneyeceklerdi. Sabah 9'da işe geldim. Bana "A'dan Z'ye Londra" kitabı, adres defteri ve telsiz verdiler. 15 dakika sonra bir bisikletin üstündeydim ve kafama kask takmaya uğraşıyordum. Kaskın üstünde "turbo" yazıyordu. Bu açıdan motive edici bir kasktı ama küçük geliyordu ve kafamda komik durmuştu. Yine de "Londra kazan ben kepçe" olayına gireceğim için keyfim yerindeydi. "A'dan Z'ye Londra" kitabına bakarak yönümü tayin ettim. Zaten 20 gündür paramı buralarda bitirdiğimden belli başlı yerleri öğrenmiştim. Kendime güveniyordum. Karizmatik bir şekilde pedala basıp köşeyi döndüm ve olması imkansız bir şey oldu. Bir ata çarptım. Kendimi yerde buldum. Takdir edersiniz ki, çarpmayı umduğum en son şey bir attı. Şaşkınlıkla gözlerimi ovuşturduğumda atın üstündeki polisi gördüm. Melek yüzlü bir kadındı. Aynı zamanda bir atlı polisti. Huysuzlanan atı sakinleştirdikten sonra inip bana "Bir şeyin yok ya" falan dedi. "Yok" dedim, "Gitmem gerek acelem var".
       Beni iki gün denediler. Sonra patron "Sen bu işi yapamıyorsun" dedi. "Evet, dedim, trafik ters geliyor". Ertesi gün erkenden Hintli bakkaldaydım. Bu sefer yanımda kalem de götürdüm.