Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Hava bir bulutlanıp bir açıyor.Tıpkı sofradaki Başbakan'ın yüzü gibi...Erdoğan'ın öyle kendini ele veren bir çehresi var ki, 2,5 saatlik kahvaltıya duyma özürlü biri konuk olsaydı, o yüze bakarak, konuşulan konuyu tahmin edebilirdi.Başbakan sofraya neşeli oturuyor. AB ile ilişkilerden bir üstünlük duygusuyla söz ediyor.Sonra gölgeleniyor yüzü; hayatının en zor gecelerinden birini, 17 Aralık gecesini ve o gece "içinde kopan tel"i anlatıyor. "O gece"nin hem kendisinin hem partisinin AB ile ilişkilerinde bir kırılma noktası olduğu anlaşılıyor."Kedili karikatür" meselesi açılınca çehresine önce bir mağduriyet ifadesi, sonra kızgınlık gelip oturuyor. Başbakanların itibarını korumamız gerektiğini söylerken, "Her topluluk lideriyle kurulur, onunla yıkılır" diyor, "30 sene onca karikatüre rağmen Demirel nasıl oldu da yıkılmadı" sorumu duymazdan geliyor.Derken birkaç köşe yazarının adı geçince yüzündeki gölgeler koyulaşıyor. Kızgınlık, öfkeye dönüşüyor. Ağzından "ihanet-i vataniy-ye" sözcükleri dökülüyor. Birinden ilk adıyla söz ediyor, öbürünün soyadına takılıyor, bir başkasına gıyabında "Neymiş senin kaynağın" diye çıkışıyor.Yüzü düşüyor. Durgunlaşıyor.Gözleri sabit bir noktaya asılıp kalıyor.Baktığı noktada konutun aşçısının özenerek yaptığı bir sofra süsü var:Karpuz kabuğundan bir ada... Üzerine siyah-yeşil zeytinlerden kumsal... Kumsala dikilmiş havuçtan bir ağaç... Ve ağaç üstünde sarı-kırmızı biberlerden palmiye...Hasan Cemal, biber renkleriyle aşçının verdiği mesaj üzerine bir soruyla yeniden gülümsetiyor Başbakan'ı...Ve Erdoğan, peş peşe keyiften üzüntüye, öfkeden neşeye savrularak birkaç saate hissiyat âleminin hemen her rengini sıkıştırıyor. Bu duygular gezintisini başladığı noktada tamamlıyor. Dışarıda sıkıntılı bir bahar var. Başbakanlık Konutu'ndan Ankara'ya bakınca bahçede gezinen korumalarla havada gezinen bulutlar görünüyor. Bu gezinti içinde yüzünü güldüren ya da canını sıkan isimler işitiyor. Yüz hatlarında onların yarattığı etkiyi görmek de şaşırtıcı...Kedisi Cansu'nun çok tüy döktüğünden söz ederken neşeleniyor."Emine Hanım'a 'Türkiye'nin her yerini dolaşacaksın' dedim" derken otoriter bir koca edasına bürünüyor."Bakanlarım arasında da 'bu tür' arkadaşlarım var" derken, Kürtleri...Medya ve bürokrasi konuşulurken gerginleşiyor, onlara peşinen eleştirel yaklaşıyor; ordu söz konusu olduğunda lafını seçerek konuşuyor.Hocalara kızıyor. Laf arasında şu cümle dökülüyor ağzından:"TV izliyorum. Adam konuşuyor, ama daha IMF'ye borcumuzu bilmiyor, bakıyorum altında 'Prof' diye yazıyor." Sohbetin elektrosu Sohbetin arasına hem dünya liderlerinin, hem mahalleden birinin adını aynı rahatlıkla sıkıştırıyor.İşini bırakmayan siyasetçilere Berlusconi'yi örnek verirken, çok yakın bir dosttan söz eder gibi...Sonra, "Papa'nın cenazesinde Kemal Derviş için Annan'la konuştum. Gözlerinde olacak havasını okudum" diyor.Ekibini koruyor. Zaman zaman bir soru ya da onay için onlara dönüyor. Fısıldadıkları küçük tüyoları kullanıyor.Bir belediye başkanının iç çamaşırlı manken fotoğraflarını sansürlediği söylenince gayet emin şöyle diyor:"Nihat yapmaz öyle şey, kendisi de bornoz sektöründe çalışıyor." 'Nihat yapmaz öyle şey' Kızgınsa kendisinden "Ben" diye söz ediyor, kızmadıkça "biz" diyor.Bu ona meçhul bir topluluğun ruhani lideri havasını da veriyor.Kırgınlığını ya da kızgınlığını anlatacaksa "Çok açık ifade edeyim ki" diye giriyor cümleye... Ya da "Onu da açıkça ifade edeyim" diye bitiriyor.Cümlelere dağılmış "vataniy-ye, medeniy-yet", "şahsiy-yet" vurgulamaları, mazide kalmış bir radikal söylemin son kalıntıları gibi duruyor ağzında...Ve en çok "noktasında" sözcüğünü kullanıyor: Bu bir dolgu sözcüğü;"Buna tahammül noktasında biz yokuz" gibi... Ben ve biz Zaman zaman kendi hayatını, Türkiye'yi ve olayları yorumlamakta örnek olarak kullanıyor:"Ben Rizeliyim, eşim Siirtli... Türk değil, Arap" derken gururlanıyor.Siyasi etikten söz ederken, "Sayenizde sattık biz de hisselerimizi" diye gülümsüyor.İstanbul karşısında Anadolu'yu temsil eden bir edayı ısrarla koruyor.Satranç bilmediğini söylerken rahat...Güneydoğu'da evinin içine kuyu açıp içine karyola sarkıtan, karyolaya elektrik verip evin zeminini ısıtan vatandaşın zekâsını övüyor.Kürk ve şaraba konan vergi eleştirildiğinde öyle bir bakış atıyor ki, cevaba gerek kalmıyor. Kendisi Bütün bunlardan, sofraya karşılıklı yerleşenlerde bir "Biz" ve "Siz" duygusu uyanıyor kaçınılmaz olarak...Başbakan "Musa Kart'a sahip çıkarken, Vakit gazetesindeki karikatüriste niye sahip çıkmadınız?" derken sadece çifte standarda değil, "biz"e ve "siz"e de gönderme yapıyor.Ama bir "merkez partisinin lideri" ve "tüm Türklerin başbakanı" olma kaygısı aklına gelince hızla bu alışkanlıktan vazgeçiyor:"Fener-GS maçına geleceğim ama, yerimde çok sakin durmam lazım. Çünkü karşı takımın da başbakanıyım" diyor."Karşı takım", kuşkulu gözlerle bakıyor.Kahvaltı salonunun yuvarlak cam zemininden alt kattaki süs havuzu görünüyor.Kenarda mahzun bir piyano, üzerinde 7 kollu şamdanla yanlış yere konmuş gibi duruyor.Dışarıda sıkıntılı bir bahar havası...Bulutlar bir güneşe yol veriyor; bir gölgeye... can.dundar@e-kolay.net Biz ve siz