BAŞBAKAN Erdoğan, el öpme âdetimize karşı çıkıyor. Sağda ataerkil âdetler daha güçlüdür; liderler daha çok el öptürür! Böyle bir kültürde Erdoğan'ın şu sözlerini alkışlıyorum:
"El öpmeyi sevmem. Üç kişinin elini öpün derim; babanızın, annenizin ve hocanızın. Bunun dışında asla. Aksi, ifade edemeyeceğiniz çirkinlikte bir tehlikedir. Çünkü o, özgüveni alır götürür. O sizi adeta köleliğe doğru iter!"
Mükemmel...
Doğulu toplumlarda derin bir âdettir; Padişah da, Şah da, Çar da el etek öptürür, el öpenler yerlere kadar eğilerek 'ihsan' alırlardı!
Bunlar geride kaldı ama izleri devam ediyor: Küçük bir çocuk bir büyüğe takdim edilirken "Hadi elini öp" denir! Böyle yetişenler, sonra, devlet büyüklerinin, liderlerinin, şeyhlerin, ağaların elini öperek onların 'büyük'lüğünü, kendilerinin 'küçüklüğü'nü gösterirler!
Gönüllü bir küçülme! 'Bağımsız birey'i yok eden ataerkil bir gelenek!
Anahtar kavram, bu "bağımsız birey" terimidir.
Patron ve gazeteci
Aynı Başbakan, yazarların "bağımsız birey" olduğunu düşünmüyor! Kurumsal olarak iktidarı destekleyen gazetelerde zaman zaman eleştirilerde bulunan yazarlar için bile ağır laflar edebiliyor!..
'Muhalif' gazeteciler konusunda Aydın Bey'in "Ben bunlarla baş edemiyorum" demesini, Başbakan şöyle değerlendiriyor:
"Bir patron ki kendi yazarlarıyla baş edemiyor... Böyle bir şeyi kabullenmek mümkün mü?"
Bütün sorun burada!
Hapislere düşmeyi, öldürülmeyi, karşıtlarının tehditlerini göze alan yazarlar bunu patron emriyle değil, kendi fikir ve kişilikleri için yaparlar!
Sosyoloji dilinde "patronaj ilişkileri" denilen ağa-ırgat türü ilişkilerle, rızai sözleşmeye dayalı modern "işveren-çalışan" ilişkileri hem hukuki hem kültürel olarak çok farklıdır.
El öpme âdetindeki itaat kültürüne haklı olarak karşı çıkan Başbakan'ın büyük yanılgısı, basındaki özgür işveren-çalışan ilişkileri konusunda "Kabullenmek mümkün değil" diye düşünmesidir. Başbakan bunu el-etek öpmeli bir ağa-ırgat ilişkisi gibi görüyor, hatta böyle olmasını bekliyor!
Özgürlükçü tavır
Daha önce Mehmet Barlas ve Ekrem Dumanlı yazmıştı; bir de ben anlatayım:
Erdoğan'ı da hapse atan 28 Şubat'ın zorbalık günleri... Aydın Doğan Genelkurmay'a çağırılıyor; önüne liste konuluyor: Bu yazarları atacaksın! Listede ben de varım.
Aydın Bey'in cevabı:
- Ben otoriteler istedi diye gazeteciyi işten atamam. Bu arkadaşlar sizi eleştiriyor ama hakaret etmiyor, meslek ilkelerimizi ihlal etmiyor!
- Öyleyse eleştirel yazmasınlar!
Aydın Bey, "Bunlar kişilik ve fikir sahibi insanlardır, şöyle yazın diyemem!" diye cevap veriyor.
Ve yazmaya devam ettik. Hatta General Çevik Bir Milliyet'e geldiğinde, onunla çatır çatır tartışmıştım. Aydın Bey benim bu özgürlüğümü savunmuştu.
Merhum Özal'ın hışmına karşı da solcu arkadaşımız merhum Teoman Erel'i savunmuştu.
Hem ilkesel olarak, hem işini iyi bilen işadamı olarak Aydın Bey bilir ki, bu sektörde tek fikirli ve bağımlı olunamaz! Bakın, ne Ulus ne Zafer gazeteleri kaldı.
Bugün de grup gazetelerinin bazı manşet ve yazarlarıyla çeşitli konularda farklı düşünüyorum; açıkça ve özgürce tartışıyoruz da...
Liberal özgürlüklere ve "bağımsız birey"e inanmış bir yazar olarak elbette AKP'nin reformlarını destekliyorum ama Başbakan'ın 'illiberal' (otoriter) siyaset tarzını da elbette eleştiriyorum.