Yazarlar Deniz düşmanlığı

Deniz düşmanlığı

01.06.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Deniz düşmanlığı

Deniz düşmanlığı

Ali Sirmen

Sevgili,
İki gündür Ankara'dayım. Şu bizim kendini beğenmiş İstanbulluların, alabildiğine küçümsemeye, taşra olarak nitelemeye çalıştığı Ankara'da...
Yıllarca Ankara dendiğinde, kendimce ince bir istihza ile Yahya Kemal'in fıkrasını bıkmadan anlatıp, durdum. Ünlü şairimize sormuşlar: "Ankara'nın en çok nesini beğenirsiniz?" gülerek "İstanbul'a dönüşünü"diye yanıtlamış.
O zamanlar İstanbul ile Ankara arasında karayoluyla yolculuğu, büyük bir maceraya atılmayı göze almadan, düşünmek olanaksız, uçak seferleri de yok. Kalıyor yataklı tren ve vagon restorant.
Ne cümbüşlüymüş, o günlerin vagon restoranı.
Şimdi karayolundan, tehlikeye atılmadan, dört saatte varılıyor Ankara'ya, uçak ise Yeşilköy'den kırk dakika.
Ankara da, o Yahya Kemal'in, döneminden çok değişik. Dün Büyük Ankara Oteli'nde bir dostumu beklerken, çevreye baktığımda, bu kentteki koşuşturma havası içinde farketmediğim bir şeyi gördüm. Yemyeşil, çağdaş bir kentti burası.
Son yıllarda bu kent İstanbul'da tanık olamayacağımız biçimde, daha çağdaş bir çizgide, muntazam alanları, İstanbul'a oranla görece daha düzgün binaları, parkları ve yeşiliyle daha doğru bir gelişme çizgisine oturmuş. Hem de Melih Gökçek'e karşın.
Artık, çağdaş olan Ankara; dünya güzeli İstanbul ise gittikçe daha büyük bir karmaşanın içine yuvarlanmakta, neredeyse geri dönüşü olmayan bir bozulmanın kritik noktasını geçmek üzere bir trende girmiş bulunmakta.
Anadolu'nun büyük göçü karşısında, bu duruma nasıl bir çare bulunacağını yanıtlayan kimseye de rastlamadım.
Bu arada, yarım yüzyıl geride kalmış gerçeklerin, inatçı ve biraz da bön bir söylence halinde devam etmesini, Anadolu - İstanbul ayırımı yapanlardaki mantığın hala geçerli olmasını anlamak çok güç.
Geçenlerde, Anadolu'dan göçüp İstanbul'a yerleşmiş olanlardan birinin, hala bitmemiş anlamsız bir hınç ve belki de, belki de değil kesin bir hınçla İstanbul - Anadolu ayırımına başlaması üzerine dayanamadım, " Aman efendim, dedim Anadolu'nun sayesinde İstanbul mu kaldı?"
Olay Anadolu İstanbul değil. Ama, kara kültüründen gelen insanların denize yaklaşımlarındaki hoyratlığı her yerde görmek mümkün.
Nedense kıyı kentlerimizin hemen hepsinde sahil dolduruluyor. Gerekçe buraları halka açmak.
Öyle olsa iyi. Ama olmuyor. Halk ile arabalar birbirine karıştırılıyor ve bir zamanların üzerinde insanların gezdiği küçük dar rıhtımların yerini, doldurmayla kazanılmış büyük otoyollar alıyor.
Son örneği dünkü Milliyet'te gördüm. Gazetenin üçüncü sayfasındaki resimde Kordon'un nasıl hoyratlıkla doldurulduğu görülmekteydi. Belediye Başkanı Burhan Özfatura, yeni girişimin gezinti ve rekreasyon alanlarıyla birlikte, altı şeritli araba gidiş geliş yolunu da kapsayacağını söylüyordu.
Bu proje daha önce de gündeme gelmiş, ama Kordon'a kıymanın cinayet olacağı, üstelik artık arkadaki çevre yollarıyla trafik sorunun da çözüldüğü düşünülerek, son anda engellenmişti.
Demek ki, Türkiye'nin içinde bulunduğu başıboşluktan istifade ederek, kazıklı yolun yapımcıları bu kazığı İzmirlilere sokuşturmayı bu kez başarmışlar.
Sevgili, hiç kuşkun olmasın ki, bu proje bitince o canım, eşsiz Kordon da bitecek.
Beni en çok şaşırtan da şu ana kadar elle tutulur ciddi bir tepkinin doğmamış olması.
Resmi görünce dayanayıp sordum kendi kendime:
"İzmir'in bağrına, deniz düşmanı dayamış dozerini,
Yok mu kurtaracak bahtı kara maderini?"
Sevgili, güzelliklere karşı neden bu kadar hoyrat, denize neden bu kadar düşmanız?


Yazara Email a.sirmen@milliyet.com.tr