Levent Köprülü

Levent Köprülü

-

Tüm Yazıları

Belki Türkiye’deki satışları fazla olmayabilir ama bilin ki küçük otomobil kullanmak hiç de sanıldığı kadar berbat bir durum değil! Hatta bazen avantajlarına siz bile şaşırabilirsiniz. Ben şaşırdım da...

ürkiye’deki sürücülerin büyük bölümü, her ne kadar “Amerika’dan gelmese” de sanırım 1950’li, 60’lı yıllarda yollarımızda bolca bulunan Amerikan otomobillerinden bir hayli alışkanlık edinmiş. Hatta bu alışkanlık, sanırım babadan oğula ya da dededen toruna filan da geçmiş olacak ki bir otomobil alınacağı zaman illa “geniş”
ya da “büyük” olsun gibi kriterler ön plana çıkıveriyor.
Türk otomobil kullanıcısı için küçük sınıf bir otomobil satın almak cazip değil. Bunu zaten satışlar da söylüyor. Üstelik bir dönem Fiat Uno, şimdilerde de Hyundai i10 yani “nam-ı diğer Ay-Ten” Türkiye’de üretilmesine rağmen.
Aslına bakarsanız, benim de şimdiye kadar “minik” bir otomobilim olmadı. Ancak bu, trafikte minik bir otomobil kullanmadığım anlamına gelmiyor. Tıpkı geçtiğimiz günlerde minik bir “Ay-Ten” ile yaşadığım birkaç günlük birlikteliğim gibi. Daha önce de benzer bir olay, ondan da minik olan Smart ForTwo ile olmuştu. Tabii o, biraz uç bir örnek sanırım...
Mutluyum, mutlusun...
Öncelikle otomobile “sığma” konusunda bir problem çıkmadığını söyleyebilirim. Zira, bu küçük sınıf otomobillerin içi büyümüş. İçeride rengarenk, cıvıltılı bir mekan var. Elbette motora ilişkin beklentilerim büyük değildi ama üç silindirli, biraz titrek çalışan bir makine ile donatıldığı sesinden belli oluyor. Son dönemde “dördüncü” silindire, minik otomobillerde pek rastlanmıyor zaten.

Aracı çalıştırıp da yola çıktığımda
o hep görüp de anlam veremediğim sırıtma hissi bana da uğradı. Özellikle Avrupa’da minik otomobil kullananların suratlarının neden hep güldüğünü merak ederdim. Bunun birkaç nedeni olduğunu düşünüyorum. Birincisi, minik otomobil kullananlar kendileriyle barışık insanlar herhalde. Böyle küçük bir otomobilin içinde dışarıdan nasıl görünebileceklerini çevredekilerden önce kendileri hayal edebiliyorlar.
İkinci nedense, sanırım bu tip otomobillerin kullanım kolaylığından duydukları memnuniyet. Zira bu, beni en çok gülümseten etken oldu. Mesela kendimi bir an küçüklüğümde pedallarına daha hızlı gidebilmek uğruna heyecanla bastığım “pedallı traktörüm”deymiş gibi hissettim. Tabii bu normal bir otomobildi ve otomobil gibi kullanılıyordu. Ama boyutlarının ve direksiyonunun küçüklüğü bana bu zevki vermişti. Bununla beraber otomobil çok kısa bir alanda istediğiniz manevrayı yapabiliyor, büyüklerin iki-üç manevrada burnundan soluyarak dönebildiği yerden tek seferde kurtuluyordu.
Ay-Ten sınıfına ve özelliklerine göre oldukça sessiz bir otomobil aslında. Evet, eskiden bu boyuttaki otomobiller için “dizlerin kulaklarını kapattığı için çok sessiz” şakası yapılırdı. Yapmışlığım da vardır. Ama durum bunda öyle değil. Ciddi çaba harcanmış ve başarılı olmuş. Zira ana yola çıktığınızda, üst sınıf otomobil kullanıyor gibi hissediyorsunuz ki, bu da fena bir şey değil!

Park mı dediniz? O da ne?
Üç silindirli motorların hızlanmaya olan istekliliği bu araçta da olduğundan sorun yoktu. Yani minikler, ama tavşanla yarışmaya çalışan birer kaplumbağa değiller artık. Ayrıca benzin tüketimleri de büyüklerin bir hayli altında. Bu da iyi bir şey! Bununla birlikte, böyle minik bir otomobille uzun yola çıkıp çıkmayacağımı sorarsanız, çok sabırlı bir insan olmadığımı hatırlatayım...
Bu minikle birlikteyken elbette yukarıda saydıklarımın dışında da bazı zevk aldığım konular vardı. Mesela camıma gelen dilenci sayısı bir hayli az oldu. Park sorunu konusunda ise hiç ama hiç derdim olmadı. Bulduğum en küçük aralığa bile park ettim çünkü. Bir tek Avrupa’da Smart kullanıcılarının yaptığı ukalalıkla iki otomobil arasına dik girmeye çalışmadık o kadar!
Başka? Kaloriferin içeriyi ısıtması da dert olmadı. İki dakikada tüm otomobilin içini ısıtmak mümkün. Nefesle ısıtmayı denemedim, belki bir dahaki sefere.
Dar sokaklardan, normal boyutlu otomobillerden daha çeviktim ve yine sırıtıyordum. Diğerleri bozulunca fark ettim... Kendimin daha “efendi” otomobil kullanmaya başladığını, özellikle de virajlara daha dikkatli girdiğimi gözlemledim.
Tabii ki sırıtma modundan söylenmeye geçtiğim zamanlar da olmadı değil. Mesela geceleri arkamdan gelen “bozuk ve ayarsız farlı” arkadaşlar için... Ayrıca benim kullandığım aracın boyutunu iyice küçümseyen ve yol vermeme konusunda ısrarlı davranan, önüme kıranlar için de... Bu durum, Smart’ta daha sık oluyordu tabii.
Yine de her şey bir yana, İstanbul, Roma ya da benzeri sıkışık trafiğe sahip bir kentte kullanılabilecek yegane araç tipi bu minikler olsa gerek. Zaten İtalya, İngiltere gibi ülkeler bu otomobillerin adeta mabedi gibi. Şayet aklınızın ucundan böyle bir şey satın almak geçiyorsa, hazır çok şirin renkleri de varken, “deneyin” derim...

Haberin Devamı

Küçük olsalar da maharetleri fazla

Haberin Devamı

HAFTANIN GÜZELİ

Haberin Devamı

Motor “senfonisi”ni bu arkadaş mı besteledi?

Fotoğrafı gördüğümde içimden geçenleri, bu sayfaya yazmamı beklemeyin lütfen! Hani en azından size olan saygımdan dolayı... Sadece bilin ki çok edepli değil. Birincisi abartının dozu, ikincisi de görgüsüzlüğün geldiği nokta açısından. Tamam, bu tip “saçmalık”lar Japonya, Rusya hatta Doğu Avrupa ülkelerinde yapılıyor. İçinde bir miktar da mizah taşımıyor değil. Ancak bunca egzoz sonrası, o V6 motordan nasıl bir ses çıkar, düşünmek bile istemiyorum. Sadece bunu tek bir amaçla kabullenebilirim: Arkadaş bir besteciyse... Nitekim bunca egzoz ile “saçmalığın kitabı” değil, “V6 motorun senfonisi” yazılır ancak! Tabii arka camın içindeki heykele de bakılırsa, bu arkadaşımız yukarıda saydığım ülkelerin dışında, belki de bir başka Asya ülkesinde yaşamakta. Orada kalması ve mümkünse gözüme görünmemesi arzusundayım.
Bak kızarım yoksa...