Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları

Günümüzün en büyük yazarlarından Umberto Eco ve yemeğin ev sahibi Can Yayınevi’nin sahibi Can Öz ile bir akşam yemeği yedik. Eco yemek boyunca kim hangi dilde sohbet açarsa o dilde cevap verdi. Umberto Eco, siyasi konulardaki sohbetleri ise esprilerle geçiştirdi

Umberto Eco ile bir akşam yemeği

Eco, 1998’de gelmiş İstanbul’a. Şehre çok aşina değil; yemekleri
Yunan mutfağından tanıyor. Baklavanın methini duymuş ama tatlı yemedi.

Çağımızın en büyük yazarlarından ve entelektüllerinden biri yanımda oturan
Ama Milano’dan gezmeye gelmiş bir dost gibi davranıyor.
80 yaşında Tevazu sahibi bir aristokrat hali var.
Bilgeliğini bilgiçlik haline dönüştürmeyen bir olgunluk abidesi.
Yemeğe zarif Alman eşiyle ve takım elbise içinde geliyor.
Önce sofradaki konuşma dilini soruyor:
“İngilizce mi, Fransızca mı, Almanca mı, İtalyanca mı konuşulacak?”
Nasıl bir yazarla karşı karşıya olduğumuzun somut göstergesi.
Yemeğin ev sahibi Can Yayınevi’nin sahibi Can Öz, gülümseyerek Sanskritçeyi öneriyor.
Ne de olsa Londra’ya Sanskritçe tahsiline gitmiş bir Başbakan çıkaran ülkenin çocuklarıyız.
Eco, yemek boyunca kim hangi dilde sohbet açarsa o dilde cevap veriyor.

Hitler ve Berlusconi
Salı akşamı Boğaziçi Üniversitesi’nde Orhan Pamuk’la birlikte bir söyleşiye katılacak.
Konu, “Gerçek, Kurgu, Tarih üzerine bir Diyalog” Pamuk’la İnternet’ten yazışıyorlarmış.
Aralarında karar almışlar; Eco ona Erdoğan’ı sormayacak, o da Pamuk’a Berlusconi’yi.
Siyasi sohbetlerden sıkıldığı açık Bu konudaki soruları espriyle geçiştiriyor.
Bir gün bir İtalyan gazetesinde kendisine atfen bir demeç yayınlanmış.
“Berlusconi Hitler gibi” diyormuş onun ağzından yazılan manşet
Tekzip etmiş:
“Hitler Berlusconi’ye benzemiyordu; çünkü o tekeşliydi.”
“Gazetelere mi inanıyorsun?”
Eco, ilkin ve son kez 1998’de gelmiş İstanbul’a.
Şehre çok aşina değil; yemekleri Yunan mutfağından tanıyor. Baklavanın methini duymuş ama dişini sıkıyor, tatlı yemiyor.
Yemekten önce bir kadeh viski, yemekte balık eşliğinde bir kadeh şarap içiyor. Yemekten sonra sigaraya davranıyor, restoranda sigara yasağı var, ama o, “Merak etmeyin, içmiyorum, çiğniyorum sadece” diyor ve uzunca bir süre parmaklarının arasındaki sigaranın tütününü çiğniyor.
İnternet’in ve e-kitabın kitabın yerini alamayacağına dair iyimserliğini övüyorum.
Benim gazeteci olduğumu öğrenince medyadan bahis açılıyor.
“Sizin de 50’lerde televizyonculuk yaptığınızı okumuştum” diyorum.
“Evet, televizyonun kuruluş dönemiydi. Ben ekran gerisinde görevliydim. Bütün yayınlar canlıydı. O yüzden hiç kaydı yok ne yazık ki” diyor.
4 yıl kadar televizyonda çalıştıktan sonra bir yayınevine geçmiş ve şimdiki eşiyle de orada tanışmış.
Geçenlerde “Filanca gazete senin hakkında şöyle yazmış” diyen 45 yaşındaki bir arkadaşına verdiği cevabı paylaşıyor bizimle:
“45 yaşına geldin, hala gazetelere inanıyor musun?”
Foucault Sarkacı ve Gülün Adı
O gece Umberto Eco ve eşini, Can Yayınları’nın yayın yönetmeni ve Eco’nun Türkiye’deki yayıncısı Zeynep Çağlıyor ağırlıyor.
Yemekte bizimle birlikte, Milano’da Eco ile röportaj yapan Cansu Çamlıbel, Doğan Hızlan, Yiğit Bener ve eşi de var.
Eşim Dilek, Eco’ya kitapları içinde en çok “Foucault Sarkacı”nı sevdiğini söylüyor, Eco gülümsüyor:
“Ben de onu tercih ederim. 8 yıl çalıştım üzerinde”
Ya “Gülün Adı”nın sinemaya uyarlanmasından memnun kalmış mı?
Evet; beyazperdede eserinin yağmalanmasından müşteki diğer bazı yazarlar gibi pişmanlık duymuyor Eco...
Ancak telif haklarıyla bir kuruş kazanmadığını da söylüyor.
“Vergiler düştükten sonra yeni model bir araba alabildim; hepsi o” diyor.
Eco odası
Sıra fotoğraf çektirip kitap imzalatmaya gelince hoş anılarını anlatıyor.
Yeni nesil bazı uyanıklar, Eco’ya kitap imzalatıp o kitabı futbolcu fotoğraflarıyla değiş tokuş ediyormuş.
“Aralarında Charles Dickens kitapları imzalatanlar bile oluyor. Ben de ‘Dickens’ diye imzalıyorum” diyor.
Bazen de “Son romanımın ismini söyle, imzalayayım” diyormuş.
Tabii bunlar azınlık
Yoksa Umberto Eco, okurlarının gözünde her zaman dünya edebiyatının en kıymetli isimlerinden biri olarak kalacak.
Onun için Pera Palas’ta Ernest Hemingway’in odası ayrıldı.
Muhtemelen ilerde o oda, “Umberto Eco odası” olarak anılacak.