Kültür Sanat Ah temmuz, 2 Temmuz

Ah temmuz, 2 Temmuz

14.06.2008 - 18:14 | Son Güncellenme:

“Üzgün Kediler Gazeli” adlı kitabıyla Metin Altıok Şiir Ödülü’nün ilkini kazanan Haydar Ergülen ve şiiri üzerine...

Ah temmuz, 2 Temmuz

2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yakılan Metin Altıok’un şiirlerinde çok sayıda, inanması zor bilicilik (kehanet) işaretleri vardır. On yıl oluyor, “Metin Altıok’ta İşaretler” başlıklı yazıda sıralamıştım bunları. Yalnızca yakılmaktan, yangından ve küllerinden değil, Sivas’tan da söz etmişti Metin Altıok:

Haberin Devamı

Birini bulurum mutlaka,
Yangınımı körükleyen birini.

Biri mutlaka vardır
Zonguldak’ta, Sivas’ta,
Yakında ya da uzakta,
Binlerce baca arasında
Dumanı lekesiz biri.

(“Kendinin Avcısı” adlı kitabındaki “Birini Bulurum” adlı şiirinden, 1979)

Şairlere yalvaçlık ve bilicilik yakıştırmış olan atalarımız haklı mıydı acaba? Ses getirecek eylem diye, bir kız çocuğunu kaçırmak gibi kendi kişiliğine yüz seksen derece ters bir işe karışıp, o arada bedenine 23 kurşun sıkılarak öldürülen Hüseyin Cevahir’in olaydan birkaç yıl önce resmini yapan ressam arkadaş, neden onu bedeninde kırmızı beneklerle resmetmişti?
Ressam şair Metin Altıok, yazgıdaşları Âşık Nesimi ve Behçet Aysan’la birlikte Sivas’ta yakılacağını sezerek mi yazmıştı o şiirleri?  Behçet Aysan, “Karşı Gece” adlı kitabında “ateş kürerim ateş/ geçmek için/ karanlıktan/ .../ ellerim yanmadan” ve “Sesler ve Küller” adlı kitabında “yok başka bir cehennem/ yaşıyorsun işte” gibi dizeleri hangi duyguyla yazmıştı?

İçeri doğru konuşma
Haydar Ergülen, Sivas sonrasında Metin Altıok için yazdığı şiirde “Bu şiir bir yağmuru çağıracaksa, kül/ şiire düşmeden seni çağırsın isterdim” ve Behçet Aysan için yazdığı şiirde, onun “Yağmur Dindi” adlı şiirine göndermeyle, “ ‘Yağmur dindi’, unutulmaya hazırlanan ne/ varsa temmuz gibi tutuşuyor aklım- da” diyordu. Ergülen’in şiirlerinde yağmur imgesi Sivas’tan çok önce, en baştan itibaren başlıca iyileştirici olarak yer aldıysa, tıpkı Metin Altıok’un ve Behçet Aysan’ın şiirlerindeki işaretler gibi, bunun kaynağında da Hallac-ı Mansur’un yakılmasından günümüze kadar uzanmış olana ilişkin bir duygu yatıyor olabilir; biliciliğin haber kaynakları, sandığımız kadar ‘gaip’ değil belki de.
Bu şiirlerde ve imgelerde ortak bir özellik olarak, şiddeti karşılayan, karşılık vermeden karşılayan bir güç içeriği var. Bir umar olarak güç bulma isteği. Gözünü güçlüye çevirmeksizin, umarsızlık karşısında, güçsüz olanı erdemleme ihtiyacı. Kendine ve kendi gibi bildiklerine yönelen, bütün durumlarda yalnızca onları kaale almak isteyen bir ruh hâli.
Haydar Ergülen’in andığı ve Mehmet Günsür’e ait olduğu anlaşılan bir saptamayla ‘içine doğru konuşan dil’ özelliğinin tamamlayıcısı sayılabilecek bir içerik.
Ergülen’in ilk kitabında yer alan “Anne” şiirine bakalım. Türkçe yazılmış en güzel şiirlerden biridir “Anne”. Bütünü şöyle:

Haberin Devamı

sahi senden mi doğdum anne
yollar nehirler kuşluk vakitleri dururken
bir insandan mı doğar bir çocuk

Haberin Devamı

anne senin yüreğin taş olsa dayanır mı
kuş olsa çiçek olsa gündüz olsa
kırılmaz mı acıdan bir sap menekşenin  
boynu

bu kez dağlar doğursun beni anne
sen de ılık yağmur ol
durmadan yağ kanayan yerlerime.

Doğuran varlığın hatırı sayılır kırılganlığını bir tür güç ile birleştiren dizeler bunlar. Buradaki kırılganlığın içerdiği güç, yerini ancak dağların alabileceği türden: Doğumdaki şiddetin ve anne ile çocuk arasındaki ilişkinin payına düşebilecek diğer bütün şiddetlerin karşısına, o şiddeti karşılayabilecek varlıklar olarak, yolları, nehirleri ve kuşluk vakitlerini çıkarıyor şair. Dayanma gücü atfedilebilir mi diye, kuşa, çiçeğe ve gündüze, hatta taşa yöneliyor.

Cevap olarak ölüm
Güç içeriğinin her zaman aydınlıkta durduğunu söylemek zor. Çoğu durumda, tıpkı bu şiirdeki gibi, hangi şiddetlerle karşı karşıya olduğumuz tanımsız bırakılıyor. Okuru kendine çeken ve bağlayan da budur sanıyorum. Özellikle bu şiirdeki gibi sonsuzca evrensel, sonsuzca bereketli bir duyarlık alanında olduğumuzda.
En karanlık noktalarda ise ölüm var. “Anne” şiirinin yer aldığı “Karşılığını Bulamamış Sorular” kitabında (1981) ölüm kara çalılar gibi durmadan araya giriyor, sonuçta karşılayıcı güce dahil oluyordu: “Ölümle karşılanmalı bazı sorular.” Sonraki şiirleri boyunca bu duygu yeniden ve yeniden sorunsallaştı. Sivas öncesi kadar, sonrasında da.