Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İranlı demokrasi ve insan hakları savunucusu Şirin Ebadi dinci kesimimiz ile milliyetçilerimizin sevebilecekleri bir isim değil. İlk grup, İran’daki molla düzenine gölge düşürdüğü için kendisine antipati duyar. İkinci grup ise Orhan Pamuk gibi Nobel ödülü aldığı için kendisini ”Batı’nın uşağı” sayar.
Buna karşın Ebadi bugün, asılları ve milliyetleri ne olursa olsun, uygar insanlar tarafından -Birmanyalı demokrasi yanlısı lider Aung San Suu Kyi ve “Uygurların Anası” Rabia Kadir gibi isimlerle birlikte- dünyanın en cesur kadınları arasında sayılmaktadır.
Nedeni ise İran’daki baskıcı ve bir kadını taşlayarak öldürmenin ilkelliğini kavrayacak kapasiteye sahip olmayan bir rejimden gelen tehditlere rağmen yılmamış olmasıdır. Ebadi’nin dün Milliyet’te çıkan yazısı, İranlı demokratlarla insan hakları savunucularının Türkiye’ye karşı duydukları hayal kırıklığını da açıkça yansıtıyordu.

Ahmedinecad’a sıcak tebrikler...
Aslında bu hayal kırıklığı 2009’da İran’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden hemen sonra ortaya çıkmıştı. Türkiye, seçimlere fesat karıştırıldığı iddialarına rağmen, gerçeklerin netleşmesini bekleme gereğini pek duymamıştı. Devletin ve hükümetin en üst kademesinden şaibeli şekilde tekrar seçilen Ahmedinecad’a anında sıcak tebrikler uçurulmuştu.
Bu arada Türkiye, Yugoslavya savaşında Müslümanlara karşı vahşetleriyle ünlenen “Akrep” adlı milislerin muadili olan “Besiç” milislerinin, demokrasi yanlılarına karşı uyguladıkları vahşet karşısında da genellikle sessiz kalmayı yeğlemişti. İnternet sayfasında dün bir tarama yaptığımız Mazlumder’in bile bu konuya girmemesi dikkat çekiyor.
Dinci kesimin bu tutumunu daha da garip kılan husus ise, rejimin baskılarına karşı direnenlere önderlik eden siyasetçilerin de aslında aynı rejiminin içinden çıkmış “dini bütün” kişiler olmalarıdır. Bunlardan biri de İran’ın eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’dir. Ebadi’nin belirttiği gibi, molla rejimi bugün dünyada itibarı çok yüksek olan Hatemi’ye bile yurtdışına çıkış yasağı koymuştur.
Özetle, İran’da demokrasi ve insan hakları mücadelesi verenlerin ağırlıklı bölümünün İslam devriminin sonuçlarını ortadan kaldırmak gibi bir niyetleri yok. Tek istedikleri, devrimin “insani boyutunu” ortaya çıkararak toplumun ve özellikle de kadınların üzerindeki dayanılmaz baskıları demokratik yollardan azaltmaktır.
Bu baskıları merak edenler, Milliyet’ten Pınar Ersoy’un hazırladığı, Bünyamin Aygün’ün ise görüntülediği ve Şirin Ebadi’nin mektubu ile dün sona eren aydınlatıcı diziye bakabilirler.

Ebadi’nin isteği...
Türkiye’den İran’daki insan haklarının durumuna daha fazla duyarlılık isteyen Ebadi sonuçta, “bize yardım etmiyorsunuz, bari sıkıntı yaratmayın” demeye getiriyor sözü. Ağır insan hakları ihlalleri nedeniyle İran’dan Türkiye’ye kaçmak zorunda kalan kişilere özellikle işaret ederek şunları söylüyor:
“İranlılar bu koşullar nedeniyle Türkiye’ye kaçıyor ve burada BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne başvurarak (üçüncü bir ülkeye) sığınma hakkı arıyorlar. Ancak birçoğu Türkiye’ye kaçak olarak girmek zorunda kalıyor. Maalesef Türk yetkililerin onları tutuklayıp İran otoritelerine teslim ettiği örnekler oldu. Umarım Türk hükümeti bu kişileri çok büyük tehlikeye attığını göz önünde bulundurarak hareket ediyordur.”
Ankara’da yetkililere sorduğunuzda genelde, “perde arkasında çalışarak Tahran’ı bu konularda ikna etmeye çalışıyoruz” yanıtını alıyorsunuz. Ancak fiili durum farklı bir görüntü veriyor. Buna göre baskıcı molla rejimi kendisini Batı’ya karşı savunan Türkiye’den içerdeki düşmanlarına karşı da güç alıyor.
Bu da demokrasi ve insan hakları savunucusu İranlıların gözünden tabii ki kaçmıyor.
Özetle, İran’a demokrasi geldiğinde -ki eninde sonunda gelecektir zira hiçbir toplum bu baskılara ilelebet dayanamaz- o zaman o ülkedeki demokratlarla insan hakları savunucularının Türkiye’ye karşı olumlu duygular içinde olacaklarını pek sanmıyoruz.