Yazarlar Erkek arkadaş sorunları

Erkek arkadaş sorunları

16.07.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Erkek arkadaş sorunları

Erkek arkadaş sorunları


       Eşlerden her biri, yasal sınırlar içinde kendi kişisel mallarını yönetme ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunma hakkına sahiptir. Kişisel mallara giren gelirler varsa, yönetim giderleri bu gelirlerden karşılanır.
       (Medeni Kanun Tasarısı Madde 267)

       Erkeklerle çok gezerim. Erkek arkadaşlarımla yani. Bazı “....ölar (içini siz doldurun) benim için hâlâ erkek düşmanı dese de, ben erkek arkadaşlarımı çok severim... Ama tabii ki, erkek arkadaşlarımla gezmek kızlarla gezmekten oldukça farklıdır. Çünkü kızlar ve erkekler birbirlerinden oldukça farklıdır.
       Erkeklerle de erkekleri çekiştirebilirim, ama söylediklerimi hemen üzerine alınıp, mutlaka şöyle derler: “Ben asla öyle bir erkek değilim". Erkeklerle, güzellik, yeni çıkan kozmetik ürünler, dudak şişirici, kırışık giderici operasyonlardan da söz etmek mümkün değildir. Kadınların durumundan, çektiği sıkıntılardan da söz edemezsiniz, “off kadınların ne sorunu vardır ki..." Ama mesela “Fener bu yıl ..." gibi bir laf etseniz, kendinizi çok eğlenceli bir tartışma içinde bulabilirsiniz.

       En iyi formül: ‘Sıkılan gider’
       Geçen gün Emre ile buluştuk, Fazıl Say - Kutsi Erguner konserine gittik. Bana anlatacağı bir sürü şey vardı. Konser salonuna girerken, “Bak Emre, sıkılan gider, birbirimize nezaket yapıp kalmamız gerekmiyor" dedim. Önce bir şaşırdı... Emre 24 yaşında, “Senin yaşındaki arkadaşım Ayşegül’le biz öyle yaparız “ dedim, “Sıkılırsak ya da çok cazip aşki meşki durumlar olursa çekip gideriz." Tamam dedi. Ama ne sıkılması konsere bayıldık... Sonra hızımızı alamayıp bir de Açıkhava’dakine gittik. Geç girdiğimiz için arkalarda oturduk, sağımız, solumuz boştu ve Emre başladı konuşmaya... Bir yandan parçaları alkışlıyor, bir yandan konuşuyordu. Çok şeker olduğu için sıkılmadım ve sus da demedim, ama öteki arkadaşım Haşmet’in, kalabalık bir grup içinde sıkılıp kalktığımda nasıl üzüldüğünü hatırladım.
       Biz onunla sinemaya gidecektik. Home Store’da buluştuk ve birden bire masamız Haşmet’in arkadaşlarıyla doldu. Kimse birbirini tanımıyordu ve ben de sıkılıvermiştim... İyi günler dileyip kalktım... Haşmet’in kulağına da söyledim bu durumu... Yarım saat sonra telefon etti, “Hani sinemaya gidecektik, niye böyle bir şey yaptın?". “Arkadaşlarını görünce sinemadan vazgeçtin sandım, ben de eve geldim" dedim. Meğerse vazgeçmemiş, o arkadaşlar bir tesadüfmüş. Tekrar buluştuk. Ama Haşmet Bey biraz gergin: “Hangi filme gitmek istiyorsan sen seç" dedi. Ben de inadına vurdulu kırdılı filmi değil, acayip romantik bir filmi seçtim... Gişenin önünde, yanında dolar taşıdığı için dır dır etmeye başladım... “Burası Amerika mı dolar taşıyorsun?" dedim. Sonra yemek yedik. Salatamı hemen bitirip, galiba gerginliğine gerginlik katmak için, ki kadınlar nedense erkekleri gereksiz yere germeyi pek severler, hiç niyetim yokken, “Sigara içeceğim" dedim. O da gıcıklık olsun diye dedi ki, “Ama ben yemeğimi bitirmedim." Ne yapalım vakit kalmadı dedim... Haşmet filmde de sıkıldı ve gerildi elbette, çünkü çok romantik sulu bir filmdi, ama ben bayıldım, bütün neşem yerine geldi.
       Sonra bir akşam Tuğrul’la beraberdik... Dans etmek istiyordu ve durmadan slov dans yapıyordu. Ben de bu danstan sıkılıyordum... Hızlıları çok güzel becerdiği halde, “Yorgunum" diyordu. Zaten ona kızgındım, çünkü bir gün onunla, yurtdışında alışverişten dönüyorduk, bütün paketlerimi o taşımakta ısrar ediyordu... Sonra da, “Kollarım koptu. Bütün torbaları bana taşıtıyorsun" diye söyleniyordu. “E taşıma o zaman" deyince de kibarlıktan bana vermiyordu. Bu paket meselesine slov dans sorunu da eklenince sinir oldum. Neyse başka bir erkek imdadıma yetişti de onunla nefis bir rock’n roll yaptık, yaparken Tuğrul’a dil çıkarttım. O da bir daha benimle dans etmedi.

       Ya telefon ya ben...
       Başka bir akşam da Utku ile yemeğe gittim. Yemekte cep telefonuyla konuşmaya başladı... Durmadan birileri arıyor... “Bak" dedim, “Eğer bu konuşmaları sürdüreceksen, ben burada niye varım? İstersen ayrı masalarda oturalım, sen konuş, ben de yemek yiyeyim..." Hiç aldırmadı, konuşup duruyor. İğrenç bir görüntü... Ben de çok sinirledim. Onu çok severim, ama böyle bir kabalığa izin vermemek lazım, kalkıp gittim.
       İşte kız arkadaşlarla asla yaşanmayacak erkek arkadaş gerginlikleri bunlar... Ama yine de onları seviyorum.

En ZOR seyredİlen dar su... İstanbul Boğaz’ı

       Bir yük gemisi, gittiği limanda yüklerini boşalttıktan sonra deniz suyunu doldururmuş ki, ağırlaşsın. Sonra bu gemi yük almaya gittiği başka bir denizin limanında bu suları boşaltıp, yeni yükünü alırmış. Bu durum böyle sürüp gidermiş. Buna “balast suları" denirmiş. Bu durumda, Kızıldeniz’den aldığı deniz suyunu, Akdeniz’de boşaltınca, bu sularda olmaması gereken canlılar da denize karışıyormuş. Mesela zararlı bir canlı olan taraklı medüz gibi hayvanlarla, çeşitli mikroplar o denizden bu denize taşınıp duruyormuş balast sularıyla. Bunun engellenmesi için gemilerde su analizi yapıp mikropların öldürülmesi gerekiyormuş, ama bunu yapan yokmuş...
       Bunu öğrendiğimde çok şaşırdım ve katıldığım boğazlar sorunuyla ilgili bir toplantıda, boğazların kirlenme sorununun inanılmaz boyutlarda olduğunu gördüm. Gemi kökenli kirlenmeler için acil eylem planımız ve Karadeniz’de olabilecek petrol yangını için hiçbir tedbir sistemimiz yokmuş.
       26 tür balık ortadan kaybolmak üzereymiş. Sese duyarlı olan yunuslar tehlikedeymiş. Gemi boyaları yüzünden üreme defekti oluyor ve kabuklu deniz canlıları cinsiyet değiştiriyormuş. Biyolojik ve kimyasal arıtma olmaksızın uygulanan kollektör sistemi ise denizleri bozuyormuş.

       Montrö Antlaşması
       20 Temmuz, 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin yıldönümü. Bu nedenle boğazlarımızda neler oluyor, bizi bekleyen tehlikeler nedir konulu bir toplantıya katıldım.
       Deniz Hukukçusu Ali Kurumahmut’u dinledim ve kitabını okudum: “İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı’ndan oluşan Türk Boğazları Bölgesi’nden geçiş ve ulaşımın nasıl yapılacağını düzenleyen Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin amacı, boğazlardan geçişi ve gemilerin ulaşımını, Türkiye’nin güvenliği ve Karadeniz’e kıyıdaş devletlerin Karadeniz’deki güvenlikleri çerçevesinde koruyacak biçimde düzenlemekmiş.
       Sözleşmede ticaret gemilerinin açık bir tarifi yapılmamış. Savaş gemileri kapsamına girmeyen bütün gemiler ticaret gemisi grubuna sokulmuş. Ticaret gemileri sağlık denetimi dışında, hiçbir merasime tâbi olmadan boğazlardan geçebiliyorlarmış.

       Kılavuz kaptan meselesi
       Türkiye 94 yılında can, mal, çevre güvenliğini sağlamak amacıyla “Deniz Trafik Düzeni Hakkında Tüzük" hazırlamış, ama diğer uluslar buna itiraz etmişler. Bu tüzükteki boğazlardan geçen 150 metreden büyük Türk gemilerine getirilen kılavuz kaptan alma mecburiyeti de haksız rekabete neden olduğu için kaldırılmış. Bugün İstanbul Boğazı’ndan geçen gemilerin yüzde 40’ı, yabancı gemilerin ise yüzde 60’ı kılavuz kaptan alıyormuş. Diğerleri 500 dolardan, on bin dolara kadar uzayan ücreti ödememek için almıyormuş.
       Kılavuz kaptan Aykut Erol diyor ki: “Her seferde notlar aldım. Bazen tehlikeye ramak kalıyor. Bizim boğazın benzeri dünyada yok. Akıntısı, kıvrılarak akması, çevresindeki tepeler nedeniyle gemiler için en zor seyredilen dar su sayılıyor. Trafik de olunca ve gemilerin de boyları büyüdüğü için kaza riski artıyor."

       Risk nedenleri
       Boğazdaki gemi kazalarının birinci nedeni, hava koşullarıymış. İkinci neden gemilerin teknik yapılarındaki eksiklik. Yani yanlış yükleme, bozuk dümen gibi. Kağıt üzerindeki kuralları gemiye uygulatacak sistemden yoksun oluşumuz da risk sebebiymiş. Bizde gemi trafik sistemi yokmuş. Karadaki kişi uçaklardaki gibi gemiye hakim değil, ancak tavsiye verebiliyormuş. Oysa karadaki kişi, bir kılavuz kaptan olursa gemiye en doğru tavsiyeyi verebilirmiş. Kazaların bir nedeni kılavuz kaptan alınmamasıymış. Olan kazaların yüzde 85’inde kılavuz kaptan yokmuş. Çünkü Montrö Antlaşması’na göre böyle bir zorunluluk yokmuş.


Yazara E-Posta: dasena@milliyet.com.tr