Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Her eve bir Süleyman


Salı gecesi dışarıdayım, bir arkadaşımdan mesaj geldi. “Süleyman Mektebi Sultani mezunuymuş”. Hangi Süleyman? Tanıdığım en ünlü dizi Süleyman’ı, Sultan ‘Sülüman’. Derhal oturduğum masada “O zamanlar Mektebi Sultani var mıydı yok muydu?” tartışması başladı. Bir Galatasaray Liseli olarak 500 küsürüncü (küsür de 28’miş) yılımızı kutlamakta olduğumuzu söyleyerek son noktayı koydum.
Ama bu arada da anlaşıldı ki, bu ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’nin Süleyman’ı. Ne iş yaptığını bilmediğimiz ama çok zengin olduğunu anladığımız Soner’in sağ kolu. Sık sık aramızda konuşup, gıptayla herkese bir Süleyman lazım olduğu sonucuna vardığımız kişi.
Ona ne kahya diyebiliriz, ne yardımcı, ne şu, ne bu. Süleyman bir insanın ihtiyaç duyacağı ve duymayacağı şeylerin bir bütünü. Bütün dar zamanlarda sen çağırmadan geliyor, gözünden ne istediğini anlıyor ve bunu en iyi şekilde yerine getiriyor. Neyi nasıl yapması gerektiğini filan söylemene gerek yok, o biliyor.
Bu hafta da ne yaptı, kanser hastası İnci Hoca’yla ona aşık öğrencisi Mete’nin felekten bir gün çalmasını sağladı. Mete aldı hocasını, lunaparka götürdü. Süleyman yine başroldeydi. Palyaço kılığına girdi, bedbaht gençlerin yüzünü güldürdü. Yetmedi, bir de gitarıyla şarkı patlattı. Enrico Macias’ın ‘J’ai quitte mon pays’sini...

Haberin Devamı

Mekteplilerin Badem abisi
Ve öncesi sonrası, kendine ait bir hikayesi, derdi, tasası olmadığını düşündüğümüz Süleyman’ın Mektebi Sultani mezunu olduğunu öğrendik bu vesileyle. Paris’te tanışmışlar Soner’le. Niye oradan gelip hayatını adamın birine bağladığını herhalde ileride öğreneceğiz. Eğer bu da dizinin cevapsız soruları arasında yerini almayacaksa tabii...
Benim içinse başka bir yönü var işin: Süleyman’ı bilmem ama onu oynayan oyuncunun, Renan Bilek’in Galatasaray Liseli olması. Bizden birkaç sınıf büyüktür, mekteplilerin Badem abisidir, bu lakapla tanınır. O zamandan hem tiyatrocu hem müzisyendir. Ali Erenus’la birlikte Ali-Badem ikilisi olarak sayısız dinleti yapmış, lise yıllarımızı aydınlatmıştır.
Hâlâ gözümü kapattığımda Tevfik Fikret Salonu’nun koltuklarından birinde oturmuş hayran hayran gitar çalıp şarkı söyleyen bu iki delikanlıyı izleyen küçük kızı görebilirim, o derece canlıdır hatıraları. Bu yüzden bu hafta beni yıllar önceye götürüp Badem abinin gitarı ve sesiyle yeniden buluşturan ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ye teşekkürler... Evet, sahiden zaman öyle bir geçmiş ki...

İstanbul’un yeni meyhaneler caddesi
İstanbul deyince rakı-balık ve bunlar için de Boğaz gelir ya akla... Ortaköy, Bebek, Rumeli Hisarı... Ya da belki daha uzak, Kavaklar... Merkezden fazla uzaklaşmak istemiyorsanız da her kapıda birinin sizi kolunuzdan çektiği Nevizade ya da Balık Pazarı.
Anadolu Yakası, hele hele İdealtepe pek seçenekler arasında yer almazdı. Dı, çünkü artık oranın bütün bu saydığım yerlere meydan okuyacak kadar güzel bir meyhaneler hattı var. Sahil yolunda Bostancı’yı geçtikten sonra başlıyor, epey de devam ediyor sıra sıra lokantalar. Ben bugüne kadar Çapari’yi, Lakerda’yı ve Maria’nın Bahçesi’ni denemiştim. Hakikaten hem lezzet, hem servis olarak değme balık lokantalarının kat kat üzerinde bir puanı hak ediyor hepsi. Üstelik deniz manzarasıyla bahçe keyfini aynı anda sunuyorlar. Fiyatları da Nevizade’de curcuna içinde yediğiniz, yemek mi dayak mı olduğu belli olmayan şeyle kıyaslanınca inanılmaz makul.
Bu saydıklarıma bir de Cundalı eklendi ki sanırım uzun süre favorilerim arasında kalacak. Sahibi, daha önce Bostancı’daki Cunda Balık’ı açan Hüseyin Erdoğmuş. Mezeler, otlar hep Cunda usulü. Patlıcanlı Rum böreğinden kaşarlı mantara, Cunda’nın bütün lezzetleri, envai çeşit balık ve onları çok iyi pişiren bir ustabaşı mevcut mekanda. Üstüne de tabii ki Cunda’nın olmazsa olmazı, taze lor üstü reçelden oluşan tatlı...
Uzak filan demeyip İdealtepe meyhaneler hattını derhal keşfetmenizi öneririm. Pişman olmazsınız.