CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak’ın dünkü basın açıklamasında ciddi bir tehlike gündemde: A.T. Kearney’in 28 ülkeden 2 trilyon doları aşkın ciroya hükmeden 302 CEO’nun görüşlerine başvurarak hazırladığı Doğrudan Yabancı Sermaye Güven Endeksi’nde bu yıl Türkiye, ilk 25 ülke arasında yok!
Büyük küresel şirketlerin gelecekteki yatırımlarıyla ilgili potansiyel lokasyon tercihlerini anlamaya yönelik olan ve 1998’den beri her yıl düzenli olarak açıklanan bu endekste Türkiye geçen yıl 13. sırada yer alıyordu.
Helal olsun Moody’s’e!
Oysa 16 mayıs günkü Milliyet’ten bir haber: “21 yıl aradan sonra Türkiye’nin kredi notunda bir ilk. Moody’s’in kredi notumuzu artırmasıyla birlikte, 1992’den beri ilk kez 2 uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu birden Türkiye’yi, ‘yatırım yapılabilir’ seviyeye çıkartmış oldu. Fitch, 5 Kasım 2012’de ‘yatırım yapılabilir’ notu vermişti.”
Moody’s’in not yükselttiği günden bu yana geçen 2 ay içinde yabancı portföyündeki kayıp 30 milyar dolara ulaştı; 3.3 milyar dolarlık yabancı çıkışı oldu; Merkez Bankası 6.3 milyar dolarlık döviz satışı yapmak durumunda kaldı; borsadaki şirketlerin değer kaybı 150 milyar doları buldu; Borsa İstanbul 16 bin puan geriledi gösterge faiz 2 katına çıktı...
Gözleri kör olmalı ki...
Bu reyting kuruluşlarının herhalde gözleri kör olmalı ki, paranın yükselen pazarlardan gelişmiş ülkelere kaymakta olduğunu görmemişler. Standard&Poor’s da 4 ay önce Türkiye’nin notunu, yatırım yapılabilir seviyenin bir altına yükseltmişti. Aynı S&P, 10 gün önce yayınladığı raporda, ABD’nin para politikasını daraltmaya yönelmesiyle birlikte, gelişmekte olan 40 ülkeden yatırımcı çıkışından en kırılgan ve risk altında bulunan ülkeler olarak Türkiye ve Ukrayna’yı saydı.
Reyting kuruluşları şu 4 varsayımla not artışı kararı veriyorlar:
1) Ekonomik politikaların arzu edilen yönde olduğu,
2) Siyasi amaçlarla ekonomik politikalardan sapma olmayacağı,
3) Ülkede siyasal istikrarın bulunduğunu ve bozulmayacağı,
4) Küresel koşulların, not verdikleri ülkenin aleyhine gelişmeyeceği.
1992-93’te Türkiye’ye yüksek notlar verildikten sonra 1994 krizi gelmişti: Ekonomik politikalar sürdürülebilir olmaktan çıkmış; siyasi nedenlerle alınması gereken önlemler alınmamış ve sonunda verdikleri notu düşürmek zorunda kalmışlardı.
Reytingciler sabıkalı
20 yıl önceki yanılmada küresel boyut yoktu, ama bu kez her şey dört başı mamur!
1) Merkez Bankası’nın siyasi telkinlerle faizleri düşürmeye zorlanması, piyasaları olumsuz etkiledi. Düşük faizde ısrar edilmesi, kurdaki erozyonu hızlandırdı. Bunu önlemek için milyarlarca dolar rezerv eritilmesine rağmen işe yaramadı.
2) Yükselen pazarlardan sermaye kaçışı hızlandı. Benzer ülkelerin hepsi olumsuz etkilendi; ama Türkiye, bunlar içerisinde kendi koşulları nedeniyle olumsuz yönde ayrıştı.
3) Gezi olaylarıyla birlikte siyasi istikrarın da sanıldığı kadar güvenilir olmadığı izlenimi doğdu.
4) Dahası, borsalar ve piyasalar not artışını önceden satın almış; borsada bu bağlamda ciddi yükselişler olmuş, İMKB ya da yeni adıyla Borsa İstanbul (BİS), bir noktada en fazla kazandıran borsa haline gelmişken, not artışından sonra bütün bu olumlu beklentiler tersine döndü.
Demek ki uluslararası derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin notunu artırırken, fiilen gerçekleşen bu sonuçların hiçbirini öngöremediler. Tıpkı 20 yıl önceki gibi...
Burada bir tuhaflık yok mu?