Meral TAMER
Beynimiz genelde rutin düşünmeye yatkındır. Fark yaratmak istiyorsak, eski alışkanlıklarımızı terkedip yaratıcı düşünmeye yönelmeliyiz. Düşünme bir yetenek değil beceridir. Aykırı düşünmekten korkmayın. Büyük buluşların, yapılan bazı yanlışlar sonucunda gerçekleştiğini de unutmayın.
Dr. Edward de Bono, konuşmasına başladığı anda, duvardaki dev ekranda bir güneş gözlüğü beliriyor: "Bütün gün bu ışıklı yüzeye bakmak zorunda kalacağım için gözlerimi korumam gerekir. Kusura bakmayın."
De Bono'nun konuşması böyle beklenmedik bir şekilde başlıyor ve masanın üzerindeki ışıklı defterine gün boyu çizerek ve yazarak sürüyor.
Önce bir üçgen çiziyor ve tepesine "değerler," alt köşelerinden birine "düşünme" diğerine "sağlık" yazıyor.
Hemen ardından bir üçgen daha çiziyor ve tepesine "yapıcı düşünme," alt kenarlarından birine "yaratıcı düşünme" diğerine "eleştirel düşünme" yazıyor. Tabii bir yandan da anlatıyor:
"Eleştirel düşünmek konusunda hiç de fena değiliz. Ama iş yaratıcı ve yapıcı düşünmeye gelince yetersiz kalıyoruz..."
"Akıl bir potansiyel, düşünme bir beceridir..."
Ve de Bono, ABD'li dev sigorta şirketi Prudential'dan verdiği bir örnekle ne demek istediğini anlatmaya başlıyor.
Prudential'in yöneticisi Ron Barbara, bir gün hayatından umut kesilen bir yakınını ziyaret için hastaneye gitmiş. Konuşurlarken laf hayat sigortasına gelmiş. Barbara, böyle bir güvencesi olduğunu hatırlatınca hasta, "ben öldükten sonra vereceğiniz para ne işime yarar ki?" diye serzenişte bulunmuş. Hastane masraflarını karşılamakta zorluk çektiğini ima etmiş.
Barbara hastaneden ayrıldıktan sonra bu konu üzerinde düşünmekten kendini alamamış. Ve sonuçta da yaşama şansı çok düşük olan hastalara, ölüm tazminatının yüzde 75'inin hayattayken verilmesi uygulaması başlatılmış. Amerika'da 120 yıllık geçmişi olan hayat sigortasına getirilen bu yenilikle, poliçe satışlarında önemli artış sağlanmış. O güne kadar daha ziyade şirketler, toplu olarak hayat sigortası yaptırırken, bu yeni uygulamayla tek tek bireylerin hayat sigortasına talepleri artmış. Dolayısıyla yeni bir pazar yaratılması sağlanmış.
De Bono, tam bunları anlatırken ses düzeni arızalanınca, ışıklı rulo defterine hemen "ses öldü. O yüzden devam edemiyorum" diye yazdı. Tabii biz de duvardaki dev ekrandan okuduk.
Gerek yanımda oturan NTV'nin Genel Müdürü Nuri Çolakoğlu gerekse bir arka sıramızdaki THY Yönetim Kurulu Başkanı Cem Kozlu, bu çizerek ve yazarak anlatma yöntemini çok sıcak bulduklarını belirttiler. Ben de kendi hesabıma bugüne kadar bir masanın başına oturup da sürekli çizerek ya da bilyeden gözlüğe, kalemden şapkalara küçük objeler koyarak meramını anlatmaya çalışan bir konuşmacıyla karşılaşmamıştım. Genellikle konuşmalar ayakta yapılır ve dev ekrana önceden hazırlanmış asetatlar yansıtılırdı. Kozlu, "onlar konserve oluyor, burada ise mutfakta yemeği hep birlikte pişiriyoruz," diyerek de Bono'nun yöntemine sempatisini dile getirdi.
De Bono'nun bir sonraki örneği ise Olimpiyat Oyunları'ydı. Meğer bugünkünün tam tersine 1980 yılına kadar hiçbir ülke Olimpiyat Oyunları'na ev sahipliği yapmak istemezmiş. Çünkü Münih'ten Atina'ya ev sahibi her ülke için müthiş zararlar söz konusuymuş. Hatta 1976 Montreal Olimpiyatları'nda tam 1 milyar dolar zarar edilmiş.
Moskova'da yapılan 1980 Olimpiyatları'nda ise Sovyetler Birliği'nin muhasebe sistemi farklı olduğu için kar - zarar söz konusu olmamış.
İlk kez 1984'te Kaliforniyalı parlak beyinler, Olimpiyatlara ev sahipliği yapmaya cesaret etmişler. Kamu fonlarından tek kuruş alınmamasına karar verilmiş. Sponsorlar bulunmuş ve Los Angeles Olimpiyatları, 225 milyon dolar karla kapanmış.
De Bono, 1 milyar dolar zarardan 225 milyon dolar kara sıçrayışın, konsept değişimiyle sağlandığını anlattı. O güne kadar televizyonlar düşman olarak görülürken ve bilet satışıyla gelir sağlamaya çalışılırken, 1984'te ilk kez televizyondan naklen yayın yapılmış. Kanallar yayınhakkı için toplam 416 milyon dolar ödenmiş. O güne kadar düşman ve rakip olarak görülen televizyon, "müttefik" durumuna getirilip ondan yararlanma yoluna gidilmiş.
De Bono küçük bir hatırlatma da yaptı. Son Olimpiyat Oyunları için ülke seçiminde ipi göğüslemek uğruna tam 70 milyon dolarlık harcama yapılmış.
Boyner Grubu üst yöneticilerinden Ümit Boyner, kahve molasında "ben Olimpiyat Oyunları'na ev sahipliği yapmanın, öteden beri çok talep edilen bir olay olduğunu sanırdım" dedi. Onun yaşı yetmez, ama yaşım yettiği halde ben de hep Olimpiyat Oyunları'na ev sahipliğinin, kapanın elinde kalan bir şey sanırdım.
Bono daha sonra ışıklı defterinin üzerine koyduğu mıknatıslı harflerle bizlere ilginç bir test yaptırdı:
İlk harf E idi. E'nin üzerine okey işareti koydu. İkinci harf P'nin üzerineyse hayır anlamına gelen çarpı işareti. Sonra H harfini ilk ikisinin yanına koydu. Ve "hepiniz önünüzdeki deftere işaretleyin" dedi. Hemen okeyi koydum. Doğru da çıktı. Dördüncü harf olan U'ya da okey dedim. Zira uçları açık diye düşünmüştüm. Ama de Bono çarpı koyarak, yanlış düşündüğüm konusunda bana ilk uyarı sinyalini verdi. Ve ben hep yanlış yapmaya devam ettim. Bir sonraki harf olan C'ye de çarpı koydum. Zira U'nun yan çevrilmişi diye düşündüm. Yanlış çıktı. Ardından gösterdiği F'ye, E'ye benziyor diye okey dedim. Bono çarpı koydu. T'yi işaretleyemedim bile. Zira Bono, kafamı iyice karıştırmayı başarmıştı. Son harf olarak X'i koyup üzerine de okey deyince "pes" dedim. Ama tüm salondan yükselen seslerden, diğer katılımcıların da benimle benzer durumda oldukları anlaşılıyordu.
Oysa de Bono'nun yöntemi çok basitti. Yanda da görebileceğiniz gibi işin püf noktası, tüm harflerin ortasından yatay bir çizgi çekmek ve alttaki ve üstteki bölümleri simetrik olanlara okey, olmayanlara çarpı koymaktı.
De Bono, insan beyninin yüzde 90 rutin çalışma eğiliminde olduğunu, eğer fark yaratmak istiyorsak bizim yapmamız gerekenin ise beynimizi rutin dışı çalıştırmaya alıştırmak olduğunu anlattı. Bu bilgi bolluğunda artık bilgi çağının da sona erdiğini, tek farkın insanın yaratıcılığıyla sağlanabileceğini (aşağıdaki sütunlarda yer alan) değişik örneklerle anlattı.
Ve özetle bizlere "mutlaka rutin dışına çıkın. Mümkün olduğunca farklı düşünmeye çalışın. Hatta saçmalayın" mesajını verdi. Amerika'nın keşfi dahil dünyadaki pek çok buluşun yanlışlıkla, şans eseri ya da aykırı düşünen biri tarafından gerçekleştirildiğine işaret etti.
De Bono'nun konuşmasının ilerleyen bölümleri, katılımcılar tarafından başlangıcı kadar ilgi çekici bulunmadı. En itici yanı ise, katılımcıların gözüne parmağını sokar gibi kendisini ısrarla pazarlamasıydı.
Malezya hükümetinden Kanada Northern Oil'e, Shell'den Siemens'e danışmanlık yaptığı şirket ve hükümetleri, defalarca ve bıktırırcasına tekrarladı. Yetmedi. Seminer vermek ya da danışmanlık için başvurulabilecek elektronik posta adresini ve faks numarasını, ışıklı defterinin üzerine koyduğu matbu bir kartvizitle dev boyutlu ekranda uzunca bir süre gösterdi.
Türkiye'ye gelen ünlü konuşmacıların ceplerine koydukları 75 bin, 100 bin dolarların yanı sıra, büyük firmalardan birkaç danışmanlık kapma hedefleri olması doğal. Nitekim önceki ay yine bir günlük seminer için Türkiye'ye gelen rekabetçi stratejiler uzmanı Michael Porter'in üçüncü kuşak patron Ali Koç tarafından ağırlandığı ve Koç'a danışmanlık yapması konusunda anlaşmaya varıldığı haberleri basında yer aldı.
Edward de Bono'nun sunuşunda en sık kullandığı sözcüklerden biri provokasyondu. Proveke edecek yani kışkırtacak bir fikir bulduğumuz zaman yaratıcı yönümüz de daha kolay harekete geçiyordu. De Bono, yaratıcı fikirlerin nasıl oluştuğunu dinleyicilere aktarabilmek için gün boyu yeri geldikçe ilginç örnekler verdi:
* "Yıllar önce bir havaalanında acil olarak telefon etmem gerekti. Ama bütün kulübeler doluydu. O anda telefonların hepsinin aynı ücrette olmasının sakıncalarını farkettim. Bu telefonlardan biri, neden diğerlerinden 5 kat daha pahalı olmasın diye düşündüm. Bunun katma değeri şudur: Acil telefon etmesi gereken kişi, her zaman boş bir telefon bulabilecektir. Ve kaç para olduğuna da tabii ki aldırmayacaktır.
* Tokyo ve New York'ta 25 bin, Londra'da ise 11 bin taksi vardır. Çünkü Londra'da taksi şöförü olmak 18 ay süren bir eğitim gerektirir. Bu süre içinde ücret almadan öğrenirler. O yüzden Londra'da bir taksiye binip, "Brighton'a gideceğim" dediğiniz zaman, şöförün yolu bildiğini varsayarsınız. Bu durumun şöyle bir alternatifi de olabilir: Öğrenme sürecindeki taksilerin üzerine soru işaretleri konur. Soru işaretli taksilere turistler binmez, yalnızca Londralılar biner. Çünkü onlar gidecekleri yeri tarif edebilirler. Soru işaretli taksiler, bu dönemi tamamladıklarında bir üst gruba geçerler. Böylece taksi sayısı çoğalır.
* Hollanda'da bir televizyon programında sunucu "burun" sözcüğünden çağrışım yaparak yeni bir fikir geliştirmemi istedi. Aklıma fotokopi makineleri geldi. Ne zaman gerekli olsa, makinenin içindeki kağıt bitmiştir. Çünkü kağıdın bittiğini gösteren kırmızı ışık yeterince uyarıcı değildir. Oysa kırmızı ışık yerine makineden dayanılmaz, iğrenç bir koku çıksa, biten kağıtların yerine hemen yenisi konur.
* Bir reklam ajansı televizyon, radyo ve gazetelerden farklı bir medya arıyordu. Aklımıza telefonlar geldi. Telefon görüşmeleri ücretsiz olacaktı. Buna karşılık 3 dakikayı aşan görüşmelerde araya reklam girecekti. Bu yöntem şimdi İsveç ve Danimarka'da kullanılıyor.
* Mektuplarınızı postaya zarfı kapatmadan attığınızı düşünebiliyor musunuz? Aslında hiç de olmayacak bir şey değil. Sizin açık olarak kutuya attığınız zarfları, bir ajans içine kendi hazırladığı reklam broşürlerini koyarak kapatır. Bu şekilde gönderilen mektuplardan ücret alınmaz. Her iki taraf da karlı çıkar.
* Bir insanın A noktasından B noktasına gitmesini nasıl önlersiniz? Ayağına pranga vurmaktan, araya engeller koymaya, gözünü bağlamaya vs. kadar yapabileceğiniz pek çok şey vardır. Ama en önemli engel nedir biliyor musunuz? C noktasını cazip kılmaktır. En güçlü engel üçüncü bir alternatiftir.
* Bildiğimiz tükenmez kalemler uzayda işe yaramazlar. NASA uzmanları uzun süre yerçekimsiz ortamda kullanılabilecek bir tükenmez kalem üzerinde çalıştılar. Bu iş için binlerce dolar harcayarak hidrojen basınçlı bir tükenmez kalem geliştirmeyi başardılar. O sırada Ruslar da aynı sorunu yaşıyordu. Ama onlar kavramsal düşünerek çok daha kolay bir çözüm buldular: Kurşun kalem kullandılar.
* Şampanya kadehlerinin çapı dardır. Burnunuzla kadeh arasında bir uyuşmazlık meydana gelir. Oysa kadehin bir tarafını içeri doğru yaparsanız burnun değmesini önlersiniz. Yalnız tatmak istiyorsanız bu tarafı kullanırsınız. Kadehin ağzını genişleterek lıkır lıkır içmeniz de mümkün.
* İki ayrı atmaca düşünün. Bunlardan birinin gözü normal görürken diğeri ileri derecede miyop olsun. Atmacalar genelde fare, kurbağa gibi şeyler yerler. Gözü iyi gören atmacamız yalnızca kurbağa yiyor. Miyop atmacanın ise böyle bir şansı yok. O yüzden kendisine yeni bir konsept geliştirmek zorunda. Hareket eden ve küçük olan her şeyi yiyebiliyor. Bu durumda kurbağaların tükenmesi halinde miyop atmaca için farkeden bir şey olmayacak. İyi gören atmaca ise yaşamını sürdüremeyecek.
* Kitap sayfaları hep 1'den ileriye doğru numaralanır. Oysa bunun tam tersi de hiç fena fikir değildir. 200 sayfalık bir kitabın, 200'üncü sayfadan başlayarak geriye doğru numaralandığını düşünün. Böylece kitabı bitirmeye kaç sayfa kaldığını kolayca anlayabilirsiniz.
* Parkmetreler para kazandırmadığı gibi park sorununu da çözmüyor. Herkes arabasını uzun süre bırakıyor. Alternatif çözüm olarak park yerlerinin ücretsiz olmasını buna karşılık arabaların farları açık olark parkedilmesini önerebiliriz. Akünün boşalmaması için herkes en kısa zamanda geri dönecektir.
* Gözlüklerin her iki camı da eşit büyüklüktedir. Oysa neden biri daha büyük olmasın? Büyük camı tembel göze getirerek, tedaviye katkıda bulunabiliriz.
* İçi su dolu bir bardaktan bardağa hiç dokunmadan ve hasar vermeden suyu dışarı çıkarmayı deneyin. Neler yapabilirsiniz?
İçine ağır bir taş atabilir, alttan ısı vererek suyu kaynatabilirsiniz. İkisi de dışardan enerji vermeye dayanan yöntemlerdir. Bu bir konsepttir.
Suyu vakumlayarak da dışarı çıkarabilirsiniz. Bu da bir başka konsepttir."
Yazara EmailM.Tamer@milliyet.com.tr