SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Gıda Katkı Maddeleri

Gıda Katkı Maddeleri

Gıda katkı maddeleri ile ilgili yazmaya karar verdiğimde okuduğum her makalede, her yazıda umutsuzluğum arttıda arttı. Günlerdir debeleniyorum kendimi ve sizleri rahatlatıp çaresizlikten uzaklaştıracak ve bilinçlendirecek birşeyler yazabilmek için. Gıda katkı maddelerine aşağıda okuyacağınız gibi mecburuz. Ama her geçen gün güncellenen çalışmalar ve bilgiler ışığında bazı maddeleri tümüyle hayatımızdan çıkarmamız , güvenilirliği gösterilmiş olanları ise kararınca kullanmamız kaçınılmazdır.

Ksenobiyotik Nedir?

Ben bu yazıda öncelikle ksenobiyotik kavramından bahsetmek istiyorum. Kseno Yunanca’dan gelmiş yabancı anlamına gelen bir sözcüktür. Ksenobiyotik ise besin olarak alınan gıdalar dışında , değişik yollarla vücuda giren maddelerin tümü için kullanılan bir terimdir. Ksenobiyotik bazen gıda katkı maddesi, bazen ilaç, bazen kozmetik , bazen de çevresel veya endüstriyel atıklar olabilir. Ksenobiyotiklerin büyük bölümünü gıda katkı maddeleri (food additives) oluşturur. Dahil olduğu biyokimyasal gruptanda anlaşıldığı gibi bu gıda katkı maddeleri vücudumuz tarafından yabancı olarak kabul edilir.

Gıda Katkı Maddesi Nedir?

Normalde gıdanın bileşiminde bulunmayan, tek başına gıda olarak tüketilmeyen, üretim aşamasında herhangi bir amaç için gıdalara karıştırılan maddelerdir. Gıda katkı maddeleri de diğer tüm ksenobiyotikler gibi vücutta çeşitli biyokimyasal basamaklardan geçerler . Dolayısı ile kabul edilebilen miktarlar ve formüller dışında kullanılırlarsa bu biyokimyasal olaylar sonucunda toksik maddelere dönüşerek vücudumuza zarar verebilir.

Günümüzde 5000 den fazla sayıda gıda katkı maddesi bulunmaktadır. Gıda katkı maddeleri üretim şekline göre doğal, doğala özdeş ve yapay olmak üzere üç çeşittir. Doğal olanlar vitaminler, mineraller ve doğal aromalardır. Yapay olanlar ise asitliği düzenleyiciler, tatlandırıcılar, emülgatörler, antioksidalar vb. fonksiyonel gıda katkılarıdır

Gıda Katkı Maddelerinin Güvenilirliği:

Gıda katkı maddelerinin güvenilir kullanım şekilleri, hangi besinlerde hangi oran ve miktarlarda kullanılacağı ve standartları Gıda Kodeks Komisyonu (CAC) , Katkı Maddeleri Uzmanlar Komisyonu (JECFA, ) ABD Gıda İlaç Dairesi (FDA) gibi uluslararası kuruluşlar tarafından belirlenmektedir. Ülkemizde ise bu uluslararası kuruluşların ve bizdeki çalışmaların verileri doğrultusunda düzenlenen Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği kullanılmaktadır. Bu kuruluş ve komisyonlar aracılığı ile yapılan hayvan çalışmalarında gıda katkı maddelerinin kabul edilebilir günlük kullanım miktarı, maksimum kullanılabilecek miktarları ve toksik dozları belirlenir.

Çok çeşitli gıda katkı maddeleri vardır. Bundan ötürü oluşabilecek karmaşıklığı önlemek için uluslararası bir kodlama sistemi geliştirilmiştir. . Bu kodlamada gıda katkı maddelerini temsilen E simgesi kullanılır. Yanına eklenen üç basamaklı sayı ise kullanılan maddenin fonksiyonel sınıfını gösterir. Örneğin E-102 gıda boyası olarak kullanılan Tartrazin’ in kodudur.

Gıda ambalajlarında kullanılan katkı maddesinin işlevi ile beraber E kodunun veya işlevi ve adının yazılması zorunludur. E kodunun varlığı bu maddeye ait tüm güvenilirlik çalışmaların tamamlandığını gösterir.

Ayrıca bu maddelerin sağlığımızı olumsuz etkilememesi için bir günde alınmasına müsade edilen maksimum miktarlarda belirlenmiştir. Her katkıya ilişkin bir ADI değeri yani kabul edilebilir günlük kullanım miktarı vardır.

Gıda Katkı Maddelerinin Bilinen Ve Kabul Edilebilir Kullanım Amaçları :

1)Gıdaların raf ömrünü uzatmak

2)Gıdaların tat, koku ve görünümünü güzelleştirmek , korumak

3)Gıdaların işlenmesi ve saklanması sırasında besleyici özelliklerini kaybetmesini önlemek

4)Gıdaların kullanılabilir olmasını sağlamak ve bu özelliklerini korumak (örneğin kıvam arttırıcılar)

5)Gıdalarda hastalık yapıcı mikroorganizmaların gelişimini ve oksidasyonunu önlemek

6)Gıda hazırlanmasını kolaylaştırmak

Gıda Katkı Maddeleri Konusunda Kararsız mısınız?

Günümüz insanı çoğunlukla şehirlerde yaşamakta ve mecburen hazır gıda kullanmaktadır. Gıdalara bazı katkıların eklenmesi insan sağlığını korumak, gıdaları ulaşılabilir ve tüketilebilir kılmak için zorunludur. JECFA tarafından onaylanan, Türk Gıda Yönetmeliği’ne uygun olan ve dolayısı ile E kodu bulunan katkı maddelerinin izin verilen şekillerde kullanılması sakıncalı değildir. Tabi ki yine bu kuruluşlar tarafından belirlenen, günlük kabuledilebilir kullanım miktarlarını aşmamalıyız.

Gıda katkı maddeleri ile ilgili bir yargıya varmadan önce tıp biliminde çoğu zaman yol gösterici olan kar/zarar dengesini gözetmezini öneriyorum. Kar/zarar dengesi dikkate alındığında gıda katkı maddeleri ilavesinin insan sağlığı için daha tehlikeli olabilecek çok sayıda olayı engellediği , besinlere ulaşılabilirliği arttırarak yaşamı kolaylaştırdığı görülecektir.

Ancak tüm denetlemelerden geçmiş, ADI değerine uygun tüketilmiş olsa bile bazı katkı maddeleri özellikle duyarlı kişilerde alerjiye yol açabilir , migren, gut, barsak hastalıkları , hiperaktivite gibi durumları tetikleyebilir.

Bazı katkı maddelerinin kanser oluşturma riskine gelince çevremizde onlarca kanserojen etkisi kanıtlanmış ajan varken ve vazgeçebileceklerimizi bile hayatımıızda tutuyorken gıda katkı maddelerinin kullanımına ait risklerin fazla abartıldığını düşünüyorum.

Paraselsus’a ait “Tüm maddeler zehirdir , ilacı zehirden ayıran dozdur. “ sözü ile sizleri düşünceleriniz ile başbaşa bırakıyorum

Sağlıkla kalın ...

Yazının devamı...

KANSER TARAMA TESTLERİ

KANSER TARAMA TESTLERİ

Bu yazımda kanserin dünyadaki ve ülkemizdeki hızlı artışından o an için ürküten ama sonrasına hayatımıza olduğu şekilde devam ettiğimiz sayısal verilerden bahsetmeyeceğim . Onun yerine kanserli dokunun çok hızlı büyüdüğünü ve bu büyümeye engel olmamız için tümörün erken tespitinini önemli olduğunu anlatmaya çalışacağım.

Klinik olarak tespit edilebilen en küçük tümör boyutu 1 santimetreküp civarındadır ve bu boyuta ulaşması için DNA’sı hasarlı ilk kanser hücresinin 30-35 kez bölünmesi yeterlidir. Ve sonrasında bir santimetre küp boyutundaki bu tümör kitlesinin içindeki tüm hücreler 10-15 kez daha hep beraber bölünürse tümör iyileşmenin zorlaşacağı bir boyuta ulaşmış olur. Bu nedenle bu hızlı ve kontrolsüz sürecin bir an önce farkedilmesi ve tedavi ile hücre bölünmesinin engellenmesi kritik öneme sahiptir.

Kanserler erkenden tespit edip, erkenden tedavi edilirse bu savaştaki başarı ve tümüyle iyileşmiş bireylerin sayısı gittikçe artacaktır. Erken tanı için etkinliği çokça çalışma ile kanıtlanmış kanser tarama testleri vardır. Bu tarama testlerini belirtilen zamanlarda ve ayrıca önerilen bazı özel durumlarda mutlaka yaptırmamız gereklidir.

Tarama testlerinin amacı kanser vücutta henüz hiçbir belirti ve bulgu oluşturmamışken kişi tümüyle sağlıklı iken kanserin tespit edilmesidir. . Bu testler ile beraber kişinin aile öyküsü, geçmişi, mesleği vs. değerlendirilerek bir kişiye özgü risk analizi yapılır ve bunlara göre bir takip-tedavi stratejisi belirlenir.

Ülkemizde kadınlarda en sık görülen kanserler sıklık sırasına göre meme, rahim, tiroid ve kalın barsak kanseridir. Erkeklerde en sık görülen kanserler ise sırasıyla akciğer , prostat ve kalın barsak kanseridir. Bu kanserler içinde tarama testlerinin en yararlı olduğu kanser türleri ; meme kanseri, rahim kanseri ve kalın barsak kanseridir.

Meme kanserini erkenden tespit etmek için kullanılan tarama testleri ve yapılması gerekenler:

-20 yaşından sonra her ay adet dönemi sonrası ilk banyoda yapılan kendi kendine yapılan meme muayenesi

- 20-40 yaşları arasında iki yılda bir, 40 yaşından sonra ise yılda bir kez doktorun yapacağı klinik meme muayenesi

- 40 yaş üzerinde yılda 1 kez mamografi çekilmesi ( Mamografiye doktorun önerisi ile meme ultrasonografisi eklenebilir.)

- Ailesinde meme kanseri öyküsü olan yüksek riskli bireylerde doktorun belirleyeceği sıklıkta MR incelemesi

-Aile öyküsü olanlarda BRCA-1 ve BRCA-2 adı verilen genlerin araştırılması

Rahim kanserini erkenden tespit etmek için kullanılan tarama testleri ve yapılması gerekenler:

-20 yaşından sonra her yıl kadın-doğum doktoru tarafından yapılacak jinekolojik muayene

-Yine 20 yaşından sonra üç yılda bir kez (tercihen yılda bir kez) pap- smear ya da sıvı bazlı smear testi

-Beş yılda bir HPV (insan papilloma virüsü) testi ( HPV’nin kansere sebep olan tipleri pozitif bulunursa kolposkopi yapılır.)

Kolon kanserini erkenden tespit etmek için kullanılan tarama testleri ve yapılması gerekenler:

-50 yaşından sonra yılda bir kez dışkıda gizli kan aranması testi

-50 yaşından sonra beş yılda bir kez sigmoidoskopi. polip vs var ise biyopsi yapılması

-50 yaşından sonra on yılda bir rektal muayene, kolonoskopi ve /veya kolon grafisi. (Polip, lezyon vs var ise biyopsi yapılması)

-Kanda karsinoembriyojenik antijen (CEA) düzeyinin ölçülmesi : CEA ölçümü erken tanıda ama en çokta tedavinin takibinde kullanılır.

-3 yılda bir kez dışkıdan DNA analizi:

-Sanal kolonoskopi (Kalın barsaklar hava ile doldurularak bilgisayarlı tomografi çekilir ve kolon içinde üç boyutlu görüntüler elde edilir. Bu görüntülerde bir şey tespit edilir ise kolonoskopi yapılır. )

Prostat kanserinierkenden tespit etmek için kullanılan tarama testleri ve yapılması gerekenler:

-50 yaşından sonra her yıl rektal muayene yaptırılması ve

-Yılda bir kez kanda prostat spesifik antijen (PSA) miktarının ölçülmesi

-Ailesinde prostat kanseri olanlarda tarama testlerine 40 yaşında başlanır.

Bu tarama testlerini özel hastanelerde yaşa ve cinse göre belirlenmiş check-up programlarından size uygun olanını seçerek ya da kamu hastanelerinde kurulmuş olan KETEM (Kanserde Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezi) birimlerinde yaptırabilirsiniz .

Sağlıkla kalın!

Yazının devamı...

İnsülin Direnci Şişmanlığa , Şişmanlık İnsülin Direncine Neden Olur!!

İnsülin Direnci Şişmanlığa , Şişmanlık İnsülin Direncine Neden Olur!!

İnsülin Nedir?

İnsülin pankreasta üretilerek salınan ve görevi kan şekerini düşürerek normal sınırlarda tutmak olan bir hormondur. Kan şekeri yükseldiğinde insülin salınımı artar ve vücutta glukoz kullanım mekanizmaları çalışmaya başlar. Diğer hormonlar gibi insülininde hedef organda etkisini gösterebilmesi için reseptör dediğimiz aracı bir moleküle bağlanması gerekir. Tabi ki bu saydıklarımız herşeyin yolunda gittiği durumlarda geçerli. Peki herşey yolunda gitmez ise ne olur?

İnsülin Direnci

İnsülin direnci denilen olayda insülinin bağlanacağı reseptörlerin sayısı azalmış veya yapısı bozulmuştur. İnsülin düzeyi yeterli olduğu halde etkisini gösteremez. Bu durumda kan şeker düzeyini dengelemek için pankreastan daha fazla insülin salgılanır ve buna rağmen gerekli mekanizmalar çalışmaz . Aynen insülin eksikliğinde olduğu gibi vücudun glukoz kullanım mekanizmaları bozulur , kan şekerinde dalgalanmalar görülür ve ileri evrelerde kan glukoz düzeyi artar.

İnsülin direnci kalıtımsal geçiş gösterir, kadınlarda daha sık görülür.

Yağ Dokusundan Salınan Bazı Adipokinler İnsülin Direncine Neden Olur!

İnsülin direncine en çok sebep olan adipokin adı verilen ve yağ dokudan salınan bazı maddelerdir. Özellikle abdominal yağ dokusu bu maddelerin asıl kaynağıdır. Yağ dokusu artışı insülin direncine, insülin direncide yağ dokusu artışına yani obeziteye neden olur. Bu kısır döngü sonucunda birçok organı etkileyen metabolik sendrom , tip 2 diyabet, ateroskleroz ve diğer kardiyovasküler hastalıklar oluşur.

İnsülin Direnci Nedenleri:

1)Genetik faktörler

2)Polikistik over sendromu

3)Anne karnında yetersiz beslenme

(Hamilelik döneminde yetersiz beslenen annelerin çocuklarında ileri yaşlarda insülin direnci oluşmaktadır.)

4)Yetersiz fiziksel aktivite , sedanter yaşam

5)Kilolu olmak

6)İleri Yaş

İnsülin Direncinin Belirtileri :

-Kilo artışı

-Zor kilo verme

-Çabuk acıkma

-Sık tatlı yeme isteği

-Bel çevresinin kalınlaşması

İnsülin Direncinin Tanısı :

Çeşitli biyokimyasal testler ile tespit edilebilir. Ancak en kolay ve en sık kullanılan yöntem ‘insülin direnci testi’ olarak bilinen HOMA indeksidir. HOMA indeksinin hesabı için 8-10 saatlik açlıktan sonra alınan kanda ölçülen insülin ve glukoz düzeyleri kullanılır. Hesaplanan değerin 2,5 üzerinde olması insülin direncini gösterir.

İnsülin Direncinin Tedavisi:

-Diyet, kilo kaybı (Vücut ağırlığının % 5-10 unu kaybetmek bile insülin direncini azaltır. )

-Fiziksel aktivite ,egzersiz ( Günde 45-60 dk fiziksel aktivite vücuttaki hücrelerin insülinin etkisine daha duyarlı hale gelmesine, dolayısı ile insülin direncinin kırılmasına neden olur. )

- Sigaranın bırakılması

- İnsülin duyarlılığını arttıran ilaçlar

Yazının devamı...

Diyabeti tanıyın ve hastalığınızı kendiniz yönetin

Diyabeti Tanıyın Ve Hastalığınızı Kendiniz Yönetin !

-Şeker hastalığı (diyabetes mellitus) nedir?

Diyabet , kan şekerini düzenleyen insülin hormonunun eksik olmasına veya yeterli olduğu halde hedef organlarda etki gösterememesine bağlı olarak kan şekerinin yükselmesi ile karakterize, ömür boyu devam eden kronik ve ilerleyici bir hastalıktır. Diyabette vücut karbonhidrat, yağ ve proteinlerden yeterince faydalanamaz ve eğer hastalığın takip ve tedavisi düzenli yapılmaz ise ilerleyen dönemlerde göz, böbrek, sinirler , kalp-damar sistemi başta olmak üzere nerdeyse tüm vücut etkilenir, kalıcı sekeller ve hatta ölüme bile neden olur.

Diyabetik hastalarda görülen belirtiler nelerdir?

Çok su içme, sık idrara çıkma, çok yemek yeme ve buna rağmen kilo kaybı, iyileşmeyen yaralar, halsizlik, ağız kuruluğu diyabette en sık görülen belirtilerdir.

Diyabetin kaç tipi vardır?

Diyabetin başlıca iki tipi vardır. Birincisi tip 1 diyabet olarak bilinir. Bunda pankreastan insülin salınımı azalmış veya kalmamıştır. Bu diyabet şekli genellikle çocuklarda ve gençlerde ortaya çıkar.

İkincisi ise tip 2 diyabet olarak bilinir bunda insülin vardır ama insülin etki gösterememektedir. Şişmanlık ve yanlış beslenme sonucu ileri yaşlarda ortaya çıkar. Hastalar genellikle 40 yaş üzerindedir ve bu hastaların ailelerinde de diyabet hastalığı vardır.

Ayrıca gebelikte ortaya çıkan gebelik diyabeti vardır.

Bir kişinin şeker hastası olduğu nasıl anlaşılır?

Diyabetin erken ve doğru tanısı, tipinin belirlenmesi hastalığın gidişatı açısından çok önemlidir. Şeker hastalığı yukarıdaki belirtilerden şüphelenerek veya tesadüfen yapılan kan tahlilinde şeker düzeyi yüksek bulunursa tespit edilebilir . Ayrıca idrar tahlilinde de idrarda şeker bulunduğu tespit edilirse yine bizi şeker hastalığına yönlendirir.

Diyabet tanısı için ilk etapta yapılacak kan testleri şunlardır:

1) Açlık Kan Şekeri Ölçümü : En az sekiz saatlik açlıktan sonra alınan kanda bakılan kan şekeri değeridir.

2) Tokluk Kan Şekeri : Herhangi bir zamanda ölçülen kan şekeridir.

3) Glukoz yükleme testleri : Kişiye ağızdan glukoz içirilerek belli aralıklar ile kan şekerinin ölçülmesidir. Açlık kan şekeri ve diğer testlerle aşikar diyabet tespit edilmiş ise yükleme testlerine gerek kalmayabilir.

4) HbA1c testi: Hem tanı koyduran hem de tedavi ve diyetin takibinde kullanılan bir testtir. HbA1C aracılığı ile son 2-3 aylık ortalama glukoz değeri tahmin edilebilir. Bu test gün içindeki, günler arasındaki şeker artış ve azalışlarından , yapılan egzersiz ve yenilen yemek miktarından etkilenmeden objektif ortalama bir değer verir.

Kan şekeri ne kadar ise diyabet tanısı konulur?

Normalde kan şeker düzeyinin kişi aç iken 100 mg/dl altında olması gerekir. Sekiz saatlik açlıktan sonra yapılan kan tahlilinde kan şeker düzeyi 126 üstünde ise veya günün herhangi bir saatinde alınan kanda ölçülen kan şeker düzeyi 200 mg/dl üzerinde ise bu kişi şeker hastasıdır denilir.

Gizli şeker ne demektir?

Gizli şeker denilen durumda hastanın açlık kan şekeri normalden yüksektir ama kesin diyabet hastası değildir. Kan şeker düzeyinin 100’den yüksek 126’dan düşüktür. Yapılan çalışmalarda bu kişilerin yüzde 11’ inde 10 yıl içinde diyabet geliştiği saptanmıştır. Yani gizli diyabet için diyabet öncesi dönem tabirini kullanabiliriz. Tıp dilinde bu durum için bozulmuş kan glukozu terimi kullanılır. Bu kişilere açlık kan şekeri tahlili yanında şeker yükleme testleri de yapılmalıdır.

Diyabet tanısı konulan hastalar takip için hangi testleri yaptırmalıdır?

Bu hastalar doktorlarının önerdiği sıklıkta kendi şeker ölçüm cihazları ile ve kimi zamanda hastane laboratuvarlarında kan şekerlerini ölçmeli ve kayıt altına almalıdırlar. 3 ayda bir ise HBA1c testi yaptırmalıdırlar .

Ayrıca hastalığın organları, damarları, sinirleri etkileyip etkilemediğini gösteren kan testleri vardır. Yine doktor yönlendirmesi ile bu testler yapılmalıdır. Diyabette bu testlere ilaveten kan basıncı ölçümü ve kolesterol testleri de elzemdir.

Diyabetim Kontrol Altında !!

Tedavide hastalığın tipine ve dönemine göre insülin veya ağızdan alınan diyabet ilaçları kullanılır.

Diyabet bir hastalık değil bir yaşam tarzıdır. Doktorunuzun önerdiği tedavi ilkelerine, diyet ve yaşam tarzı önerilerine uyup ; takip için gerekli testleri yaptırdığınız taktirde diyabette tüm kontrol sizin elinizde olacaktır.

'14 Kasım Dünya Diyabet Günü' vesilesi ile hemen her hastanede, tıp merkezlerinde ücretsiz kan şekeri ölçüm kampanyaları planlanmıştır. Bugün bu testi yaptırarak var ise hastalığınızı ya da eğiliminizi öğrenebilirsiniz.

Yazının devamı...

Çocuklarda lisemi

ÇOCUKLARDA LÖSEMİ

Çocukluk çağında en sık görülen kanser halk arasında kan kanseri olarak bilinen lösemidir. Lösemi tanısı kolay ancak zorlu ve uzun bir tedavi süreci olan bir hastalıktır. Türkiye’de her yıl 1500 yeni lösemi vakası görülmektedir.

Lösemi Nasıl Oluşur?

Kan damarlar içerisinde tüm vücudu dolanan, plazma ve kan hücrelerinden meydana gelen yaşamsal bir sıvıdır. Kan hücrelerinin yapım yeri kemik iliğidir. Kanda üç tip hücre bulunur. Bunlar; beyaz kan hücreleri (lökositler), kırmızı kan hücreleri (eritrositler) ve pıhtılaşmada rol alan hücreler (trombositler) dir. Bu hücrelerin hepsi kemik iliğinde bulunan öncül bir kök hücreden oluşur.

Lösemi halk arasında kan kanseri olarak bilinen bir hastalıktır. Beyaz kan hücrelerinin öncülü olan blastlar ın çeşitli sebepler ile anormal bir şekilde hızla çoğalması ve ölmemesi nedeniyle oluşur. Anormal çoğalan bu malign hücreler bir süre sonra tüm kemik iliğini doldurur ve kemik iliğinde normal kan hücrelerine yer kalmaz, diğer kan hücrelerininde yapımı bozulur ve sayısı azalır. Dolayısıyla hastalık süresince yapımı aksayan bu normal hücrelerin eksikliğine bağlı kansızlık, kanama, sık enfeksiyon gibi belirtiler ve anormal hücrelerin kan yolu ile diğer organlara yayılmasına bağlı belirtiler görülür. Lösemi en çok beyne ve testislere yayılır.

Lösemiler Anormal Çoğalan Hücrenin Tipine Göre Adlandırılır.

Çocukluk çağındaki lösemilerin % 80’i akut (ani başlangıçlı) lenfoblastik lösemi dediğimiz lösemi şeklidir. Görülme sıklığı yüzbinde 3-4 çocuk olup Türkiye’de her yıl 2000 yeni lösemi vakası görülmektedir. Akut lösemiler en sık 2-5 yaşlarında görülürler. Erkek çocuklarda kızlara göre daha sıktır. 15 yaşından sonra görülme sıklığı azalır.

Lösemi Nedenleri :

Lösemiler genellikle tek bir sebebe bağlı olmayıp genetik , çevresel birden fazla faktörün bir araya gelmesi ile oluşur. Bu sebeplerin büyük çoğunluğu önlenebilir, değiştirilebilir sebeplerdir.

Bu sebeplerden bazıları şunlardır:

-Anne karnında röntgen ışınına maruz kalmak

-Radyasyon

-Elektromanyetik alanlar

-Yüksek gerilim hatları

-Kimyasal ajanlar (benzen, boya sanayide kullanılan maddeler)

-Nükleer silahlar

-Kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar

-Tarım ve böcek ilaçları

-Viral enfeksiyonlar

-Genetik hastalıklar (örneğin down sendromu)

-İleri anne yaşı

-Sigara (Babanın döllenme öncesinde sigara içmesinin doğacak çocuğun lösemiye yakalanma riskini 4 kat , annenin hamilelik süresince sigara içmesinin ise bu riski 2 kat arttırır. )

Çocukluk Çağında Bu Belirtilerden Herhangi Biri Var ise Doktora Başvurmak Gereklidir.

-Uzun süren ateş (en sık bulgu)

-Kilo kaybı

-İştahsızlık

-Halsizlik, çabuk yorulma

-Solukluk

-Kemik ve eklem ağrıları

-Lenf bezlerinde şişlik

-Burun ve dişeti kanamaları

-Erkek çocuklarda testislerde şişlik ve sertlik

-Beyne yayılmış ise baş ağrısı, kusma havale .

Lösemi Tanısı:

Tanıda doktor tarafından yapılacak ayrıntılı fizik muayene çok değerlidir. Sonrasında yapılan laboratuvar tetkikleri ile tanı kesin bir şekilde konulabilir.

Öncelikle damardan alınan bir tüp kan ile tam kan sayımı yapılır . Bu tetkikle kan hücrelerinin miktarlarındaki değişiklikler görülür.

Tam kan sayımı sonrasında ise parmaktan alınan bir damla kan küçük bir cam parçasına yayılır , çeşitli boyalar ile boyanarak periferik yayma dediğimiz örne kler hazırlanır. Bu örneğin mikroskop altında incelenmesi ile yine kan hücrelerinin sayısına ve şekillerinin normal olup olmadığına bakılır.

Bu iki aşamada görülen anormal bulgular büyük ölçüde lösemi tanısını koydurur. Ancak kesin tanı ve tiplendirme için olayın asıl gerçekleştiği yer olan kemik iliği incelemesi yapılmalıdır. . Bunun için anestezi altında kalça kemiğinden çok az bir miktar kemik iliği alınır. Alınan kemik iliği örneği ile çeşitli tahliller, gererkirse genetik testler yapılır ve löseminin hem tanısı hem de tipi kesinleştirilmiş olur.

Bunlar dışında hastalığın yayılımını tespit etmek için çeşitli biyokimyasal ve radyolojik incelemeler yapılır.

Lösemi Tedavisi:

Löseminin tipi ne olursa olsun tedavi edilmez ise ölümle sonuçlanır. Öncelikle anormal hücrelerin artışına ve normal kan hücrelerinin azalmasına bağlı olarak oluşabilecek kanama, enfeksiyon, kansızlık gibi belirtiler düzeltilerek destek tedavisi yapılır. Asıl hastalığın tedavisinde kemoterapötik dediğimiz kanser ilaçları kullanılır ve anormal hücreler öldürülerek sayısı azaltılır. Kemoterapi tedavisi yalnız veya radyoterapi denilen ışın tedavisi ile beraber uygulanır.

Kemoterapi ve radyoterapi sonrası; hastanın klinik durumunun uygun olduğu ilk zamanda hastalara yapılacak kemik iliği nakli ile tamamen iyileşme sağlanabilir. Kemik iliği naklinde hastaya doku uyumu olan sağlıklı bir kişiden alınan kök hücre nakledilir. Nakledilen sağlam kök hücre yeni sağlam kök hücreler doğurur ve iyileşme böyle sağlanır.

Bu hastalığın tanısı ve tedavisi lösemi konusunda uzmanlaşmış bir ekibin bulunduğu hastanelerde yapılmalıdır.

Basit bir tam kan tahlilinin lösemi dahil birçok hastalıkta yönlendirici ve teşhis koydurucu olabileceği gerçeğinden yola çıkarak erken tanı şansını yakalamak için bebeklik çağında ilk kez 6. ayda ve 2 yaşından sonra ise yılda bir kez tüm çocuklar için tam kan tahlili yaptırılması önerilmektedir.

Yazının devamı...

HASTA HAKLARI “ÖNCE ZARAR VERME”

HASTA HAKLARI

“ÖNCE ZARAR VERME”

Hasta hakları temel insan haklarından ayrı düşünülemeyecek kavramdır.

Hasta Haklarının Tarihçesi

Sümerler’de , Mısır’da, Eski Yunan’da hastalıkların tanrısal bir ceza, hastalıkları tedavi etmenin tanrısal bir güç olduğu kabul edilip, hekimlere itaat edilmesi tavrı öğretilmiştir. MÖ 460. yıllarda yaşayan ve hekimlik andının temelini oluşturan Hipokrat metinlerinde hekimin temel görevinin ayrım yapmaksızın hasta yararına çalışmak olduğu belirtilmiş, ancak hasta faydası için hastaya bilgi vermek yasaklanmıştır. Bu anlayış zaman içerisinde gelişmiş, değişmiş ve 17. Yüzyılda insan haklarının varlığından sözedilmeye başlanmış ve dolayısı ile hasta hakları ile ilgili düzenlemelerde başlamıştır. Hasta hakları konusunda, hastaların bilgilendirilme hakkı konusunda ilk faaliyetler ise Amerikan Birleşik Devletleri’nde başlamıştır.

Hasta hakları ile ilgili ilk resmi kurallar ise 1947 yılında Nuremberg Kanunları ile belirlenmiştir. Nuremberg Kuralları Nazi hekimlerin mahkumlardan onay almadan onlar üzerinde araştırmalar ve deneyler yapması üzerine ortaya çıkmış. Bu kanun hastaya uygulanacak her işlem, yapılacak her araştırma ile ilgili bilgi verilmesi ve onaylarının alınması temeline dayandırılmıştır.

Hasta hakları ile ilgili diğer bir düzenleme 1963 yılında Dünya Tabipler Birliği tarafından yayımlanan Helsinki Bildirgesi’dir. Bu bildirgede ise yine tıbbi araştırmaların bağımsız bir kurul tarafından onaylandıktan sonra kişiler üzerinde uygulanabileceği belirtilmiştir. Bu bildirge günümüze dek defalarca tartışılmış ve günün şartlarına göre yeni maddeler eklenmiştir. Bildirge hastaların tıbbi uygulamalar sırasında güvende olmaları , zarar görmemeleri temeline oturtulmuştur.

1981 yılındaki Lizbon Bildirgesi’nde ise hasta haklarının kapsamını genişletilerek hastaların özgürce kendi tedavisini yapacak hekimi seçebilme, yeterince bilgilendirilme, tedavisini kabul veya rededebilme hakkına sahip olduğu ve hasta mahremiyetinin önemi vurgulanmıştır.

1995 yılında ise yine Dünya Tabipler Birliği tarafından Lizbon Hasta Bildirgesi gözden geçirilerek Bali bildirgesi yayımlanmıştır. Bu bildirge ile hekimler ve hastalar arasındaki ilişkinin niteliği ayrıntılı olarak netleştirilmiştir.

Tüm dünyada hasta hakları gelişimi böyle iken Türkiye’de de hasta hakları ile ilgili yasal düzenlemeler günün koşullarına göre her daim geliştirilerek şimdiki şekline ulaşmıştır. Ülkemizde İlk düzenleme 1928 yılında Tababet ve Şuabatı Sanatlarının İcrasına Dair Kanun ile yapılmıştır. Hasta-hekim ilişkilerini düzenleyen ilk yazılı metin ise 1960 yılında Türk Tabipler Birliği tarafından hazırlanan Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’dür. Tıbbi deontoloji ile hasta-hekim ilişkisinin etik kuralları belirlenmiştir. Bunları takiben 1987’de Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu, 1998’de Hasta Hakları Yönetmeliği yayımlanmıştır. Hasta Hakları yönetmeliği 2005’te ve 2014’te revize edilerek uygulamaya sunulmuştur.

İlgi duyan herkesin kolaylıkla ulaşabileceği bu bilgileri neden yazdığımı düşünüyor olabilirsiniz. Amacım hasta haklarının , hasta hekim ilişkisinin tarihin her döneminde önemli olduğunu, sorgulandığını, insana verilen değer, yaşam şekli , inançlar doğrultusunda değişerek ve gelişerek günümüze dek gelmiş olduğunu vurgulamak idi. Bu düzenleme ve kurallar bütününün hepsinin ortak noktası ise hasta faydasıdır.

Bu yönetmelik ve bildirgelerinin tümüyle belirlenen ve güvence altına alınan hasta hakları aşağıdaki gibi özetlenebilir:.

1) Eşit bir şekilde herkes sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkı

2) Gerekli saygı ve özenin gösterilmesi hakkı

3) Muayene ve tedavileri için gerekli güvenli ortamın sağlanması hakkı

4) Koruyucu sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkı

5) Hastalar hastalıkları ile ilgili her türlü bilgiyi ( onların faydası söz konusu ise) sözlü ve veya yazılı olarak alma hakkına sahiptir.

6) Onay hakkı: Hastaya yapılacak işlemlerin, tedavilerin şekli ve gidişatı ile ilgili ayrıntılı olarak bilgilendirilmeli, sonrasında sözlü ve yazılı onayı alınmalıdır.

7) Hastalık ve tedavi ile ilgili her türlü bilgi verildikten sonra hastanın tedavisini reddetme, sonlandırma hakkına sahiptir.

8) Hastalar muayene ve tedavi olacakları hekim, personel ve sağlık kuruluşunu tanıma ve seçebilme hakkına sahiptir.

9) Mahremiyet hakkı: Hastaların kendi izinleri olmadan kimlikleri, hastalıkları ile ilgili bilgiler, belgeler, hastanın durumunu gösteren görseller, hastanın sırları başkaları ile paylaşılamaz. Muayene ve tedaviler sırasında yapılacak işlem ile ilgili olmayan kimseler içeride bulundurulamaz . Hastanın mahremiyet hakkı öldükten sonra da devam eder.

10) Dini inancına uygun vecibeleri , ibadetleri isteme ve yerine getirme hakkına sahiptir .

11) Kurumun izinleri doğrultusunda ziyaretçi ve refakatçi hakkına sahiptir.

12) Şikayet, dava ve tazminat hakkı vardır.

13) Kalite standartlarına ve yeniliklere uygun hizmet alma hakkına sahiptir.

Bu haklara karşılık hasta ve hasta yakınlarının yerine getirmek zorunda oldukları sorumluluklar vardır. Bunlar:

1) Hastalığı ve genel sağlık durumu ile ilgili her türlü bilgiyi doğru bir şekilde çarpıtmadan anlatma sorumluluğu

2) Hizmet aldığı kurumun kurallarına uyma sorumluluğu

3) Tedavi ve tetkik ücretlerini ödeme sorumluluğu

4) Hastalığı ve tedavisi ile ilgili önerilere uyma sorumluluğu

5) Saygı gösterme sorumluluğu

Önemli olduğunu düşündüğüm birkaç hususu daha burada belirtmek isterim.

Hekim doğru tanı ve tedavi için gerekli tetkik, girişim ve planlamaları yaptıktan sonra konulan yanlış tanıdan ve tedavinin gidişatından sorumlu tutulamaz . Hekim tedavi yöntemini seçerken hastaya en az zararı verecek , en faydalı yöntemi seçer ve seçmek zorundadır. Seçilen tedavi uygulanırken de hastanın zararını önleyecek her türlü tedbir alınmalıdır.

Yazının devamı...

MENOPOZU TANIMAK VE KABÜLLENMEK

MENOPOZU TANIMAK VE KABÜLLENMEK

Sözcük olarak aylık kanamanın son bulması olarak tanımlanabilen menopoz korkulacak bir durum olmaktan ziyade daha verimli bir olgunluk döneminin başlangıcı olarak kabul edilmelidir.

Menopozda Neler Olur?

Menopoz kadın yaşamının önemli dönemeçlerinden biridir. Bu dönemde üreme çağındaki hormon dengesi tersine döner ; yumurtalıkların aktivitesi , oluşturduğu foliküllerin sayısı ve östrojen düzeyi azalır. Yumurtalıklar artık yumurta üretemez olur ve menstruasyon kanaması kalıcı olarak son bulur.

Başlangıç Yaşı Nedir?

Menopozun başlangıcı toplumdan topluma değişmekle beraber genellikle 45-55 yaşları arasında (ortalama 51 yaşında) başlar. Menopoz yaşı genetik faktörlere bağlıdır ve aynı ailenin kadınlarında menopozun başlangıcı hemen hemen aynı yaşlarda olur.

40 yaşından önce görülen menopoza erken menopoz denilir. Beslenme faktörleri, psikolojik faktörler, sigara kullanımı ve bazı hastalıklar vaktinden önce menopoza neden olabilir. Bazende rahim ve yumurtalık ameliyatları, çeşitli tedaviler sonucu bu dönem erken başlar.

Belirti Ve Şikayetler Nelerdir?

Sebebi ve zamanı ne olursa olsun menopoz dönemindeki belirtilerin çoğu oluşan östrojen eksikliğine bağlı olup aşağı yukarı aynıdır. . Bu dönemde sıcak basması, terleme, uykusuzluk, duygudurum bozuklukları (gerginlik, sinirlilik, alınganlık vs) gibi belirtiler görülür ve bu belirtilerin şiddeti ve süresi kişiden kişiye değişiklik gösterir. Bu şikayetler bu döneme alışıldığında , kabullenildiğinde ve uygun tedavi müdaheleleri nedeniyle çoğu zaman azalarak kaybolur.

Uzun dönemde ise osteoporoz, kalp-damar hastalıklarında artış , kanser oluşumunda artış gibi durumlar görülebilir. Bunlar menopozun yanısıra ilerleyen yaşa bağlı olarakta görülebilen olaylardır.

Bu Dönemde Neler Yapılmalıdır?

Menopoz doğal bir süreç olup dengeli beslenme , yeterli fiziksel aktivite ile yaşam kalitesi arttırılabilir , yaşa ve döneme bağlı sağlık sorunları önlenebilir. Bu dönemin daha rahat ve huzurlu geçirilmesi için doğal yaşam döngüsünün bir parçası olan bu süreci çabucak kabullenmeli genel yaşam tarzı ve beslenme şekli bu döneme göre yeniden şekillendirilmelidir.

Menopozda şikayetlerin azalması ve oluşabilecek hastalıkların önlenmesi için doktor kontrolü ile hormon yerine koyma tedavileri ve/veya bitkisel östrojenler uygulanır. Tedaviler kişiye özel olarak planlanır ve yürütülür. Yılda bir olacak şekilde jinekolojik muayene , smear testi, mamografi ve rutin biyokimyasal kan tetkikleri ile düzenli kontroller sağlanmalıdır. Bunlar dışında osteoporoz oluşumunu önleyici, geciktirici yaşam tarzı değişiklikleri ve tedavi planlamaları yapılmalıdır.

Menopozda beslenme kalsiyumdan, bitkisel östrojenlerden, posadan zengin olmalıdır. Süt, süt ürünleri, meyve, sebze ve baklagillerden oluşmalıdır. Aşırı tuz tüketiminden, aşırı kafeinli içeceklerden sigara ve alkol kullanımından kaçınılmalıdır.

Menopoz başlangıcı kadınlığın bittiği bir dönem değil daha farklı ve uzun bir dönemin başlangıcıdır. Günümüzde kadınların yaşam süresinin uzadığı düşünülürse kadınların yaşamın en az 20-25 yılını menopozda geçirdiği söylenebilir. Olumsuz durumların yanısıra menopoz ile birlikte kimi hastalıklarda düzelmeler dahi görülür. Örneğin migreni olan kadınlarda migren ataklarında azalma, miyomlarda küçülme, kimi rahim hastalıklarında gerileme görülebilir. Yine bu dönemde doğum kontrol kaygısı olmadığı için cinsel hayat daha rahat ve özgür yaşanabilir.

Bu dönemde yapılan kontroller, tedaviler, diyet destekleri ve egzersizler ile bu dönemin çok daha üretken ve sağlıklı geçirilebileceği unutulmamalıdır.

Kadın her dönemde mucizeler yaratabilir….

Yazının devamı...

UNUTKANLIK, HUZURSUZLUK VE YORGUNLUK ŞİKAYETİNİZİN SEBEBİ VİTAMİN B 12 EKSİKLİĞİ OLABİLİR

UNUTKANLIK, HUZURSUZLUK VE YORGUNLUK ŞİKAYETİNİZİN SEBEBİ

VİTAMİN B 12 EKSİKLİĞİ OLABİLİR!!'

Vitamin B 12 vücutta çeşitli biyokimyasal olaylar, DNA sentezi, büyüme ve nörolojik fonksiyonlar için gerekli B grubu suda eriyen bir vitamindir.

B 12 vitamininin tek kaynağı hayvansal kaynaklı proteinlerdir. En çok kırmızı et, tavuk, midye ve karaciğerde bulunur. Bitkisel herhangi bir kaynağı bilinmemektedir. Vücutta bir miktar kalın barsakta bakteriler tarafından sentezlenir ama burada sentezlenen B12 vitamini vücut tarafından kullanılamaz .

Vitamin B 12 karaciğerde depolanır. Depo edilebilen miktar vücudumuzun en az 3-4 yıllık ihtiyacını karşılayabilir; bu nedenle B12 vitamini eksikliğine bağlı bulguların ortaya çıkması çok geç olur.

Günlük diyetimiz ile alınması önerilen vitamin B12 miktarı 2-3 mikrogramdır. Sıradan bir diyet bile bu ihtiyacı fazlasıyla karşılar.

Vitamin B 12 Eksikliği Neden oluşur?

-B 12 vitamin eksikliği daha çok katı vegeteryanlarda görülür.

- Uzun süre mide ilacı kullananlarda, mide-barsak ameliyatı geçirenlerde, kronik gastriti ve inflamatuar barsak hastalığı olanlarda ise emilim bozukluğuna bağlı olarak vitamin B12 eksikliği oluşur.

-Gebeliğinde vitamin B12 eksikliği olan annelerin bebeklerinde, fenilketonürili hastalarda da görülebilir.

Vitamin B 12 Eksikliğinde :

-Kansızlık ve buna bağlı halsizlik, yorgunluk, çarpıntı

-Büyüme geriliği, iştahsızlık

-Ağız içinde aft, düzleşmiş, parlak bir dil

-Tat ve koku alma duyusunda bozulma

-Ellerde ve ayaklarda uyuşma, hissizlik, huzursuzluk, kuvvet kaybı

-Psikolojik bozukluklar özellikle depresif ruh hali

-Unutkanlık

-Demans

-Baş dönmesi, denge bozukluğu, kulak çınlaması gibi belirtiler görülür.

Tanı Nasıl Konur?

Kanda ölçülen vitamin B12 düzeyi tanıda standart bir testtir. Ayrıca tam kan tetkiki ve çeşitli biyokimyasal testler ile eksikliğin varlığı, derecesi ve sebebi netleştirilir ve tedavi şekli belirlenir.

Tedavide;

Ağız yoluyla veya kas içine yapılan enjeksiyon ile vitamin B12 verilir. Verilekcek miktar ve süresi nedene bağlı olarak doktor tarafından belirlenir.

Vegeteryanlarda , diyetle alımın yetersiz olduğu durumlarda, emilim bozukluğuna yol açan tedavi edilemeyen nedenler söz konusu olduğunda günlük gereksinim kadar vitamin B12 içeren ilaçlar ömür boyunca diyete eklenmelidir.

Tarama İçin:

Yaşına ve önceki sağlık durumuna bakılmaksızın psikiyatrik hastaların ilk başvurularında serum vitamin B12 düzeyine rutin olarak bakılmalıdır.

Eksikliğe yol açabilecek nedenlerden biri bile varsa yılda en az 1 kez 65 yaşından sonra ise mutlaka her yıl vitamin B12 düzeyi ölçülmelidir.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.