16.04.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
Sinemayı yönetmenler yapar... Film çekmenin ekip işi olduğu doğru, herkesin katkısı da ayrı ayrı önemli ama asgariye indirgediğinizde olmazsa olmaz tek kişi yönetmendir. İstanbul Film Festivali, 25. yıldönümünü kutladığı geçen yıl yıldızlarla gözlerimizi kamaştırmıştı ama bu yıl esasa odaklandı. Programını yönetmenler üzerine kurdu ve geçmiş yıllarda olduğu gibi, filmlerine hayran oldukları yönetmenleri izleyici kitlesiyle buluşturdu.
Festivale, Sinema Onur Ödülü almak için açılışa katılan Paul Schrader ile başladık. Yeni filmi “Entrika”yı sundu. Ardından Güney Kore sinemasının son yıllarda dünyayı kasıp kavuran yaratıcılarından Park Chan Wook geldi, “Ben Bir Robotum Ama Sorun Değil” adlı filmini sunmak üzere. Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Merkezi’nde yapacağı söyleşi için o kadar çok başvuru oldu ki söyleşi Albert Long Hall’a taşındı, orada bile ayakta kalanlar oldu!
Festival izleyicilerinin şansı
Heath Ledger ve Geoffrey Rush’ın oynadığı yarışma filmi “Candy”nın Avustralyalı yönetmeni Neil Armfield’dan Türk delikanlı ile Rum kızın Kıbrıs olaylarının doruğa çıktığı dönemdeki masalsı aşkını anlatan “Akamas”ın Güney Kıbrıslı yönetmeni Panikos Hrisantu’ya pek çok yönetmenle karşılaşmak festival izleyicilerinin ayrıcalığı oldu.
İstanbul Film Festivali izleyicisi; sayısı, sezgileri, seçimleri ve film izleme adabıyla gerçekten müthiş bir kitle. Arada kendini kaptırıp fısıldaşan ya da cep telefonuyla mesajlaşırken renkli, ışıklı ekranıyla çevresindekilerin gözünü rahatsız eden birkaç kişi çıkmıyor değil ama ezici çoğunluğun mum gibi film izlemesi yurtdışından gelen konukların bile takdirini topladı. Üstelik nüfus yapımızla doğru orantılı olarak git gide gençleşiyor festival müdavimleri. Eskisi gibi herkes tanıdık gelmiyor birbirine, yeni kuşak izleyici kitlesi oluşmaya başladı.
Festivalin, hakkında pek yazılıp çizilmeyen ilginç yapımlarını keşfetmeleri, filmleri ticari gösterime girmeyen ama festivalde beğenilen yönetmenleri hatırlayıp yeni filmlerine rağbet etmeleri, sineması en kılçıklı filmleri bile sabırla izleyip üzerlerine kafa yormaları da ayrıca takdire değer. Bu gençleşme ve seçkinleşmenin bir göstergesi de Radikal’in Halk Ödülü. Nuri Bilge Ceylan’ın “İklimler”inin 11.00 matinesindeki gösteriminde salonun hıncahınç dolmasından belliydi ödülü alacağı.
Uluslararası Yarışma’da ise Kürtlerin üç ülke arasında bölünmüş yaşamlarından doğan sürekli sınır aşma zorunluluğunu anlatan Bahman Ghobadi’nin “Yarım Ay”ını tercih etmeleri de dokunaklı.