SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Bugün bayram

Hangi inanca ait olduğundan bağımsız, tüm dini ve milli bayramların müthiş bir birleştirici gücü ve enerjisi var. İnsan olarak birlik olmaya ve paylaşmaya duyduğumuz ihtiyacın güzel sonuçlarıdır bayramlar. Mutluluğun paylaşılarak büyütüldüğü, acının paylaşılarak üstesinden gelindiği günlerdir. Saygının, sevginin arttığı, hayat koşturmacasında unutulan insan ve değerlerin hatırlandığı paylaşım anlarıdır.

Bayramlar birlik olabilmektir. Ortak duyguları ve düşünceleri birlik olarak büyütebilir ve yayabiliriz. Dünyanın birden fazla yerinde aynı anda çok insanın kalbinde ve dilinde aynı güzel niyetler vardır bayramlarda. Sevginin, saygının, neşenin ve kucaklaşmanın frekansı elden ele, dilden dile yayılır. Tüm bunlar bulaşıcıdır. O kitleyi aşar ve bütüne sirayet eder.

Bayram duygusal alışveriştir. Hem alırız hem veririz. Bayram günü kendimize özenir ve değer veririz, sevdiklerimize özenir ve değer veririz. Sokakta hiç tanımadığımız insanların varlığını fark eder selam veririz. Hatırlanır ve hatırlarız. Sevgi ve saygı sunar ve aynılarını alırız. Günlük hayatta, ilişkilerdeki alışverişlerimizin dengesi kolay bozulur. Bazen çok alınır verilmez, bazen aşırı verilir, alınmaz, bazen verilen fark edilmez vs. Bayram günleri ise alışveriş kendiliğinden dengeleniverir.

Bayramlar aidiyet duygusunu üreten ve geliştiren fırsatlardır. Aidiyet duygusu temel ihtiyaçlarımızdan birisi. Bir toprağa, aileye, kültüre ait hissetmek isteriz. Yalnız ve paylaşımsız olmak, köksüz olmak insana uygun değildir. Yetişkinlerin en çok deneyimlediği ve zorlandığı durumlardan birisidir ait hissedememek. Hikayeler değişebilir fakat aidiyet hiç üretilememişse ya da kaybedilmişse insan kendini uzay boşluğunda savrulurken bulur. Aidiyetsizlik kendinizle bağınızı ve hayatla bağınızı zayıflatır. Mesleğinizi, kararlarınızı, olduğunuz yeri sorgulatır. Devamlı arayış üretir. Ne olduğu bilinmese de hep aranan bir şey vardır. Neyi aradığımızı bilmediğimizde de bulmak çok zorlaşır.

Haydi bu bayram siz de aidiyetinizi kurun. Bir insana, bir işe ya da bir tanecik toprağa aidiyet üretmek besleyici değildir. Hatta bağımlılığa dönüşebilir ve durdurucu olabilir. O yüzden bugün kendimize aidiyet üretelim. “Her neredeysem, kiminleysem ve her ne yaşıyorsam ben hep bana aitim.” Cümlesiyle bunu yapabilirsiniz. İçinize ve kalbinize sinene kadar tekrarlayın. Dilerseniz bu ana fikir üzerinden kendi cümlenizi üretin. Bugün ve Mayıs ayı boyunca bunu kendinize günde en az bir kere hatırlatın.

Bayramlarda kendiliğinden açığa çıkan sevinci, saygıyı, sevgiyi, umudu, birlik bilincini ve paylaşımı her gün üretebilmemiz ve hayatın bayram olması dileğiyle.

Yazının devamı...

İlişkilerde denklem

İkili ilişkiler başlarken kişilerin hayatları diğerine ilginç gelir. Farklı görünen yaşamların çekiciliği partner ilişkisine yansır. Heyecan yaratır. Kişiler diğerinde aradığını bulduğu sanrısına kapılır. Heyecanla birlikte merak başlar. Yaşanılanlarla birlikte devreye uyum girer.

Farklı yaşamlar bakış açımızı değiştirir. Zamanla birbirimize uyumlanmak için çaba harcarız. Bir de diğerini uyum için zorlamaya başlarız farkında olmadan. Başta ilginç gelen özellikler zaman sonra aynı tadı vermeyebilir. İlişkinin tadı değiştiği zaman beklentiler karşılanmaz ve sorunlar çıkmaya başlar.

Örnek olarak çok romantik olmayan bir erkek ile orta seviyede romantik olan bir kadının yeni başlayan ilişkisini ele alalım. Romantik olmayan erkeğin tavırları başta kadın için etkileyici olmakla birlikte zamanla aradığını bulamayan kadın için tepki sebebi olmaktadır. Beklentiler başlar. Oysa erkeğin romantik olmadığı belirgin bir durum idi. Kadın beklentilerinin karşılanmaması halinde daha da gergin olabilir. Bir de erkek için bakalım duruma. Romantik bir kadın ilk zamanlar farklı gelmekteydi. Kendisi romantik olmamakla birlikte kadının romantikliği onda olmayanı hatırlattığı için hoş gelmektedir. Zamanla belki yavaş ya da hisli bir hal gibi görünmeye başlar. Romantizmle barışmadığı için kadın da ona uzaklaşılması gereken bir konu gibi gelebilir.

Elbette çok basit ve düz bir örnekti bu. Önemli olan farklılıkların birbirini çektiğini görmek. Fizik kurallarında da böyledir. Benzer benzeri iter çünkü benzerlerin birbirinden öğreneceği bir şey yok. İkisi de aynı. Farklı olanlar birbirini çeker, öğrenmek ve öğretmek için. Farklı olanlar diğerlerine öğretmek ve öğrenmek görevini yerine getirmek için bir araya çekilirler. Farklı olana çekilmek doğal ve olması gereken bir sonuçtur.

Farklı olanla bir arada olma sebeplerinle ilgilenmen gerekiyor. Bu insan bana neyi hatırlatıyor? Neden bir aradayız, neyi görmem gerekiyor? Gibi isyan içermeyen soru cümleleri ile birlikte olma sebebinizi anlamak, ilişkinin sorunlarını çözmek için iyi bir adımdır. İlişkinin iki kişilik olduğunu hatırlayın. Her ne oluyorsa herkes için oluyor. İlişkiye bakarken kendinizi tanır, önceliklerinizi anlar, kendi gerçeğinizle barışabilirsiniz. Bu bakışla iyi ya da kötü giden her ilişkinin hayata bir katlısı vardır.

Hayatın yol göstericiliğine inanın.

Yaşamınızın bereketle ve bollukla eşleşip birleşmesine niyeten,

Şifa olsun,

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

@ebrudemirhan.ytm

Yazının devamı...

Sevgiyi yaşamak

Sevginin, para kazanmanın, ilginin, ifade etmenin … her türlü kavramın insanda bir koşul karşılığı var. Yemeğini yersen seni severim, başarılı olursan ödüllendiririm, özür dilersen affederim, haklı olduğumu söylersen huzurlu olurum …. Sonu gelmeyen koşulluluk çemberleri iç içe geçmiş bir halde öylece duruyor.

Sen çemberin neresindesin?

Koşullanmalar ayak bağıdır. Yaşam enerjisini tüketen, hedefler koyduran sonra da o hedefleri kendisi imha eden yanılgılardır. Kendi kendimize koşullar koyarız, ilişkilerimiz için gereklilikler listeleri oluştururuz, başkalarının koşul ve şartlarına uyumlanmaya çalışır ya da direniriz. Bu ihtimallerin her biri ayrı ayrı ve bir arada zorluk üretir. Harekete geçiren ya da motive eden etkileri de olsa çoğunlukla sonuca ulaşmaktan alıkoyarlar. Bir başka olasılık da sonuca ulaşıldığında beklenen ve planlanan hazzın bulunamayışıdır, yani kocaman bir hayalkırıklığı.

Eğitim sistemimiz, aile içi ilişkiler, toplumsal değerler hep koşullu ifadelerle besleniyor. Koşul var ise kabul ve sevgi yoktur. Kabul ve sevgi azaldıkça yerini korkuya, öfkeye ve tahammülsüzlüğe bırakır. Şartlar ve koşullar eşliğinde yaşanan hayat, yapılan işler ve icra edilen roller severek ve keyifle değil, mecburiyet ile gerçekleşir. Oysa yaşam bir mecburiyetler ve gereklilikler bütünü olmak zorunda değil. Yaşam bir hediyedir. Açmak – açmamak, tadını çıkarmak – es geçmek kişinin kendi seçimidir.

İyi bir kariyere sahip olduğunda başarılı olacağına ve bir eş olarak seçileceğine inan/inandırılan bir kişi partner ilişkisini, evliliği, sevgi alışverişini, kendinden memnun olmayı ve başarıyı koşula bağlamış olur. O “kariyer noktasına” gelinmedikçe, ona sunulan hiçbir sevgiyi görmeyecek, belki partner ilişkisi yaşamayacak ve kendini başarısız bularak sevmeyecektir.

Çocuklar anne-baba sevgisini kazanmak için bir şey yapmak zorunda değildir. Anne ve baba çocuklarını kendi yöntemleriyle ve olduğu gibi sevebilir. Mutlak sevgi ile beslenen bir çocuk, ebeveynleri ona kızsa da, eleştirse de, kırılsa da onu sevmeyi hep sürdürdüklerinden emindir. Bu bir çocuğa sunulabilecek en büyük güvendir. Aksi hallerde örneğin yemek yemeyen çocuğa konulan “yemeğini yersen seni severim” koşulu, sevgiyi almak için yemek yeme zorunluluğu yaratmaktadır. “Ne kadar yemek yersem o kadar sevilirim” gibi bir bilinçaltı kodlama üretebilir. Bu durum obezite ve yeme bozukluklarına yol açabilir.

Koşullanma her iki tarafı için de sağlıksızlık demektir. “Sevginin tüm şartlarını ve koşullarını iptal ediyorum. Sevgim özgür, bana akan sevgi özgür” bu ayın cümlesi olsun. Bununla birlikte “beni koşullu seven herkesi affediyorum. İçinde koşul barındıran tüm mecburiyetleri affediyorum. Koşullu sevdiğim herkesten af diliyorum” bakış açısı da durumu hafifletecektir.

Bırakalım sevgi özgürce yayılsın. Bedenimizde, duygularımızda, aklımızda, hayatın her anında çoğalsın. Sevgi doğal hali ile alışverişin konusu olsun, bir değişim aracı olmaktan çıksın. Sevgiye para gibi davranmaktan vazgeçelim. Bugün ve her gün kendimize, insanlara, hayata, doğaya, havaya, suya sevgi aktarmayı kabul edelim. Sevgi ile neşelenip şifalanalım.

Yazının devamı...

Mutlak olasılıklara açılmak

Yaşama, çözümlere, mucizelere nice anlamlar yüklüyoruz. Keyfimiz yerindeyse hepsi güzel ve kolay. Canımız biraz sıkkınsa “eh işte” der omuz silkeriz. İşler daha da karışıksa hepsine öfkeli olur, “imkansızlık” etiketini de yapıştırırız.

Oysa yaşam bir kaynaktır. Her ne getiriyorsa tersini de bir yerlerde tutuyor demektir. Sağlığımız yerindeyken hastalık yaşam çemberimizin dışında kalır. Paramız az iken para da yaşam çemberinin dışında demektir. Aradığımız huzura dokunamadıysak huzursuzluk çemberde huzur çemberin dışındadır. Yaşama yüklenen anlamlar ise tamamen kişinin sorumluluğundadır. Çemberin içinin ve dışının tanımları oldukça önemlidir.

Çözümler ve mucizeler de yaşama verdiğimiz anlamlardan payını alır. “Yaşam zor” “Her şey çok zor” “Sorunları çözmek mümkün değil” “Ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin” gibi yerleşmiş kalıplarla da çözümlerin ve mucizelerin yolunu kapatırız. Ne yazık ki kendimizi yaşamın güzel tarafından alıkoyarız.

Yaşamın mükemmel bir hediye olması her şeyi barındırmasından kaynaklanıyor. “Hayat en güzel hediye” diyerek gülümsememizin arkasında yatan bilgelik de budur. Yaşam insan için gerekli olan pozitiften negatife her şeyi barındırır. Ve yine her şey birbirini destekler, besler, büyütür ve güçlendirir.

Yaşam böyle aka dururken bizlere “mutlak olasılık” olarak tanımlanan çözümler okyanusunu tanımak gerekir. İşte “her şey” den asıt mutlak olasılıktır. Her anın içinde birçok olasılık yani mutlak çözümler vardır. İnsanlar ya sorun havuzunda yüzerler ya da çözüm havuzunda. İki havuz yan yana ve birbirine geçişli alanlardır. Yani bir sorunun içinde boğulabilir ya da onun içinden çıkıp sorunu tespit ederek çözümleriyle ilgilenebilirsiniz.

Mutlak olasılık tanımını açıklamak için piyano imgesini kullanabilirim. Uzay boşluğunda, gökyüzünde başı ve sonu olmayan piyano tuşları düşünün. Her biri bir çözüm içeriyor. Her bir tuş içerdiği çözümün titreşimini veriyor.

Yapılan çalışmalar insanların bir olay karşısında en fazla 4 çözüm yolu bulabildiklerini gösteriyor. Üstün zekalı olarak tanımlanan kişiler çözüm sayısını beşe çıkartırken Einstein altıya çıkabiliyor. Şimdi tekrar piyano imgesine dönelim. En fazla 4 çözüm içeren tuş aralığında duruyoruz. Bu tuşların da kendi sesleri var. Notalardan örnek verirsek, do, si, la, re sesleri olsun bu tuşlar. Peki hayatta karşımıza çıkan sorunların sesleri de bu kadar mı? Elbette hayır. Oldukça çeşitli sesler sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bizler ise alışkanlıklarımız, zihin programlarımız, çözüme açılma alışkanlığımızın olmaması, sorun havuzunda kaybolmak gibi hallerimizden dolayı her sorunu aynı bakış açısı ile çözmeye çalışıyoruz. Bu nedenle sorunları çözemiyoruz.

Oysa mutlak olasılıkta bir adım geri atıp kısıtlı seçenek yerine tamamını görmeye ve zihnimizi gerektiği zaman gereken çözümleri almaya programlayarak her an çözüm içinde kalabiliriz. Böylelikle sorunu tanımlar ve hemen uygun çözümü görüp kullanabiliriz.

Yazının devamı...

Ben değerliyim

Yaşadığımız anın, hayatın ve ilişkilerimizin içinde değer arıyor, değer üretmeye çalışıyoruz. Hatta sık sık kendi içimize bakıp değerli bir şeyler bulabilmek ve bulduklarımızı gösterebilmek için çabalıyoruz.

Değer görmek isteriz, değerli bulunmak isteriz, değer verdiklerimizle olmak isteriz. Değer her an gündemde olan bir kavramdır.

Rahim sürecinde ve aile içinde göremediğimiz ve hissedemediğimiz değer, yaşam boyu bizi eksik hissettirebilir. Yanlış zamanda olan ya da istenmeyen bir gebelik, cinsiyet beklentisinin karşılanmaması, fiziksel özellikler ya da yeteneklerin beklenilenin altında kalışı gibi haller değerle ilgili boşluklar oluşturur. Ayrıca kişi ailede değeri sadece hasta ya da zor duruma düştüğünde alabilmişse yaşam boyunca değerli hissetmek için zorlukları ve hastalıkları kendisine aracı kılabilir. Mağduriyetlerin ve fedakarlıkların çoğunlukla sevgi almak, değer görmek, yardım almak gibi ikincil kazançları vardır. Çok çalışırsam değer görürüm, iyi çocuk olursam değerliyim ve benzeri inançlar da kişiyi özünden uzaklaştırarak başkaları için, değer için yaşamaya itebilir. Bir başka ihtimal ise, özellikle çocukluk yıllarında beklediği değeri göremeyerek değersizliğine ikna olmuş bir kişinin yetişkin yaşamı boyunca ona değer veren insanlarla eşleşse de onların verdiği değeri göremeyişidir. Çünkü değersiz olduğuna ya da kimsenin ona değer vermediğine çok iknadır.

Öz değer de öz sevgi gibi çoğunlukla bencillikle karıştırılır. “Önce ben” demek, “sadece ben” demek değildir. Nasıl ki bir insan, bir sürü hücre, organ ve özelliğin bir araya getirdiği bir bütünse dışarıdaki bütünün de bir parçasıdır. Sadece ben demek teoride mümkün olsa bile pratikte böyle yaşamak imkansızdır. Ürettiğimiz değer ve sevgiyi kendimize vermek kendi merkezimizde olabilmek demektir. Kendi merkezinde olmayı seçen kişi merkezini başkalarıyla doldurmaya ihtiyaç duymadığı gibi merkezinin başkalarınca işgal edilmesine de izin vermez. Kendi merkezinde olan kişi başkalarının merkezlerinde yaşamaya ihtiyaç duymaz ya da başkalarının sorumluluklarını üstlenmez. Kendine değer veren insan hayatını olduğu gibi yaşamaya gönüllüdür, başkalarının üzerinden yaşamaya ihtiyacı yoktur, kendisiyle mutludur.

Nasıl ki değer verdiğimiz insanı merak ederiz, nasıl olduğunu, ne hissettiğini sorarız haydi gelin bunu kendimize yapalım. Bugün nasıl hissediyorum? Şu an neye ihtiyacım var? Gibi sorular insanı kendine yaklaştırır. Kendimizi görmek ve tanımak kendimize değer vermenin ilk adımıdır.

Her nasılsan öylece değerlisin, biricik ve teksin, iyi ki varsın, iyi ki sensin!

Hayatın yol göstericiliğine inanın.

Yaşamınızın bereketle ve bollukla eşleşip birleşmesine niyeten,

Şifa olsun,

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

@ebrudemirhan.ytm

Yazının devamı...

Güvenilir ilişkiler

Pek çok kişinin ilişkilere dair en büyük şikayeti güvensizlik. Güven sorunları çok farklı veçheleriyle kendini gösterir. Peki güvende hissettiğimiz yeri, güvenilir olanı bulmak neden bu kadar zor oluyor? Tüm insan ilişkilerimizin ve bizi ilgilendiren tüm kavramlarla kurduğumuz ilişkilerin iskeleti aynıdır. Zorluğun kaynağı da anne karnında olduğumuz zamandan itibaren şekillenmeye başlayarak ilk çocukluk yıllarında formu netleşen bu iskelettir.

Öncelikle ilişki tanımı altına giren bağların her an ve her yerde olduğunu fark ederek başlayalım ki bu konuya hakkı olan önemi verebilelim. İlişki sadece partner, eş, çocuk ya da ebeveynlerle ya da arkadaşlarla aramızda ürettiğimiz bağlarla sınırlı değildir. Duyduğumuz, gördüğümüz, düşündüğümüz, hissettiğimiz her şeyle aramızda bir ilişki vardır. Hayatla ilişkimiz var. Kendimizle aramızda bir ilişki var. Geçmişle, gelecekle, zamanla, mekanlarla, parayla, kazançla, doğayla, havayla, yediklerimizle, sevgiyle, öfkeyle, huzurla, endişeyle, yalnızlıkla, uykuyla, işimizle ve daha binlercesiyle aramızda bir ilişki ve bağ vardır.

Partner ilişkilerinde güvende hissetmiyorsanız, güvenilir insanlarla denk gelemiyorsanız, paraya güvenmiyorsanız, özgüvenle ilgili sorunlar yaşıyorsanız, geleceğe güvenemediğinizden ondan korkuyorsanız, sürekli aldatılmaktan endişe ediyorsanız, insanlar ya da durumlar savaşmanız ya da boyun eğmeniz gereken otoritelere dönüşüyorsa, hiç kimseyle yakınlaşamıyorsanız, ilişkilerin temelinin atıldığı zamana dönmek ve bakmak gereklidir.

Bebeğin rahimde geçirdiği sürede, doğum anında ve emme dönemi boyunca ebeveyn davranışlarıyla birlikte şekillenen bağlanma biçimlerimiz yaşam boyu üreteceğimiz her ilişkinin de iskeletini oluşturur. Güvenli bağlanma gerçekleşmediğinde güvensiz bağlar ve ilişkiler devreye girer.

Bağlanma kuramı, bağlanma şekillerimizi dört başlıkta kategorize ederek açıklar. Bizse bugün konuyu ruhsal boyutuyla ele alıyoruz.

Rahimde kaldığı süre boyunca bebeği hayatta tutan en temel ve ilk bağ kordon bağıdır. Bu fiziksel bağdan daha önce, yine bebek için çok önemli duygusal ve ruhsal bir bağ daha oluşur. Tabii ki babayı da unutmamak gerekli. Baba ile bebeğin duygusal ve ruhsal bağı daha dolaylı biçimde, anne üzerinden kurulur. Bu soyut bağı da bir tür kordon bağı gibi hayal edebilirsiniz. Bağın yapısı, formu, uzunluğu, akışkanlığı ve hangi duyguların o bağdan akarak bebeğe ulaştığı çok önemlidir.

Güvenli bağlanmak annenin sevgisi ve babanın güveniyle beslenebilmektir. Buradaki sevgi ve güven hem temel malzemelerdir hem de birer temsilcidir. Yani sevgiyi sadece anne verir babanın vermesine gerek yok gibi anlaşılmasın. İnsanın, annesinden ve babasından onu duygusal olarak doyuranları alması, bunlarla beslenebildiğini ve böylece güvende olduğunu bilmesi esas olandır.

Anne ve babalarımızın nasıl insanlar olduğunu, hayatta olup olmadıklarını, sevgi dolu ya da sevgisiz olmalarını bir kenara bırakıp kendimiz için, zihnimizin sınırlarını aşarak sadece niyet edelim: “her an annemin sevgisi ve babamın güveniyle yaşamla güvenle bağlıyım”.

Yazının devamı...

İhtiyaçların karşılanması

İnsan doğduktan sonra kendi kendine yetebilecek hale gelene kadar belli bir zaman ve bakıma ihtiyaç duyar. Doğan bebeğin temel ihtiyaçları vardır ve bu ihtiyaçları karşılayacak bir ebeveyn ya da bakım veren gereklidir. Dolayısıyla ihtiyaçlarımızın başkaları tarafından karşılandığı bilgisi ilk edindiğimiz deneyimsel bilgilerdendir. Bu başkaları zaman içinde o insana ait olan görev ve sorumlulukları ona öğreterek devrederler ve böylece bebekler büyür ve yetişkin olur. Bir bebeğin temel ihtiyaçlarının karşılandığını bilmesi (ki bu ihtiyaçların arasında sevgiyi de saymalıyız) o bebek için güvenli bağlanmanın temelini oluşturur. Ebeveyn ya da bakım verenlerle güvenli bağlanma gerçekleştiğinde, büyüdüğünde kendine ve hayata teslim edilen insan, aynı güven bağını hayatla da devam ettirir. Bilir ki ihtiyaçları hem kendisi tarafından hem de onu kucaklayan hayat tarafından karşılanmaktadır.

Bu denklemdeki en önemli unsur kişinin büyüdüğünü kabul etmesi ve kendi yaşam sorumluluğuna sahip çıkmaya gönüllü olmasıdır. Aksi halde yetişkin bedeninde yaşayan fakat çocuk gibi davranan, hisseden bireylere dönüşür. Bir yetişkin gibi düşünmek, çözmek, sevmek ya da kızmak, bunları bir çocuk gibi yapmaktan çık farklıdır. Her şeyden önce yetişkin duygusunun, düşüncesinin ve davranışının önünü ve arkasını her zaman göremese de sorumluluğunu almayı bilendir. Seçimlerinin, kararlarının sorumluluğuna sahip çıkar. Eğer bir kişi bu sorumluluktan kaçarsa birileri hep onun yerine karar versin diye bekler. Hep yönetildiğini sanabilir, oysa burada gönüllü bir teslimiyet söz konusudur. İlerlemesi için onun yerine karar verenler karar vermeyi bırakır ya da ötelerse hayatı donup kalır. Kendini yetersiz, beceriksiz, başarısız ve güçsüz hissedebilir. İlişkide olduğu insanlara kendisine müdahale etmeleri için bilinç dışı bir yetki verir. Hiçbir şeyi kendisi yapmadığından olan ve olmayan her şeyden sürekli şikayet eder. Bunların hepsi sorumluluk almaktan daha kolay gelir ve kişinin konfor alanını oluşturur.

Sorumluluk kelimesi bile pek çok kişi için korkutucu çağrışımlara sahiptir. Sorumluluğu bir ceza, ödenmesi gereken bir bedel ya da bir ağırlık ve özgürlüğün önündeki engel gibi hissediyorsanız onu doğru anlamadınız demektir. Başka insanların sorumluluğunu taşımak az önce saydıklarımın hepsini hissettirebilir fakat insanın kendi sorumluluğuna sahip çıkması bundan çok farklıdır.

Kedi sorumluluğuna sahip çıkmak insanı hafifletir, gücünü ve güvenini eline almasına vesile olur, özgürleştirir. İhtiyaçları fark etmeyi, harekete geçmeyi, çözmeyi tetikler. Kişi ihtiyaçlarının karşılanması için kendisiyle işbirliği yaptığında hayat da o işbirliğine dahil olur. Bu işbirliğini üretebildiğimizin en güzel referans noktası ise yaşamın kolaylaşmasıdır. Hayat ver her şey çok zor diyorsanız henüz kendi ihtiyaçlarınızı fark etmek ve karşılamak için içinizdeki işbirliğini başlatmamış olabilirsiniz. Şu an buna ihtiyacınız olup olmadığını fark etmek ve varsa bu ihtiyacınızı hayatın desteğiyle birlikte karşılamanız için harika bir fırsat.

Çocuklarınızın ihtiyaçlarını karşılayan ebeveynler olarak onlar için yapacağınız en büyük iyilik zamanı geldikçe ihtiyaçlarını tanımayı onlara öğretmek, yetkinliklerini ve yaşam sorumluluklarını tamamen onlara devretmektir. Onların yerine yapmak zamanını aştığında sevgi ifadesi, destek ve ebeveynlik görevi olmaktan çıkar ve çocuk için yıkıcı bir hal alır. Her çocuk biriciktir, duygusu, düşüncesi kendine hastır. Çocuklarınıza güvenin, kendi doğaları içinde en iyisini yapabileceklerine inanın, onlara rehberlik edin ve yaşam sorumluluklarını onlara teslim edin. Bu saydıklarım içsel ve ruhsal olarak her şeyin zemininde işlerken ebeveynlik görev ve sorumlulukları yaşam boyu dönüşerek sürer.

Yazının devamı...

Akıştayım

Akış ne demek ve ne oluyor da akıştan kopuyoruz?

Akışta olmanın nasıl hissettirdiğini deneyimlemek için önce bu sorularla başlayalım.

Akışla bir olmak, uyumun parçası olmak, mükemmel senkronizasyon olarak tanımlayabiliriz. Dört boyutlu bir dünyada yaşıyoruz. İlki boy. Hepimizin bir boyu var. Ayaklarımız yerde, başımız göktedir. Ayaklarımızla dünyadan başımızla göksel olandan besleniriz. İkincisi en. Hepimizin bir genişliği ve çapı var. Bu çapın ne olduğunu, içini nelerin doldurduğunu anne rahmi süreçlerimizden bugüne aldığımız bilinçaltı kararlar belirliyor. Üçüncüsü derinlik. Duygularımız, düşüncelerimiz, davranışlarımız, hepsi ruhsal ve bilinçaltı derinliklerimizin görünen yüzeyleri. Son olarak dördüncü boyutumuz zaman. Doğuyoruz, büyüyoruz ve ölüyoruz. Her bir insan, dünyada var olan her şey aynı boyutlara sahip, hatta Dünya’nın kendisi de. Aslında çok boyutlu varlıklar olsak da en sade ve kaba haliyle böyle özetleyebiliriz.

İşte bu dört boyutun mükemmel senkronizasyon anı akışın kendisidir.

Akışta olmanın önemli etkenlerinden biri de zaman kavramlarımızdır. Akış içinde devinim, süreklilik ve değişim barındırır. Geriye gitme ya da ileriye koşmak akışla uyumu bozar. Akışta sadece an vardır, her şey anda olur. Sadece an gerçektir ve sadece anda hareket ve değişim vardır. Kendi bireysel zamanlarımızda geçmişte ya da gelecekte yaşamaya başladığımızda anı kaybederiz. Geçmişe takılıp kalan bir kişi her şey ilerlemeye devam ederken kendini o bütünlüğün ve hareketin dışına çıkarmış olur. Tüm dikkati gelecekte olan bir kişi için de sonuç aynıdır. Henüz gelmemiş olan geleceğin planları ve endişesi içinde akıştan kopar. Kendi zamanımızla dünyanın zamanı anda uyumlu olduğunda yeniden akışa geçilir.

Sürekli aşırı çabalıyorsak, zorlanıyorsak, değişim üretemiyorsak ve ilerleyemiyorsak akışta değilizdir. Akışta olmayı, kontrolü kaybetmek ya da gücünüzden vazgeçmekle karıştırmayın. Akış halinde güç, kontrol, teslimiyet ve güven dengededir. Bu dengenin getirdiği uyumla evrenle birlikte üretmeye başlarız. Kendimize dönmek ve meditasyon bu denge ve uyumu üretmekte yolumuzu kolaylaştırabilir.

Hayatın yol göstericiliğine inanın.

Yaşamınızın bereketle ve bollukla eşleşip birleşmesine niyeten,

Şifa olsun,

Ebru Demirhan

www.ebrudemirhan.com

@ebrudemirhan.ytm

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.