Kandırılmak, aldatılmak ve içi acımak

En ağır dolandırıcılık , duygu üzerinden yapılan! İnsan kendisini öyle kullanılmış hissediyor ki... Bir de kullanılan çocuklar var tabii...

Kandırılmak, aldatılmak ve içi acımak

Dilencileri sevdiğim söylenemez. Zira çok kazık yemişliğim vardır kendilerinden. Kör ve sağır olduğuna inandıran genç çocuğa sabah cebimdeki son parayı verip gideceği yere yürümek zorunda kalan ben, akşam aynı yoldan dönerken bu arkadaşı, yere iki otomobilin arasına oturmuş günün hasılatını sayarken görmeyeyim mi! Gidip yanına, “Kör olan benim demek ki! Ver paramı geri” demiş ama sağlam bir küfür yemiştim. Kendimi nasıl kullanılmış, nasıl aldatılmış hissettiğimi tarif edemem... “Bir daha asla!” derken, Gayrettepe metrosunun önünde iyi giyimli bir delikanlının önündeki kartona yazdığı “Askerim, eve gidecek param yok. Lütfen yardım edin” notunu okumuştum. Kafası önünde mahcup mahcup duruyordu. “Kaç lira acaba yol paranız?” diye sordum. “40 lira” dedi. “Tamam, vereyim ben siz gidin o zaman” dedim, kafasını kaldırmadan mahcubiyet içinde teşekkür etti. Verdim ama gitmedi. Bana da bir sinir geldi. Hemen toparlanıp koşarak yola çıkacak, benim de bir işe yaramanın mutluluğuyla gözlerim dolacak filan sanıyorum ama nerede! Yerinden kıpırdamıyor. O an anladım yine dolandırıldığımı. Sinirden saçımı başımı yolmak istedim. Yanına gidip yüzüne pis pis baktım. Az önceki mahcubiyetinden eser yoktu! Ne var der, gibi baktı, “İğrençsin, sahtekar!” deyip yine küfür yememek için koşarak kaçtım.
Bir de Nişantaşı’nı mesken tutmuş 60’larında bir teyze var. Hemen her gün önünden geçerken aynı cümlelerle para ister. Üç kere geç, üçünde de istesin! En son dedim ki, “Teyze, Allah aşkına doğruyu söyle, 7/24 aç olur mu bir insan!” Teyze doğrudan benim terbiyesiz olduğumu söyledi.
Neyse, anlatmakla bitmez benim dilenci maceralarım.

Göz yuman ve yummayan
Ama gelelim esas konuya, işin çocuk boyutuna. Çocuk dilendirmek suç değil mi! Suç, biliyorum ama kimsenin buna ilgisini çekemiyorum. Geçenlerde Nişantaşı’nda 6-7 yaşlarında kolları yanık içinde akordiyon çalan çocuğa para vermek bahanesiyle sohbet etmeye çalıştım ama çocuk Türkçe bilmiyor! “Romanya’dan geldim” diyor, bir de bozuk Türkçesiyle ne dersem diyeyim, “Allah razı olsun...” Hemen yakınındaki Harbiye Polis Karakolu’na gittim, “Çocuğun kolları yanık içinde. Üstelik Türkçe bilmiyor. Kaçırdılar mı, işkence mi ettiler, bir bakar mısınız? dedim, “Tamam biz sonra bakarız” cevabını aldım...
Ne polisin ne yoldan geçenin, kimsenin umurunda değil!
Birkaç gündür Paris’teyim.
Tıpkı son yıllarda Almanya’da olduğu gibi burada da neredeyse her köşebaşını bir dilenci tutmuş. Ama içlerinde dilenen tek bir
çocuk yok! Arkadaşıma sordum, “1990 yılından beri dilencilik yasak değil. Sadece yazlık bölgelerde sezonluk yasak konuluyor. Ama bazen o da deliniyor. Asıl mesele, burada vergi sistemi çok ağır. Şimdi konuşuyoruz ya, neredeyse ona bile vergi ödüyoruz. Vergisini ödemeyenin gözünün yaşına bakmaz bizim devlet. Sizdeki gibi vergi affı filan da yok. Bir günde her şeyini kaybedebilir, dilenci de olabilirsin ama ne olursa olsun çocuğunu dilendiremezsin. İşte onun cezası çok ağır” (Yedi yıl hapis, 100 bin euro para cezası)
dedi. Sonra da çocukların eğitim/
bakım zorunluluğunu filan anlattı. Ağzım açık dinledim...

O çocuk nerede?
Ramazan ayı geliyor. Ortalık yine iyi niyet istismarcısı kaynayacak.
Şu çocuklar için bari bir şey yapılamaz mı? Hem dilendirilen hem sokakta kendi kaderine terk edilen... Gezi Parkı direnişinin sembolü olan çocuk mesela... Ne yapıyor şimdi? Camiye ayakkabıyla girilmesinden/girilmemesinden çok daha önemli olan bu değil mi?

Haberin Devamı