Yazarlar Gö - rü - yo - rum!!!

Gö - rü - yo - rum!!!

16.07.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Gö - rü - yo - rum!!!

Gö - rü - yo - rum


       İşte o an geldi çattı: Başına saksı düştüğü için ya da bir zenginin arabası çarptığı için kör olan kızın ameliyat sonrasında gözlerindeki bandajın çıkarılacağı an... Beyaz sargılar çözülür... Kız “Görmüyorum... Görmüyorum" derken ansızın haykırır: “Görüyorum! Görüyorum!" Mutlu son! (Bir zamanların Türk filmlerini tanımlamak için kötü niyetlilerin anlattıkları öykü.)
       Birkaç gündür işte ben de aynen öyle, “Görüyorum, görüyorum" diye sayıklayarak ortalıkta dolaşıyorum. Görüyorum, üstelik gözlüksüz görüyorum. 13 yaşımdan beri, burnumun tepesinde taşıdığım gözlüğü fırlatıp attım. Ufka ya da yıldızlara ilk kez bakmanın sevincini yaşıyorum. Sabah uyanır uyanmaz, bir tepeden İstanbul’a değilse de Boğaz’a bakıyorum. Karşı yakada ağaçların her birini ayrı ayrı görüyorum. Tek tek dalgaları görüyorum. Dalgaların üzerinde inip çıkan kayığı, kayığın içindeki balıkçıyı, balıkçının elindeki oltayı, oltanın ucundaki balığı görüyorum. (Bu kadar sevince, bu kadar abartmaya izin verin.)
       (Sevgili okurlar, şimdiki köşe yazarları modasına uyup, her hafta kendime ait, çok özel şeylerden söz etmiyorsam da iki yılda bir, ya yazmadan edemediğimden ya da belki başkalarına da yararı dokunur düşüncesiyle, kendimden söz ediyorum. İki yaz önce “sigarayı bırakma" öyküsünden sonra, şimdi de “gözlüksüz görme" öyküsü... Ya her yazıda torunlarımdan söz etseydim... Diyeceğim bundan okumamakta serbestsiniz. Çok kişiseldir.)
       Kırk yıldır gözlüklüydüm, gözlüğe bağımlıydım. Kaybedersiniz, bulursunuz; kaybedersiniz, bulamazsınız, ömrünüz gözlüğünüzü aramakla geçer, düşer kırılır, ortalıkta kalır çizilir, sıkıdır kafanızı ağrıtır, gevşektir burundan aşağı kayar, yağmurda silecek takmak istersiniz, buğulanmaz denilen en pahalı camı alırsınız yine de buğulanır vs. vs.
       Ne zamandır duyuyordum: Çok kolaymış, bir dakika sürüyormuş, lazer işiymiş... Hatta biri, “Göze bir çizik atıyorlarmış" bile dedi... Göze bir çizik mi??? Bunuel ve Salvador Dali ‘nin ünlü filmi “Endülüs Köpeği" nin ünlü sahnesi aklımın bir yerine yerleşiverdi: Hani bir bıçak, ekranı kaplayan gözün ortasından geçiverir...
       Uzay yolu...
       Uzun bir masada yatıyorum. Yüzümde bir örtü. Sağ gözüm açık. (Bunuel’i unutmalıyım, Bunuel’i unutmalıyım!)
       -Şimdi yukardaki kırmızı ışığa bakın...
       Tepedeki kırmızı ışığa bakıyorum. Yüzlerce, binlerce yakamoz arasındayım... Hayır hayır, milyonlarca yıldız üzerime yağıyor... Daha doğrusu ben yıldızlar arasında ilerliyorum. Hangi galaksideyim... Atılgan beni duyuyor musun? Kaptan Körk’ün seyir defteri... Yıldız tarihi on bin bilmem kaç...
       -O kırmızı ışık lazerin göze kilitlenmesini sağlar...
       Yıldızlar daha hızlı daha hızlı akıyor. Araya yeşil, mavi yıldızlar karışıyor... Atılgan’dan Bay Spak’a: Koordinatlar tamam... Doktor Sulu’dan Atılgan’a: Kenetlenme sağlandı. Uzay istasyonuna geri dönüyoruz.
       Zeynep kendine gel! Uzay gemisi Atılgan’da değil, İstanbul Cerrahi Hastanesi’ndesin. Duyduğun ses de ne Kaptan Körk, ne de Volkanlı bay Spak’a ait. Duyduğun Doktor Şinasi Göker’in sana her şeyi açıklayan sesi...
       Yıldızları seyretmekten vazgeçince, hadi artık başlasın şu ameliyat dedim. Sağ göz bitti, sıra sol gözde dediler... (Onlar ameliyat değil, “tedavi" diyorlar) Ve yeniden yakamozlar, yıldızlar, uzay yolculuğu...
       Masaya yatmamla, kalkmam arasında 14 dakika geçmişti.
       Biliyorum, pek bilimsel anlatamadım: Önce gözünüze sürekli bir damla damlattıklarını, (göz anestezi); böylece gözün görüp ama hiçbir şey hissetmediğini, sonra da Dr. Sinan Göker’in, milimetrenin onda bir kalınlığında bir zarı (“kapak" diyorlar) korneanın üzerinden sihirli parmaklarla kaldırdığını, lazer faslı bittikten sonra “kapağı" geri yerine koyduğunu falan söylemedim. Çünkü bunların hiçbirini hissetmedim.
       Hastaneden gözlerim açık çıktım. Yani öyle bandajlar sarılmış da, sonra açılacak da, “Görüyorum!" çığlıkları atacakmışım durumları yok! Bir tek toz moz kaçmasın diye mika kocaman bir gözlük taktım. Eve geldim. Akşama kadar hafif kaşındı durdu, batarmış gibi oldu.
       Ertesi sabahtan başlayarak “Taa en uzakları görüyorum" çığlıkları atmaya başladım. Evimin çevresinde, sokkalarda, konser salonlarında şimdiye dek hiç farketmediğim ayrıntıları görüyorum! Elveda kalın camlı gölükler, elveda beş miyop, üç astigmat! Ve onlarca yıl sonra ufka ilk kez gözlüksüz bakmanın verdiği sonsuz sevinci sizlerle paylaşmak için, oturup bu yazıyı yazdım!


Yazara E-Posta: zoral@milliyet.com.tr