Meral TAMER
Altan Aşar: "Tüm ehliyet sahipleri için zorunlu olacak bu sınav sonucunda belki de 3 milyon kişinin ehliyeti iptal edilir. Ama hem trafik rahatlar, hem de kazalar azalır."
Deneyimli televizyoncu Altan Aşar, trafik kampanyamıza radikal bir öneriyle katılıyor:
"Ehliyetler her 3 yılda bir vizeye tabi olmalı. Yurt çapında ÖSYM benzeri çok ciddi bir sınav yapılmalı. Bu sınav, şu 3 bölümden oluşmalı:
1 - Genel kültür
2 - Sinir ve psikoloji testi
3 - Zeka testi"
Aşar'ın önerisine göre bu sınava tüm ehliyeti olanlar katılacak ve yaşlanma, hastalık gibi nedenlerle zaman içinde reflekslerinde bozulma olanlar elenecek.
"Adam şeker hastası. Her an şeker komasına girebilir. Ama şoförlük yapıyor. Bir anda gözlerinin birkaç saniye için de olsa görmemesi söz konusu. O sırada bir kaza olabilir ve oluyordur.
Ben de araba kullanıyorum. Eğer benim reflekslerimde de bir bozulma varsa, benim ehliyetimi de alsınlar.
ÖSYM türü çok ciddi bir sınavda elenen çok olur. Belki 3 milyon kişinin ehliyeti iptal edilir. Ama kazalar da azalır. Trafik de rahatlar.
Tahmin edebileceğiniz gibi otomotiv sektörü bu tür bir sınava şiddetle karşı çıkar. Çünkü araba satışları düşebilir. Ama belki onlar da buna karşılık sürücü eğitimi için fon ayırırlar, sponsorluk yaparlar.
Şoförler de bu durumda çok mağdur olur. Ama olsunlar!
Zaten birilerini mağdur etmeden, taşları yerinden oynatmadan birşeyleri düzeltmek mümkün mü?"
Almanya'da ehliyet, bir statüdür. Ehliyeti iptal edilenin hayatı kayar. Kimse artık ona iş vermez. Hatta dostları bile ilişkilerine mesafe koyar.
ABD'de "Dostlar, dostlarının içkili araba kullanmalarına izin vermez" türünden sloganlı sosyal baskı oluşturmaya yönelik reklam kampanyaları sürekli yinelenir.
Gazetemizin Sivil Toplum köşesini hazırlayan Candan Yalçın'ın da trafik kampanyamızla ilgili söyleyecekleri var:
"Ben E - 5'te ters yönde gitmiş adamım"; "iki kadehle bir şey olmaz!"
"Bu kırmızı ışık çok zamansız yanıyor, bir saat bekleyecek değilim ya..."
Bu gibi bahaneleri duymamış olanımız yoktur herhalde. Ve ne kadar yanlış olduğunu bilirsek bilelim, "sosyal baskı", müdahale etmemizi önlemiştir.
Asıl sosyal baskı, tam aksi yönde olmalıdır. Eşimiz - dostumuz alkollü araç kullanmaya kalkıştığında, ceza almaktan çok çevresindekilerden utanmalı!
Çevresindekilerin tümü onu mutlaka yanlışı konusunda uyarmalı, "yahu ne cahil davranıyorum, bir şey olmaz ne demek! Trafik canavarı değilsem, maganda değilsem, neden kurallara uymuyorum?" diye düşündürtmeli.
ABD'de birden fazla kişi eğlenmeye gideceği zaman, aralarından biri dönüşümlü olarak "designated driver - belirlenmiş sürücü" olur. Bu kişinin belirlenmiş sürücü olduğu garsonlara dahi söylenir ki ona içki servisi yapılmasın; sürücünün kendisi de dostlarının ve garsonların sosyal baskısıyla içkiye dokunmayı aklına bile getirmez; tersine "bu insanların hayatı benim sorumluluğumda" düşüncesiyle daha dikkatli davranır.
"Dostlar, dostlarının içkili araba kullanmasına izin vermez!" gibi sloganlı, sosyal baskı oluşturmaya yönelik reklam kampanyaları sürekli yinelenir. Bir günlük bir dışavurum değildir bu kampanyalar; gençlikte sosyal sorumluluğun, bu bilincin geliştirilmesini amaçlayan, uzun soluklu girişimlerdir.
Almanya'da, gençler için sürücü ehliyeti almak önemli bir kilometre taşıdır. Bunun için gençler teorik derslerin yanı sıra 5 gündüz, 2 gece, 3 otoyol olmak üzere 10 saat pratik ders almak zorundadır. Bu derslerin ciddi bir miktar olan ücreti, çoğunlukla ailelerinin gençlere reşitlik armağanıdır. Gençler ehliyet almaktan gurur duyar, ailelerine maddi desteklerinden dolayı müteşekkir olurlar.
Bu ehliyet, önemli bir statü göstergesidir çünkü. Aklı başında olduğunuzu, sorumluluk sahibi, iyi yurttaş olduğunuzu gösterir. Alman vatandaşı, ehliyetini kaybetmemek için çok dikkat gösterir. (Kurallara uyar, alkollü araba kullanmaz, vs.) Çünkü ehliyeti alınırsa basit bir tabirle hayatı kayar! Ehliyetinin alındığını bilen hiç kimse ona iş vermez. Hatta dostları bile ilişkilerine mesafe koyar.
Yakınlarda dinlediğim bir gerçek hikaye de şöyle: İsviçre'de yaşayan Türkiyeli bir sürücü adayı, ehliyet almak için 1 yıl kadar çalışır. Para verip kurslara gider, hazırlıklarını tamamlar ve ehliyet sınavına girer. Sınav sonunda polis, adayı yeterli bulmayarak, "biraz daha çalışıp tekrar gelin lütfen," der.
Çalışmalarının sonucunu alamamaktan düşkırıklığına uğrayan sürücü adayı, önündeki direksiyonu yumruklar. Bir anda başına polisler üşüşür: "Ne oluyor, ne yapıyorsunuz..." falan derken polis, sürücü adayına psikolojik sorunlarının tesbit edildiğini, bundan sonra İsviçre sınırları içinde ehliyet almasının ya da yabancı bir ehliyetle bu ülkede araba kullanmasının kesinlikle yasaklandığını, dosyasının kırmızıyla işaretlendiğini söyler."
"Trafik kazalarının önlenmesi için yasal önlemlerin yanı sıra, caydırıcı etki yapacağına inandığım görsel önlemler de alınmalıdır.
Kaza yapmış ya da kazaya uğramış, paramparça olmuş araçlar belli noktalarda bir süre teşhir edilebilir. Ve bu araçların üzerine de "bu araçta şu kadar kişi öldü, şu kadar kişi yaralandı veya araçtan sağ çıkan olmadı" gibi ifadeler yazılması sanırım etkili olur.
Ölümü ve ölüme neden olmayı hiç düşünmeden gaz pedalına sonuna kadar basan sürücülerin, bu manzaralar karşısında belki akılları başlarına gelir de ayaklarını gaz pedalından çekerler. Daha dikkatli araç kullanarak yaşamaya ve yaşatmaya başlarlar.
Alkollü ve hızlı araç kullananlar ayrıca rehabilitasyona tabi tutulmalı."
Milas Belediyesi basın sorumlusu
Nevzat Çağlar Tüfekçi
"Türkiye'de yaşadığımız için yaşantımızın herhangi bir döneminde kaza geçirme olasılığımız % 30. Her saat 40 trafik kazası oluyor ve 2 kişi ölürken 12 kişi de yaralanıyor."
Acil Tıp Derneği'ne göre ilkyardımla trafik kazalarında ölüm ve yaralanmalar, yüzde 50 azaltılabilir. İlkyardımı öğrenen ve uygulayan kişi, alkollü ve hızlı araba kullanamaz.
Bugüne dek İzmir'de 10 bin kişiye ilkyardım eğitimi veren Acil Tıp Derneği, kazaların değilse bile ölüm ve yaralanmaların en aza indirgenmesi için çaba harcıyor.
İlkyardımla ilgili bilimsel standartların oluşturulması için de çalışmalar yapan derneğin, Genel Başkanı Dr. Ülkümen Rodoplu faks mesajında şu noktaların altını çiziyor:
"Yolcu ve yük taşımacılığının % 90'ının karayoluyla yapıldığı ülkemizde kazalar, önümüzdeki yıllarda da artmaya devam edecek.
Türkiye'de yaşadığımız için yaşantımızın herhangi bir döneminde kaza geçirme olasılığımız % 30. Her saat 40 trafik kazası oluyor ve 2 kişi ölürken 12 kişi de yaralanıyor.
Peki ne yapalım?
Evet bu kazalar ülkemizde olmaya devam edecek. O zaman biz birey olarak kendimizi nasıl koruyabiliriz?
Geçirdiğimiz trafik kazasından sonra eğer ben ayakta ve sağlıklıysam yanımda çok sevdiğim yakınım, belki çocuğum, eşim ya da az önce tanıştığım kişi hareketsiz ve kanlar içinde yatıyorsa, ona nasıl yardım edebilirim? Kaza yerine yardım gelmesi için ne yapmalıyım?
Kazadan sonra boynumda kırık varsa, beni arabanın içinden karga - tulumba çıkarmaya çalışan insanlara nasıl engel olabilirim?
İşte bu sorulara verilecek yanıtları bilirsek ve daha doğrusu ilkyardım bilen insan sayısını artırırsak, ölüm ve yaralanmalar yarı yarıya azalacaktır.
Trafik kazalarından sonra gerçekleşen ölümlerin yarısı, ilk dakikalarda oluyor. Yüzde 30'u ilk 1 saat içinde, yüzde 20'si de ilk 2 - 3 gün içinde gerçekleşiyor. Öyleyse ölümlerin yarısı bilinçli ve doğru girişimler sayesinde önlenebilir.
Ayrıca ilkyardımla bir insan hayatını kurtaran kişi bir daha hızlı, alkollü araç kullanamaz. Kemerini bağlamamazlık etmez. Çünkü kazadan sonra can çekişen ve acı çeken insanları görmüştür, bu sahneyi kendisinin ve sevdiklerinin yaşamasını istemez.
İlkyardım kurslarımıza katılmak isteyenler 0232/ 421 38 11 numaralı fakstan bize ulaşabilirler."
Yazara EmailM.Tamer@milliyet.com.tr