SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Okul öncesi dönemde yapılması gereken Muayene ve testler

Çocuklara yönelik sağlam çocuk takipleri büyüme ve gelişmenin izlenmesi, mevcut ya da oluşabilecek hastalıkların önceden tespit edilmesi için son derece önemlidir. Bu sağlam çocuk takiplerinden birisi mutlaka okul öncesi dönemde yapılmalıdır. Okul öncesi sağlam çocuk takibinde çocuklar öncelikle ayrıntılı bir fizik muayene ile değerlendirilmeli boy, kilo ve tansiyon ölçümleri yapılmalıdır. Bazen sadece muayene bile olabilecek birçok hastalık hakkında bize ipucu verebilir. Yine bu takiplerin bir parçası olan laboratuvar testleri ile gelişebilecek çeşitli hastalıklar, sakatlıklar, büyüme-gelişme geriliği, erken puberte gibi durumlar erkenden tespit edilebilir ve gerekli önlemler alınabilir.

Okul Öncesi Dönemde Yapılması Gereken Laboratuvar Testleri Nelerdir?

1- Tam Kan Tahlili Ve Kan Demir Düzeyi Ölçümü: Kansızlık veya demir eksikliği için tam kan tahlili ve kan demir düzeyi ölçümü yapılmalıdır. Kansızlık saptanırsa ileri tetkikler gerekebilir. Bu tetkileri her yıl okul öncesi dönemde tekrarlamakta fayda vardır. Çünkü kansızlık ve/veya demir eksikliği çocukta halsizlik, dikkat eksikliği ve algılama bozukluna neden olarak okul başarısını ve yaşantısını kötü yönde etkileyebilir. Ayrıca yapılacak bir tam kan tahlili; enfeksiyon, lösemi gibi birçok önemli hastalık için de uyarıcı olabilir.

2- İdrar Tahlili: Okul öncesi dönemde var olabilecek bir idrar yolu enfeksiyonunu veya diyabet gibi metabolik bir olayı saptamak için mutlaka tam idrar tahlili ile idrar biyokimsayal ve mikrobiyolojik olarak analiz edilmesi gerekir. Eğer İdrar yolu enfeksiyonu saptanırsa ileri tetkik olarak idrar kültürü yapılır. Saptanan idrar yolu enfeksiyonu ve etkeni tedavi edilir, böylelikle böbreklerde oluşabilecek ileri bozukluklar önlenmiş olur.

3- Kan Kolesterol ve Lipid Düzeyi Ölçümü: Ailesinde koroner kalp hastalığı olan çocuklarda 2 yaşından sonra yılda 1 kez, aile öyküsü olmayan çocuklarda ise okul öncesi dönemde kolesterol ve lipid düzeylerine mutlaka bakılmalıdır. Total kolesterol 200 mg/dl üzerinde ise ileri tetkikler yapılarak çocuk takibe alınmalı ve diyeti, aktivitesi, hayat tarzı düzenlenmelidir. Düzenlenen diyetin korunması için de okul yönetiminden de yardım istenmelidir.

4- Hepatit Testleri: Okul öncesi dönemde, yenidoğan döneminde hepatit aşısı yapılmış olsa bile HBsAg ve Anti HBs tahlilleri yapılarak bağışıklık ve aşılama durumu kontrol edilmelidir. Sonuca göre aşı tekrarı gerekebilir.

5- Dışkıda Parazit Aranması : Okul öncesi dönemde dışkıda parazit araması da mutlaka yapılacak testlerden biridir. Parazitler çocuklarda halsizlik, dikkatsizlik, iştahsızlık ve kansızlığa neden olarak okul başarısını ve okul yaşantısını olumsuz etkileyebilir.

6- Açlık Kan Şekeri Ölçümü: Aşırı kilolu çocuklarda şeker hastalığı açısından kan şeker düzeyleri ölçülmelidir.

7- Tiroid Hormonları Ölçümü: Tiroid bezinin normalden az ya da çok çalıştığı durumlarda çocuklarda değişik belirtiler oluşur ve çocuğun okul başarısı etkilenir, hayatı zorlaşır. Bu nedenle okul öncesi dönemde tiroid hormon düzeyleri ölçülerek tiroid bezinin normal çalışıp çalışmadığı tespit edilmeli ve gerektiğinde düzenleyici tedaviler başlanmalıdır.

8- Büyüme Hormonları Ölçümü : Büyüme geriliği ya da erken ergenlik belirtileri olan çocuklarda büyümeyi ve ergenliği etkileyebilecek hormon düzeyleri ölçülmelidir.

9- Kan Kurşun Seviyesi: Hava kirliliğinin yoğun olduğu yerlerde ve sanayi bölgelerinde yaşayan çocuklarda kan kurşun seviyesi ölçülmelidir.

Muayene ve laboratuvar testleri dışında çocuklar okula başlamadan önce göz ve diş muayesinden geçmeli ve bebeklikte yapılan işitme testi tekrar edilmelidir.

Tüm bunları yaparak çocuğunuzun yoğun geçecek bir eğitim-öğretim dönemine sağlıklı bir şekilde başlamasını sağlamış olacaksınız.

Hepimize kolaylıklar diliyorum !

Yazının devamı...

Sağlık ve güzellik için Çinko

Çinko insanların büyüme-gelişme ve sağlıklı olmaları için gerekli çok önemli bir biyoelementtir. Çinko tüm dünyada eksikliği en çok görülen element olup doğada su, toprak ve havada bulunur, varlığı tüm ekosistem için zorunludur.

Gıdalardan ise en fazla et, süt ve süt ürünlerinde bulunur. Bunlar dışında istiridye, ıspanak, susam, kabak çekirdeği, fındık, ceviz, enginar, yumurta, muz çinko içeren diğer gıdalardır. Ama çinkonun asıl kaynağının kırmızı et olduğu unutulmamalıdır.

Vücutta bulunan çinko miktarı 1,4-3 gr’dır. Vücuttaki çinko en çok saç, tırnak, prostat bezi, semen, sperm, karaciğer ve kemiklerde bulunur.

Çinko Vücudumuzda Çok Sayıda Biyokimyasal Olay İçin Gereklidir.

- Bağ dokusu sentezinde görev aldığı için yara iyileşmesi için mutlaka gereklidir.

- Bağışıklık sisteminin fonksiyonlarını yerine getirmesi, özellikle de virüsler ile savaşmak için çinko mutlaka gereklidir.

- DNA, RNA sentezi, protein sentezi ve hücre yenilenmesinde çok önemli bir role sahiptir.

- İnsülin sentezinde dolayısı ile kan şekerinin düzenlenmesinde rol oynar.

- Biyolojik antioksidandır cildin ve kasların yaşlanmasını geciktirir.

Çinko Eksikliğinde Neler Görülür?

Başta mide-barsak sistemi, deri, iskelet sistemi, bağışıklık sistemi ve santral sinir sistemi olmak üzere tüm vücut etkilenir. Eksikliğinde görülen bulgular ise:

Büyümede ve iskelet gelişiminde gerileme

Testislerde küçülme

Karaciğer ve dalak büyümesi

Tat ve koku alma duyusunda azalma

Yaraların iyileşmesinde gecikme

İştahsızlık, kilo kaybı, ishal

Dermatit

Saç dökülmesi, tırnaklarda beyaz çizgilenme

Davranış bozuklukları, öğrenme kapasitesinde azalma olarak sayılabilir.

Çinko eksikliği neden oluşur?

1-Dengesiz beslenme

2-Emilim bozukluğu

3-Kronik böbrek yetmezliği

4-Alkolizm

5-Uzun süren enfeksiyonlar

6-Uzun süreli steroid tedavisi çinko eksikliğine neden olur.

Çinko Düzeyinin Ölçülmesi:

Kan çinko düzeyi ölçülerek çinko eksikliğine verilebilir. Ancak kan çinko düzeyi dokulardaki çinko eksikliği hakkında doğru bilgi vermeyeceği için bu ölçümrutin olarak önerilen bir ölçüm değildir. Ancak yine de aç iken alınan kanda ölçülen çinko düzeyinin düşük bulunması ve yine dokularda da çinko düzeyinin düşük ölçülmesi anlamlıdır.

Çinko Eksikliğinin Tedavisi ve Çinko Takviyesi :

Günlük çinko gereksinimi 15 mg’dır. Bebeklik, çocukluk, ergenlik ve hamilelik gibi hızlı hücre bölünmesinin (çoğalmasının) olduğu dönemlerde vücudun çinko ihtiyacı artar. Yaşamın bu özel dönemlerinde, çinko eksikliğine bağlı belirtiler görüldüğünde, kan çinko düzeyi düşük bulunduğunda çinko takviyesi yapılmalıdır.

Çinko takviyesi ile :

-Çocuklarda fiziksel ve zihinsel gelişme desteklenir.

-Gebelik, emzirme ve çocukluk dönemlerinde büyüme- gelişmeye olumlu katkılar sağlanabilir .

-Enfeksiyonlar önlenebilir.

-Cildin ve kasların yaşlanmasını geciktirilebilir, saç uzamasına katkıda bulunabilir, saç dökülmesini ciltte sivilce oluşumunu engellenebilir .

Sperm sayısı ve hareketliliğini arttırarak döllenmeye yardımcı olunur.

Bunların yanısıra Dünya Sağlık Örgütü ishalli çocuklara 6 aylıktan küçük ise günde 10 mg, 6 aydan büyük ise günde 20 mg çinko verilmesini önermektedir. Çinko takviyesi ile enfeksiyonlara ve ishale bağlı ölümlerin azaldığı çok sayıda çalışma ile gösterilmiştir.

Çinko takviyesi çinko tuzlarının ağızdan veya damardan verilmesi ile yapılır. Verilecek çinko miktarı yaş ve cinsiyete göre 5-20 mg arasında değişir.

Çinko çok fazla alındığında ise başta demir olmak üzere diğer elementlerin emilimi azaltır. Günlük çinko ihtiyacının 10-30 kat fazlasının alındığı durumlarda ise iştahsızlık, bulantı, kusma , ishal, mide şikayetleri ve kulak çınlaması görülebilir. Ancak bu durum son derece nadirdir.

Sonuç olarak çinko eksikliği yaygın bir sorun olup sık enfeksiyon geçirenlerde, tekrarlayan veya uzamış ishal durumlarında, büyümede ve öğrenmede yavaşlamanın olduğu durumlarda , saç dökülmesi vb. gibi yukarıda anlatılan durumlarda mutlaka akla gelmeli ve tedavi edilmelidir.

Tabi ki her zaman olması gerektiği gibi doktorunuz tanı ve tedavi konusunda sizin için yönlendirici olacaktır.

Sağlıkla Kalın!

Yazının devamı...

DİYABETLİ HASTALAR DİKKAT! HBA1C TESTİ SİZİ ELE VERİYOR…

DİYABETLİ HASTALAR DİKKAT! HBA1C TESTİ SİZİ ELE VERİYOR…

Diyabet Nedir?

Diabetes Mellitus (Şeker hastalığı) kan şekerinin düzenlenmesinde görevli insülin hormonunun miktarının ya da etkisinin azalması sonucu oluşan , vücudun şeker kullanımının bozulması ile karakterize bir karbonhidrat metabolizması bozukluğudur. Diyabet kronik bir hastalık olup takip ve tedavisi düzenli yapılmaz ise ilerleyen dönemlerde göz, böbrek, sinir sistemi , kalp-damar sistemi başta olmak üzere nerdeyse tüm vücudu etkiler, kalıcı sekeller ve ölüme neden olur.

Diyabetin tanı ve takibi nasıl yapılır?

Diyabet tanı ve takibinde en önemli kan testleri açlık kan şekeri ölçümü, glukoz tolerans testleri ve hemoglobin A1c (glikozile hemoglobin) testidir.

HbA1c nedir?

Glikozile hemoglobin (HbA1c), eritrositlerin içinde bulunan, asıl görevi dokulara oksijen taşımak olan hemoglobinin glikozillenmesi ile oluşan bir moleküldür. Ölçümden önceki son 3 aylık ortalama kan glukoz değerini gösterir. Kandaki glukoz miktarı ile HbA1c arasında böyle bir orantı bulunması HbA1c testini diyabetin tanı ve tedavisinde çok önemli aynı zamanda objektif bir test haline getirmiştir. Yine HbA1c ölçümü , geriye dönük kan şeker düzeyleri hakkında verdiği değerli bilgiler nedeniyle diyabet komplikasyonlarının önlenmesinde de çok etkili bir yol gösterici olmuştur.

HbA1c ölçümü hangi sıklıkta yapılmalıdır?

HbA1c kan şeker düzeyinin iyi kontrol edildiği diyabetik hastalarda yılda iki kez , insülin tedavisi alan diyabetli hastalarda ise yılda 4 kez yani 3 ayda bir ölçülmelidir.

HbA1c düzeyi ne olmalıdır?

HbA1c normal değeri % 3-6 ‘dır. Diyabetli hastalarda hedef HbA1c’nin % 7 ‘nin altında tutulmasıdır. Bu hedef yakalanırsa diyabetin komplikasyonlarının oluşumu engellenmiş olur. HbA1c’nin %8 ‘in üzerinde seyrettiği durumlarda ise hastanın tedavisi ve diyeti yeniden gözden geçirilerek düzenlenmelidir.

HbA1c değerinde görülen her yüzde 1’lik artış kan şeker düzeyinin normalden 25-35 mg/dl‘lik bir artış ile seyrettiğini gösterir. Buna göre son 3 aylık ortalama glukoz değeri tahmin edilebilir. Bu test son 3 ayda gün içindeki/günler arasındaki şeker artış ve azalışlarından , yapılan egzersiz ve yenilen yemek miktarından etkilenmeden ortalama bir değer verir.

HbA1c ölçümünün avantajları nelerdir?

Ölçüm için açlık gerekmemesi,

Gün içinde herhangi bir saatte alınan kandan çalışılabilmesi,

Stres , ilave hastalık gibi faktörlerden etkilenmemesi,

Standardize bir test olması en önemli avantajlarıdır.

HbA1c ölçümünün dezavantajları nelerdir?

Bu test eritrosit ömrünün kısaldığı hemolitik anemilerde , demir eksiliği anemisi olan hastalarda ve kısa bir süre önce aşırı kan kaybı yaşamış kişilerde doğru sonuç vermeyebilir.

HbA1c ‘nin normalden düşük bulunması anlamlı mıdır?

HbA1c düzeyinin çok düşük olması ise kişide süregelen bir kan şeker düşüklüğünün (hipoglisemi) olduğunu gösterir. Bu durum özellikle çocuklarda beyin gelişimini etkileyebilir, havale geçirmesine neden olarak beyne zarar verebilir. Hipoglisemi en basit şekliyle bile yaşam kalitesini bozar.

Unutmayalım !! HbA1c testi diyabetli hastaları tedavi düzeni , diyet ve egzersiz programlarına uyup uymadıkları konusunda ele veriyor…

Son olarak:

HbA1c sonuçları değerlendirilirken kişinin şeker cihazıyla kendi kendine yapmış olduğu glukoz ölçüm sonuçları ile beraber değerlendirilmesi hastanın kan şekeri kontrolü için daha aktif rol almasını ve önerilen hedef değerleri daha kolay yakalamasını sağlayacaktır.

Yazının devamı...

İyot Eksikliği Çocuklarda Zeka Geriliğine Neden Olabilir

İyot Eksikliği Zeka Geriliğine Neden Olabilir.

İyot vücudun tiroid hormonu üretebilmesi için gerekli bir mineral olup normal büyüme –gelişme , beyin - sinir sisteminin gelişimi ve çalışması için gereklidir.

İyot deniz suyunda , deniz havasında, denize yakın topraklarda, deniz hayvanlarında, deniz yosununda, et, süt, yumurta ve yetiştiği toprağa bağlı olarak sebzelerde bulunur.

Günlük iyot gereksinimi erişkinlerde 150 mikrogram, çocuklarda 100-120 mikrogram, bebeklerde ise 50 mikrogramdır. . Hamilelik ve emzirme döneminde iyot ihtiyacı artar. İyot alımı günlük 100 mikrogram altına düştüğünde yetersizlik belirtileri görülmeye başlar.

Besinlerle alınan iyot ince barsaktan emilerek kana gelir ve çok büyük bir bölümü tiroid bezi tarafından tutulur

İyot eksikliğine bağlı sorunlar henüz anne karnında iken başlar. Annede iyot eksikliği var ise düşük ya da ölü doğum görülebilir. Yine annedeki iyot eksikliğine bağlı olarak yenidoğan bebeklerde doğumsal anomaliler ve hipotiroidi oluşabilir.

Çocuklarda ise İyot eksikliğine bağlı olarak hipotiroidi, cücelik, zeka geriliği , büyüme-gelişme geriliği, sağırlık, dilsizlik (nörolojik kretenizm) görülebilir. Yine çocuklarda ergenlik çağında daha fazla olmak üzere iyot eksikliğine bağlı guatr görülür.

Kronik iyot eksikliği olan çocukların zekalarında 12-13,5 puanlık düşme olduğu çeşitli çalışmalar ile gösterilmiştir. İyot eksikliği tüm dünyada önlenebilir zeka geriliğinin en sık sebebidir. Yine iyot eksikliği olan çocuklarda okulda başarısızlık, öğrenme güçlüğü görülebilir.

Yetişkinlerde de iyot eksikliğine bağlı olarak ise guatr, düşünme ve karar verme yeteneğinde bozulma , kilo artışı, adet düzensizliği gibi sorunlar ortaya çıkar. Ülkemizde ve dünyada iyot eksikliğine bağlı guatr önemli bir halk sağlığı sorunudur.

İyot eksikliğinde tanı hastanın hikayesi, klinik bulgular ve laboratuvar testleri ile konulur. İdrarda ölçülen iyot miktarı bize alınan iyot miktarının ve vücuttaki düzeyinin yeterli olup olmadığını gösterir.

İyot eksikliğini ortadan kaldırmak için gıdalara iyot eklenmesi, iyotlu yağ içeren solüsyonların ağızdan ya da kas içi enjeksiyon yolu ile verilmesi, iyot tabletleri kullanılabilir.

İyot yetersizliğini önlemek için için ekmek, su vs gıdalara iyot eklenebilir. Ancak en iyi yöntem tüm ülkede iyotlu tuz kullanılmasıdır. Dünya Sağlık Örgütü 1 kg tuza 20-40 mg iyot eklenmesini önermektedir.

İyotlu tuzu ağzı kapalı bir şekilde karanlık ve serin yerlerde saklamalıyız. Yemek pişerken iyot miktarının azalmasını önlemek için tuz piştikten sonra yemeğe eklenmelidir. Ancak günlük tuz tüketimi 5 gramı geçmemelidir. Zaten 5 grama kadar olan miktarlar günlük iyot ihtiyacını karşılayabilir.

İyot eksikliği yakalandığı an iyot takviyesine başlamalıdır. Ancak iyot takviyesi ile mental fonksiyonlarda görülen düzelme sınırlıdır. Yani tedaviden daha önemli olan iyot eksikliğinin oluşmaması için gerekli önlemlerin alınmasıdır.

Yazının devamı...

Çocukluk Çağında Görülen Lösemiler

Çocukluk Çağında Görülen Lösemiler

Kan damarlar içerisinde tüm vücudu dolanan, plazma ve kan hücrelerinden meydana gelen yaşamsal bir sıvıdır. Kan hücrelerinin yapım yeri kemik iliğidir. Kanda üç tip hücre bulunur. Bunlar; beyaz kan hücreleri (lökositler), kırmızı kan hücreleri (eritrositler) ve pıhtılaşmada rol alan hücreler (trombositler) dir. Bu hücrelerin hepsi kemik iliğinde bulunan öncül bir kök hücreden oluşur.

Çocukluk çağında en sık görülen kanser şekli kan kanseri yani lösemidir. Lösemi beyaz kan hücrelerinin öncülü yani kök hücresi olan blastların çeşitli sebepler ile anormal çoğalması ve zamanı gelince ölmemesi nedeniyle oluşur. Anormal derecede çoğalan bu malign hücreler bir süre sonra tüm kemik iliğini doldurur ve kemik iliğinde normal kan hücrelerine yer kalmaz, normal kan hücrelerin yapımı bozulur ve sayısı gittikçe azalır. Dolayısıyla hastalık süresince yapımı aksayan bu normal hücrelerin eksikliğine bağlı kansızlık, kanama, sık enfeksiyon gibi belirtiler ve anormal hücrelerin kan yolu ile diğer organlara yayılmasına bağlı belirtiler görülür. Lösemi en çok beyne ve testislere yayılır.

Lösemiler artışı görülen beyaz kan hücrelerine göre çeşitli tiplere ayrılır. Çocukluk çağındaki lösemilerin % 80’i akut (ani başlangıçlı) lenfoblastik lösemi dediğimiz lösemi şeklidir. Görülme sıklığı yüzbinde 3-4 çocuk olup Türkiye’de her yıl 2000 yeni lösemi vakası görülmektedir. Akut lenfoblastik lösemi en sık 3-4 yaş civarında görülür. Erkek çocoklarda daha sıktır. 15 yaşından sonra görülme sıklığı azalır.

Babanın döllenme öncesinde sigara içmesinin doğacak çocuğun lösemiye yakalanma riskini 4 kat , annenin hamilelik süresince sigara içmesinin ise bu riski 2 kat arttırdığını gösteren çalışmalar vardır.

Lösemiler genellikle tek bir sebebe bağlı olmayıp genetik ve /veya çevresel birden fazla faktörün bir araya gelmesi ile oluşur. Bu sebeplerden bazıları :

-Anne karnında röntgen ışınına maruz kalmak

-Radyasyon

-Elektromanyetik alanlar

-Yüksek gerilim hatları

-Kimyasal ajanlar (benzen, boya sanayide kullanılan maddeler)

-Nükleer silahlar

-Kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar

-Tarım ve böcek ilaçları

-Viral enfeksiyonlar

-Genetik hastalıklar (örneğin down sendromu)

-Sigara

-İleri anne yaşı gibi büyük kısmı önlenebilir faktörlerdir.

Lösemi Belirtileri:

Çocukluk çağındaki lösemilerde en sık görülen belirtiler ise şunlardır:

-Kilo kaybı

-İştahsızlık

-Halsizlik, çabuk yorulma

-Kemik ve eklem ağrıları, düşmeyen ateş

-Lenf bezlerinde şişlik

-Burun ve dişeti kanamaları

-Erkek çocuklarda testislerde şişlik ve sertlik

-Beyne yayılmış ise baş ağrısı, kusma havale

Lösemi Tanısı:

Tanıda doktor tarafından yapılacak ayrıntılı fizik muayene yönlendiricidir. Sonrasında yapılan laboratuvar testleri ile tanı kesin bir şekilde konulabilir.

Öncelikle damardan alınan bir tüp kan ile tam kan sayımı yapılır . Bu tetkikle kandaki hücrelerin miktarlarındaki değişiklikler görülür.

Tam kan sayımı sonrasında parmaktan alınan bir damla kan küçük bir cam parçasına yayılır , çeşitli boyalar ile boyanarak periferik yayma dediğimiz örnek hazırlanır. Bu örneğin mikroskop altında incelenmesi ile yine kan hücrelerin in sayısına ve şekillerinin normal olup olmadığına bakılır.

Bu iki aşamada görülen anormal bulgular büyük ölçüde lösemi tanısını koydurur. Ancak kesin tanı için olayın asıl gerçekleştiği yer olan kemik iliği incelemesi yapılmalıdır. . Bunun için anestezi altında kalça kemiğinden çok az bir miktar kemik iliği alınır. Alınan kemik iliği örneği ile çeşitli tahliller, gererkirse genetik testler yapılır ve löseminin hem tanısı hem de tipi kesinleştirilmiş olur.

Bunlar dışında hastalığın yayılımını tespit etmek için çeşitli biyokimyasal ve radyolojik incelemeler yapılır.

Tüm bu testler tanı konulmasında kullanıldığı gibi ilerleyen zamanlarda tedavinin ,iyileşmenin ve hastalığın yinelemesinin takibi ve izlenmesinde de kullanılır.

Lösemi Tedavisi:

Löseminin tipi ne olursa olsun tedavi edilmez ise ölümle sonuçlanır. Tedavide kemoterapi dediğimiz kanser ilaçlarının kullanılması ile kanser hücreleri öldürülerek sayısı azaltılır. Kemoterapi tedavisi radyoterapi denilen ışın tedavisi ile beraber uygulanır.

Kemoterapi ve radyoterapi sonrası yapılacak kemik iliği nakli ile tamamen iyileşme sağlanabilir. Kemik iliği naklinde hastaya doku uyumu olan sağlıklı bir kişiden alınan kök hücre nakledilir. Bu yeni sağlam kök hücre sağlan kök hücreler doğurur ve iyileşme böyle sağlanır.

Bu tedavilerin yanı sıra destekleyici tedaviler yapılarak oluşabilecek enfeksiyonlar tedavi edilir, beslenme düzenlenir.

Bu hastalığın tanısı ve tedavisi lösemi konusunda uzmanlaşmış ve ekip oluşturulmuş merkezlerde yapılmalıdır.

Yazının devamı...

Talesemi (Akdeniz Anemisi)

TALASEMİ (AKDENİZ ANEMİSİ)

Talasemi Nedir?

En çok Akdeniz ülkelerinde görülen ama göçler nedeniyle dünyanın her yerine yayılan eğitim ve tarama testleri ile kolaylıkla önlenebilen kalıtsal bir kan hastalığıdır.

Talasemi Nasıl Oluşur?

Talasemi hemoglobinin yapımındaki bozukluk sonucu oluşur. Hemoglobin akciğerlerden aldığı oksijeni dokulara taşıyan ve düzenleyen bir moleküldür. Kanda eritrositlerin (alyuvar) içinde bulunur. ‘’Hem’’ ve ‘’globin’’ olmak üzere iki kısmı vardır. Globin parçasında alfa ve beta adı verilen iki zincir bulunur. Bu zincirlerin üretimi genlerle kontrol edilir . Zincirlerin birinin üretiminin olmaması veya yetersizliği talasemiye neden olur. Alfa zincirindeki eksiklik alfa talesemiye, beta zincirindeki eksiklik beta talasemiye neden olur.

Talasemi Sıklığı:

Türk Hematoloji Derneği verilerine göre ülkemizde 1.3 milyon talasemi taşıyıcısı,, 4500 talasemi hastası bulunmaktadır. Tüm dünyadaki taşıyıcı sayısı ise 266 milyondur. Uzakdoğu ülkelerinde en sık görülen alfa talasemidir. Akdeniz ülkelerinde ve Türkiye ‘de görülen talasemi tipi ise beta talasemidir. Ülkemizde talaseminin en sık görüldüğü iller Antalya, Adana, Denizli ve İzmir’dir.

Beta Talasemi’nin klinik olarak farklılık gösteren üç formu vardır:

1) Talasemi Taşıyıcılığı (Talasemi minör)

2) Talasemi intermedia

3) Talasemi majör

Talasemi taşıyıcılığında kişi hafif anemi (kansızlık) belirtileri dışında sağlıklıdır, sadece talasemi hastalığı genini taşımaktadır. Ancak iki taşıyıcı evlendiğinde doğacak çocuk %25 ihtimalle hasta, % 50 ihtimalle taşıyıcı , % 25 ihtimalle normal olur. Akraba evlilikleri iki bozuk genin bir araya gelme olasılığını , böylece çocuklarının hasta olma olasılıklarını arttırır. Korunma için toplum eğitimi ile akraba evliliklerinin önlenmesi gereklidir. Yine özellikle riskli bölgelerde evlenmeden önce kişiler hemoglobin analizi ile talasemi taşıyıcılığı için tarama testi yaptırmalı, taşıyıcı olup olmadıkları saptanmalıdır. Talasemi taşıyıcısı olan iki bireyin evlenmelerinde bir engel yoktur. Sadece bu çiftler çocuk yapacakları zaman bir genetik tanı merkezine başvurup prenatal tanı ile bebeğin hasta olup olmayacağını öğrenmeli ve genetik danışmanlık almalıdırlar.

Talasemi İntermedia’da anne ve baba taşıyıcıdır. Hastada orta düzeyde bir kansızlık vardır ve belirtiler ileri yaşlarda ortaya çıkar. Bu kişilerde tedavi ve kan nakil ihtiyacı talasemi majora göre çok daha azdır.

Talasemi majorda yine anne ve baba taşıyıcıdır, ancak globin sentezindeki bozukluk daha fazladır. Hastalık belirtileri ağır olup doğduktan 6 ay sonra başlar. Hastada halsizlik, solukluk, iştahsızlık, huzursuzluk, karaciğer ve dalak büyümesi sonucu karın şişliği, kemiklerde genişleme görülür. Burun kökünün basık, alnın geniş ve çıkık olduğu anormal biz yüz şekilleri vardır. Kansızlık belirtileri çok ağır olup 3-4 haftada bir kan nakli gerekir. Talasemi majör ağır belirtileri olan, zaman içinde çeşitli komplikasyonlara yol açan ilerleyici bir hastalıktır. Bu hastalar hayatları boyunca düzenli tedavi görmek zorundadırlar. Düzenli tedavi yapılmayan hastalarda vücutta şekil bozuklukları, gelişme geriliği, diyabet, kalp yetmezliği ve kemik erimesi görülür.

Talasemi Tanısı Nasıl Konulur:

Tam kan sayımı, periferik yayma, hemoglobin elektroforezi ile kansızlığın derecesi, hastalığın tipi belirlenir. Serum demir düzeyi ölçülerek diğer kansızlık şekilleri ile karışma olasılığı ekarte edilir. Demir eksikliği anemisinde kanda demir düşük, talasemide demir yüksektir. Bu ayrım çok önemlidir çünkü demir eksikliği anemisi gibi tedavi edilen talasemi hastalarının durumu kötüleşir.

Ayrıca moleküler tanı ve DNA analiz yöntemleri ile tanı kesinleştirilir.

Talasemi Tedavisi:

Talasemi tanısı konduktan sonra hastayı, yıpratıcı ve maliyetli bir tedavi süreci , zorlu bir yaşam beklemektedir. Yani tedaviden çok daha önemli olan hastalıklı bireylerin doğmasını önlemektir.

Tedavi yataklı tedavi olanağı olan talasemi merkezlerinde yapılmalıdır. Hasta hemotolog, kardiyolog, endokrin uzmanı, psikolog ve sosyal hizmet uzmanının takibinde olmalıdır.

Tedavide ihtiyaca göre 3-4 haftada bir kan transfüzyonu yapılır. Kan transfüzyonunun amacı aneminin düzeltilmesi ve dokulara oksijen temininin sağlanmasıdır. Böylece normal fiziksel görünüme, normal büyümeye, cinsel gelişime ve kaliteli psikososyal yaşama destek verilmiş olur.

Ancak sık yapılan kan transfüzyonları sonucu kalp ve karaciğer başta olmak üzere çeşitli organlarda demir birikir. Bu birikimi önleyip kalpte ve karaciğerde yapacağı hasarı engellemek için demir bağlayan ilaçlar ile şelasyon tedavisi yapılır.

Yine transfüzyonlara bağlı hepatit bulaşma olasılığına karşı hepatit B aşılaması ve bağışıklık takibi yapılmalıdır.

İleri yaşlarda hastanın kan transfüzyonu ihtiyacını azaltmak için kişinin dalağı alınır. Dalak alındıktan sonra oluşabilecek enfeksiyonları önlemek için hastaya her yıl pnömokok, meningokok ve hemofilus influenza aşıları yapılmalıdır.

Hastalığın kesin ve kalıcı tek tedavi yöntemi kemik iliği nakli yani kök hücre transplantasyonudur. Erken yaşlarda (özellikle 7 yaşından önce) yapılan kemik iliği nakli ile hasta tümüyle iyileşir. En uygun verici hastanın kardeşidir.

Talasemi hastalarının diyeti ise demirden fakir, kalsiyumdan zengin olmalıdır. Şeker hastalığı gelişenler için diyabet diyeti uygulanır.

Talasemi Kontrolü İçin En Etkili Yöntemler :

1) Hastalık hakkında toplumun bilinçlendirilmesi için eğitimlerin düzenlenmesi

2) Evlilik öncesi tarama programları ile taşıyıcıların saptanması. (Özellikle riskli bölgelerde nikah öncesi tarama teslerinin yaptırılması zorunludur. )

3) Taşıyıcı ailelere genetik danışmanlık verilmesi ve prenatal tanı metotları kullanılarak yeni hastalıklı bebek doğumunun önlenmesi.. Prenatal tanıda amniyosentez ya da koryon villus biyopsisi ile anne karnındaki bebeğin hastalıklı gen taşıyıp taşımadığı tespit edilir ve genetik danışmanlık ile bebeğin akıbetine karar verilir.

4) Bu gün için en ileri yöntem tüp bebek uygulaması ile henüz gebelik oluşmadan önce (preimplantasyon aşamasında ) sağlam gene sahip hücrelerin seçilerek bu hücreler ile gebeliğin oluşturulmasıdır. Bu preimplantasyon genetik tanı yöntemidir ve bu yöntem ile talasemi dışındaki kalıtsal hastalıklarda saptanabilir.

Bu yollarla talaseminin konrtol altına alındığı, vaka sayısının azaltıldığı hatta tümüyle önlendiği ülkeler vardır. Bizlerde Sağlık Bakanlığı tarafından kurulan talasemi tanı merkezlerine ve uygulamaya çalıştığı tarama programlarına uyarak ve destek sağlayarak talasemi taşıyıcılığının ve hastalığının önlenmesine katkıda bulunmalıyız.

Yazının devamı...

ÇOCUĞUNUZA BU TESTLERİ YAPTIRDINIZ MI?

ÇOCUĞUNUZA BU TESTLERİ YAPTIRDINIZ MI?

Modern tıp uygulamalarında amaç önlenebilir hastalıkları önceden tespit ederek gerekli önlemleri almak ve bireyin sağlıklı bir yaşam sürmesini sağlamaktır. Özelliklede çocuklara yönelik sağlam çocuk takipleri büyüme ve gelişmenin izlenmesi için son derece önemlidir. Bu takiplerin bir parçası olan laboratuvar testleri ile gelişebilecek çeşitli hastalıklar, sakatlıklar, büyüme-gelişme geriliği erkenden tespit edilebilir ve gerekli önlemler alınabilir.

Bebeklikten itibaren rutin olarak yapılması gereken laboratuvar testleri :

1- Kan grubu tayini: Doğumdan hemen sonra yapılmalıdır.

2- Doğumsal metabolik hastalık tarama testi : 48-72 saat sonra( en geç 10 gün içinde) yapılır. Ülkemizde en sık görülen doğumsal metabolizma hastalıkları olan fenilketonüri, doğumsal hipotiroidi ve biotidinaz eksikliğine ilişkin yapılacak testler zorunludur. Halk arasında zeka testi olarak bilinen bu testler doğumun yapıldığı hastanede ve aile sağlığı merkezlerinde ücretsiz olarak yapılmaktadır. Bu testlerin yapılması için çocuğun beslenmeye başlamış olması önemlidir. Çünkü metabolik hastalıklar beslenme ile ortaya çıkar. Test için topuktan alınan birkaç damla kan kullanılır. Testin pozitif çıktığı durumlarda aileye haber verilmekte , hastalığa uygun tedavi, diyet düzenlenmesi sağlanarak iilerleyici bozuklukların oluşmaması için önlemler alınmaktadır. Ayrıca bu topuk kanı ile diğer metaboloik hastalıkların da tanısı konulabilir.

3- Kanda bilirubin düzeyi ölçümü : Yenidoğan döneminde sıkça görülen sarılıklar nedeniyle kandaki bilirubin düzeyini ölçen testlerin yapılması gerekebilir.

4- Tam kan tahlili ve kan demir düzeyi ölçümü: 6. ayda ortaya çıkabilecek demir eksikliği anemisi için tam kan tahlili ve kan demir düzeyi ölçümü yapılmalıdır. Kansızlık saptanırsa ileri tetkikler gerekebilir. Ayrıca 2 yaşından sonra yılda bir kez tekrarlanmalıdır. Tam kan tahlili kansızlık yanı sıra enfeksiyon, lösemi gibi birçok önemli hastalık için uyarıcı olabilir.

5- Rutin biyokimya testleri: 2 yaşından sonra mutlaka yılda bir kez rutin biyokimya testleri de yapılmalıdır.

6- İdrar Tahlili: Yine tarama amaçlı 1 yaşında, 5 yaşında ve ergenlik döneminin başında mutlaka tam idrar tahlili yapılmalıdır. İdrar yolu enfeksiyonu saptanırsa idrar kültürünün yapılması önemlidir. Böylelikle saptanan idrar yolu enfeksiyonu tedavi edilir ve böbreklerde oluşabilecek ileri bozukluklar önlenmiş olur.

7- Kan kolesterol ve lipid düzeyi ölçümü: Ailesinde koroner kalp hastalığı olan çocuklarda 2 yaşından sonra yılda 1 kez kolesterol ve lipid düzeylerine bakılmalıdır. Total kolesterol 200 mg/dl üzerinde ise ileri tetkikler yapılarak çocuk takibe alınmalı ve diyeti, aktivitesi ,hayat tarzı düzenlenmelidir.

8- Hepatit Testleri: Okul öncesi dönemde , yenidoğan döneminde hepatit aşısı yapılmış olsa bile HBsAg ve Anti HBs tahlilleri yapılarak bağışıklık ve aşılama durumu kontrol edilmelidir. Sonuca göre aşı tekrarı gerekebilir.

9- Dışkıda parazit aranması : Okul öncesi dönemde dışkıda parazit araması da yapılacak testlerden biridir.

10- Kanda şeker ve hormon ölçümü: Aşırı kilolu çocuklarda şeker hastalığı açısından kan şeker düzeyleri, büyüme geriliği olan çocuklarda ise büyümeyi etkileyebilecek hormon düzeyleri ölçülmelidir.

Yazının devamı...

KANSER VE YAŞLANMADAN KORUNMAK İÇİN ANTİOKSİDAN BESİNLERDEN DESTEK ALALIM

Kanser ve Yaşlanmadan Korunmak İçin Antioksidan Besinlerden Destek Alalım.

Vücudumuz tüm yaşamsal faaliyetleri için oksijeni yakıt olarak kullanır. Ancak bir çelişki olarak oksijen bu yaşamsal görevini yerine getirirken serbest radikal dediğimiz zararlı oksidan maddelerin oluşumuna neden olur.

Neyse ki vücudumuzda oksidan maddelerin zarar verecek ölçüde çoğalmasını engelleyen antioksidan maddeler , antioksidan mekanizmalar vardır ve bir oksidan -antioksidan dengesi söz konusudur. Bu denge bozulduğunda serbest radikallerin oluşumu kontrol edilemez ve hücrelerin yapıtaşı olan DNA’da hasarlanma başlar. DNA hasarı ise yaşlanmamıza, kalp-damar hastalıkları ve kanser başta olmak üzere çok çeşitli hastalıkların oluşumuna neden olur.

Antioksidanların bir kısmı vücutta doğal savunma mekanızması olarak hazır bulunurken bir kısmı gıdalar ile dışarıdan alınır. Vücutta bulunan doğal antioksidanların sağladığı koruma sınırlıdır. Dışarıdan diyet ile alınan antioksidan miktarının arttırılması ile vücuttaki doğal antioksidan mekanizmalar desteklenir, böylece kanser, kalp-damar hastalıkları ve diğer hastalıkların oluşması önlenebilir, yaşlanma geciktirilir.

Çok sayıda epidemiyolojik ve klinik çalışma ile tahıl, meyve ve sebzelerde bulunan antioksidanların kronik hastalıkların oluşumunu ve şiddetini azalttığı, yaşlanmayı geciktirdiği gösterilmiştir.

Her besinin kendine ait bir antioksidan kapasitesi vardır. Yiyeceklerin, bitkilerin, vücuttan alınan numunelerin antioksidan kapasitesi ölçülebilir. Bu ölçüm için en çok kullanılan yöntem ORAC yöntemi olup bu yöntem ile gıda ya da vücut sıvısının serbest radikal (oksidan madde) emme kapasitesi ölçülür ve her yiyecek veya numune için bir değer verilir.

Ölçümler ile gösterilmiştir ki antioksidan kapasitesi en yüksek olan maddeler E vitamini, C vitamini, karotenoidler ve fenolik bileşiklerdir. Bunların temel kaynağı günlük diyetimizde bulunan besin maddeleridir.

Antioksidan kapasitesi yani ORAC değeri en yüksek olan besinler ise: Goji berry ( kurt üzümü), akai çileği, nar, yaban mersini ve ahududu’dur. Bunların dışında çilek, sarımsak, karalahana, ıspanak, kuru erik, üzüm ORAC değeri yüksek olan diğer besinlerdir. Bu gıdaların dondurulması, reçel/marmelat haline getirilmesi veya pişirilmesi az veya çok koruyucu etkisinin azalmasına neden olur. Yine de antioksidan etkiyi korumak için en iyi yöntem dondurarak saklamaktır.

Baharatlar içinde antioksidan kapasitesi en yüksek olan ise sumaktır. Sonra sırasıyla nane, karabiber, kırmızı biber, tarçın ve kekik en yüksek antioksidan etkiye sahip baharatlardır. Sevdiğimiz et, tavuk, balık gibi et ürünlerini bu baharatlar ile hazırlayarak antioksidan kapasitesine katkı yapabiliriz.

Ayrıca kateşin içeren yeşil ve siyah çay, likopen içeren domates, polifenol içeren zerdeçal, proantosiyanidin içeren üzüm çekirdeği diğer güçlü antioksidan maddelerdir.

Selenyum, çinko, magnezyum, iyot, krom ise antioksidan etkili minerallerdir.

Güneş ışığı, çevre kirliliği, fast-food beslenme tarzı, alkol başlıca serbest radikal kaynaklarıdır. Bu serbest radikal kaynaklarından uzak durarak ve antioksidanlardan zengin gıda tüketimini arttırarak oksidan-antioksidan savaşında vücudumuza destek olabiliriz.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.