Yazarlar Türkiye yol ayrımında

Türkiye yol ayrımında

01.12.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Türkiye yol ayrımında

Türkiye yol ayrımında

Şükrü ELEKDAĞ

"SİZ İngilizler ve diğer AB üyeleri Yılmaz hükümetinin Kıbrıs konusundaki beyanlarını hiç ciddiye almıyorsunuz... Fakat, Ankara kararlıdır. AB, Brüksel zirvesinde, Türkiye'yi tam üyelikten dışlayan ve Kıbrıs Rum yönetimi ile tam üyelik müzakerelerine oturmayı öngören bir karar aldığı takdirde, Türkiye de, TBMM'nin oybirliğiyle onayladığı 20 Ocak Demirel - Denktaş Deklarasyonu uyarınca KKTC ile bütünleşme sürecini hızlandıracaktır. Bu bağlamda KKTC'nin özerkliğini koruması kaydıyla, savunma ve dış ilişkiler alanında Türkiye'ye bağlanması doğrultusunda önlemler alınacaktır. Yani, AB'nin kararı adanın kesinkes bölünmesine yol açıyor. Ancak, AB, gerek kendi, gerekse ABD'nin baskılarıyla Ankara'nın bu adımları atmasını engelleyeceğini hesaplıyor... Ve işte burda yanılıyor..."
Bu sözleri, bundan yaklaşık iki ay önce İngiltere'nin Ankara'daki büyükelçiliğinde verilen bir akşam yemeğindeki sohbetimiz sırasında İngiltere'nin Kıbrıs Büyükelçisi Sir David Madden'e söylemiştim. Muhatabım da, hiç tereddüt etmeden şöyle cevap vermişti:
"AB'nin düşünce tarzını gayet iyi teşhis etmişsiniz. Haklısınız. AB ülkeleri Ankara'nın sözünü ettiğiniz adımları atmayı göze alamayacağı kanısındalar. Nedeni de, Türkiye'nin çıkarının AB ile ipleri kopartmamakta olduğunu düşünmelerinden ileri geliyor."
Bu görüşmeyi, AB'nin genişleme süreci öncesinde Avrupalıların Türkiye'ye bakış açısını yansıttığı için naklediyorum. Görüştüğüm diğer üst düzey Avrupalı ve Amerikalı diplomatlar da aşağı yukarı aynı şeyleri söylediler.
Bu çevrelerde, Ankara'nın, AB'ye karşı hiçbir koza sahip olmadığı kanısı hakim. AB zirvesinden çıkacak olumsuz kararları Türkiye'nin tam bir tevekkül ve çaresizlik içinde karşılayacağına kesin gözle bakılıyor.
Buna karşılık, AB'nin, Rumlarla tam üyelik müzakarelerine başlama kararını almaması halinde, Yunanistan'ın NATO'nun genişleme sürecini veto edeceği yolundaki tehdidinden kaygı duyuluyor. Batılı bir ülkenin Ankara Büyükelçisi, "Atina istediğini elde edemezse Yunanistan'da çok büyük kriz yaşanır, hükümet düşer. Ankara'nın bunu dengeleyecek bir kozu yok. Ayrıca, Kohl'ün saplantılarının yarattığı engellerin aşılması da çok zor. Kohl, Müslüman Türklere, Avrupa'nın kurtulması gereken bir çıban başı olarak bakıyor" dedi.

12 - 13 Aralık AB zirvesinde alınacak kararın ana hatları aşağı yukarı belli. Buna göre, Türkiye'ye tam üyelik perspektifi verilmeyecek, adaylığı diğer onbir aday ülke arasında sayılmayacak ve üyelik öncesi stratejiden yararlandırılmayacak. Buna karşılık, Türkiye'nin Avrupa entegrasyonundan tamamen dışlandığı izlenimini yaratmamak için de aldatıcı bir formül çerçevesinde ülkemize "özel statü" tanınacak. Tam üyeliğin gerçekleşmesi konusunda kesin bir garanti ve takvim vermeyecek olan bu statü, GB'den doğan yardımların serbest bırakılmasını ve muhtemelen Türkiye'nin Batı Avrupa Birliği (BAB) savunma sistemine kabulü ile göstermelik bir Avrupa Konferansı'na davetini öngörecek.
Zirvenin bu yolda alacağı bir kararın, AB'nin Türkiye'ye tam üyelik kapılarını ilelebet kapatması anlamına geleceği bilinmelidir. Zira, AB'nin, halen aday olan onbir ülkeyle bütünleşme sürecini tamamlamasından sonra 2015'te tekrar genişlemeye gideceği varsayılsa dahi, o zamana kadar Türkiye ile Birlik arasındaki farklılıklar o denli artacaktır ki, artık ülkemiz için tam üyelik imkansız bir hale gelecektir.
Ayrıca, siyasi bütünleşme dışında bırakılacak Türkiye'nin GB'yi sürdürmesinin imkansız olacağıdır. Türkiye temel kararların alındığı AB organlarında temsil edilmediği için, sürekli olarak Atina'nın ipoteği ve veto tehdidi altında kalacak olan GB'nin ülkemizin zararına işlemesi kaçınılmazdır. Ankara bu yüke ancak kısa bir süre tahammül edebilir.
Sonuç olarak, Türkiye, eğer 12 - 13 Aralık zirvesi kararlarıyla AB genişleme sürecine dahil edilmezse, 26 ülkenin bütünleşmesiyle Avrupa'da oluşacak yeni siyasal coğrafyanın süresiz dışında bırakılmış olacak.

Avrasya'nın tüm ekonomik, siyasal ve stratejik dengelerini derinden etkileyecek bu yapılaşmanın dışında kalmasının, Türkiye'nin dış güvenlik risklerinin artmasına ve kalkınmasıyla yakından irtibatlı olan Avrupa ve dünya ekonomisiyle kaynaşmasının zorlaşmasına yol açacağı bir gerçek.
Hükümetin, Türkiye için yaşamsal önem taşıyan bu durum karşısında elindeki tüm kartları oynaması gerekli. Bu da, bir ara ortaya atılan AB ile NATO'nun genişleme süreçleri arasında uyum ve paralellik olması gerektiği hususundaki yaklaşımın yeniden, ama bu defa ciddiyet ve kararlılıkla değerlendirilmesini gerektiriyor.
NATO'nun gelecekteki komuta yapısı ve bunların görev ve sorumlulukları konusunda yapılan çalışmalar, yeni bölgesel komutanlıklardan Türkiye'de kurulacak olana en zor görevlerin en yoğun şekilde düşeceğini ve ülkemizin ittifakın en önemli stratejik parçası haline geleceğini göstermektedir. Batılı müttefiklerimiz, şimdiden kendi aralarında, Ortadoğu, Körfez bölgesi, Kafkaslar ve bunlara bitişik bölgelerde barış ve güvenliğin ve bu arada Batı çıkarlarının cephe ülkesi konumundaki Türkiye'nin coğrafyasından ve gücünden yararlanarak nasıl korunacağı hususunda hesaplar yapmaktadırlar.
Yılmaz hükümetinin, elinde çok kuvvetli bir kart vardır. Bu kartın oynanması için TBMM'yi devreye sokmak gerekebilir. Bütün mesele, Ankara'nın, Atina kadar cesaret ve kararlılığa sahip olmasıdır. Bizden söylemesi... Son pişmanlık fayda vermez...



Yazara Email S.Elekdag@milliyet.com.tr