Hasan PULUR
GÖRÜYORSUNUZ, hemen bütün meslektaşlarımız
"Avrupa bizi dışlayınca" sütun sütun yazı yazıp, köşeleri doldururken, bazılarının da etekleri zil çalarken, bazıları da karalar bağlarken, bizim hiç sesimiz çıkmadı...
"Niye?" diye sorarsanız, biz bunun böyle olacağını yıllardır biliyorduk...
"Atma!" diyeceksiniz.
Elimizde yazılı belgemiz olmasa, haklısınız, çünkü nice dış politika uzmanlarının(!) televizyon eğlence programlarında
"Amerika Körfez'e müdahale edemez!" martavalını dinlediğinizden, bize o gözle bakabilirsiniz...
Ama bizimki öyle değil!
Hem yazılı, hem çizili belge...
* * *
1988 yılının nisan ayında
"Güneş" gazetesinde, yine
"Avrupa, Türkiye'yi alır mı, almaz mı?" tartışılırken, biz yazdığımız yazıda, adamların bizi niçin aralarına almayacaklarını anlatırken, şöyle bir benzetme yapmışız:
"Adam davetiyenin altına (Koyu renk elbise) yazmış, beyaz giyip, gidilmez ki!"
Sevgili Turhan Selçuk da, 1 Mayıs 1988 günü
Milliyet'te, bizim bu cümlemizi, karikatürünün üst sol köşesine yerleştirmiş, Avrupa Topluluğu levhalı bir bina çizmiş, kapısında da kara çarşaflı bir kadın, altına da şunu yazmış:
"Siyah giysek de almazlar..."
9 yıl önce bunu yazan adam, dokuz yıl sonra
"Eyvah! Neydi bu başımıza gelen?" diye hayıflanıp üzülür mü?
* * *
AVRUPALI bizi niçin almaz?
Sıralayın sıraladığınız kadar, enflasyon deyin, işsizlik deyin, Kıbrıs deyin, Ege Denizi ve Yunanistan ilişkileri deyin, insan hakları deyin, Güneydoğu sorunu deyin, hepsinde isabet kaydedersiniz...
Ama temelde yatan
"kültür"dür, yaşam tarzıdır, bu tarzı yaratan değerlerdir. Bunların başında da
"din" gelir. Korkmadan, çekinmeden, saklamadan söylemeliyiz, biz bu yukarıda sıraladıklarımızla Avrupalı değiliz... Bunu da asla bir eksiklik kabul ederek söylemiyoruz, ama biz buyuz.
Avrupalı zaman zaman bunu ağzından kaçırıyor, medeniyet farklarından, Hıristiyan kültüründen söz ediyor...
Türkiye'yi almamak için gösterdikleri bahaneler, aslında masanın cilasıdır, biraz kazıyınca altından
"haç" çıkıyor. Kültür farkı, medeniyet farkı dedikleri de bu...
Bu ikiyüzlülük, kendilerinden olanları bile isyan ettiriyor, aba altından, sopa gösterenlere, insan hakları, Güneydoğu barışı gibi laflara, onlar da isyan ediyor. Geçenlerde
"İndependent" yazarı
Rupert Coruwell şöyle yazıyordu:
"Diplomatik nezaketi bir yana bırakıp, Türkiye'ye doğruyu söyleyin!"
* * *
NE söylesinler?
"Lozan'ın intikamını alıyoruz!" mu desinler?
İsmet Paşa, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon'dan aldığı
"bir dersi" şöyle anlatır:
"Lord Curzon, memnun değiliz, lozan muahedesinin müzakeresinden, diyordu. Hiçbir dediğimizi yaptıramadık. Reddettiklerinizin hepsini cebimize atıyoruz. Harap bir memleket alıyorsunuz, bunu kalkındırmak için mutlaka paraya ihtiyacınız var. Bu parayı almak için gelip diz çökeceksiniz. Cebime attıklarımın hepsini çıkaracağım size, diyordu. Hepsini vereceğim size..."
İsmet Paşa, küstah İngilize şu karşılığı verdiğini söyler:
"Gelirsek, vermeyin!"
* * *
CURZON'un takipçileri, şimdi o vaktin, o zamanın geldiğini sanıyorlar.
Ama Türkiye Cumhuriyeti'nin hükümetinin, hiç de umdukları gibi çıkmadığını gördüler, Mesut Yılmaz'dan dinlediler:
"Biz dayatmaya gelmeyiz!"
* * *
VARSIN, yeni dünya düzeni
"muhipleri" varsın,
zamane mollaları, Ali Kemal'leri, İngiliz ajanı
Papaz Frew mukallitleri, medya maydanozu bezirganlar, numaracılar, yeni mandacılar, dönekler, yağdanlıklar, ne derlerse desinler, ne yazarlarsa yazsınlar!
Bizim sözlüğümüzde
"bağımsızlık"ın kutsal bir yeri vardır; bizim
"Allah bağımsızlığın belasını versin!" diyenlerle anlaşmamız mümkün değildir.
* * *
HÜKÜMETİN
"onurlu ve dengeli" tepkisini anlamak zorundayız. Bunun için de, yabancılarla yaptığımız her futbol maçından sonra
"Avrupa, Avrupa duy sesimizi / Bu gelen Türklerin ayak sesleri" teranesinden vazgeçmeliyiz.
Yazara EmailH.Pulur@milliyet.com.tr