Gökçer Tahincioğlu

Gökçer Tahincioğlu

yuzlesme@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Kemal Çoban, keyifliydi, küçük oğlunu sevdi, küçük kızını öpüp alnından madene gitti. Cebinde oğlunun sünnet düğünü davetiyesi... Temizlenmiş cenazesi getirildi Belediye Mezarlığı’na. Öptü tabutunu, 8 yaşındaki güzel kızı Rüveyda...

Mükellefiyet ve kanarya

Madenin kasasına konulan “yem” bütçesinden alınan yemlerini yedi, o narin, sarı kanarya.
Biraz sonra karanlığa uçacağını bilmeden kafesten çıkmanın sevincini duyumsadı.
Kapkara bir el attı onu karanlığa.
Karanlıkta sesi yankılandı.
Ölse girmeyecekti madenciler ocağa.
Zehirlenmedi, tehlike yoktu, madenciler bugün de ocaktaydı.
2. Dünya Savaşı sürerken, Zonguldak’ta madende çalışmaları zorunlu tutulan kadın, çocuk, genç, yaşlılardan yok bir farkları.
Bütün madenciler hâlâ aslında savaş dönemindeki gibi “mükellefiyet” mağdurları.

Madencinin düğünü
Oğlunun sünnet kıyafeti hazır, davetiyeleri basılmış, limonatalar için limonlar bile alınmışken, hatıra biriktirmeye vakit bulamamış, yaşamın içindeki olağan anlar hep en büyük hatırası olmuş, Soma’daki unutulmaya mahkum hikâyelerden biri oldu Kemal Çoban.
Daha 40 yaşında, gerçi çalışacaktı mecburen emekli olsa da bir süre sonra ama emekliliğine sadece 9 ay kala.
Oğlunun sünneti nedeniyle, biraz daha yevmiye için ertelediği izni de alacaktı ki haftaya, daha önce hiç kalmadığı gibi yine vakit kalmadı yaşamaya.
Keyifliydi, küçük oğlunu sevdi, küçük kızını öpüp alnından madene gitti.
Cebinde oğlunun sünnet düğünü davetiyesi.
Düğün dediysek, büyük ve kapalı salonlardaki samimiyetsiz müzik ve ışık gösterisi değil, hakiki bir “taşra” samimiyeti.
Solurken, madendeki karanlık oksijeni, birkaç nefesi çekerken olanlardan habersiz, ölüm geldi.
Eşi yoktu, çocukları, kısa hayatı ve 9 ay sonra gelecek emekliliği.
Oğluna miras bıraktı, ömrü boyunca acıyla hatırlayacağı o davetiyeyi.
Bültenlerin ucundan, kıyısından “Trafo patladı” haberleri sızdığında muhtemelen cansızdı.
Saatlerdir yoktu, gece olup da hâlâ açıklanmadığında ölü sayısı.
Kemal Çoban’ın madenci eniştesi Hüseyin Sağlam da daldı madene.
Baktı tek tek, karanlıkta, kararmış bütün bedenlere.
Ayırt edemiyordu, zaten sesi, gülüşü ve bakışı yoksa nasıl ayırt edecekti ölüleri ama yine de tek tek dokundu gidenlere.
Birden düğün geldi aklına, onlarca cenazenin üzerindeyken ve gelecek güzel bir yaz akşamının davetiyesi.
Anımsadı, dağıtacaktı Kemal madencilere o gün davetiyeleri.
Bir kez daha geldi ölü arkadaşlarının yanına.
İçinden geçirdi, “Hepinizi taşıyamam, bakmayın kusuruma.”
Baretin kısık ışığı süzülürken geceye, yüreğindeki büyük acıyla yeniden dokundu giden bedenlere.
Ölü arkadaşlarının cebini aradı birer birer.
Kâğıtlar, kalemler, ker çıktı da ceplerden, hiçbir cepten çıkmadı, bir yaz akşamında yaşanacak neşeli ve güzel öyküler.
Bulundu bir müddet sonra, “tane” diye söz edilen madenciler arasında Kemal Çoban,
Temizlenmiş cenazesi getirildi Belediye Mezarlığı’na.
Öptü tabutunu, 8 yaşındaki güzel kızı Rüveyda:
“Zor olacak artık” dedi öyle büyük, “Öldüğünü bilmiyordum, çöktüğünü biliyordum madenin ama.”
Babasından sonra, annesiyle ağladılar, ölen dayısı Davut Köse’nin mezarında.

Madencinin doğumu
Hep olduğu gibi, kısa süre unutulduğunda Soma ve sadece Soma’da sonraki kuşaklara nakledilecek hikâyelere dönüştüğünde ölüm öyküleri.
Bütün maden kentlerinde olduğu gibi, elbette bir kez daha başlayacak madencinin kaderi.
Bir ilan çıkacak önce havası, suyu kömüre bulanmış ilçede, “Babasını madende kaybedenler işe öncelikle alınacak” diye.
Babası göçükte kalmış çocuklar, ekmek alabileceğim diye sıraya girecek buruk bir sevinçle.

Madencinin kaderi
Hatıradır hayat.
Soluğunun kesildiği anlarda biriktirdiklerin.
Her gün sabahın seherinde girip de madene, her gecenin zifirinde çıkmak ve bir gün soluksuz kalmak değil.
Babadan oğula “Hep böyle sürsün, hep böyle olsun” diye sürdürülmek istenen düzenlerin dayattığı, misal, ölen babanın yerine oğlunun işe alındığı gibi, çaresiz sevinçler hiç değil.
İsyandır bazen, bazen gözyaşı, bazen kocaman bir düğün sarı ışıklar altında, bazen bir soluktur paylaşılan rüzgârda.
Gayet politiktir, fukaralıkla, fukaranın bir ömür kazandığını bir gecede harcayanların mücadelesidir aslında.
O yüzden en iyi yaptığı şey, acımak ve unutmaktır bu ülkenin.
Ve unutturmak o mücadeleyi, kalplerine kazınan acı ve korkuyla.
Birileri, verdikleri oya göre ardından gözyaşı dökerken ölenlerin, birileri de unutturmak ister ardında bekleyenleri o kaderin.
Kapkara bir el attı kanaryayı karanlığa.
Kocaman bir sessizlik yankılandı karanlıkta.
Öldüğü için kaygılandılar birkaç dakika ama ölenler onlar değildi ki, kafeste bekliyordu hâlâ onlarca kanarya, öncekilerden kalan yemleri.
Sahibine göre değişmeyen bir düzende sürüyor madencinin mükellefiyeti.