Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye’nin AB’nin perspektifine güçlü destek vermeye ve hükümete bu konuda önemli telkinlerde bulunmaya devam ediyor. Bunun son örneğini TBMM’nin açılışında yaptığı konuşmada gördük. Gül’ün bu tavrı kuşkusuz geleceğe dönük gerçekçi değerlendirmelere dayanıyor.
Doğrudur, AB bugün kriz içinde. Türkiye’yi dışlayıcı tavırlar ise inkâr edilemez. Nobel Barış Ödülü’nün AB’ye böyle bir anda verilmesi de zaten manidar. Sonuçta bu ödül genellikle baskı altında olan veya zorda olan kişilere veya kurumlara teşvik amacıyla veriliyor.
Ancak AB, yaşanan tüm zorluklara rağmen, yapısal reformlar sayesinde sonunda toparlayacaktır. Hem kıta olarak Avrupa için, hem de münferit Avrupa ülkeleri için, birçok nesnel nedenden dolayı, AB’den başka seçenek de yok.
Avrupa’nın aşırı sağcı partileri AB karşıtlığıyla şu sıralarda belli ölçülerde siyasi prim yapsalar da, uzun vadede kaybetmeye mahkzm oldukları ortada. Nitekim, Hollandalı ırkçı ve AB karşıtı Geert Wilders’in popülist “Özgürlük Partisi” bile eylülde yapılan seçimlerde ciddi kayıplara uğradı.
Yunanistan’da bile, aklıselim hiç kimse kurtuluşun AB’den çıkmakta olduğunu düşünmüyor bugün. Atina’da AB bayrakları yakılıyor olsa da, soğukkanlı Yunanlılar bu konuda fazla seçeneklerinin olmadığını biliyorlar.

Kendimizde dönersek, Türkiye için de AB perspektifini canlı tutmaktan başka çare yok aslında. Bu sayede insan hakları ve basın özgürlüğünden tutun, okullarda çocuklara verilen sütün kalitesinden trafik güvenliğine kadar uzanan birçok alanda standartlar yükseliyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün hep vurguladığı hususu ise hiç gözden çıkarmamak gerekiyor.
Ne zaman biteceği belli olmayan müzakerelerin sonunda tam üyelik ister olsun, ister olmasın, Türkiye, AB perspektifi için gerekli reformları, ihtiyacı olduğu için ve Türk insanı bunlara layık olduğu için yapıyor. Nitekim Başbakan Erdoğan da zamanında “Kopenhag Kriterleri ile olmazsa bunları Ankara Kriterleri yapar yola devam ederiz” demişti.
Fakat gelişmelere bakınca, Erdoğan’ın “Ankara Kriterleri” açıkçası korkutmaya başladı, zira bunların “Kopenhag Kriterleri” ile fazla ilgisinin olmadığı gün geçtikçe daha net görülüyor. Hükümet elbette ki, “AB perspektifine bağlıyız” diyerek siyaseten ve diplomatik olarak söylenmesi gerekeni söylüyor. Buna rağmen, Kadri Gürsel’in dün kullandığı tanımlamayla, “Müslüman Kardeşler Enternasyonalizmi”ni ön plana çıkararak AB perspektifini neredeyse terk etmiş bulunuyor.
Erdoğan’ın, AKP’nin Türkiye için sadece 2023 değil, 2071 hedeflerini de ortaya koyduğu son parti kongresindeki konuşmasında AB’den bir kez dahi söz etmemesi bu açıdan yeterince dikkati çekti. Kongredeki yabancı konukların profili de zaten, gönüllerde yatan “Müslüman Kardeşler Enternasyonalizmi”ni dışa vurur nitelikteydi.
AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın AB’nin Türkiye ile ilgili bu yıllık İlerleme Raporu’nu “Ciddiye almıyoruz” diye elinin tersiyle itmesi de hükümetin AB’yi ne denli ciddiye aldığını gösteriyor. Bu açıdan diğer önemli bir gösterge ise, Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı AKP milletvekili Burhan Kuzu’nun, beğenmediği İlerleme Raporu’nu canlı yayında “çöpe atmasıdır.”
Oysa tüm aday ülkeler için yayımlanan ve her zaman eleştirel olan bu raporlar Türkiye’de toplanan nesnel verilere göre hazırlanıyor. Bu yılki raporda yer alan sert eleştirilere neden olan konuların hiçbiri de zaten bize yabancı değil.
Buna rağmen ilerleme raporlarını en çok ciddiye alması gerek bakanın ve rapordaki eleştirilere bilinçli yanıtlar vermesi gereken “AKP’nin baş hukukçusu”nun tutumları ortada. Cumhurbaşkanı Gül ise AKP içinden gelip de bu konuda mantıklı düşünen tek kişi olarak ortaya çıkıyor. Ancak hükümet üzerinde çok etkili olduğu da söylenemez.
Hükümet üzerinde etkili olacak tek şey herhalde, İslam âlemine somut ve sonuç getirici anlamda öncülük etme emelinin ne denli ham hayalden ibaret olduğunun yaşanacak krizler sayesinde anlaşılması olacaktır.
Türkiye için geleneksel yönelişlerin yanı sıra AB perspektifinin önemi de ancak o zaman anlaşılacaktır. Her zaman dediğimiz gibi, Türkiye’nin ne hikmetse zor yoldan öğrenme gibi bir huyu var.