SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Huzur İçin Arın

Sürekli sıkıntılarla mı boğuşuyorsun, sürekli savaş, mücadele halinde misin, daldan dala mı atlıyorsun, hâlâ ne istediğini bilmez bir kaos içinde misin? Arın, arın, arın... Zihnini, kalbini, bedenini arındır. İçinde dön, içine bak korkularla, olumsuz düşünce ve olumsuz inançlarla dolmuş kabına bak. Korkutucu gelebilir, zor gelebilir ama istersen bakabilirsin ... İnan bana, aslında korktuğun kadar değil çünkü zaten dışarıya bakıyorsun, orası da çok eğlenceli değil. Ama içindeki karanlığın bir yerlerinde yanan ışığı görünce onu büyüterek dışarıyı da aydınlatabileceksin.

"Kabın" dediğim yer düşüncelerin, duyguların barındığı bedenin; ama sen kabın kadar değilsin, bir de ruhun var. Kabından çok daha fazlası. Ruhuna ulaşmak için olumsuz duygu ve düşüncelerden arınmalısın. Ruhun zaten tertemiz, orada seni bekliyor.

Her türlü yargın, korkun, öfken, henüz bırakamadığın ve sana acı veren geçmişin, hepsi içini, kabını kirletiyor. Bu kirlilik, üstünde ağırlık, mutsuzluk yaratıyor, bedenini hasta ediyor. Geçenlerde bir danışanım, safra kesesi ameliyatı olmuştu ve sorunu yediklerine bağlıyordu. Oysa boşandığı eşine biriktirdiği kinin, sindirememenin yansımasıydı. Zihninin sindiremediği, kin duygularının tahribatı bedeninin en zayıf bölgesinde can bulmuş, dile gelmişti.

Arınmak, güzel düşünmekle, güzel hissetmekle, güzel dileklerle, hayırlı dualarla, olumlamalarla, hoşgörü ve sevgiyle olur. Bir yandan da bedenine iyi bakmakla, bedenini sevmekle gerçekleşir. Bunları yapmadan, hazır olmadan, lütfen ne olduğu belli olmayan spritüel çalışmalara katılma. Hele depresyon, anksiyete, panikatak gibi rahatsızlıkların varsa hiç katılama. Çok kişi bu durumdan mustarip. Hazır olduğunda güvenilir, doğru bir kişiyle katılırsın bu çalışmalara. Önce kendini dengele, zihnini temizle, güçlü ol, farkında ol. Zaten sonra içindeki ses seni doğru yere yönlendirecektir...

Arın, arın, arın... Sevgiyle arın...

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Yaşam Pusulanız Var mı?

Kararsızlık çeken insanların, yaşam amacını bilmeden oradan oraya savrulan insanların, içinde bulundukları yaşamdan memnun olmayan insanların değerlerinin tam olarak farkında değildir. Kişisel değerlerimiz kişiliğimizin iskeletidir. Yaşam pusulamızdır. Hayatta en çok önem verdiğimiz şeyler bizim değerlerimizi belirler. Hiç durup düşündünüz mü benim değerlerim neler diye? Bu soruya hemen net bir cevap verebilir misiniz?

Kişi, değerlerinin farkındaysa çok daha kolay r verir, kolay seçimler yapar. Tehlike anında, zorluklar ya da karmaşa karşısında ne yapacağını iyi bilir. Bir yaşam felsefesi vardır. Tabii ki bunun için öncelikle kişisel değerlerimizin farkına varmalıyız. Sonra da bu değerlerin gerçekten bize anlam katan, bize hitap eden değerler olup olmadığını yetişkin halimizle tekrar gözden geçirmeliyiz. Belki de bazı değerlerin içeriğini değiştirmemiz gerekiyordur. Çünkü değerler bizler daha çok küçük yaştayken oluşmaya başlar. Yani kafamızın içine girmeye başlar. Ebeveynlerimizin, toplumun, öğretmenlerimizin değerlerini sorgulamadan kendi kişisel değerlerimiz haline getiririz. Bu ne kadar doğru? İşte, şimdi tekrar değerleri gözden geçirip karar vermenin, sonra da değerlerimize uygun davranışlar içinde bulunmanın tam zamanı.

Danışanlarımla değerler çalışmasını yaptığımızda çoğu, ya değerlerinin önceliklerini değiştirir ya da içeriklerini. Sıkıştıkları, kararsız oldukları noktaları kolayca çözerler. Örneğin mutluluğu çok önemli bir değer sayan ve hayatının ilk sırasına koyan bir kişi, haklı olmak adına çok savaş veriyorsa değerleriyle çatışmaya başlar. Veya dürüstlüğün onun için çok önemli bir değer olduğunu söyleyen bir kişi, yakınlarını üzmemek ya da geçerli başka bir sebepten dolayı yalanlar söylüyorsa kendi değerine ters düşen bir tutum içindedir. Ve iç huzursuzluğu vardır. Kendi kendini baltalamaktadır. Ya da sevdiği bir kişiyi birinci değeri olarak görüyorsa ve tüm kararlarını ona göre alıyor, ona göre yaşıyorsa zamanla hem kendine hem sevdiğine zarar veriyordur. Parayı çok önemli bir değer haline getirmiş kişi, bir gün gelecek paranın değer olmadığını deneyimleyecektir. Para ancak sizi değerlerinize ulaştıran bir aracı olabilir. Kendi başına bir değer olamaz.

Kişinin kendi değerlerini ve onun için ne anlama geldiğini bilmesi kadar karşısındakinin de değerlerini bilmesi çok önemlidir. Anlaşmazlıkların çoğu değerler çatışmasından kaynaklanır. İlişkilerde anlaşamamanın ana sebebi, bireylerin birbirlerinin değerlerini bilmemesi ya da değerlerine saygı duymamasıdır.

Eğer bu yazıyı okuyorsanız değerlerinizi tekrar gözden geçirme vakti gelmiştir. Sonra da değerlerinize uygun yaşamak için neleri değiştirmeniz ya da neleri yapmanız gerekiyor diye kendinize sorabilirsiniz. İyi çalışmalar, güzel farkındalıklar... :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Vermeye Programlanmış Kadın ( Kadınlık Kodlamanızı Değiştirin)

Etrafımız saçını süpürge yapmış, kendi hayatını feda etmiş kadınlarla dolu. Hangisi mutlu acaba? Ben hiç bu durumda olup da gözünün içinden mutluluk saçılan, yani gerçekten mutlu bir kadın görmedim. Hepsi bitik, aldatılmış, yalnız kalmış, depresyon içinde, hasta ya da kırgınlık içinde. Başkasına çok fazla vermeye başladığınızda kendinizi unutursunuz. Böylelikle siz zamanla yok olursunuz, kendinizi tüketirsiniz ve bir gün karşınızdaki de sizi yok sayacaktır. Çünkü siz kendinizi yok saymışsınızdır en başta. Eşinin, sevgilisinin ya da çocuklarının hayatlarına kendilerini adayan kadınlar tek bir rol biçerler kendilerine. Oysa hepimizin farklı farklı rolleri vardır bu dünyada. Siz önce bir insan, sonra bir kadın, daha sonra bir eş, çocuğunuz varsa sonra anne olursunuz ve her zaman anne babanızın çocuğu olma rolünüz de vardır. Vakti zamanı geldiğinde tek bir role odaklanıp kendinizi feda etme konumuna geldiğinizde hem kendinize hem karşınızdaki insana kötülük yapmış olursunuz. Onun sizi kullanmasına izin vermiş, onun gelişme ve sorumluluk almasını da engellemiş olursunuz. Kendi varlığınıza gösterdiğiniz saygı azaldıkça, kendinizi arka planlara attıkça görünmez olmaya başlarsınız. Siz kendinizi göremiyorsanız başkası sizi nasıl görsün...

Küçük yaşlardan beri kız çocuklarının bilinçaltına işlenen korkular ve yanlış öğretiler, maalesef kadını vermeye programlamıştır. Sevilmek için, evlenmek için, ahlak için, veren, boyun eğen cici kız modeli. Sürekli vererek fedakârlık yapan kadın, bunu asli görevi olarak görmekte, yaşama bu şekilde tutunmaktadır. Bilinçaltına işleyen korkular; terk edilme, kirlenme,dul kalmak, taciz görmek, dışlanmak, kendi başına başaramamak, eksiklik hissi... Sonuç; acı çekmek

Şu anda başarılı bir kariyeri olmasına rağmen bu yazdıklarımı yaşayan kadınlar bile var maalesef. Aslında fark edilmesi gereken; kadının doğasının vermeye değil almaya programlı olduğu. :) Almak ve üretmek (yaratıcılık). Kadın, erkeği dengeler; erkek de kadını dengeler. Tabii yüzyıllardır kaybolan dengelerin mirası bugünkü durum. Ama şimdi dengelenme zamanı. Erkeğin yeri ayrı, kadının yeri ayrı. Herkes kendi yerini bildiğinde denge kurulur. Dengeyi sağlamak, var olduğunu ortaya koymak için sesini yükseltirsen, savaşırsan, direnirsen, eril enerjini yükseltirsin. Böylelikle dengeyi daha da bozarsın. Dengeyi bulmak için kendi değerinin farkında olmak, almayı kabul etmek, yaratıcılığını, duygularını pozitif yönde kullanmak, sevginin iyileştirici, çözücü ve birleştirici gücünü kullanmak gerekir. Bunun için de önce kendini görmek, kendini bilmek, kendi değerinin farkında olmak gerek... Almak için de önce kendini almaya layık görmek gerekir. :)

Her zaman ne derim? "Dışındaki problemi içinde çözersen dışarıda da çözülür." Dışındaki dişi-eril dengeyi kurmak için içindeki dengeyi bulmalısın. Bu yüzden her insanın içinde ikisi de vardır...

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Dişi Enerjinizi Arttırın

Dişi ve erkek enerjisi, hem kadında hem erkekte var olan bir enerjidir. Günümüzde kadın, güçlü olmak adına eril enerjisini daha fazla kullanarak, kendi doğal bünyesine ters olan durumları kendine çekmektedir. Ya da ezilmişlik, değersizlik hissi gibi duygularla kendini "kurban" kabul ederek, mükemmel yaratıcı enerjisini atıl duruma getirmiştir. Bunda toplumun, yetiştirilme tarzının büyük etkisi vardır. Ama ben bu nedenler üzerinde durmak yerine dişi enerji özellikleri ve nasıl kullanılacağından kısaca bahsetmek istiyorum. Dişi enerji;

sezgiseldir.

içe dönük, duyguların farkındalığı vardır.

süreç odaklıdır.

yapıcı, üretken, yaratıcıdır.

estetik ve akıcıdır.

Dişi enerji, bedenin sol tarafındadır ve içeriye çeken bir akışı vardır. Eril enerji ise dışarıya akan bir enerjidir. Eril akar, koşar, avlar; bu arada dişil çeken, içe alan enerjisi olan kadına ulaşır. Kadın, eril enerjisini çok aktive etmişse onun da enerjisi dışa doğru akar ve eril enerji ona akamaz. Çakışma olur. İşte, bu yüzden bazı kadınların etrafında hep erkekler vardır, her zaman talibi olur. Hatta bir kadına hiç güzel gözükmeyen başka bir kadın, erkekler arasında popülerliğini korur ve siz şaşırırsınız. Nasıl oluyor da bu kadını erkekler beğeniyor diye düşünürsünüz. İşte, o güzellikle değil o kişinin çok fazla dişi enerji taşımasıyla ilgilidir. Dişi enerji kullanmak dişiliğini, seksapaliteyi kullanmakla aynı şey değildir. Kendi merkezini bilen, kendi yaratıcılığını, üretkenliğini kullanan, merkezinde durup kendisine geleni seçen, kabul eden ve sevgiyle kabul eden, onore eden, takdir edendir. Savaşmak, mücadele etmek, direnmek, maddiyata bağlanmak, sertleşmek kadının eril enerjisini yükseltirken dişi enerjisini zayıflatır. Esneklik, hoşgörü, sevgi, yaratmak, üretmek dişi enerjiyi arttırır.

Kadın olmanın zorluklarına odaklanmak, cinselliği reddetmek de dişi enerjiyi bloke eder. Artık tüm dünyanın kadın enerjisinin yükselmesine ihtiyacı vardır. Barış için, sevgi için, doğa için, aşk için... Kadın olmak, erkek olmak bir üstünlük değildir. Bir bütünlüktür. Şimdi, dişi enerjiyi fark etme ve onu kullanma zamanıdır. Hem kendiniz için hem dünya için.

Kendinize daima dişi enerjinizi hatırlatın. İnsanlığın üreme şekline baktığınızda durum size ne konumda olduğunuzu hatırlatsın. Kadında bir yumurta çatlar ve bekler, kendini 24 saatliğine ortaya koyar ve bu sürede milyonlarca sperm yarışarak tek bir yumurtaya talip olur. :) Bunu her zaman hatırlayın, dışarıda da durum böyle olmalıdır aslında. Kadın, kendi merkezinde durmalı ve ona yönelen eril enerjilerden kendi için en güçlü olanın kazanması için beklemeli. Sonra da kazananı onurlandırabilirsiniz. Burada yarış gibi gözüken durum erkeğin sizin için bir şeyler yapmasına izin vermenizidir. Eğer "Arzu Hanım kimsenin bir şey yaptığı yok" diyorsanız, demek ki eril enerjiniz çok yüksek. :) Hemen çalışmaya başlayın. :) Önce kadın olmaktan onur duymakla başlayabilirsiniz...

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Sağlıklı Bir İlişki İçin Siz Ne Veriyorsunuz?

İlişkiler bir sunumdur. Herkes kendisinde ne varsa onu sunar. Farkında olsun ya da olmasın. Neyse o... Şimdi kartları görelim... Sizde ne var?

İlişki beklentisinde olan pek çok kişi (veya ilişkisinin düzelmesini bekleyen kişi) karşısındakinin kendisine bir şeyler vermesini, hayatına bir şeyler katmasını bekler. Bana mutluluk versin, aşk versin, saygı versin, muhabbet versin, sevgi versin, maddiyat versin vs... Peki hiç düşündünüz mü; siz karşı tarafa ne vereceksiniz, ne sunacaksınız? Herkes kendisinde olanları sunar ve kendisinde olmayanların karşıdan sunulmasını bekler. Ama durum hiç de böyle gelişmez. Sizde olmayanı bir şeyi, başka biri size en fazla geçici olarak, yapay olarak verebilir. Başkasından istediklerimiz, beklentilerimiz genelde bizde var olmayandır. Ve onları tamamlayacak, kalıcı olarak sahip olacak kendimiz oluruz.

Hadi, bugün karşı tarafı bırakıp kendi elimizde neler var, biz bizde olan neyi karşı tarafa sunabiliriz onun farkındalığını yaşayalım. Nasıl mı? İşte şöyle:

Kendinizi tam hissettiğiniz güzel yanlarınızı, değerlerinizi, erdemlerinizi, tüm güzelliklerinizi bir kâğıda yazın. Bakın bakalım sizin elinizdeki kartta neler var. Sizinle birlikte olan kişi sizinle neyi paylaşabilir, neyi düşünebilir, neyi hissedebilir? Sonra karşı tarafa geçin ve kendinize şu soruyu sorun: "Ben karşı cins olsam .... (isminiz)'u eş olarak seçer miyim?" Cevabınız net bir "evet" ise güzel. Sonra ikinci adıma geçin, karşı taraftan beklentilerinizin hepsi sizde de var mı? ''Evet'' ise istemeyi bırakın; çünkü zaten istenecek bir şey yok, her şey yolunda! :) Sizde var olanın tadını çıkarın. :) Cevabınız "hayır" ise size verilmesini istediklerinizi kendinize vermek için çalışın.

Eğer ilk soruya cevabınız ''hayır'' ise; yani kendinizi eş olarak tercih etmiyorsanız hemen kendinize olan bakış açınızı değiştirin. Kendi üzerinizde çalışarak kendinizi sevin. :) Kendini sevmeyen, kendini tercih etmeyen bir insanı başkası niye tercih etsin? Edebilir tabii ki; ama sizin istediğiniz sonuçları getirecek şekilde olmaz. Evet, her şey seninle başlar ve seninle biter. Sen yoksan hiçbir şeyin anlamı olmaz. Yok olmak, sadece ölüm anında olmaz, yaşarken de yok olabilir insan. Bedenin içini doldurmak gerekir, güzelliklerle, sevgiyle, ışıkla, sağlıkla... Öyle bir dolmalı, öyle bir olmalı ki insan aynaya baktığında o kendi güzel gözlerindeki ışığı görebilmeli, kendine samimi bir şekilde gülümseyebilmeli... :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Beynimizdeki Pencereler

Hepimizin kendi kafasından dünyaya açılan bir penceresi vardır ve o pencereden dünyayı seyrederiz, kararlar alır, yorumlar yaparız, yargılar ve tepkiler veririz. İşte bu pencerenin sınırları da her birimizin yaşam kalitesini belirler. Dar penceresi olan insanlar, çok kısıtlı alanları görür, tek tip yorumlar yapar. Dünyayı o pencereden nasıl görüyorsa gerçekliği de odur. Gerisi onun için yoktur. Daha farklı olabileceğini bilse bile kendisi için kabulü odur. Sahip olduğu pencereyi genişletmek ya da başka bir pencere daha açabilir miyim acaba diye sormak bile istemez. Yıllarca baktığı pencereye o kadar alışmıştır ki o pencerenin önünden ayrılmak istemez. Buna "direnç" denir. Neye direniyorsanız onun büyümesine, daha da gözünüze batmasına izin verirsiniz.

Nasıl ki evinizin farklı pencerelerinden farklı manzaralar gözüküyorsa zihin pencerelerimizden de farklı manzaralar, farklı anlamlar gözükür. Hatta aynı pencereden bakıp farklı manzaralar görebilmemiz bile mümkün. Niye; çünkü evin o penceresinden ben bakarken kendi zihin penceremle bakarım, siz de kendi zihin pencerenizden bakarsınız ve manzara değişir.

Geçenlerde sosyal medyada bununla ilgili bir video paylaşmıştım, belki seyredenleriniz vardır. Görmemiş olanlar için kısaca anlatmak isterim. Hastane odasında iki adam yatar. Biri duvar kenarında, biri pencere kenarında. Pencere kenarında yatan adam, duvar kenarında yatan adama her gün dışarıda neler olduğunu anlatır. "Bugün parkta çocuklar oynuyor, bisiklete binen çocuğun dedesi ona balon aldı, çocuk çok mutlu. Bugün güneş çok güzel parlıyor, bir bando takımı geldi, herkes onları alkışlıyor. Kuşlar daldan dala konuyor..." gibi güzellikleri arkadaşı için aktarır. Duvar kenarındaki adam, pencere kenarındaki yatağın kendisinin olmasını ister. Hem arkadaşının anlattıklarını zevkle dinler hem de o yatağın sahibi olmak için içten içe kıskançlık besler. Bir gece, pencere kenarındaki adam çok fenalaşır, doktoru çağıracak gücü yoktur ve diğer adam yatağın başındaki düğmeye basıp nöbetçi doktoru çağırabilecekken onu duymazlıktan gelir. Ve adam sabah yatağında ölü bulunur. Duvar kenarındaki adam, hemşireye pencere kenarındaki yatağa geçmek istediğini söyler ve hemşire "tabii ki" der ve yatağını taşır. Adam pencere kenarına yattığında büyük bir keyifle perdeyi açar; fakat bir de ne görsün! Pencereden gözüken ne bir park ne de güneş vardır. Pencere duvara bakıyor. "Nasıl olur, burada bir park vardı arkadaşım her gün bana olup biteni anlatırdı" diye haykırır. Hemşire adam dönüp "beyefendi nasıl olur, sizin arkadaşınız görme engelliydi, bu zaten mümkün değildi" der. Herhalde daha fazla şey söylemeye gerek yok. :)

Eğer mutsuzluk, sıkıntı varsa kafamızın içindeki pencereleri değiştirmemiz, çoğaltmamız ya da tozunu almamız gerekebilir.

Sizin için şu an hayatınızda hangi konu sıkıntılıysa bugün farklı bir pencereden bakmayı deneyebilirsiniz. "Bunun nesi iyi, bu olay ya da kişi bana ne öğretmeye çalışıyor, benim hangi yanıma ayna tutuyor" ya da "bu sorunun üstesinden gelen insanlar acaba hangi pencereden bakıyorlar" sorularına cevap bularak başlayabilirsiniz.

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Affederek Sağlığınıza Kavuşun

Küçük Mustafa, bir an kendini bahçede buldu. Tam beş yaşındaydı, öylece bakıyordu kendisine. "Ne görüyorsun gözlerinde" diye sordum. "Acı" dedi. "Neyin acısı" diye sordum. "Babamın bizi bırakıp gitmesinin, terk edilmenin acısı" dedi. "Başka ne görüyorsun" dedim. "Öfke" dedi. "Neyin öfkesi" dedim. "Babama duyduğum öfke" dedi ve gözlerinden 30 yıldır tutuğu, sakladığı yaşlar boşaldı... Tıpkı küçük Nilay'ın kendisini evin banyosunda bulduğu gün gibiydi acının havaya karışması. Nilay da kardeşinin gelmesiyle dışlanmışlığın, değersizliğin acısını biriktirmişti içinde yıllarca. Unuttum sanmıştı halı altına süpürdüğü acı anıları. Ama şimdi çıkıvermişti karşısına on yaşındaki halinin kocaman açılmış korku dolu gözlerini görünce... İkisi de aslında yıllardır bir şeylerin ters gittiğini biliyordu. Ama sebebini bilmiyorlardı. Mustafa bastırdığı öfkesinin gizliden gizliye hayatını yönettiğinin farkında değildi. Hep bir yük hissediyordu kalbinde ama neyin yüküydü bilmiyordu. Çünkü hep dışarıya bakıyordu, sorunu, suçluyu ya da çözümü hep dışarıda arıyordu. Kendisini korumak için çok kalın bir kabuk kaplamıştı her yerini. Kimsenin hayatına yaklaşmasına izin vermiyor, insanlardan kaçıyordu, bazen de görünmez olmak istiyordu. Nilay da öyle. Sanki herkes ona karşıydı, hiç kimse ona değer vermiyordu. Sanki yaşı ve bedeni büyüdükçe değeri daha da küçülüyordu. Dışarıya bakan iri gözlerinin arayışı acaba bugün kim bana ne yapacak endişesiyle doluydu yıllarca...

Ama şimdi hayatları bambaşka... :) Çünkü ikisi de içlerinde biriktirdikleri ve hayatlarını yöneten blokajlarıyla yüzleşip çözülmeler yaşadı. İçlerindeki çocukla kucaklaşıp, geçmişlerini salıverdiler. Küçük Mustafa babasını, küçük Nilay da kardeşini, annesini ve babasını affetti. Bunlardan daha önemlisi kendileriyle barıştılar, kendilerine sevgi ve değer verdiler.

İşte, bunun gibi şahit olduğum yüzlerce gerçek hikâye anlatabilirim size. Arınmak, bağışlamak, geçmişin olumsuz izlerinden kurtulmak kişiyi özgürleştiriyor. Sizinde hâlâ içinizde annenizle, babanızla ya da kardeşlerinizle ilgili blokajlarınız varsa onları bir an önce çözümleyin. Kendinizi de onları da affedin. Özgürleşin, arının; sonra bakın bakalım hayatınız nasıl da değişmeye başlıyor, nasıl da sağlığınıza kavuşuyorsunuz. :)

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

Mutluluk İçin Seçim Yapabilirsiniz

Siz de çabuk vazgeçenlerden misiniz? ''Aslında yapmak istediğim, değiştirmek isteğim bir sürü şey var ama başladıktan sonra ya da başlamadan vazgeçiyorum'' der misiniz? Eğer böyle diyorsanız okumaya devam edin. Yok, ben tuttuğumu koparıyorum diyorsanız belki bu yazıyı ihtiyacı olan bir dostunuzla paylaşırsınız :)

Aslında her vazgeçiş bir seçimdir. Her an bir şeyleri seçeriz. Neyden vazgeçiyorsanız bakın bakalım onun yerine neyi seçiyorsunuz? Size cazip gelen ne? Neden cazip geliyor, sorun kendinize. Artık cesur olma zamanı... Kendinizle yüzleşme zamanı...

İnsan denen varlık yani biz, alışkanlıklar toplamıyız. Alışkanlıklarımıza göre seçimler yaparız. En basitinden egzersiz yapmaya bir türlü başlayamıyorsanız oturmayı seçiyorsunuzdur. Oturmak kolaydır, oturmak da hareketsizlik de bir alışkanlıktır.Pastayı mı seçiyorsunuz, salatayı mı? Sağlıksız beslenmek de bir alışkanlıktır.Mutlu olmak da bir alışkanlıktır. Düzenli olarak tekrar edilen her şey zamanla alışkanlığa dönüşür ve çok kolay bir davranış olur bizim için. Çünkü otomatik pilotumuza bağlamışızdır o davranışı. Her alışkanlığın da bir getirisi, bir sonucu vardır. Eğer bu sonuç size hizmet etmiyorsa, zarar veriyorsa seçim hakkınızı farklı yönde kullanarak yeni bir alışkanlık elde etmek için adım atabilirsiniz. Hani o vazgeçmeden seçmek istediğiniz şey her ne ise onu en az 21 gün boyunca seçin. Her gün kendinize neyi seçeceğinizi hatırlatın.

Belki ihtiyacınız motivasyondur. O zaman yapacağınız yeni seçimin size ileride getireceği sonucu hayal edin. Bir yere en az 20 madde kazançlarınızı yazın. Size yeni seçiminiz ne sağlayacak, ne getirecek, nasıl birisi olacaksınız, hayatınızda ne değişecek, yazın. Her gün gözünüzün önünde dursun bu liste. Kendinize her gün hatırlatın. Gülümseyin ve seçiminizi yapın.

Hayatı yaşamak sadece nefes almak değildir. Öğrenmek, keyif almak, üretmek, fayda sağlamak, keşfetmek, arınmaktır... Bir insanın yaşam kalitesini en çok yaptıkları, alışkanlıkları belirler. Belki de bugün yeni bir alışkanlık yaratmaya başlamanın tam da zamanı. En iyi zaman ŞİMDİ'dir.

-Sağlık beslenmeyi

-spor yapmayı

-olumlu düşünmeyi

-mutlu olmayı

-gülümsemeyi....

Sen bugün neyi seçmeye başlayacaksın?

Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu

NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.