SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Çocuk ve Allah

Çocuklarınızı dini konularda, vecibelerde zorlamayın!

İbadetleriniz çocuğunuzla aranıza girmesin. Onların da beklediği paylaşım saatleriniz olsun!
Kızımız 8 yaşındaydı. Sürekli annesiyle birlikte olmayı gözlüyordu. Annesi ise ibadetlerine çok düşkündü. Boş kaldıkça hep namaz kılar, Kur’an okur, tespih çekerdi. Ne zaman annesini yanına çağırsa, onunla birlikte olmak istese, annesi, ” diye cevap verirdi. Yine bir gün, annesiyle birlikte parka çıkmak istemişti. Annesi de yine aynı cevabı vermişti, “”. O da “ diye ağlayarak odasına koşmuştu. Annesi şaşkındı...

Oğlumuz 5 yaşındaydı. Televizyonda annesinin ve oğlunun en çok sevdiği programlar çakışıyordu. Anne hatim programını izlemek istiyor, oğlu da o saatteki en çok sevdiği çizgi filmi. Anne, “” diye, çocuğunun çizgi filmini izlemesine ısrarla izin vermiyordu. Çocuk da hep ağlıyordu. 6 yaşına geldiğinde kendisine Kur’an öğretmek isteyen ablasına, “demişti.

Ve kızımız 12 yaşında bir ergendi. Annesi ile birlikte arabada giderken en sevdiği müzik kanalını açmak istiyordu. Annesi ise buna izin vermiyordu. Ya ilahi ya da Kur’an dinlemesini istiyordu. Bir gün yengesinin arabasında ergen kızımız, demişti. Yengesi şaşkındı...



Önce nasıl sevdireceğinizi düşünün
Dini konularda çocukla inatlaşmak, zorlamak, örnek olma adına olsa da, ne kadar doğru olduğuna inansanız da çözüm değildir. Aileler uzlaşmacı bir yol sergilemeli, çocuğu cezalandırır konuma düşmemeli, onları zorlamamalıdır. Anne baba öncelikle nasıl sevdirebilirim diye düşünmeli, çocuklarıyla konuşmalı, anlatmalı, yaşına ve bireyselliğine uygun çözüm yolları üretmeli, orta yolu ve dengeyi sağlamalıdır. Çocuklarıyla sevgi bağı güçlü olan ebeveynler, muhakkak çocuklarına önce örnek olacak, sonra da onlara sevdirerek, dini vecibelerini yerine getirmelerine yardımcı olacaklardır. İbadet saatlerimiz asla çocuklarımızla aramıza girmemeli, hatta onların da gözlediği bir paylaşım saati olmalıdır!

Anneler nasıl davranmalıydı?
Üç annemiz de bir yerlerde hata yapıyorlardı. Birinci annemiz çocuğuna hiç vakit ayırmıyordu. O hep evdeydi ama nitelikli ve kaliteli zamanı yoktu çocuğu için. Çocuk da sevildiğini hissedemiyordu. Annesiyle arasına giren ve bahane olarak sürülen bu namazı kendisi de sevmemeye ve öfke duymaya başlamıştı çünkü sonrasında da annesi sözünde durmuyor, onunla oynamıyor veya parka götürmüyordu. Çözüm nasıl olabilirdi? Namaz kılarken anne onun yanında olmasına izin verebilir veya birlikte kılmayı teşvik edebilir, ödül olarak da parka çıkabilir veya oyun oynayabilirlerdi. İkinci annemiz ise hatmini bitirmeyi istemekte çok haklıydı ama çocuğuyla inatlaşmamalı ve onunla konuşarak uzlaşmalı, anlaşmalıydı. Bu bir gün oğlunun çok sevdiği çizgi filmi birlikte izlemek ve bu çizgi film üzerine onunla birlikte yorumlar yapmak, diğer gün de oğlu ile birlikte hatim programını izlemek, ona da takke takmak, yanına oturtmak ve onun parmağıyla birlikte Kur’an’ı takip ettirmek olabilirdi. 12 yaşındaki ergen kızımızı da annemiz anlamalı, zorlamamalıydı. Yolda giderken kızının istediği müzik kanalını, dönerken de ilahi dinleyerek onunla uzlaşabilir, anlaşabilirdi.

Fazilet Seyitoğlu
Uzman Klinik Psikolog
www.myfamilyterapi.com

Kaynak: Seyitoğlu, F. (2017). Çocuklarda 20 Psikolojik Problem ve Çözümü. İstanbul: Hayykitap.

Yazının devamı...

Çocuk ve Peygamber Efendimiz

Çocuklarımıza en güzel model Peygamber Efendimiz (SAV)

Çocuklar, anne ve babalarını model alır. Peki, anne babalar hayatlarında kimi model alır? Bu dünyanın bir imtihan, oyun ve oyalanma yeri olduğuna inanan anne babalar, en güzel ahlak üzerine yaratılmış olan Allah’ın sevgili kulu Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV)’i örnek alırlar mı? O’nun sünnetlerine uyanların hem bu dünyada hem de ahirette mutlu olacağını bilirler mi? Çocuklarının kendisini keşfetme yolculuğunda yol gösterici rehber olarak Peygamber Efendimizi anlatıp, ‘O’nu tanıtıp, peygamber sevgisini verme gayret ve çabasına girerler mi? Çünkü bilirler ki, insan tanıdığını ve bildiğini sever ve ancak peygamber davranışlarıyla kendi hayatının anlamını bulmuş olur. Davranışlarını ayarlayamayan insan ne kadar ibadet etse de hakiki kul olamayacaktır. 20’li yaşlara kadar kişilik gelişiminin devam ettiğini düşünürsek, Peygamber Efendimizi anlatma ve tanıtma tarzını üç ayrı dönemde inceleyebiliriz.

İlk 7 yıl

7 yaş öncesi, anne babayı model alma, taklit etme ve oyun dönemidir. Bu dönemde rolümüz, Peygamber Efendimizi örnek alarak, sünnetlerine uyarak kendi hayatına geçirmeye çalışan bir anne baba modeli olmalıdır. Okul öncesi dönemde çocuklar anne babasının sözlerinden çok davranışlarını zihinlerine kaydederler. Anne babasının saygıyla kıldığı namazları, ağlayarak yaptığı dua ve yakarışları, yaşadığı sıkıntı karşısında gösterdiği tevekkül ve sabrı, komşusuna yaptığı iyilikleri, tebessümü, alçakgönüllülüğü ve tüm ahlaki değerleri davranışsal gözlem ile öğrenirler. Davranışlarımız düşüncelerimizi yansıtmıyorsa, samimi, ciddi, hassas davranamıyorsak, çocuğumuza hakiki model olarak Peygamber Efendimizi ne kadar anlatsak da sünnetleri hayatına geçirmesinde etkili olamayız.

7-14 yaş

7 yaşından sonra, Peygamber Efendimizin hayaliyle yaşayabilmesi için çocuğumuza sürekli ondan bahisler açmalı, onun ve arkadaşlarının hayatlarını da merakını uyandıracak şekilde hikâyelerle anlatmalı, onları tanıtmalı, sevdirmeliyiz. Bu yaşlarda çocuğa anlatım biçimimiz şöyle olmalıdır: “Biz Allah’ımızı, bizi yaratanı çok seviyoruz. ‘O’nun da bizi sevmesi için ‘O’nun sevdiği tarzda davranacağız. ‘O’nun sevdiği tarz ise Peygamber Efendimize benzemektir. ‘O’na benzemek demek ‘O’nun gibi davranmak anlamına gelir. Peygamber Efendimiz gibi davranırsan kendini çok iyi hissedecek, mutlu olacaksın. Hem kalbin de nurla dolacak. Bak Kur’an-ı Kerim’de Allah demiş ki ‘Peygamber Efendinize uyun ki Allah da sizi sevsin.’ Peygamber Efendimize uyar, ‘O’nun gibi davranırsak, Allah seni daha da çok sevecek, zaten seviyor da... Çünkü ‘O’ çocukları çok sever...”

İlköğretim dönemindeki rolümüz anlatma ve tanıtımın yanında, davranışlarını Peygamber Efendimizin davranışları ile bağdaştırma, ‘sınırlama/disipline etme’ de olmalıdır. Çocuğumuzun davranışlarına sünnete uygun belli sınırlar getirebiliriz. (Her çocuğun olgunluk seviyesi farklıdır. Kendini disipline etmekte zorlanmayan çocuklar için 5 yaş itibarıyla da davranış üzerinden Peygamber Efendimize benzeme motivasyonu verilebilinir.

Davranışlarını kontrol etmekte zorlanan çocuklara sık tekrarlar yapılması uygun olmayabilir.) Çocuk yanlış bir davranışta bulunduğunda, mesela arkadaşına vurduğunda, küfür ettiğinde, “Biz böyle davranamayız, doğru değil. Bak ‘O’ öyle davranmazmış, kendisi için öfkelenmez, haksızlık karşısında sadece Allah için kızar ve kimseye de kötü söz söylemezmiş” denilebilir. Veya bir kuşa taş attığında “O, hayvanlara eziyet edenleri sevmezmiş!” şeklinde uyarılabilir. Güzel bir davranışta bulunduğu zaman, mesela arkadaşına yardım ettiğinde de “Eminim O şimdi çok mutlu oldu senin yardımseverliğinden!” diyebiliriz. ‘O’, elbisesinin temiz olmasına dikkat eder, dağınıklığı sevmezmiş, arkadaşları üzüldüğünde onları teselli eder, birisi kendisinden yardım istediğinde hayır demez, iyilikleri de asla unutmazmış, hediyeleşmeyi sever, şakadan bile olsa yalan söylemezmiş, kibar, nazik ve saygılıymış... Bu hatırlatmalarla çocuk Peygamber Efendimizi örnek alarak doğru davranışı yerleştirme çaba ve gayretine girecektir. Ve “Hayatın boyunca ‘O’na benzemeye çalışmalısın!” diyerek de evladımıza rehber sunmuş oluruz. Sünnete hem uyacak hem de yolunu kaybettiğinde, kafası karıştığında “O nasıl davranırdı?” diye araştırmaya koyulacak, “Acaba ben yanlış mı yaptım, yanlış mı davrandım?” deyip vicdan muhasebesi yapacak ve sünnetullaha sarılmak isteyecektir. Sarıldıkça da ruhsal olarak rahatlayacak, endişe, sıkıntı ve vesveselerden kurtulacaktır.

Ergenlik dönemi (14-21 yaş)

Ergenlik döneminde ise zorlamadan, sabırla yön vermeye devam etmelidir. Bu dönemde rolümüz “ ‘O’ ve seni ‘Yaradan’ bu davranışından razı olmadı, sen bilirsin!” şeklinde uyarmak olmalıdır. Anne babanın ciddiyeti, geçmişte onun hafızasında kayıtlı olan sünnete uygun davranışları ona uzanmış bir el ve rehber olacak ve onu elinden tutup hem ergenliğin hem yetişkinliğin zorlu dönemlerinde tehlikelerden koruyacaktır.

Yazının devamı...

Anne Olmak

Dr. M. Scott Peck’in Az Seçilen Yol adlı kitabında dediği gibi:

“.”

Anne olmak da, çocuk büyütmek de gerçekten çok zordur. Ama sonuç olarak çocuk büyütürken sevgi her şeyin üstesinden gelir. Ve sevgi olmadan olmaz. Sevgi her şeydir. Bir şeyi seviyorsak, o bizim için değerli olur. Bir şey bizim için değerli ise, onunla birlikte olmak isteriz. Ondan zevk almak ve ona bakmak için vakit ayırırız. Yaşlı bir dedenin gül bahçesini sevmesi, budaması, ona vakit ve emek harcaması, gülleri toplarken dikenlerinin elini kanatmasının acısını hissetmemesi gibidir çocuk büyütmek. Elinizin kanaması, canınızın acıması o güle verdiğiniz değeri ve zamanı azaltmaz; buna razı olursunuz. Bu gülün sevgisindendir.

Çocuklarımızı sevdiğimizde de aynı şey olur. Onlara değer veririz ve onlara bakmak epey bir vaktimizi alır. Hatta öyle zamanlar olur ki, kendimize zaman ayıramaz; tüm zamanımızı çocuklarımıza harcarız. Gerçekten sevilen ve kendilerine zaman ayrılan çocuklar, kendilerini değerli hissederler ve bunu varlıklarının derinliklerinde de duyumsarlar.

Değerli olma duygusu, ruh sağlığının olmazsa olmazıdır. Bir insanın kendini disipline edebilmesinin de şartıdır. Ve bu değer duygusu anne baba sevgisi ile çok bağlantılıdır ve o sevginin ürünüdür. Çocuklar anne babalarının sevgilerini göremez ve kendilerini değerli hissetmeyi öğrenemezlerse, ne yazık ki yetişkinlikte bu duyguyu kazanabilmeleri çok güç olacaktır; hatta bazen de olanaksızdır. İnsan kendine değer veriyorsa kendini korumak için gerekli olan şeyleri yapar, hazzı erteler, zamanını programlar, zamanına değer verir, zamanını iyi kullanır, bugünün işini yarına bırakmaz, mutsuz, doyumsuz ve tembel olmaz. Kendini sevmeyen, başkalarını sevmekte de güçlük çeker. Anne babasının sevgisini, ilgisini hep hissederek büyüyen şanslı çocuklar ise derin bir güven duygusu ile geleceğe adım atarlar, terk edilmekten korkmazlar. Çünkü anne babaları işte bu 0-7 yaş döneminde kendisini duygusal ve fiziksel olarak terk etmemiştir. Anne ve babasına güvenen çocuk dünyanın da yaşanılacak güvenli bir yer olduğunu ve gerektiğinde korunacağını derin bir duygu ile hisseder.

Çocuklarımızın disiplinli ve huzurlu, hazzı geciktiren, başkalarına değer veren, kendilerine değer veren, saygı duyabilen ve başkasını sevebilen ve utanabilen, nezaketli, fedakar, bilge, özgüvenli, dayanıklı, kendi ile ve toplum ile barışık bireyler olabilmeleri için 0-7 yaş dönemindeki sürekli ve gerçek sevgi gösterme çabalarınız ve gayretleriniz çok önemli.

Tüm annelerin gününü kutluyorum.

Sevgilerimle,

Fazilet Seyitoğlu

Uzman Klinik Psikolog

www.myfamilyterapi.com

Kaynak: Seyitoğlu, F. (2018). . İstanbul: Hayykitap.

Yazının devamı...

Boşanma Travması

Anne ve baba çocuğunun kahramanıdır, bırakın öyle kalsın...

Baba olmak sadece eve ekmek getirmek, çocukların üzerine kıyafet almak değildir. Çocuklar babaya ihtiyaç duyarlar. Babalar bedenen ve ruhen çocuklarının yanında olmalıdır. İşiniz ne kadar yoğun olursa olsun, çocuklarınıza ayıracak bir sevgi anınız mutlaka olsun. Eğer varlığınız sadece erkekliğin getirdiği güçle, kuvvetle sınırlıysa, 8 yaşındaki Ali’nin duygularına kulak verin. Babasını eve hırsız girmesinden korktuğu için isteyen Ali’nin, hırsız tehlikesi geçtiği anda, “Babam olmasa da olur” düşüncesine gelivermesi acı bir durum değil midir?

Ali 8 yaşındaydı. Anne ve babası ayrı yaşama kararı almışlardı. Baba evden ayrılmış, anneyle çocuk kalmıştı evde. Boşanma süreci başlamıştı ve çocuk korkuyordu. Anne, “Babası evden gittiğinden beri çok huzursuz, geceleri benimle yatmak istiyor, sık sık uyanıyor ve sabahları okula gitmek istemiyor. ‘Korkuyorum’ diyor. Babası tekrar eve gelsin diye ısrar ediyor” diyordu.

Ali’ye, “Bana ailenin resmini çizer misin” dediğimde kocaman bir apartman çizdi. Apartmanın içine bir çocuk, bir de kız, dışarıya da bir adam resmi. “Evin içindekiler kim?” diye sorduğumda, “Bu anne, bu da çocuk” dedi. Dışarıdakinin de babası olduğunu anladım. “Babam artık eve gelmiyor” diyor. Sonra hırsızdan korktuğunuve babası evdeyken onları koruduğunu söylüyor endişeli gözlerle. Ve ekliyor,

“Şimdi bizi kim koruyacak?”

Ali’ye bir dizi sorular yöneltiyorum.

“Siz nerede oturuyorsunuz?”

“Sitede.”

“Aaa çok şanslısın, güvenlik var yani? Güvenlikten hırsız kolaylıkla geçebilir mi?”

“Biraz zor.”

“Peki kaçıncı katta oturuyorsunuz?”

“3. katta.”

“Tırmanabilir mi?”

“Hayır.”

“Kapıdan girebilir mi?”

“Bizim kapımız çelik!”

“Ne güzel! Peki sizin eve hırsızın girmesi pek de kolay gözükmüyor diyebilir miyiz o zaman.”

Başını sallıyor. İkna olmuşa benziyor.

“Biliyor musun her çocuk senin kadar şanslı değil” diyorum. “Hâlâ korkuyor musun?”

“Biraz, aslında babam gelmese de olur!” diyor ve gülümsüyor.

Çok şaşırıyorum. Yani hırsızın evine girme ihtimalinin çok düşük olduğunu anlayınca 8 yıllık babasından ne kadar da kolay vazgeçiyor. Babasıyla arasında sevgi bağı ve paylaşımı yok sanırım diye düşünüyorum. Baba için gerçekten üzücü bir durum.

Anne ve baba çocuğunun kahramanıdır, bırakın öyle kalsın...

5 yaşında bir oğulları vardı ve boşanıyorlardı. Anne, evliliği boyunca eşi tarafından sürekli aşağılanmış, hakarete maruz kalmıştı. Kendisi ise aynı üslupla cevap vermek yerine susmayı tercih etmişti. Ona göre, kendileri iyi geçinemese de babası çocuğunun gözünde bir kahramandı ve öyle kalmalıydı. “Yaşamının bu döneminde babasının kötü, sorumsuz olduğunu düşünmesini istemem, belki de, hayatının hiçbir döneminde. Kim haklı kim haksız ne önemi var? Büyürken onun dünyasında babası kahramanı olmalı ve babasını sevmeli; bu bir çocuk için çok büyük bir ihtiyaç!” demişti. Bu anneye saygı duymuştum, aslında gerçek kahraman oydu. Eşine karşı haklı olduğu halde çocuğunun ruh sağlığını korumak için susmayı tercih etmiş, evladına babasını kötülememişti.

Anne babaların çocuklarına karşı yaptıkları hatalar çoğunlukla iletişim becerilerinin yetersizliğinden kaynaklanır. Eşleriyle aralarındaki problemleri çocuklarının yanında konuşur, tartışırlar. Birbirlerini çocuklarına şikâyet ederler. Hatta çocuklarının aralarında hakem olmasını beklerler. Bu, boşanma sürecinde sanki kaçınılmaz olur. “Ben haklıyım, babanız haksız veya anneniz! Sen babanı tanı oğlum, büyüyünce onun gibi koca olma! Onun gibi sorumsuz, kaba ve saygısız olma! Baban bizi gerçekten sevip, önemseseydi bize (bu arada ben bize dönüşür) böyle davranmazdı!” gibi konuşmalar ve yorumlar yapılır. Böylece oluşan gergin ev ortamı, özelikle son çocukluk döneminin sonuna, ergenliğin başlama dönemine kadar (0 yaş-12,14 yaş) çocuğun kendini son derece güvensiz hissetmesine sebep olur. Bu durum onun için kaldırılması çok ağır bir yüktür.

Çocuk doğruyu yanlışı, haklıyı haksızı ayırt edebilecek duygusal ve zihinsel olgunlukta değildir ve kendini güvende hissetmek ister. (Bu olgunluğa ancak ergenliğe kadar sağlıklı ebeveynlik tarzıyla yetiştirilirse ulaşır.) Bu, sağlıklı kişilik gelişimi için elzemdir. Kendini güvende hisseden çocukta güvenli dünya algısı gelişir. Anne babanın sürekli birbirlerini kötüledikleri, tartışmaların yaşandığı evde sevgi ve güven gelişimi yetersizdir. “Baban bana bunu yaptı şunu yaptı! Annen şöyle böyle bir kadın” şeklindeki konuşmaları duyarak büyüyen çocuk güveni, sevgiyi hissedemez. Babasına güvenemeyen çocuk da hayatta hiç kimseye güvenemez hale gelir.

Anne babanın haklı olma iddiası ve güç savaşı çocuğun ileride kişilik gelişimini olumsuz etkiler. Yetişkinlik döneminde çeşitli ruhsal bozukluklar geliştirmesine, hatta kişilik bozukluğuna sebebiyet verebilir. Ergenlikten önce çocuklar sıkıntılarını sözle ifade edemezler. Sıkıntılı, gergin ve güvensiz ev ortamı da çocuğun alt ıslatma, parmak emme, iştahsızlık, tırnak yeme, saldırganlık, öfke nöbetleri, aşırı kaygı ve korku hali gibi çeşitli davranış bozuklukları geliştirmesine sebep olabilir. Çocuk gizli depresyon da geliştirebilir.

Haklı olan insaflı olur ve kendine güvenen insan kendini ispatlamaya gerek duymaz. Çocuğunun ruh sağlığını korumak için susması gerekiyorsa bunu yapar. Haksız olan ise sürekli karşı tarafı suçlayıp benmerkezci davranarak kendisini temize çıkarmaya çalışır, bilinçsiz ebeveyn rolünü üstlenir.

Çocuğunuzun boşanma esnasında ruh sağlığının bozulmasını istemiyorsanız bunlara dikkat edin:

•Çocuklarınızın yanında tartışmayın.

•Çocuklarınıza eşiniz hakkında kişiliğiyle ilgili suçlamalarda bulunmayın. Anneniz sadece kendini düşünür, bencil gibi...

•Onlardan asla hakem olmalarını beklemeyin. “Ben haklıyım o haksız!” tartışmasına, kanıtlama savaşına, çocuğunuz tarafından tasdiklenme çabasına girmeyin. Babalarının ne kadar sorumsuz ve ilgisiz olduğunu tasdik etmeleri gibi...

•Olumlu düşünün. Eşiniz hakkında olumsuz senaryolar yazmayın. Hayal dünyanızda yaşamayın. Gerçek dünyaya dönün. Sinirli bir yapısı olabilir veya o gün günü kötü geçmiştir, öfkeli ve yorgundur, ama aslında sizi incitmek ve kırmak istememiştir ve bunu kasten yapmamıştır. Onu yanlış anlamış da olabilirsiniz. Olaylar ve kişiler hakkında anne babanın sürekli olumsuz senaryolar geliştirmesi, çocukların çevreyi ve olayları sağlıklı yorumlama ve düşünme yeteneklerini uzun süreçte bozar ve gerçek hayatla kaygılı bir bağ, tutum geliştirmesine sebep olabilir.

•Eşinizin size karşı istemediğiniz, hoşlanmadığınız olumsuz bir davranışını tüm kişiliğiyle bağdaştırmayın, abartmayın ve tüm davranışlarına genellemeyin. Ve eşinizle konuşun. O sizi bir konuda anlamamış olabilir ama bu sizi her zaman anlamayacağı anlamına gelmez! Çok sinirlendiğinizde, “Babanızın bu davranışına anlam veremedim, onunla bu konuyu konuşacağım” şeklindeki yaklaşım, çocukların kişiler hakkında yargısız infazdan önce konuşma ve dinleme becerilerini geliştirmeleri için ileriki hayatlarında model olacaktır.

Ve unutmayın, her biriniz (anne veya baba) onların (çocuklarınızın) kahramanısınız; bırakın öyle kalsın çünkü bu onları inanılmaz özgüvenli, sevgi dolu, mutlu ve sabırlı kılacaktır. Kolay değil ama bunun için denemeye değmez mi?

Fazilet Seyitoğlu

Uzman Klinik Psikolog

www.myfamilyterapi.com

Kaynak: Seyitoğlu, F. (2017). . İstanbul: Hayykitap.

Yazının devamı...

Hoş Geldin Bebek!

İlk gülümseme ve kahkaha!

Bebekler gülmeye ve kahkaha atmaya ebeveynlerin beklediğinden çok daha erken başlarlar. Gülümsemeler birinci veya ikinci ayda başlar, kahkahalar ise iki ila beşinci aylarda. Üstelik bunu gerçekleştirmek için komedyen olmanıza gerek yok! Dr. Caspar Addyman (Londra’daki Birkbeck Üniversitesi’nden) diyor ki, “Bebeklerin kahkahaları anne-babanın yaptığı komik şeylerden kaynaklanmıyor. Daha çok kahkahanın sırrı, bebeğe daha çok ilgi göstermekten geçiyor. Kahkahalar bebeklerin, anne ve babalarının ilgisini çekmek için kullandıkları numaralardan biridir. Böylece ilginizi çekecek ve sizinle ilgili daha çok şey öğrenebilecek.”

Kendinize iyi bakın...

Yeni annelerin ve bazı babaların yaklaşık yüzde 15’i doğumdan önce veya sonra ruh sağlığı ile ilgili problemler yaşıyor. Donna Moore (City Üniversitesi Londra) diyor ki, “Anne-babaların kendilerini olası risk ve semptomlar ile ilgili eğitmesi gerekiyor. Birçok anne, ‘kötü anne’ olarak görülecekleri korkusuyla profesyonel yardım almıyor. Yardım arayışı iyileşmek için gereklidir ve bu da sizin iyi bir anne olduğunuz anlamına gelir. Eğer doğum öncesi bir ruhsal bozukluğa sahipseniz, bu sizin suçunuz değil ve yardımla iyi olacaksınız.”

Sosyal olun...

Dr. Debbie Smith (Manchester Üniversitesi), yeni anneler için sosyal desteğin önemini vurguluyor. Diyor ki, “Kanıtlar gösteriyor ki, kadınların istediği destek şekli hamileliğin farklı aşamalarında değişiyor. Başka annelerden destek almak doğum sonrasında isteniyor ve bunu sağlamanın en kolay yolu anne-bebek gruplarına katılmak veya bebeği olan annelerle birlikte olmak.

Babalar da önemlidir!

Babalar, çocuklarının birey olması için onları yüreklendirmede çok büyük bir role sahiptir. Dr. Anna Machin (Oxford Üniversitesi) diyor ki, “Güvenli bir bölgede tehlikelerle baş etmeyi öğreneceği oyunlar bu sürecin başlangıcıdır,” ve ekliyor: “İtişli kakışlı oyunlar oynamak baba çocuk iletişiminin evrensel bir göstergesidir. Babalar çocuklarını tırmanmak, koşmak ve zıplamak konularında teşvik etmeye bayılır. Bu davranış sadece eğlenceli değil, çocuğun gelişimi için gerekli de.”

Bebekler dilleri kendi kendilerine çözümlerler.

Plymouth Üniversitesi araştırmacılarından Dr. Caroline Floccia ve Allegra Cattani, bir dilden fazla konuşan 2 yaşındaki bebeklerde kelimelerin oluşumu üzerine bir çalışma yaptılar. Dr. Cattani diyor ki “Büyümek ve iki dili birden herhangi bir dil kursuna gitmeden doğal olarak öğrenmek çocuğun gelecekteki başarı şansı için cennet gibi görünüyor. İki dile birden maruz kalan bebekler, bir dil öğrenerek büyüyen beklerden birkaç ay daha geç, her iki dilden de ilk kelimelerini söylerler. Bu normaldir ve endişelenecek bir şey yok. Çocuğunuzla bildiğiniz dilde konuşmaya devam edin, o, dilleri kendi kendine ayırt edecektir!”

Çocuğunuzun uyku düzenine çözüm bulmaya yardım edin!

Bebeğin uyku düzenini belirleyen saat yaklaşık 4 aylık iken gelişir ve bu uyku düzeninin gün ışığına göre ayarlanması çok önemlidir. Loughborough Üniversitesi’nin Uyku Araştırma Merkezi’nden Profesör Jim Horne diyor ki, “İyi bir gece uykusu için bebekler gün içinde gün ışığının olduğu ve uyanıklıkla bağlantılı ortamlarda uyumalılar.” Şunu da ekliyor “Bebeği gün içinde perdeler kapatılarak ve çok sessizlik içinde karanlık bir odada beşiğine koyarak uyutmak gün içi uykusunu uzatır ve gece uykusunu azaltır.”

Sarılmak hayati önem taşır!

Dr. Ann Bigelow (St Francis Xavier Üniversitesi Kanada) diyor ki, “Yeni doğan bebekler dokunuşa çok hassastır. Dokuz ay rahimde tutulduktan sonra kucağa alınmak onlar için son derece rahatlatıcı olabilir.” Dr. Bigelow diyor ki, “Yüzyıllardır bebekleri sakinleştirmek için kundağa sarma uygulamasının sebebi de budur. Ama her şeyden önemlisi, bebekler kucakta tutulmayı sever. Yeni doğan bebekler çok iyi sarılmacıdır ve kucakta tutulduklarında ne kadar çok beden teması olursa onlar için o kadar iyidir, özellikle ten temasını tercih ederler.

Bebekler yüzlere bayılır!

Punit Shah (Kings College Londra), bebeklerin görüşleri zayıf olsa da algılarının duyusal veri ile dolup taşmış durumda olduğuna işaret ediyor. Şunu da ekliyor: “Profesör Mark Johnson tarafından yapılan araştırmada, bebeklerin yüzlere dikkat etme eğilimi olduğu görüldü ki bu eğilim hızla gelişen beyinde bol miktarda sosyal bilginin geçişi için kanal açar. Fakat bu tanıdık yüzleri işlemeye yardımcı olmaz, daha çok yetişkinlikteki sosyal yetenekleri yöneten beyin ağının oluşmasına katkıda bulunur.”

Süt emzirmek bir yolculuktur, önceden plan yapın!

Kadınların neredeyse dörtte üçü emzirmeye başlıyor fakat bu iki ay sonra yaklaşık yüzde 47’ye düşüyor. Acı, zahmet ve başkalarından az destek görmek bu durumu açıklayabilir. Sinead Currie (Stirling Üniversitesi) diyor ki, “Emzirme yolculuğunuzda neredeyse kesinlikle zor zamanlardan geçeceksiniz, bu yüzden, önceden plan yapmak yardımcı olabilir. Oluşabilecek herhangi bir problemi nasıl atlatmak gerektiği konusunda fikir edinmek ve sizi nelerin beklediğini öğrenmek için başkaları ile konuşun.”

En önemli kural, hiçbir kuralın olmamasıdır!

Profesör Vasudevi Reddy (Portsmouth Üniversitesi) diyor ki, “Hatırlanması gereken en önemli şeylerden biri, her ilişkinin kendine özgü olduğudur. Birey olan çocuk ile yakın ilişki kurmaya açık olmak zorundasınız ve onların da sizinle yakın ilişki kurmasına izin vermelisiniz.” Bir ‘tarif’ ya da formül kullanmak bazen sizi tedirgin edici ve negatif bir durumdan çıkararak ne yaptığınız üzerine derinlemesine düşünmenizi sağlar. Ama eğer bunu bir formül olarak uygularsanız kurallar samimiyetinizi bozabilir ve ilişkinize zorla girebilir.

Fazilet Seyitoğlu

Uzman Klinik Psikolog

www.myfamilyterapi.com

Kaynak: Seyitoğlu, F. (2017).. İstanbul: Hayykitap.

Yazının devamı...

Minik Narsistler mi Büyüyor?

Her istediği yerine getirilen çocuklar yetişkinlikte narsisist, aşırı bencil, mutsuz ve doyumsuz oluyorlar!

Sadece kendini düşünen, kendini seven nesiller mi yetiştiriyoruz? Minik narsisistler mi büyüyor?

Bir anne anlatıyor: “ Böyle mi inanıyor anne babalar? Her istediği olunca çocuk çok mutlu olacak! Ama yanılıyorlar.

Araştırmalar, aşırı hoşgörülü, kural koymayan, her istediği yapılan aile çocuklarının yetişkinlikte narsistik kişilik geliştirdiğini, mutsuz ve doyumsuz olduklarını gösteriyor. Tüm kanıtlar narsisizmin yeni nesillerde çok daha yaygın olduğunu ortaya koyuyor.

Narsisizm, Amerika’da ruhsal bozukluk olarak tanımlanmaktan neredeyse çıkarılma aşamasında çünkü her beş kişiden biri narsisist tanısı alıyor.

Aşırı hoşgörülü ailelerin çocukları ‘narsisist’ oluyor!

Aşırı hoşgörülü aile çocuklarının bakımlarıyla, ihtiyaçlarıyla yüksek düzeyde ilgilenir, sıcak davranır, kural ve sınır koymaz, çocuklarının her istediğini yapma eğilimindedir. Onları sevgi ve şefkate boğar, aşırı şımartır. “” şeklinde severek de çocuğun benliğini keşfetme yolculuğunda yanılsamalı bir benlik algısı geliştirmesine ve ego kabarmasına sebep olurlar. Dünya, anne babası tarafından çocuğun etrafında döndürttürülür.

Çocuk o evin ‘prensi’ veya ‘prensesi’ olmuştur. Sürekli aldığı için veremez. Bencilce tavırlar sergiler. Sorumluluk almak çok zor gelir çünkü her şey ona hazır gelmiştir. Arkadaş edinmekte zorlanır çünkü paylaşmayı bilmez. Gerçek hayatla karşılaştığında da bu yanılsamalı dünya ve benlik algısını korumaya çalışır. Gerçek dünya ve üzerindekilerin de kendi etrafında dönmesini bekler. Böyle olamadığı içinde o kendi erişilmez dünyasında, fanusunda hayalleriyle birlikte tek başına yaşamaya başlar. Kendinden başkasını düşünemez ve sevemez olur. Hayallerinde o hâlâ bir prens veya prensestir. Diğerlerinden özel, üstün, başarılı ve değerlidir. Ailesinin ona küçükken sunduğu gibi.

11 yaşında tedaviye gelen kızımız da böyle büyümüştü. Ondan resim çizmesini istediğimde bana çok güzel bir genç kız resmi çizdi. Resimdeki kız pop starmış.

” diye sorduğumda da dedi. diye de ekledi.

Anne ve babası onun her istediğini çaresizce yapıyorlardı. İlk çocuklukta başlamıştı onun istekleri yapılmaya. Şu an 11 yaşındaydı ve istediği olmayınca avazı çıktığı kadar bağırıp, diye anne babasına hakaret edebiliyordu. Hiçbir şeyi beğenmiyordu. Babasının ona aldığı doğum günü hediyesini de beğenmemişti. demiş ve öfke nöbeti geçirmişti. Anne ve babası iyi niyetle, belki aşırı merhametten çocuklarının her istediğine “evet” demişlerdi ama çocuklarının ruh sağlığı bozulmuştu.

Çocuklarımızın, ruh sağlıkları için kurallara ve terbiyeye ihtiyaçları var!

Çocuklar benmerkezcidir. Anlık düşünür ve anlık davranırlar. Onlara iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı öğretmek anne babanın görevidir. Bu da ancak sağlıklı disiplin yöntemleriyle olabilir. Anne baba net, çocuğun yaşına uygun kurallar koymalı ve çocuktan bu kurallara uymasını beklemelidir. Çocuk, anne ve babasının terbiyesiyle ancak iyiyi, kötüyü, doğruyu ve yanlışı, moral ahlaki değerleri öğrenebilir. Başkalarının duygularını önemser ve toplum içinde gerekli yaşam becerilerini geliştirir. Yalnız aile bu kuralları koyarken sıcak ve duygusal bir ilişki geliştirmelidir de. Yani çocuğunuzu narsisizmden korumak istiyorsanız ebeveynlik tarzınız kuralları öğreten, açıklayıcı, sevecen tutumda olmalıdır.

Çocuğunuzun narsisist olmasını istiyorsanız bunları birebir uygulayın:

•Bireyselliğini ve benliğini çok erken dönemden itibaren ortaya çıkartın ve ona sınırsız seçenekler sunun, isteklerini abartın. 1-2 yaşından itibaren hangisini giymek istersin veya hangisini yemek istersin veya hangisini alalım, diye sormak gibi.

•Kendisi için neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilme yetisinden yoksun zamanlarda kararı ona bırakın. Gideceği anaokulunu kendisi seçsin veya bezini istediği zaman çıkarsın veya o isterse kardeşi olsun. Muhtemelen bezini beş yaşından önce bırakamaz, kardeş de istemeyecektir.

•Aşırı merhametten veya sabırsızlıktan tüm işlerini onun yerine siz yapın. Ona hiç iş bırakmayın. Yeter ki o sadece ders çalışsın. Sorumluluk almayan çocuk ders çalışmakta da zorlanacaktır.

•Sürekli onun haklı olduğunu savunun. Özgüveni zedelenmesin diye sınavdan kötü not aldığında suçu öğretmene ya da sorulara bağlayarak hayatta hep başkalarını suçlamasını öğretin ona. Hatta, çocuğum bu notu hak etmiyor diye öğretmeniyle kavga edin.

•Başkalarının düşünceleri, duyguları önemli değil, sen kendini nasıl iyi hissediyorsan öyle davran, diyerek sınırsız davranmasına izin verin. Muhtemelen sadece kendini düşündüğü için yetişkinlikte toplum kurallarına uymakta zorluk çekecek ve hatta antisosyal ve saldırgan davranışlar geliştirebilecektir.

Fazilet Seyitoğlu

Uzman Klinik Psikolog

www.myfamilyterapi.com

Kaynak: Seyitoğlu, F. (2017). . İstanbul: Hayykitap.

Yazının devamı...

Çocuğunuza Tuvalet Eğitimi Verme Zamanı Geldi Mi?

2 yaşındaydı. Geceleri ağlayarak uyanıyor, annesinin yanında yatmak istiyor, gündüzleri de huysuzluğu devam ediyordu. Anne tam bir aydır tuvalet eğitimi vermeye çalışıyordu. Ama o sürekli altını ıslatıyor, tuvalete gitmeyi reddediyordu. Anne tekrar bezini bağlama kararı almıştı. Zihinsel ve bedensel olgunluğa sahip bir çocuk ne yazık ki yanlış metotlar yüzünden tuvalet eğitimini alamamıştı. Annemiz çok titiz ve sabırsızdı. Çocuğunu etrafı kirletecek korkusuyla her 15 dakikada bir, günde, hesaplıyorum, yaklaşık 20-25 kez tuvalete götürüyor, kirlettiğinde de ona bağırıp vuruyordu. Bu süreç anne ve çocuk için bir kâbus haline gelmişti. Çocuğun korkuları artmış, annesine de öfke duymaya başlamıştı. Annenin deyimi ile, sanki onun inadına altını ıslatıyor, öğle uykusunu da, tuvalete gitmeyi de reddediyordu. İşte annemize önerilerimiz:

Çocuğunuza doğru ve kalıcı tuvalet eğitimi/alışkanlığını nasıl kazandırabilirsiniz?

•Siz hazır mısınız? Bu dönem zor ve sabır isteyen bir dönemdir. Çocuk ilk temel eğitimini almaktadır. Beden ve zihin etkileşim içinde kontrol sağlama mekanizması geliştirmektedir. Bu da çok da kolay olmayacaktır. Anne kararlı, enerjik olmalı ve yeterli zaman tanımalıdır. Yapamayacağım diye tekrar bezi bağlamak doğru değildir. Geri dönüş olmamalıdır. Bu yüzden, kendisinin de ruhsal açıdan rahat olduğu bir dönemde bu alışkanlık kazandırılmaya çalışılmalıdır.

•Çocuğunuz hazır mı? Her çocuğun tuvalet eğitimine başlama dönemi, olgunluğu farklı olabilir. Ama normal gelişim seyrindeki bir çocuğun 1,5-2,5 yaş arasında tuvalet eğitimini alması gerekir. Daha önce ya da daha sonra verilen eğitim ileriki dönemlerde çocuklarda uyum ve davranış bozukluklarına yol açabileceği gibi eğitimi almasını da zorlaştırır. Çocuğunuz 2 saat kuru kalabiliyorsa, altı kirlendiğinde rahatsız oluyorsa, öncesinde de bunun sözel ve bedensel işaretlerini (yüz, mimik, duruş) verebiliyorsa ve ara ara öğle uykularından da kuru kalkmaya başladı ise tuvalet eğitimine hazır demektir.

•Ortamınız hazır mı? Yeni bir kardeş, kreşe başlama, taşınma, boşanma zamanlarında çocuk kendini güvensiz hisseder. Bu zamanlarda eğitim ertelenmelidir. Aynı zamanda çocuğu aniden anneden ayırıp başka bir kişinin (anane, babaanne veya bakıcının) eğitimi vermesi ruhsal açıdan çocuğu olumsuz etkiler.

Çocuğunuz ve ortamınız hazır ise tuvalet eğitimine başlayabilirsiniz. Yalnız bu basamakları takip edin, atlamadan!

Tuvalet eğitiminin basamakları:

•Klozet üzerine oturtulabilen merdivenli bir çocuk klozeti alın. Bu klozetle 1 hafta evin içerisinde oynamasına izin verin.

•Çocuğunuzla konuşun. Ona artık büyüdüğünü, bezini çıkartacağınızı, sizin gibi, abisi, ablası gibi tuvaleti kullanacağını anlatın. Ailenin diğer fertlerinden de destek alın. (Anane, babaanne, dede de onu teşvik etsinler).

•Daha önce oynadığı merdivenli klozeti tuvalette nasıl kullanacağını anlatın.

•Birlikte alışverişe çıkın. Ona güzel, renkli çamaşırlar alın.

•Gece gündüz bezi tek aşamada çıkartın, asla gece bezlemeyin. Gece bezlemek çocuğa gece altını ıslatabilirsin şeklinde mesaj verir. Böyle bir yaklaşımla gündüz de tuvalet alışkanlığını kazanması zorlaşır.

•Onunla birlikte tuvalete gidin. Yanında bekleyin. Süreci tekrar anlatın.

•Çocuğunuzu 1,5-2 saatte bir tuvalete götürün. Özellikle beslenmeden sonra. Yaptığında onu ödüllendirin (Aferin sana!)

•Gündüz tuvalette 5 dakikadan fazla durmayın. Yapmadığında gülümseyerek “daha gelmemiş” diyerek onunla birlikte tuvaletten çıkın.

•Nerede durmanızı istiyorsa önce orada durun (tuvaletin içinde, kapısında, dışında) ve onu takip edin, asla zorlamayın, cezalandırmayın, sabırlı ve şefkatli olun. Sezgileri güçlü anneler çocuğunu dikkatlice gözlemleyerek altını ıslatmasını engelleyebilirler.

•Kendini rahat hissettiğinde sizi bırakacak, tuvalette yalnız kalabilecektir. Bir süre sonra da kendi kendine gidecek, kapıyı da kapatacaktır.

•Gece yattıktan 1 saat sonra muhakkak kaldırın. Korkmayın, tekrar uykuya dalacaktır. Dalma esnasında onun yatağında, isterse elini tutarak bekleyin.

•Unutmayın, zamana ihtiyacınız var. En fazla 6-8 ay içerisinde çocuğunuz tuvalet eğitimini öğrenip kalıcı alışkanlığı kazanacaktır.

•5 yaşına gelindiğinde bu alışkanlığın kazanılamaması durumunda ise muhakkak klinik destek alın.

Fazilet Seyitoğlu

Uzman Klinik Psikolog

www.myfamilyterapi.com

Kaynak: Seyitoğlu, F. (2017). . İstanbul: Hayykitap.

Yazının devamı...

Yanlış Bir Terapiste mi Gittiniz, Sorgulayın!

Terapistlerine dair tatminsizliği ifade eden çoğu insanın ortak deneyimleri vardır. İlk üçü şunlardır:

1. Farklı terapistler ile görüşme yapmadan hızla terapi almaya girişirler.

2. Arkadaş ya da meslektaş, güvenilir bir kaynaktan yönlendirme almazlar.

3. En ucuz terapiste giderler.

Bir terapist ile hasta arasındaki uyum, başarının anahtarıdır. Bu yüzden, doğru insanı bulmak için acele etmemek çok önemlidir. Acele etmeyin ve terapistinizi seçmeden önce en az üç terapist ile görüşün.

Sabırlı olun, güvenebileceğiniz ve açılabileceğiniz bir terapist bulun.

Terapinizin hiçbir yere gitmediğinin 5 işareti:

Eğer terapiden geçiyorsanız ve sonuçlar cesaretinizi kırıyorsa, işte muhtemelen yanlış terapistle çalıştığınıza dair bazı uyarı işaretleri:

Terapi en iyi şekilde işe yaradığında, seansınız haftanızın en önemli olayıdır. Terapistinizin ofisinden iç görülerle canlandırılmış, değişimle motive olmuş hissederek ayrılırsınız. Doğal olarak bazen seanslarınız durgun ve sıkıcı olabilir. Ama bu zamanın büyük çoğunluğunda ise bir problem vardır. Terapi, bir gelişme deneyimidir. Acı verici olduğunda bile güçlendirici olmalıdır. Eğer kendinizi kronik olarak bıkkın buluyorsanız terapistinizle yüzleşin, ona seanslarınızdan daha fazla şey kazanmak istediğinizi söyleyin.

Pek çok hasta, geçmiş terapistlerinin çok pasif olduğu ve hiçbir zaman hiçbir şey söylemedikleri hakkında şikâyette bulunurlar. Tabii ki her iyi terapist iyi bir dinleyici olmalıdır ama terapide dinlemekten fazlası var. İyi bir terapist yüzleşir, size yeni seçimler yapmanız için meydan okur ve ilham verir. Terapi, sizi teşvik edici olmalıdır. Eğer terapistiniz çok pasif ya da tepkisizse, değiştirin. Terapi asla bayıcı olmamalıdır. Eğer bıkkınsanız, terapistinizin de öyle olma ihtimali vardır.

Her zaman sizinle aynı fikirde olan bir terapist iyi hissettirebilir ama çok bir gelişme göremezsiniz. Sözün özü, terapistler para ödenen arkadaşlar değildir. Onları, size kuvvet versinler ya da açığa vurduklarınızı pasif olarak dinlesinler diye tutmazsınız. Terapinin iyi işlemesi için siz ve terapistiniz ara sıra çalışmalısınız. Danışan/ terapist ilişkisi en iyi yelpazedeki tüm hisleri terapistinize karşı ifade ettiğinizde işler: Yakınlık, rahatsızlık, hayranlık, hatta nefret. Böyle dinamik, aktif bir ilişki iyi terapinin ayırıcı karakteristiğidir.

Günlük hayatınızda karşılığını görmüyorsanız, terapiye devam etmek neden? Daha iyi ilişkiler, daha çok özgüven, daha az depresyon ve anksiyete gibi bir tür olumlu hareketlenme olmalı. Eğer terapistinizden kesinlikle hiçbir değişiklik ya da gelişim görmüyorsanız, terapistinizle ilişkilendirilmesi gereken bir şey ciddi şekilde bozuktur.

Terapistlerin hastaları için iyi rol modelleri olmaları lazım. Terapistiniz hiçbir şeyi açığa vurmasa bile verdiği nasihati kendisinin uygulayıp uygulamadığını hissedebilirsiniz. Doğrusunu söylemek gerekirse, pek çok terapist depresyondan mustariptir. Eğer kendilerini tedavi edemiyorlarsa, sizi tedavi etmeleri nasıl mümkün olabilir ki?

Fazilet Seyitoğlu

Uzman Klinik Psikolog

www.myfamilyterapi.com

Kaynak: Seyitoğlu, F. (2017). . İstanbul: Hayykitap.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.