Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Doha
Başbakan Erdoğan ile Katar’ın başkenti Doha’dayız. Erdoğan’ın Katarı ziyaretinin resmi nedeni, BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı Örgütü toplantısına katılmak ve bir konuşma yapmak olarak açıklandı.
Erdoğan’ın Türkiye’ye hareketinden önce bugün yapacağı bu konuşma da kuşkusuz, kendi çerçevesi içinde, önemli mesajlar taşıyacaktır. Ancak Erdoğan’ın Katar ziyaretini önemli kılan ana unsur bu değil.
Ziyareti asıl önemli kılan faktörün, Erdoğan’ın Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Hamad bin Jassim bin Jaber Al-Thani ile birlikte dün başkanlık ettiği ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da hazır bulundukları ikili görüşmeler olduğu kesin.
Bölgedeki son gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda, bu heyetler arası ikili görüşmelerin ana maddesinin Suriye olduğunu çıkarmak da elbette ki hiç zor değil. Sonuçta Türkiye ve Katar’ın Suriye konusunda paralel görüşleri olduğu biliniyor.
Meselenin özüne bakacak olursak her iki ülke Esad’ın gitmesini istiyor ve bu nedenle de BM eski genel sekreteri Kofi Annan’ın Suriye için oluşturduğu barış planına soğuk bakıyor. Her iki ülke aynı zamanda Suriyeli muhaliflerin desteklenmesini istiyor ve bunu kendileri yapıyor.

Katar’ın dikkat çeken özelliği
Katar bunu açıkça söylüyor, Türkiye ise daha ihtiyatlı bir yaklaşım sergiliyor olsa da buna silah yardımı da dahil. ABD’nin etkin Foreign Policy dergisinde, tam böyle bir sırada, Türkiye ile Katar’ın da dahil olduğu Körfez ülkelerinin Washington’u Suriyeli muhaliflere her türlü destek konusunda ikna etmeye çalıştıklarına dair bir haberin çıkması da elbette ki manidar.
Katar’ın, Türkiye’de belki yeterince bilinmeyen, ancak ABD açısından çok özel, hatta hayati bir önemi olduğu burada unutulmamalı. ABD’nin bütün Ortadoğu’daki askeri faaliyetlerini yöneten “Komuta Merkezi”nin (CENTCOM) ileri karargâhı bu ülkede bulunuyor.
Bu karargâhın ABD’nin 2003 yılında gerçekleştirdiği Irak işgalinin en önemli çıkış noktası olduğu biliniyor. Katar’ın bu çerçevedeki bir diğer özelliği ise, o sırada arka planda kalarak bu operasyona katılan Türkiye’nin aksine, Libya operasyonunda savaş uçaklarıyla aktif bir muharip rol oynamış bulunmasıdır.
Katar’ın 2009 yılında ABD’nin Ortadoğu’daki beşinci en büyük ihracat pazarı olması ve ABD’nin bu ülkede, 60-70 milyar doları enerji sektöründe olmak üzere, Katar’da 100 milyar dolar tutarında yatırım yapmış olması ise işin çabası.
Türkiye’nin ABD hava kuvvetlerine İncirlik üssünü tahsis etmiş olmasının yanı sıra, Washington’un öncülüğüne kurulan NATO’nun füze kalkanı projesinin ileri radar sistemlerine Malatya’da ev sahipliği yapıyor olması da bu denklemin çok önemli bir unsurunu oluşturuyor.

Rusya gardını ona göre alıyor
Hal böyle olunca ABD’nin Türkiye ile Katar’dan Suriye konusunda gelecek olan telkinleri ve önerileri ciddiye almaması gibi bir lüksü yok. Ankara’nın, perde arkasından, Washington’u Beşar el Esad’ın hiçbir barış planı konusunda samimi olmadığına ve işin eninde sonunda -sırf insani amaçlı olsa da- bir tür müdahale gerektireceği konusunda ikna etmeye çalıştığını varsaymak çok hatalı olmaz.
Esad ve Şam’daki Baas rejimini sonuna kadar desteklemeye hazır olduğunu fazlasıyla göstermiş olan Moskova’nın da, bunları tahmin edebildiği için, gardını ona göre almaya başladığı görülüyor.
Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un son günlerde yaptığı açıklamalarda, “bazı ülkeler Suriyeli muhaliflere, silah dahil, maddi ve manevi destek vermek suretiyle Annan Planı’nı baltalamaya çalıştıkları” suçlamasını aleni bir şekilde dillendiriyor olması da zaten bunu ortaya koyuyor.
Bu gelişmelere baktığımızda Annan’ın tutmayacağı belli olmaya başlayan ateşkes girişimlerine rağmen, Suriye kazanının tekrar kaynamaya başlayacağı aşikar. Bu konuda dünyayı ve bölgeyi sıcak bir yaz beklerken Erdoğan’ın Katar’daki ikili temaslarının önemini anlamak, dediğimiz gibi, zor değil.