Meral TAMER
Sabah saat 7.50. Yeşilköy, iç hatlar terminalindeki otoparkların ikisi de tıka basa dolu. Orçunus'un ya uçağı kaçacak, ya da otomobili!
İç hatların otoparkında arabanızı 1 ay bile bırakmanız mümkün. Çekicilere iş yaratılmak istenmiyorsa bu süre 1 - 2 günle sınırlanamaz mı?
Brisa'nın Kalite Direktörü Ali Rıza Orçunus, önceki gün saat 15.00 sıralarında telefonla aradığında sinir içindeydi.
Havaalanında çekiciye kaptırdığı otomobilini, karla karışık yağmur altında teslim alıp 4 milyon lira ceza ödedikten sonra kurtarmış, TEM yolunda kente doğru ilerliyordu.
Sabah 8.30 uçağıyla İzmir'e gidip, aynı gün 13.30 uçağıyla geri dönmüş. Çünkü 15.30'da Kal - Der'de toplantısı var. Ne var ki sabah iç hatlar terminaline gittiğinde ne birinci, ne de ikinci otoparkta yer bulabiliyor. Epey dolandıktan sonra uçağı kaçıracağı kaygısıyla arabasını geçici park yerine bırakıp İzmir'e uçuyor.
İzmir'e gidiş nedeni, Ege Üniversitesi'nde İzmirli sanayiciler için düzenlenecek Kalite Kongresi'nin programını oluşturmak. Ama bir kalite çalışmasından bir diğerine koşuşurken kalitesizliğin kıskacına yakalanıyor.
Otomobilini park ettiği yerde bulamıyor. Görevli polise, "neden arabamı çektiniz? Park yeri olmadığını siz de biliyorsunuz. Başka çarem var mıydı?" dediğinde "bir yıl daha sabredin, bu sıkıntı 1998 sonunda bitecek," yanıtını alıyor!
Biraz üstelediğinde "biliyoruz, haklısınız. Ama arabanızı çekmek bizim görevimiz," diyorlar.
İşe bakın! Olimpiyatlara ev sahipliğinden tutun da Ortadoğu'nun finans merkezliğine, dünya çapında pek çok olay için aday olan İstanbul'da havaalanında park yeri bulunamadığı için arabalar çekiliyor. Alternatifi ise insanların uçağı kaçırmaları!
İlk aklıma gelen çözüm, yeni otopark hizmete girinceye kadar havaalanı otoparkında araba bırakma süresinin 1 geceyle sınırlandırılması.
İstanbul dışında 1 geceden fazla kalması gereken, taksiyle ya da THY'nin otobüsüyle havaalanına gitsin.
Arkadaşımız İlkay Özcan'ır görüştüğü Havaş yetkilileri, otomobillerin otoparkta 1 ay bile kalabileceklerini, bu konuda bir kısıtlamanın olmadığını belirttiler.
Burası özel bir otoparkı mı ki, bir araba 1 ay kalabilsin!
Laf aramızda çekiciye iş yaratılsın diye park yerleri suni olarak doldurulmuş bile olabilir!
Sen de çok kötü niyetlisin demeyin.
Burası Türkiye! Neden olmasın?
Piramit sistemiyle Delphin elektrik süpürgesi almak için 1400 mark yatıran okurumuz, 6 kişiye daha satış yapılmasını sağlayamadığı için süpürgesini teslim alamıyor.
Evin içindeki gözle görülmez "mite"ları yok ettikleri iddia edilen ithal elektrik süpürgelerini duymuşsunuzdur. 4 - 5 bin mark gibi hayli pahalı fiyatlara satılan bu süpürgeler, genellikle evlerde demonstrasyon yöntemiyle pazarlanıyor. Ancak bu satış yöntemlerinden biri, Ankaralı okurumuz Özgü Özman'ı adeta içinden çıkılmaz bir duruma sokmuş.
İnternet kanalıyla bize ulaşan okurumuz, mart ayında Delphin marka süpürge için sözleşme imzalamış. Fakat bu sözleşme, bizim alışık olduğumuz satış sözleşmelerinden oldukça farklı. Bir çeşit piramit sistemi geçerli.
Okurumuzun nakit olarak ödediği para 1400 mark. Süpürgenin satış fiyatı ise 4200 mark. Sözleşmeye göre paranın geri kalanı, önce kendisinin 2 tanıdığına daha satış sözleşmesi yaptırması, ayrıca o kişinin de kendi yakın çevrelerinden 2'şer kişiye daha satış yapmalarıyla tamamlanıyor.
Özetle okurumuzun daha fazla para ödemeden makinesini teslim alabilmesi için, toplam 6 kişinin daha bu makineyi satın almayı kabul etmesi gerekiyor.
Başlangıçta bu işe cesaret edemediğini belirten Özgü Özman, "satıcı, Mersin'deki akrabalarımın adresini aldı ve onlara demo yaparak alıcı olmalarını sağlayabileceğini söyledi. Ben de buna güvenerek bu maceraya atıldım," diyor.
Ancak okurumuz daha sonra aynı satıcıya bir daha ulaşamamış. Kendisinin yükümlü olduğu 2 kişiye satış yapmayı başarmış. Ancak o 2 kişiden 1'i sadece 1 kişiye satış yaptırabilmiş. Kendi altlarında satış yaptıracak 3 kişi daha bulamadıkları, yani piramit tamamlanamadığı için de okurumuza makinesi teslim edilmiyormuş. Tabii eksik kalan 3 kişi için 466'şar mark bedelinde 3 senet imzalarsa, sorun ortadan kalkacak.
Arkadaşımız İlkay Özcan'ın sorularını yanıtlayan Delphin - Türkiye'nin halkla ilişkiler müdürü Ayşegül Göbüt, uyguladıkları sistemi "bir çeşit kampanya" olarak niteledi. "Almanya'dan ithal ettiğimiz bu makineleri herkes beğeniyor, ama fiyatı çok yüksek geliyor. Bu yöntemle insanlar süpürgeye üçte bir fiyatına sahip olabiliyorlar," dedi.
Okurumuz 3 kişiye satış yaptırdığı için 1398 marklık indirime hak kazanmış. Ancak bir o kadar daha ödemesi isteniyor. Aksi takdirde makinesini teslim alamayacak.
İnternetle bize ulaşan okurlarımızdan Savaş Demiray, "cep telefonu abonelerinden her ay 1 milyon 875 bin lira sabit ücret alan Türk Telekom, telefon faturalarını kapalı zarf içinde göndermeye ne zaman başlayacak?" diye soruyor.
Aboneler, 2 milyon liraya yakın sabit ücret ödeyince Türk Telekom'dan bu tür hizmetler de bekliyorlar elbette. Kapalı zarf, hem ciddiyet hem de gizlilik açısından tercih edilen bir uygulama.
Biliyorsunuz, normal telefonların faturaları 3 - 4 aydır zarf içinde gönderilmeye başlandı. Arkadaşımız İlkay Özcan'ın sorularını yanıtlayan Türk Telekom yetkilileri, başlangıçta cep telefonu faturalarını da aynı dönemde zarf içinde göndermeyi düşündüklerini belirttikten sonra, "ancak cep telefonlarında lisans, yakında tamamen Turkcell ve Telsim'e geçeceği için bu işe hiç girişmedik," dediler.
Bu ne biçim bahane! Üstelik devir işlemi için Danıştay kararı bekleniyormuş. Türk Telekom'un, faturaları zarf içinde gönderme gibi medeni bir uygulamayı bir an önce başlatıp Turkcell ve Telsim'e örnek olması gerekirken, "faturalandırma işlemi bu iki işletmenin sorumluluğuna geçecek. Zarfın içine koyup koymamaya da kendileri karar verecek," açıklaması, Türk Telekom'a hiç yakışmıyor.
Sabah sipariş ettiğiniz pastanın fiyatı, pasta eve geldiğinde yüzde 30 artmış olsa ne düşünürsünüz? Böylesi ancak hiper enflasyonun yaşandığı 3 - 4 yıl öncesinin Latin Amerika ülkelerinden birinde olabilir diyorsanız yanılıyorsunuz.
Yeniköy'de oturan Necla Öney, geçtiğimiz cumartesi günü ağırlayacağı konukları için evinin hemen yakınındaki Linzer pastanesine gitti ve 6 kişilik bir pasta almak istediğini söyledi. Pastalar henüz hazır değildi. Ancak katologdan dilediği pastayı seçerse, birkaç saat içinde evine yollayabileceklerini belirttiler. Öney, fiyatı 1 milyon 900 bin lira olan bir pastayı beğendi. "Parasını pastayı alınca verirsiniz," dediler.
3 saat sonra pastane çalışanlarından biri paketle kapıyı çaldı. Ancak elinde 2.5 milyon liralık bir fiş vardı. Dediklerine göre bu arada pastaya 600 bin lira zam gelmişti.
3 saatte yüzde 30 zamlanan pastanın hikmetini merak eden okurumuz, "iyi ki 6 saat sonra getirmediler. Belki de o zaman yüzde 60 zamlı fiyat uygulayacaklardı," diyor.
Arkadaşımız İlkay Özcan'ın sorularını yanıtlayan Linzer'in sorumlusu Filiz Adaköy, pastalara o gün yüzde 30 zam geldiğini doğruladı. Ancak o günkü siparişler Kalamış'taki imalathaneden geldiğinde, fiyatlara zam geldiğni öğrenebildiklerini kaydetti.
Linzer'in Genel Müdürü Vedat Samanlı ise bu olayda Yeniköy - Linzer'in hatalı davrandığını söyledi. "Pastalara zam geldiği doğru. Ama sabah siparişi alırken hangi fiyatı söyledilerse, o fiyattan satmaları gerekirdi. Demek ki akıl edememişler," dedi.
Daha sonra okurumuzu arayan Linzer yetkilileri hem özür dilediler, hem de 600 bin lirasını geri ödediler.
Yazara EmailM.Tamer@milliyet.com.tr