Ali Tufan Koç

Ali Tufan Koç

alitufankoc@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Kokteyllerde yeme-içme kültürünün pek dillendirilmeyen gizli bir raconu var. Geçen hafta, Tron galası öncesi Obika’daki verilen kokteylde yanımdaki kadın bir an bana dönüp “Tatlınızı da yediniz. Maşallah, bir öğünlük yemeği çıkardınız” deyince mahçup mahçup oturdum düşündüm. Kabul, çaktırmadan ondan üçer, bundan beşer derken kişi başına düşen ‘finger food’ sayısını aşmış olabilirim. Kendimce mazeretleri sıralıyorum: Mideme düşkünüm. Bu bir. Obika’nın her şeyi çok lezzetli. Bir tane aldın mı tadı damağında kalıyor. Bu iki. Evet, aceleden yemek yemeden gelmiş olabilirim. Etti üç. Ve evet, kolum boyumla doğru orantılı olarak uzun. Her kolumu uzatışımda, ‘yemeğe uzanma’ hareketim en az 3-5 kişinin görüş hizasına giriyor.
İç hesaplaşma sonucu çıkan sonuç şu: Kokteyl raconunu ihlal etmek! Bir elinizde içkiniz, ayaküstü sosyalleşirken bir yandan atıştırmanın bir yandan milletle kaynaşmanın dillendirilmemiş, gizli bir raconu var. Kural bir: Servis edilecek yemeğe güvenip asla aç gitmeyin. Kokteyller bir karın doyurma faaliyeti değildir. İçkide sorun yok. Çaktırmadan çakırkeyif olabilirsiniz pekala. Fakat ağzınızdan “Oh, çok şükür bugün de doyduk” gibi bir laf çıkmamalı.
Anahtar kelime: ‘Karınca kararınca’. Nezaketen almak, ucundan tadına bakmak en makulü. Kabul, bazı finger food’lar ‘içi dolu turşucuk’ kıvamında, ebadından beklenmeyecek derecede fazla lezzetli olabiliyor. Yine de ölçüyü kaçırmamak lazım.
Atıştırmalıkların ‘tek lokmalık’ ölçüsünde servis edilmesinin bir sebebi var. O da insanlarla sohbet esnasında bir yandan yemek yiyeceğim derken üstünüzün başınızın batmasını engellemek. Elinizdekini tek seferde midenize götürmekten çekinmeyin. Aksine ufak ısırıklarla yavaş yavaş yemeniz üzerinizde bir leke, ağzınızın kenarında bir artık, hatta karşınızdaki kişinin yüzünde bir tutam tükürüğe sebep olabilir. Ve annelerimizin meşhur lafı kulağımıza hep küpe olsun: “Ağzında yemek varken konuşma evladım.”
Ünlü isimlerin, hele ki etrafta birkaç fotoğrafçı varsa, işi daha zor. Erdil Yaşaroğlu’nun başına gelen mesela. Pozunu vermiş, işini bitirmiş, tam ağzına bir parça bir şey atmışken hoop bir fotoğrafçı daha bitti önünde. Adam elinde makine, “Bitir de çekeyim /Amma geviş getirdin. Hadi be abi” diye diye ağzının içine bakıyor. “Yemeği boğazına dizmek böyle bir şeymiş” diyorum içimden. Bir de dişinizde maydanoz parçası/çikolata sosu magazin sayfalarında boy boy riski de var.

TRON GALASINA DAİR BEŞ GÜZEL ŞEY
Obika’da kokteyl: Alkolsüz gala krizine şık, gurme işi bir çözüm oldu. Gala öncesi Obika’da ayaküstü sosyalleşme iyi geldi.
OlIvIa WIlde: Filmin esas kızı. Acilen ‘Bond kızı’ kontenjanında Bond filminin kadrosuna dahil olmalı. Elinde 007 için hazırladığı ‘karıştırılmış değil çalkalanmış’ Dry Martini, üzerinde derin bir yırtmaç ya da beyaz bikini, ajana saygıda sevgide kusur etmemeli. Bond kızı hayalini kurarken 2011’de vizyona girecek dört filmini öğrenince derin nefes aldım: Butter, Cowboys & Aliens, The Change Up ve Now...
Daft Punk: “Filmin müziğine imza atmış grup bir filmde sahneden, oyuncudan hatta hikâyeden nasıl sahne çalar?”ın cevabını canlı canlı almış olduk. İkili müziğiyle filmin aralarına Daft Punk videoları serpiştirilmiş olabilir mi diye düşünecek kadar olayın içindeydi. Daft Punk’sız Tron, Tron olmazmış.
Jeff BrIdges: Bir tarafta beyazlara bürünmüş, bilgelik halini; diğer tarafta her insanın içindeki karanlık/hırs düşkünü yanın ete kemiğe bürünmüş şeklini canlandıran Bridges, çift dikiş döktürüyor.
Coca-Cola Zero: Film bitti, Daft Punk müzikleri kulakta bir tutam bal yapıştı kaldı. “Yarın ilk iş soundtrack alınacak” derken çıkışta hediye edilen soundtrack ‘anında cevap’ oldu. Galaya ev sahipliği yapan markaya hörmetler...