Vitrin Vitrin Cadısı diyor ki: gabılla beni gabılla...

Vitrin Cadısı diyor ki: gabılla beni gabılla...

07.10.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Vitrin Cadısı diyor ki: gabılla beni gabılla...

Vitrin Cadısı diyor ki: gabılla beni gabılla...


VİTRİN CADISI


       Aslına bakarsanız önce size hemen şu kitabı okumanızı öneriyorum. Su cadılarıyla ilgili bilgi almak istiyorsanız tabii. Mars’ta Zaman Kayması. Altıkırkbeş Yayınları’ndan çıkan bu harika bilim - kurgu kitabı için bu yayınevine teşekkürü bir borç bilirim.
       Bazı duyumlara göre zaten burada bir kısım edebiyat cadısı çalışıyormuş ki örgütün bundan haberi yok. Dikkatli olsunlar. Benden söylemesi. Bana bu haberi kim verdi? Tabii ki can dost Senegalli sokak cadısı Kwan Han Can.
       Onu tanıyorsunuz. Hani seyyar satıcılarla ilgili örgüt için bir rapor hazırlamak üzere İstanbul’a gelmişti de, Beşiktaş’a gitmiştik. Ee fotoğrafını bile basmıştım o yazıda. Hatırlamıyorsanız size koskoca bir sıfır.
       Bu Mars’ta Zaman Kayması nasıl diyeyim? Bir harika. Biz gittiğimiz toplantılarda neler tartışıyorsak dünyanın dengeleriyle ilgili işte onlardan aynısı somut mu somut, sığ mı sığ bir şekilde orada var. Yani derin Mars değil ya da dünya değil. Gayet sığ, açık ve seçik. Mars’ın hali ortada. Yıl 2045. Susuzluk diz boyu. Birleşmiş Milletler her şeyin içinde.
       Ve “gabılla beni gabılla...."
       Şimdi bizim cadılarla böyle chatleşiyoruz. Bu kitaptan bir alıntı. Okuyun söylemem ne olduğunu. Filmlerin ve kitapların sonunu söylemek ve insanın hevesini kursağında bırakmak şu art niyet mi nedir, onun yazarı Ayşegül Sönmez’e mahsus.
       Biz kitap okumayız. Alışveriş yaparız. Sen de onun mübah olduğunu yazmıştın. Biz Stoacı değil, Epükürcüyüz diyorsanız. Hay hayyy. Konumuza dönelim. Pekala ama şu kitabı alın bir okuyun. Ben Clinton’a göndermeyi düşünüyorum. O derece sıkı yani.
       Derishow’un kampanyalarından etkilenen her sıradan Türk vatandaşı gibi bu mağazının yeni koleksiyonunu görmeye gittim. Baktım aman da aman yine çok eklektik, dinamik, özenli bir line... Bu laf beni çok güldürüyor. Konuşuyorlar bu moda eşrafı konuşuyorlar sonra line diyorlar.
       Koskoca Derishow’da bir o beyaz gömlekleri beğendim. Bir de o eteği. Etek, bir şahane. Bir tarz yani. Tüvit kumaşın üzerine düşük belli, deri ayrıntılarla süslenmiş.
       Böyle bir Matisse kâğıt kolaj tekniği hakim üzerine. Beyaz gömleklerin de yakası deri takma yakalı. Bu fikir basit ve iyi bir fikir. Beyaz gömlek oluyor daha ağır önemli bir giysi.
       Şimdi ilk defa bu köşede mikro bir soruna eğileceğim.
       Bu problem Vivid Mağazası çalışanlarıyla ilgili. Mağazanın personeli her ay buranın verdikleri ve burada satılan giysileri giymek zorundalar.
       Her Allah’ın 30 günü boyunca aynı bluzu ve aynı pantolonu giymek zorunda kalmak! Birkaç takım da değil. Bir tek takım. Bir protesto yapın dedim.
       Benimle dalga geçtiler. Prag’a gidin dedim. Kahkaha attılar. Mağaza yetkilerinin bir an önce bu soruna bir çözüm bulmalarını diliyorum. Bırakın personel istediğini giysin. Zaten mağazanın koleksiyonundan da giyinmesinler.
       Bu konuyu takip edeceğim ona göre...
       Ahmet Vardar diye biri vardı. Nerede o şimdi? Ya da o ben oldum. İşte size Ahmet Vardar dı cadı dö Vitrin.
       Çüs!