Yazarlar Vuralım iyi şeylere

Vuralım iyi şeylere

09.07.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Vuralım iyi şeylere

Vuralım iyi şeylere


       "Mal ortaklığının sona ermesi halinde, eşlerden her biri ortaklık malıyla ilgili işlemlerden dolayı vekil gibi sorumludur. Yönetim giderleri ortaklık mallarından karşılanır."
       Medeni Kanun Tasarısı Madde 266


       "... Günümüzün Türkiye'sinde kültür konusu ne yazık ki en arkalara itilmiş, plansız, yetersiz uygulamalara, her hükümetle, hatta her bakanla değişen politikalara bırakılmıştır. Devlet bütçesi içinde kültüre ayrılan kaynakların ancak binde 2 dolayında olması, kültür konularına bugünkü yaklaşımın bir başka göstergesidir. (...) 1990'lar başlarken, Ayazağa ormanlığı içindeki 66 dönümlük alan, üç tarihi yapısıyla birlikte kültüre ayrılmış, yapımına 1995 sonunda başlanmıştı. Süleyman Demirel'in büyük ilgi ve destekleriyle toplam 5 bin 700 kişinin katılabilecği sanat etkinliklerine olanak veren kompleksin büyük bir bölümü ortaya çıkarılmış, ama bir yıldır devlet yönetiminin ilgisizliği yüzünden durma noktasına gelmiştir..."

       Şakir Eczacıbaşı böyle diyordu Uluslararası Müzik Festivali'nin açılış konuşmasında.
       Film Festivali'nin açılış konuşmasında da benzer şeyler söylemişti... "Anadolu'da SİT'lerin yağmalanmasını durduracak önlemler alınmıyor. Devletin mali kaynak sağlamaması yüzünden arkeolojik kazıların çoğu gerçekleşmiyor. Kamu kitaplıklarında bulunan dünyanın en değerli yazmaları, yıpranma tehlikesiyle karşı karşıya, müzeler, arşivler korunamıyor. Yüce Sinan'ın yapıtlarına bile gerekli onarımlar yapılamıyor, Selimiye Camii, çevresini kuşatan çirkin yapılardan görünmez oldu. Devlet Tiyatroları'na, Operaları'na verilen bütçe, personel giderleri dışında hiçbir şeye yetmiyor. Sinema alanında bir yılda yapılan film sayısı 15 -20'yi geçmiyor. İki bin beşyüz dolayında sanatçının katıldığı beş uluslararası sanat festivalini gerçekleştiren İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı kurulduğundan bu yana, 27 yıldır ilk kez devletten katkı alamaz oldu..."
       Eczacıbaşı, Tiyatro Festivali'nde ise şöyle diyordu: "Devletler kültür ve sanatı desteklemekle yükümlüdürler ama aynı zamanda sınırsız özgürlük gerektiren bu alanların, siyasal partilerin politikalarıyla yönlendirilmesini, yalnızca seçilmiş ya da atanmış kişilerin görüşlerine göre yönetilmesini engellemek zorundadırlar. Kültür ve sanat politikaları ne Kültür Bakanlığı'nın ne de başka devlet örgütlerinin tekelinde geliştirilebilir..."
       Bu sözlere kim yanlış diyebilir? Ama doğruları söylemek çoğu zaman geçerli değil bu ülkede. "İyi insan" olmanız için, yağcılık edeceksiniz... Gidene ağam, gelene paşam diyeceksiniz. Bakanların, belediye başkanlarının önünde ceketinizi ilikleyip, her dediğini alkışlayacaksınız... Hele bir nedenle onlara ihtiyacınız varsa, asla eleştirmeyecek, sahneden onlara övgüler yağdıracaksınız... Böyle yapmazsanız böyle olur işte.
       İstanbul'un en büyük ihtiyaçlarından biri olan Milenium 2000 projesine kaçak diye mührü vuruverirler... Ağaç kestiniz dediler. Hesapları inceleyeceğiz diyerek insanların içinde bir kuşku uyandırdılar.
       İstanbul'u İstanbul yapan en güzel şey olan bu festivallerin dünyaca ünlü olduğu, dış basında çok sık yer aldığı, pekçok yabancının gelip izlediği, hepimizin yararlandığı, bu beyler tarafından hiç düşünülmez, konuşulmaz...
       Bu önemli proje, hiçbir somut gerekçe gösterilemeden durduruldu. Çünkü inşaatın yönetimini vakıf üstlenmişti... Ve vakfın başkanı da politikacıları eleştirmek cüretini göstermişti... Oysa o mikrofonlardan onlara yağcılık yapması gerekiyordu. Üstelik vakfın yönetim kurulunda Başbakanlık Başdanışmanlığı, Dışişleri, Maliye, Kültür, Turizm ve Milli Eğitim Bakanlıklarının temsilcileri bulunuyor. Yani bugüne dek yapılan tüm uygulama ve harcamalar yönetim kurulu kararıyla gerçekleştirilmiş. Yani bu merciler yapılan her şeyden haberdar... O zaman kim kime kaçak deyip, mühürlüyor? Ya da kim kimle inatlaşıyor?
       İKSV bu ülkenin yüz akı bir kurumudur. Biz mecliste kültüre, sanata ilişkin en ufak bir söz duymuyoruz. Bakanlık dediğin şey, seni eleştirenleri cezalandırmak ve lacivert elbiseli yağcılar ordusu ile açılışlara katılmak değildir.
       İyi giden, başarılı ve yararlı bir şey hakkında eğer aleyhte somut deliller yoksa, kim nasıl suçlarsa suçlasın, hepimizin var gücüyle o şeyi savunmamız gerektiğine inanıyorum. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı da o "şey"lerin başında geliyor.

Antalya neden boş?

       Dağ ve deniz bileşimine hayran olduğum Antalya'ya boğucu sıcakları başlamadan gideyim demiştim, ama geçen hafta sonu bile Antalya yanıyordu...
       Bir tekne ile Faselis'e kadar gittiğimizde hepimiz hayretle kıyıların son derece tenha olduğunu gördük. Oysa gazeteler buraların turist akınına uğradığını söylüyordu.
       Antalya ve çevresinde inanılmaz güzel oteller ve tatil köyleri var. Ne büyük yatırımlar yapılmış, insan şaşırıyor. Örneğin Korhan Abay'ın sunduğu bir TRT programına katılmak için gittiğim Mirage Otel'in yarısı boştu. Sonradan gittiğim Renaissance Antalya Resort bile dolu değildi.
       Oysa Renaissance Antalya Resort da çok şık bir tesis. O tatil köyü curcunasından uzakta ama havuz eğlenceleri, denizi, her zevke uygun restoranları, akşamları nostaljik canlı müziği ve muhteşem bahçesi ile insana "burası yüzde 100 doludur" duygusu veren bir yer. Ama hayır... Rus turistler de olmasa, bu canım oteller sinek avlayacak. Bunu anlayabilmek mümkün değil. Bu güzel otellerin ve benzerlerinin tıklım tıklım dolu olması gerekirdi.
       "Fiyat kıran ya da her şey içinde diyerek kalitesiz ama ucuz hizmet veren tesisler yüzünden böyle" diyorlar.
       İnsanın içi acıyor. Bu şıklık, bu güzellik, bu özen ve sonunda dolmayan odalar. Haksızlık bu. Mutlaka büyük yanlışlar yapılıyor ve bu yanlışların ne olduğu da biliniyor. Çözülmemesi ne büyük bir suç...

Burçin'in kardeşi Charlie

       Antalya'da bir ünlü ile birlikteydim... Hani birisiyle tanışır tanışmaz seversiniz ya, aynen öyle oldu Charlie ile... Çünkü hemen anladım ki Charlie'de bir erkekte aradığım özellikler var... İçten ve samimi ama asla laubali değil. Sıcak ama saygılı davranıyor. Elimi tutuyor ama ben çekersem ısrar etmiyor! Geveze değil, dinlemesini biliyor!..
       Ama ertesi sabah onun da bir erkekte sevemeyeceğim kötü huyları olduğunu görmeye başladım. Zevkleri konusunda bencillik ediyor. Elimdeki portakal suyunu içmek istiyor, kendininkini bir dikişte bitiriyor, paylaşmak söz konusu değil. Obur, önüne ne koysan hızla yiyor. Çocuklara kötü davranıyor ama kadınları çok seviyor. Benim yanımda otururken, başka kadınlarla cilveleşiyor, hop onların kucaklarına gidiveriyor. Ertesi sabah "aman ne olacak o bir maymun, aldırmamak gerek" demeyi düşünebildim ancak...
       Şaka bir tarafa, Charlie nefis bir yaratık. Bir eğlence... Yapımcı Burçin Özdemir, onu Amerika'daki bir casting ajansından getirtmiş... Film çalışması yaparlarken onu o kadar sevmiş ki, ayrılamayıp, satın almış.
       Burçin'den öğrendiğime göre, bu maymunlar evcil hayvan değil. Öğreniyorlar ama içlerindeki vahşilik gitmiyor. İşte bu yüzden Charlie bile kendisine denk gördüğü çocuklardan hiç hoşlanmıyor, bazen onları ısırıyor. Çünkü maymun erkekler, aralarında savaşıyorlar, tüm erkekleri döven maymun grubun lideri oluyor, ta ki bir başkası çıkıp onu dövene kadar. Dışarıdan başka bir şempanzeyi ya da rakip aileden aralarına giren bebek maymunu bile aralarına girerse parçalayıp yiyorlar.
       Ama Charlie'yi şu anda kendi gerçek ortamına koysanız, bırakın savaşmayı, kendine yemek bulmayı bile beceremeyecek durumda. Oysa onun mutlu yaşaması için dokuz yaşlarındayken kendine bir aile kurması gerekiyor. İşte bu yüzden Burçin, Charlie'yi önce dünyaca ünlü bir maymun eğitimcisine yollayacak sonra da Kongo'daki doğal ortamına...
       Charlie bu yıl Beşiktaş Kültür Merkezi'nde olacak, çocuklar için oynayacak... Sonra da "ona çocuğum diyemiyorum ama kardeşim diyebilirim" diyen Burçin Abi'sinen ayrılıp, yurduna dönecek.


Yazara E-Posta: dasena@milliyet.com.tr