Hasan PULUR
İNSANLARI, yaşadığı anılardan, ya da yaşadığını hayal ettiği anılardan ayırmak, onların bir başka yüzünü hatırlatmak hoşa gitmiyor...
Haklılar; insanlar geçmişin iyi, güzel, eğlenceli yanlarını anımsamak ister, bundan mutlu olurlar, okul anılarından askerlik anılarına, gençlik anılarına kadar...
Kim sınıfta kaldığını, kim askerde ceza gördüğünü, kim bir güzel kızın onun aşkını reddettiğini hatırlamak ister ki!
Geçenlerde
"Ağır Roman" filmi için yazdığımız yazıda, eski Beyoğlu'nu
"Ah Beyoğlu, vah Beyoğlu!" diye yere göğe koymayıp, neredeyse bir kültür akademisi ilan edenlere, oranın gerçeklerini de hatırlatmıştık...
Bizim kuşaktan da, bizden önceki kuşaktan da, bizden sonrakilerden de alınanlar oldu, sanki anlattıklarımız, saklanması gereken bir sırdı da, biz bu sırrı faşederek onların anılarına, ya da geçmişi yaşatan hayallerine zarar vermiştik, rahatsız etmiştik.
* * *
RAHATSIZ olanlardan biri tepki ve duygularını Almanya'dan faksla ileten okurumuz
Baki Kiper...
Şöyle başlamış, duygularını anlatmaya:
"Yaşantıyı yaşanmaya değer yapan, yaşanmış ve yaşanırken haz duyulmuş anıların başkalarına iletilmesidir çoğunlukla. Bu konuda, özellikle çağımızda yaşayan insanların anılarını yazmış olduğunuz gibi abartarak da anlatsalar, tarafımdan anlayışla ve aranan bir mutluluk olarak değerlendirilmektedir. Özellikle romantik Avrupa kültürü bu tür değerler sahip çıkmayı bir görev bilir."
* * *
SEVGİLİ okurumuz,
"Bırakın, insanlar abartsalar bile, güzel anılarıyla yaşasınlar!" diyor...
Ve kendisi de o güzel anılarından birini anlatıyor:
"Ben rahmetli tiyatro sanatçısı Müfit Kiper'in oğluyum. O zamanlar İstanbul Şehir Tiyatroları Tepebaşı'ndaki rokoko tarzı tiyatro binası ile Avrupa tiyatroları kıyaslanacak değerdeydi. Şehir Tiyatroları'nın her sezon Shakespeare'le açılış yapmak gibi büyük tiyatro adamı Muhsin Ertuğrul'un uygulamaya koyduğu bir özelliği vardı.
Biz o zamanlar Behzat Budak dahil çoğunluk tiyatro sanatçılarının yaşadığı Aynalı Çeşme Sokak'ta otururduk.
En büyük zevkim her yönü ile tam bir İstanbul efendisi ve sanatkar olan babamla Balıkpazarı, Çiçek Pasajı ve Beyoğlu'nda gezintiye çıkmak idi. Bu gezintiler içinde özellikle aklımda kalan ve en çarpıcı tarafı o zaman toplumun içindeki saygıyı göstermesi bakımından şu olaydır.
Aynalı Çeşme Sokak'tan çıkıp, Taksim'e doğru yöneldiğinizde kaldırımla cami arasında demir parmaklıklarla korunan bir aziz mezarı bulunan Kamer Hatun Camii'ni geçtikten sonra İngiliz sefaretinin yüksek duvarları ile Taksim'e ve Beyoğlu'na dönen köşede bir trafik polisi bulunurdu. Trafik Aksaray'dan Taksim yönüne akardı. Harbiye'de absürd bir trafik kazasına kurban giden babamın en büyük korkusu, trafik olduğu için, o dar sokakta bile elimden sıkı sıkı tutar, yalnız polisin görev yaptığı yerde karşıdan karşıya geçerdi.
Babamı tanıyan trafik polisi, o zaman daha henüz televizyon yok, babamı tanıması için polisin tiyatro meraklısı olması gerekirdi, bizi görür görmez çok şık bir hareketle trafiği durdurur ve yolun ortasında babamla yeni oyunlar hakkında sohbete başlardı.
* * *
SON derece saygılı ve mahçup bir insan olan babam trafiğin bir an evvel açılabilmesi için sabırsızlıkla beklerken, daha çok bir İngiliz subayını andıran trafik polisini, korna sesi ile taciz edecek kabalıkta bir araba sürücüsü bulunmamakta idi. Gür ve kır saçları ile evrensel bir sanatçıyı tipleyen babam ile asil görünümlü trafik polisinin saygıdeğer sohbetini zevkle ve istekli bir sabırla izleyen araba sürücüleri bugün insanın İstanbul'da düşleyemeyeceği dahi bir sürrealist sahneyi oluşturuyordu."
* * *
KENDİ deyimiyle bugünkü İstanbul'a göre
"sürrealist bir tabloyu" andıran bu anısını
Baki Kiper, şöyle noktalamış:
"Nostalji bir yerde tarih, sosyoloji ve toplum bilincidir. Bırakınız insanlar nostalji ve Nisuaz ile diledikleri gibi mutlu olsunlar. Ben bunların arkasında tatlı bir gerçeğin yattığının gözlemcisiyim."
* * *
PEKİ öyle olsun, kimsenin anılarını ve hayallerini rahatsız etmeyelim.
Yalnız gerçeğin tatlısı, acısı olmaz ki!
Gerçek gerçektir.
Ha acı, ha tatlı!
Yazara EmailH.Pulur@milliyet.com.tr