Meral Tamer

Meral Tamer

Tüm Yazıları

Meral TAMER

Yeni bir daire satın alıyorsunuz. Eski abonenin 140 milyon lira su borcu çıkıyor. Abonenin adresini tesbit edip İSKİ'ye bildirdiğiniz halde parayı ödemezseniz suyunuzu kesiliyor.
İSKİ bu arada adresini bildirdiğiniz eski aboneyi de icraya veriyor. Ancak ondan parayı tahsil ettiğinde bile, hukuk dışı yöntemlerle sizden haksız yere aldığı parayı iade etmiyor.

Bir daire satın aldığınızda onun su, elektrik vs. gibi borçlarını da üzerinize mi almış sayılırsınız?
Yanıtınız tabii ki, "hayır" olacaktır.
Ancak İstanbul'da yaşıyorsanız her an bu tür sürprizlere hazırlıklı olmalısınız.
Okurlarımızdan Zerrin Meray, 2 ay kadar önce Kadıköy yakasında 6 milyar liraya bir daire satın aldı. Emlakçı satın alma işleminin hiçbir aşamasında kendisine dairenin su ya da elektrik borcu olduğundan sözetmedi.
Tapu işlemleri de sona erdikten sonra ev sahibi, "yalnız bakın, bu dairenin eski kiracıdan kalma 14 milyon lira elektrik borcu, 140 milyon lira da su borcu var," diye bir açıklamada bulundu.
Meray için bu, tam anlamıyla bir son dakika golüydü. Bu daireyi satın almak için malını - mülkünü satmıştı. Tüm işlemler tamamlandığı için artık geriye dönüş de söz konusu olamazdı.
Su saati eski kiracı Burhan Büyükoğlu üzerineydi. Ve eski kiracının yeni adresi de belliydi. Zerrin Meray isim ve adresi İSKİ'ye bildirdi. Kendisi de yeni sözleşme yapmak istedi. Ancak İSKİ buna yanaşmıyordu. Eski kiracı için icra takibi başlatılmıştı, ama ödeme gerçekleşmediği için bu parayı Zerrin hanımdan tahsil etmek istiyorlardı. Aksi takdirde dairenin suyunu keseceklerdi!

Okurumuz bu işe akıl sır erdiremese de, elektriğinin de kesileceği korkusuyla 14 milyon lira tutan borcu da Aktaş'a yatırdı. Zaten elektrik saati bir başka abonenin üzerine kayıtlıydı ve onu bulmak o kadar kolay olmayabilirdi.
Ancak İSKİ için durum farklıydı. Borçluyla ilgili tüm bilgiler İSKİ'ye bildirilmişti. Diyelim ki, eski kiracının 140 milyon lira değil de, 1 milyar lira su borcu olsaydı, İSKİ onu da mı Zerrin hanımdan tahsil edecekti?
İSKİ abone işleri daire başkanı İhsan Özleyen, bu sorumuza "madem bir mülk satın alıyorsunuz, borcunu da temizleyeceksiniz" diyerek yanıtladı. Evet, gerçekten de öyle olacaktı.
Özleyen geçtiğimiz yıldan beri borç kapanmadan yeni abonelik sözleşmesi yapmadıklarını söyledi. Bu kararın Büyükşehir Belediyesi İl Meclisi'nden çıktığını belirten Özleyen özetle "İstanbul'da o kadar çok hileli satış yapılıyor ve adresler o kadar belirsiz ki, biz bunların hepsini takip edemeyiz," dedi. Daire başkanının verdiği bilgiye göre eski borçlu icraya bile verilmiş olsa, yeni abone tarafından borç kapatılınca icra takibi de kendiliğinden duruyormuş. Yani hiç olmazsa icradan gelecek paranın yeni abonenin hesabına alacak kaydedilmesi bile sözkonusu değil!

Oysa benzer bir durumda TEK'teki uygulama tamamen farklı. TEK yetkilileri, bakanlığın belirlediği yönetmeliği uyguladıklarını ve borç kiminse ondan tahsil ettiklerini bildirdiler.
Bir evi yeni satın alan ya da kiralayan kişi, elinde belgeleriyle başvurduğu takdirde hemen yeni bir sözleşme düzenlendiğini belirten yetkililer, "İSKİ belediyeye bağlı olduğu için kendi başlarına böyle kararlar alabiliyorlar. Tabii bu kararlar hukuka aykırı," dediler.
Okurumuzun bağlı bulunduğu Aktaş'ta da TEK'teki uygulama geçerli. Sorularımızı yanıtlayan Aktaş yetkilileri, yeni sözleşme yapacak kişinin eski borçları kapatmak gibi bir zorunluluğu olmadığını kaydettiler. Okurumuz elindeki faturayla başvurduğu takdirde parasını geri alabilecekmiş.
Bu bilgiler doğrultusunda konuyu bir kez de İSKİ'nin hukuk danışmanı Mehmet Alacacı'ya ilettik. Ve aklın ve hukukun yolu, Zerrin Meray lehine birleşti.
İSKİ yetkilileri bu süre içinde fikirlerini değiştirmiş olacaklar ki, avukat Alacacı, birinin borcunun diğerinden tahsil edilmesinin mümkün olamayacağını söyledi. Okurumuz elinde belgeleriyle başvurduğu takdirde, suyunun kesilmeyeceğini vaadetti. Prosedürün her zaman böyle işleyip işlemediği hakkında kesin bir bilgi vermekten ise ısrarla kaçındı.
Alacacı, "doğrusunu söylemek gerekirse abonelerimizi biraz zora koşuyoruz. Yoksa alacaklarımızı tahsil etmemiz mümkün değil. İcra uygulamasına geçtiğimizden beri aylık ortalama 1 trilyon lira olan tahsilatımızı 5 trilyon liraya çıkarmayı başardık. Aslında tabii bu gibi durumlarda borcun eski aboneden alınması gerekir," demekle yetindi.


1960'ların her türlü gıda maddesini bol miktarda tüketmek isteyen tüketici tipi yerine, artık ölçülü ama herşeyin en iyisini yemek isteyen yeni tüketici var.
Dünya bu denli hızlı değişirken, insanların yeme alışkanlıklarının aynı kalması düşünülemezdi. Ancak değişim denince aklımıza yalnızca birbiri ardına açılan "fast food" restoranlar gelmiyor tabii. Batı'da yapılan araştırmalar gıda tüketimindeki değişimin çok daha köklü olduğunu ortaya koyuyor.
Geçtiğimiz günlerde İsveçli Tetra Pak firmasının düzenlediği bir panelde böyle bir araştırmanın sonuçlarına da değinildi. Panelde yeni tüketici eğilimlerini anlatan Tetra Pak iş geliştirme müdürü Özlem Fidancı, araştırmaya göre 1960'lardaki tüketicinin bugüne oranla çok daha obur olduğunu belirtti. 30 yıl önce tüketicinin gıda tüketiminden anladığı en basit anlamıyla "yiyecek" iken bugün gündemde artık "beslenme" kavramı var.
Fidancı'nın verdiği bilgilere göre 60'larda çok önemli olan bolluk kavramının yerini bugün ortalama, yani daha ölçülü tüketim almış. Bugünün tüketicisi artık kabaca "boğazına düşkün" değil. Daha çok "ağzının tadını bilen" grubuna giriyor. 30 yıl önce gıdada ürünün kendisi önemliyken, bugün ne derece sağlıklı olduğuna bakılıyor. Ve en önemlisi de gıda üreticilerinin karşısında artık "herşeyi istiyorum" diyen bir tüketici yerine "herşeyin en iyisini istiyorum" diyebilen bir kitle var.
Karşılaştırmanın sonuçlarına bakarak Türkiye'de mega marketlerden alışveriş yapan tüketici kitlesinin büyük çoğunluğunun 1960'ların o çok tüketmek isteyen, obur kitlesine daha yakın olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak bu veriler önümüzdeki yıllarda bizdeki gelişmenin de ne yönde olacağını göstermesi açısından ilginç.

Yeni alınan mobilyadaki risklerden biri de boya vermesi. Kullanılan ağacın kalitesiz olması, fırınlama işleminin gerektiği gibi yapılmaması gibi nedenlerle onca para verilen takımlar, üzerlerine ve içine konan eşyaları, hatta duvarları bile boyayabiliyor. Ve bu durum genellikle mobilya satın alındıktan birkaç ay sonra ortaya çıktığı için hak aramak iyice zorlaşıyor.
Bostancı'daki Renk Mobilya'dan bir yıl kadar önce yemek odası takımı alan Sultan Güler de bu durumda olanlardan biri. 250 milyon lira ödediği takımın boya verdiğini eve getirdikten 2 ay sonra farketmiş. Ancak mağazadan en küçük bir ilgi bile görememiş.
"Defalarca aramama rağmen ilgilenmediler. En sonunda da zamanla geçeceğini iddia ettiler. Evimde eşyaların bozulmasına neden olacak bir ortam yok. Hata kesinlikle onlarda," diyor.
Okurumuzun durumuna bir çözüm bulunabilmesi için arkadaşımız İlkay Özcan'ın Renk Mobilya'yı ısrarla araması gerekti.
Renk Mobilya yetkililerinden Ali Bostan sorumluluğu üzerine almak istemiyordu. "Mobilyanın garantisi olmaz" görüşünü savunan Bostan, "fason atölyelerle çalışıyoruz. Ağaç başka yerden, boya başka yerden, işçilik başka yerden. Boyacıya söylesem suçu suntacıya, suntacıya söylesem boyacıya atacak," dedi.
Tahmin edeceğiniz gibi mobilyaları değiştirmeye de kesinlikle yanaşmadı. Yapabilecekleri tek şeyin eşyaların üzerinden bir kere de yat cilasıyla geçmek olduğunu söyledi.
Aslında bu aşamada okurumuzun yapması gereken Tüketici İl Hakem Heyeti'ne başvurup bilirkişi tespiti istemek olmalıydı. Ancak fatura almayı ihmal etmiş. Bu durumda Renk Mobilya'nın çözüm önerisini kabul etmekten başka çaresi bulunmuyor.


Yazara EmailM.Tamer@milliyet.com.tr