Serpil Çevikcan

Serpil Çevikcan

scevikcan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
22 Mayıs 2016 günü gerçekleşen ve Ahmet Davutoğlu’nun Genel Başkanlığı Binali Yıldırım’a devrettiği AK Parti’nin 2. Olağanüstü Kongresi’ne ilişkin izlenimlerimi yazdığım yazının başlığı “Başkanlık Kongresi”ydi.
O gün devlet-hükümet-parti üçlüsünde yeni bir dönem fiilen başlamıştı.
Dün de Türk siyasi tarihinin, sonuçları itibarıyla en önemli parti kongresi yine Ankara Arena’da gerçekleşti.
AK Parti 3. Olağan Kongresi ne bir genel başkanlık yarışına sahne oldu ne de parti yetkili organlarının belirlenmesi konusundaki rekabete.
Her şey önceden belliydi.
Kongre’deki heyecan, atmosfer, mesajlar da sürpriz değildi.
Başbakan Binali Yıldırım da kendi ifadeleriyle genel başkanlık görevini devretmenin huzur ve gururunu yaşıyordu.
Ancak dünkü kongre, seçilmiş cumhurbaşkanıyla parti genel başkanını aynı isimde buluşturan radikal bir yönetim sistemi değişikliğinin miladı olarak tarihe geçti.
Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Nasıl olacağını, 2019’a kadar katedilecek yolda göreceğiz.
Bu yolun nasıl katedileceği sorusu nedeniyle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kongre konuşması büyük merakla bekleniyordu.
Erdoğan, hemen her konuya değindiği konuşmasında doğrudan, köşeli mesajlar verdi.
Bunları, Türkiye’ye, uluslararası aktörlere ve AK Parti’ye mesajlar olarak ayırabiliriz.
Türkiye’ye mesajlarının ana temasını “normalleşme” beklentilerine verilen yanıt olarak özetlemek mümkün.
Bu bağlamda, FETÖ’yle ve PKK’yla mücadele konusu, partisinin başına yeniden geçen Cumhurbaşkanı’nın bir numaralı kırmızı çizgisi olarak yeniden ilan edildi.
Erdoğan, FETÖ’yle de bölücü terörle de mücadelenin sulandırılmasına asla izin vermeyeceğinin altını kalın çizgilerle çizdi.
Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında çözüm sürecinin ipuçlarını bekleyenler, “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” yaklaşımının özetini dinlediler.
Hem PKK’nın hem de örgütün sınırdaş ülkelerdeki emellerinin tamamıyla yok edilmesi vaadi Arena’da çınladı.
Erdoğan’ın, AK Parti’nin 80 milyonun partisi olduğu, kimsenin ötekileştirilmediği ve ötekileştirilmeyeceği, adında adalet olan partinin temel hak ve özgürlükler konusundaki cesur adımlarının hak ettiği karşılığı bulamadığı, “sevmeseniz de bizi dinleyin” mesajları dikkatle not edildi.
OHAL’in ne zaman kaldırılacağı sorusu ise “OHAL’in sürmesi de ihraçlar da bir mecburiyet. Huzur sağlanana kadar sürecek” ifadeleriyle yanıt buldu.
Uluslararası aktörlere mesajlarda sürpriz yoktu.
PYD’yle dans eden ABD’yi, gelenekleri olan büyük bir devletle mi yoksa ne idüğü belirsiz bir terör örgütüyle mi yoluna devam edeceği konusunda tercihini yapmaya yeniden davet eden Cumhurbaşkanı’nın, AB’yle yaşanan krize rağmen Türkiye’nin tercihinin yoluna Avrupa ile devam etmek olduğunu vurgulaması önemliydi.
AK Parti’ye verilen mesajlara gelince...
Bunların özeti, Erdoğan’ın “AK Parti olarak işimiz artık daha zor. Çünkü çıta artık yüzde 50 artı 1’dir” cümlesinde yatıyor.
16 Nisan anayasa referandumunda alınan sonucu bir alarm zili olarak gören ve kuşkusuz bu sonucun analizini en iyi yapan isim Erdoğan.
Yanlışları, eksikleri, gedikleri, yorulanları, çalışmayanları, işi yavaşlatanları en iyi o biliyor.
Zamanında yapılırsa 2019’da gerçekleşecek üç seçimde de mutlak başarı için nerelere, nasıl neşter atılması gerektiğini de.
Dün Kongre’den onay alan MKYK listesi ve Erdoğan’ın açıklamaları bunun ilk işaretleri.
Yıl sonuna kadar teşkilatlar yenilenecek, il, ilçe örgütleri genç kadrolarla takviye edilecek, AK Parti’yi AK Parti yapan çat kapı politikasına geri dönülecek, her vatandaşa ulaşılacak, çalışmayan, nefesi tükenen belediyelere neşter atılacak.
Önümüzdeki dönemin iki ana hedefi ilan edildi:
Demokratik kazanımlar ileriye taşınacak ve kalkınma hedefleri tutturulacak.
Bütün bunlar ve yüzde 50 artı 1 için nefes, uyum ve sadakat şart.
Kısa bir süre sonra ilan edilecek olan yeni kabine de bu kriterleri yansıtacak.
AK Parti’de “ikinci Erdoğan dönemi” değil, 16 Nisan referandumundan sonra “ikinci AK Parti dönemi” başlıyor.
Türkiye, ikinci AK Parti dönemiyle, Cumhurbaşkanı’nın dün söylediği gibi ne orta demokrasi ne de orta gelir tuzağına düşmeden 2019’a kadar olan geçiş sürecini tamamlayabilirse önemli bir mesafe almış olacak.