SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

“Çocuğum Yabancılarla Konuşmuyor”

Seçici Konuşmamazlık

Fatma Betül, 6 yaşındaydı. Tam bir ay olmuştu okula başlayalı. Aslında arkadaşlarıyla oynamayı çok istiyordu ama konuşamıyordu. Onun sesini anne-babasından başka hiç kimse duymamıştı.

Arkadaşlarının yanına gitmeye ve konuşmaya da cesareti yoktu çünkü sadece anne-babasının yanında konuşabiliyordu ve annesinin yanından hiç ayrılamıyordu. Annesi bir aydır sınıfta, onun yanında bekliyordu. Yine okulda bir gün, annesinin kulağına eğildi ve kendisi gibi sessiz duran bir arkadaşı için,

“Anne ona söyler misin, benimle oynasın!” dedi.

Annesi onu tarif ederken, “Çift karakterli gibi” diyordu. Evde koltuk tepelerinde dolaşan, çok konuşan, hiç susmayan Fatma Betül, okulda korkak, güvensiz, sürekli ağlayan, hiç konuşmayan bir çocuktu. Fatma Betül, ‘seçici konuşmamazlık’ yaşıyordu. Anneanne ve teyzesiyle bile konuşamıyordu. Annesi onu herkesten kıskanarak büyütmüştü. Kimseye bırakmamış, kızını kimseyle paylaşamamıştı ama şimdi çocuğunun ondan ayrılmasını istiyordu.

4-5 yaş itibarıyla aile dışındaki sosyal ortamlarda aşırı utangaç duran, sessiz kalan ve konuşmayan çocuklar seçici konuşmamazlık (selective mutism) tanısı alırlar. Çocuğun konuşma ile herhangi bir sorunu olmamasına rağmen toplum içinde ve yabancılarla konuşmayı reddetmesi şeklinde görülen bir durumdur. Bu çocuklar ailesinin ve tanıdıklarının yanında rahat konuşabilir, ancak sosyal ortamlarda oldukça tedirgindir. Yabancı ortamlarda kaygı düzeyleri artar ve konuşmayı reddederler. Konuşmaya karşı aşırı bir direnç ve inatçılık gösterirler. Bir yabancıyla aynı ortamda bulunmaktan huzursuzluk duyarlar. Onlar için sosyal ortamlarda bulunmak başlı başına bir stres kaynağı olduğundan, kaygı düzeyleri artmaktadır. Buna bağlı olarak kalbin hızlı çarpması, ellerin terlemesi, nefes daralması, kaslarda gerginlik, titreme, midede rahatsızlık hissi, sıcak veya soğuk basması, baş ağrısı gibi fiziksel tepkiler de görülür.

Erken yaşlarda başlayan seçici konuşmamazlık muhakkak tedavi edilmelidir. Tedavide çocuk merkezli aile terapisi, oyun terapisi ve Bilişsel Davranışçı yönelimli terapilerden yararlanılabilir.

Fazilet Seyitoğlu

Uzman Klinik Psikolog

www.myfamilyterapi.com

Kaynak: Seyitoğlu, F. (2017). . İstanbul: Hayykitap.

Yazının devamı...

Çocuklarda Bilgisayar Bağımlılığı

Berk, 5 yaşında, hiperaktif bir çocuk. Sadece bilgisayarda şiddet içerikli oyunlar oynarken oturabiliyor. Bütün gün bilgisayarda adamları öldürmekle meşgul. 8 yaşında, bilgisayarın başından kalkamayan Elif ise annesi kendisini çağırdığında hayalindeki odasını döşemekle meşgul olduğunu söylüyor. Okuldan bir hışımla eve gelen ergen kızımız Lale doğruca bilgisayarına koşarken, “Anne bir dakika çiftliğimi düzeltmem gerek, yoksa çiftliğim gelişmiyor” diyor aceleyle. Anne ise, “Hangi hayvan? Hangi çiftlik?” diye soruyor. Gerçek hayatta hayvanlardan korkan Lale, sanal âlemde hayvanlarını beslemeden uyuyamıyor. 17 yaşındaki genç kızımız sevilmek istiyor ve ailesinde karşılayamadığı bu sevgi ihtiyacını dışarda gidermeye çalışıyor. Babasından korktuğu için de çareyi sanal âlemde arıyor. Odasını kilitleyip kimliğini değiştirerek, bulduğu sanal bir sevgili ile sabahlara kadar chatleşiyor. Fantezilerini gerçek gibi yaşarken, sanal âlemde sevildiğini sanıyor.

Ne var bu sanal âlemde? Neden çocuklar bu âlemin bu kadar çok içindeler? Onlar yeni nesil çocuklar mı? Yoksa biz yeni nesil anne babalar mıyız? Yeni nesil anne babaların da işlerine geliyor bu sanal âlem sanki. Çocukla uğraşmak kolay mı? Kolay mı onlara laf anlatmak? “Yapma, dur!” demek, doğruyu, yanlışı, iyiyi, kötüyü anlatmak. Bir ergen kızımız, “Anneme lütfen söyler misiniz? Üst katta sürekli internette, aşağıya benim odama gelsin, sohbet edelim” diyor. Belki de çocuklarımızla konuşmak bizim için çok zor oldu, göz temaslarımız azaldı, iletişimimiz yok denecek kadar az. Sadece emirler var. Emirleri yapmasa da çocuk bilgisayarın başında mutlu, anne babalar da rahat... Anlık hazların bedeli ise dağılan zihinler ve kopan aile bağları oluyor.

Çocuklarımız kendileri için neyin doğru, yanlış veya yararlı, zararlı olduğunu bilemedikleri ve hazzı erteleyemedikleri için, anne babaları onları kaldırmadığı, “Çocuğumla nasıl iletişim kurabilirim?” sorusunu kendilerine sormadıkları sürece ne yazık ki bilgisayarın başından kalkamayacaklar. Anne babalar kısa süreli rahat edecek ama çocukları büyüdüklerinde, gerçek dünya ile karşılaştıklarında hazzı ertelemeyi öğrenmek için çok geç kalmış olacaklar. Emek vermeden, çalışmadan anında isteklerini elde etmeyi öğrendikleri için de muhtemelen onları yalnızlık, sabırsızlık, zihinsel ve fiziksel tembellik, sorumsuzluk ve mesleki başarısızlık bekliyor olacak.

Duyarlı anne babalar nelere dikkat eder?

Eğer çocuğunuz bilgisayarın başında çok fazla zaman geçiriyor, sınır koymaya çalıştığınızda aşırı tepki verip öfkeleniyor ve hatta kriz geçiriyor, sosyal ve mesleki aktivitelere katılmıyorsa bağımlı olmuş demektir. Geç kalmadan klinik destek alınması gerekir.

•Okul öncesinde tv ve bilgisayarı çocuk oyalansın diye oyuncak niyetine izlettirip kullanmasına izin vermez. Çocuğuna kalın karton kitaplar veya zekâ geliştirici oyuncaklar alır. Çocuklarına kitap okur, oyun oynarlar...

•İlkokuldaki çocukları bilgisayarın başında ne yapıyor merak edip, takip ve kontrol eder, gerektiğinde uyarır ve oynadıkları oyunların mesajlarını yorumlarlar. Yararlı oyunları bilgisayara yüklerler. Ve hafta içi 1 saat sınır koyar veya izin vermez, hafta sonu 2 saatten fazla oynamasına izin vermezler.

•Kendileri de zamanın çoğunu Facebook’ta, İnstagram’da, Twitter’da geçirmez, zamanlarını israf etmez, zamanı etkili kullanarak çocuklarına kendini yönetme adına örnek olmaya çalışırlar.

•Çocuklarıyla sohbet etmeyi internetten daha keyifli görürler.

Fazilet Seyitoğlu

Uzman Klinik Psikolog

www.myfamilyterapi.com

Kaynak: Seyitoğlu, F. (2017). . İstanbul: Hayykitap.

Yazının devamı...

Doktor/İğne Fobisi

İşte büyük hata: “”

Çocuklarımız istediğimiz gibi davranmadığında, en basit yolla hemen onları korkutmaya başlarız. 6 yaşındaki minik de iğneden çok korkuyordu. Aslında çok sık doktora gitmiş ve her seferinde de iğne olmak zorunda kalmıştı. Daha sonra da alerjik astım teşhisi almıştı. Bu iğne olma sürecinde çok ağladığı ve iğne olmak istemediği için bazen annesi onu bırakıp gitmekle korkutuyor, “” şeklinde yalan söyleyip kandırarak hastaneye götürüyordu. Çocuk yine de iğne olmamakta direniyordu. Annenin tüm tehdit ve korkutmalarına ve hatta ufak cimciklemelerine rağmen... Hastaneye gittiğinde, anne, baba, doktor ve hemşire büyük bir mücadele ile ona iğne yapmaya çalışıyorlardı. Kaygılı yapısı olan 6 yaşındaki minikte annenin yanlış tutumlarıyla ne yazık ki doktor ve iğne fobisi gelişmişti.

İğne ve doktor korkusunun temelinde çocuğun canının acıyacağı ya da kendisine zarar geleceği endişesi yatar.

Çocuğunuzda hastane, doktor, iğne fobisi oluşmaması için bunlara dikkat edin:

Çocuklarınızı, “Doktora götürürüm, sana iğne yapar!” diye korkutmayın.

İğne olacak çocuğu, “İğne olmayacaksın, sadece muayene edecekler” diye kandırmayın.

Kan alma, enjeksiyon yapma gibi ağrılı işlemlerin öncesinde elini tutup gözlerinin içine bakarak, şeklinde açıklama yapıp, “ diyerek ona cesaret vermeli, tehdit etmek yerine, iğne yapılırken elini sıkıca tutup, acısını onunla paylaştığınızı ona hissettirmelisiniz.

Yazının devamı...

Çocuğum İçin Ne Zaman Psikoloğa Gitmeliyim?

Çoğu ebeveynin, onları doğursa da evlat da edinse, hemen ortaya çıkan, çocuklarını koruma arzusu vardır. Aylar ve yıllar geçtikçe de korurlar. Çocuklarımızın her türlü ihtiyacı ile ilgileniriz. Vücudunda kızarıklıklar ortaya çıkarsa, ateşi yükselirse doktora görünürüz. Bir çocuk okulda ya da arkadaşlarıyla problemler yaşamaya başladıysa, işbirliği yapmaz hale geldiyse ve nedeni anlaşılamayan patlamaları varsa örneğin, durum bu kadar da somut değildir ve bir uzmana gidip gitmemeyi düşünmeye başlarız. Soyut semptomların görünüşü, ebeveyni kafası karışık ve güvensiz bırakan bulanık, yabancı bir arazi ise ne yapmalı? Yaklaşık 5 çocuktan biri duygusal ya da davranışsal bozukluktan etkilenmiştir. Bir şeyin yolunda gitmediğini fark edebilirsiniz ama ne olduğu ya da ne yapılacağı bir gizem olarak kalır. Sebebin ne olabileceğini çözmeye ya da hislerinizin size bir terslik olduğunu söylediği şeye bir isim bulmaya çalışarak ne yapacağınızı bilmez bir haldesinizdir.

Ebeveyn radarınız nasıl?

Bir doktor, akraba ya da arkadaş bunun bir evre olduğunu söyleyebilir ama siz o ‘evrenin’ çok uzun sürdüğünü ya da davranışın çok yıkıcı olduğunu veya kırık notlarının siz ya da okul ne derse desin gelişmediğini hissediyorsunuz. Çocuğunuzu herkesten daha iyi biliyorsunuz. Bu çocuk ve ergen uyarı işaretleri, uzmanlaşmış bir ilgiye ihtiyaç duyan bir problemin belirtisi olabilir. Ann Douglas’ın 'Fırtınanın İçinden Ebeveynlik Yapmak: Çocuğunuzun Psikolojik Problemleri Olduğunda Yardım, Ev ve Güç Bulmak' kitabından seçilen kısmi liste aşağıda. Çocuğunuz gelişimsel evresine göre tipik olmayan ve bir taşınmaya, boşanmaya ya da benzer bir stresli olaya verilen duygusal tepki ile ilgili olmayan bir şekilde aşağıdakilerden bir ya da daha çok semptomu deneyimliyorsanız bir uzmandan destek almalısınız.

• Çocuğunuz okulda daha çok zorluk çekiyor.

• Çocuğunuz diğer çocuklara vuruyor ya da zorbalık yapıyor.

• Çocuğunuz kendine zarar veriyor.

• Çocuğunuz arkadaşlarından ya da ailesinden kaçınıyor.

• Çocuğunuz sıklıkla ruh halinde ani değişimler yaşıyor (mutlu-üzgün, neşeli-hüzünlü).

• Çocuğunuz öfke patlamaları ya da aşırı korku gibi yoğun duygular yaşıyor.

• Çocuğunuzun enerjisi ya da motivasyonu eksik.

• Çocuğunuz konsantre olmakta güçlük çekiyor.

• Çocuğunuz uyumakta güçlük çekiyor ya da çokça kâbus görüyor.

• Çocuğunuzun pek çok fiziksel şikâyeti var (karın ağrısı, baş ağrısı, mide bulantısı, baş dönmesi vs.).

• Çocuğunuz dış görünüşünü ihmal ediyor.

• Çocuğunuz kilosu veya dış görünüşü ile takıntılı.

Ebeveyn radarınızı dinleyerek ve psikoloğunuzun yardımıyla endişelerinizi seslendirebilir ve çocuğunuzun ihtiyaç duyabileceği yardımı bulma (ve bunun için savaşma) yolculuğuna başlayabilirsiniz...

Yazının devamı...

Anne Babalar İçin Zor Durumlarda Nefes Alma Teknikleri

Nefes almak, son zamanlarda dikkatleri çok çekiyor, hatta kulağa klişe gibi gelmeye başladı. Ancak işe yarıyor. Öncelikle, sadece nefes almayı hatırlamak bile, midemizi düğümleyen işlere ya da düşüncelere ara verdirtir. Bazen birkaç saniyelik istemli nefes almak, bizi başka ve daha yararlı bir düşünce yapısına sokmaya yeter. Yetmese bile aklımızdaki karışıklıktan kısa bir mola almak da aslında güzeldir.

Stresli olduğumuzda sempatik sinir sistemimiz devreye girer, kan basıncımızı yükseltir, nefes alışımızı hızlandırır ve stres hormonu salgılamamızı sağlar. Yavaş, derin nefesler ise parasempatik sinir sistemimizi aktive eder ve bu semptomlara son verir.

Nefes almak aynı zamanda ücretsizdir, kolaydır ve her zaman yapılması mümkündür. Her zaman düşündüklerimizi ve hissettiklerimizi durdurup onlara hâkim olmak için fırsatımız vardır.

1. Çok duygusal hissettiğiniz zaman.

Her türlü bilinçli nefes alma, duygulardan oluşan bir fırtınaya yakalandığınızda yardımcı olacaktır. Kulağa ne kadar kolay gelse de buradaki asıl numara, duygularınızdan bunaldığınızı fark edip, nefes almayı hatırlamaktır. Eğer belirli bir egzersiz arıyorsanız, beş kere derin nefes almayı deneyebilirsiniz. Birkaç kere burnunuzdan uzun ve yavaşça derin nefesler alın ve nefesi yavaşça, hafif aralanmış ağızınızdan verin. Gerekli olduğu sıklıkta tekrar edin.

2. Mindfulness (bilinçli farkındalık) alıştırmasına başladığınız zaman.

En çok ihtiyaç duyduğumuz anlarda nefes almayı hatırlamak her zaman kolay değildir, ama bir farkındalık alıştırması yapmak buna yardımcı olur. Bazı insanlar bunu meditasyon olarak adlandırır ama siz ‘nefes egzersizi’, ‘biraz ara vermek’ ya da ne isterseniz onu diyebilirsiniz. Gereken tek şey, her gün birkaç dakika ayırarak dikkatinizi nefes alış verişinize vermeniz.

Küçük başlayın. Bir günde sıfırdan 20 dakikalık meditasyona çıkmayı beklemeyin. İki dakika ile başlayıp zamanla bu süreyi geliştirin. 10 dakikaya ulaşana kadar her iki günde bir iki dakika ekleyin, sonrasında daha fazlası için hazır hissedene kadar bu sürede kalın.

Rahat bir pozisyonda oturun, çok rahat değil ama çok da gergin olmayan bir pozisyon. Nefesinizin nerede daha belirgin olduğuna dikkat edin. Örneğin burnunuz olabilir, göğsünüz ya da karnınız. Yapmanız gereken, orayı bulmak ve odaklanmak.

Normal ve rahat bir şekilde nefes alın. Aklınızın dağıldığı her zaman dikkatinizi tekrar nefes alışınıza çevirin. Meditasyon mükemmel şekilde sabit bir dikkatle alakalı değildir. Zor duygularınız ya da yardımcı olmayan düşüncelerinize kapılmak yerine aklınızın nereye dağıldığını fark edip bilinçli nefes almayı tercih etmektir. Alıştırma yaptıkça meditasyon yapmak ve gününüzü ele almak daha kolay hale gelecektir.

3. Uyumak üzere olduğunuz zaman çocuğunuz ile birlikte nefes egzersizi yapın.

Nefesinizi saymak sadece sinir sisteminizi sakinleştirmez, aynı zamanda zihninizi diğer şeylerle dağılmaktan uzak tutar. Bu iki kolay nefes sayma yöntemini de deneyin ve hangisini tercih ettiğinizi görün.

•Burnunuzdan dörde kadar sayarak uzun bir nefes alın, dörde kadar sayarak nefes verin. Tekrar edin.

•Nefesinizi nerede hissettiğinize dikkat edin, daha sonra sekize gelene kadar nefeslerinizi sayın.

Örneğin; “Nefes al, bir. Nefes ver, iki. Nefes al, üç. Nefes ver, dört.” Sekize geldiğinizde ya da dikkatiniz dağılmış ve hangi sayıda olduğunuzu unutmuşsanız, birden tekrar başlayın.

Eğer 20 dakikadan sonra hâlâ uyanıksanız ya da aşırı derecede tedirgin hissediyorsanız, yataktan çıkın ve kitap okumak, hafifçe gerinmek gibi bir aktivite yapın.

Size en uygun nefes alma tarzı, nefes almanın en iyi yoldur. Yanlış yaptığınız için kendinizi suçlamadığınız sürece, bunun yanlış yapılanı yoktur. Nefes almak kolay, nefes almayı hatırlamak ise zordur.

Fazilet Seyitoğlu

Uzman Klinik Psikolog

www.myfamilyterapi.com

Kaynak: Seyitoğlu, F. (2017). . İstanbul: Hayykitap.

Yazının devamı...

Sosyal Medya Çılgınlığının 3 Faturası!

Sosyal medya hayat deneyimlerimizin genişliğini tamamen değiştirdi. Seyahat etmeyi göz önüne alırsak, artık diğer insanların hayatımızı, maceralarımızı nasıl algıladığı hakkında onları gerçekten yaşamaktan daha çok düşünüyoruz. İşte Dr. Marlynn Wei’ye göre sosyal medya çılgınlığının faturası:

Anı kaybettirir!

Sosyal medyada ne yapıyorsunuz? Anlarınızı paylaşıyorsunuz, neşeli anlarınızı, arkadaşlık anlarınızı, komik ve güzel olanları. İronik olarak, sosyal medyaya girerek anı kaybettiniz. Sanal olarak bağlanma arayışınızda, gerçeklikle ve o gerçekliğin içindeki insanlarla bağlantınızı kaybettiniz. Mutluluk deneyiminizi, gülüşünüzü sosyal medya için düzeltmeye çalışma sürecinizde kaybettiniz. ‘Like’lar ve yorumlar aracılığıyla pozitif desteğe olan bağınız, sizi gerçek ilişkilerinizden koparıyor.

Bağımlılık yapar ve bencilleştirir!

Komik olarak, sizi diğerlerine bağlamak için olan bir araç sizi izole edilmiş ve dış görünüşünüze, aldığınız cevaplara ve verdiğiniz izlenimlere takıntılı hale getiriyor. Kendine odaklanma, anksiyete ve depresyonla ilişkilendirilir. Seyahat etmek gibi deneyimlerinizden zevk almak yerine cihazınız baş zevk kaynağınız haline geliyor. Sizi daha az bağlanmış ve daha çok narsisistik yapıyor ve takıntılı dikkat çekme isteği duygusal iniş çıkışları beraberinde getiriyor. En çok sevilmek, beğenilmek ve değer görmek isteyenler en çok duygusal açlığı olanlar, en çok paylaşım yapanlar bence.

Gerçek ilişkilere zarar verir!

Bir araştırmaya göre, iki kişi konuşurken bir cep telefonunun ‘varlığı’ bile yakınlık hislerine, bağlanmalarına ve iletişimlerine müdahale ediyor. Cihazlar sizin konuşmalarınıza müdahale ettiğinde başkalarıyla bağlantı kurma yeteneğinizi zayıflatıyor. Teoride, sosyal medya bizi birbirimize bağlamak için dizayn edildi. Gerçekte ise bir bariyer kuruyor.

Oldukça basit: Hayatlarımızı yayınlama dürtüsü, onları kaçırmamıza neden oluyor. Bir dahaki tatilinizde selfie çubuğunuzu evde bırakın, akıllı telefonunuzdan sosyal medya uygulamalarınızı silin ve kendinizi yaşamaya bırakın! Böylece belki eve döndüğünüzde hakkında yazmaya değecek bir şeyler yaşayabilirsiniz ve çocuklarınıza da örnek olabilirsiniz.

Fazilet Seyitoğlu

Uzman Klinik Psikolog

www.myfamilyterapi.com

Kaynak: Seyitoğlu, F. (2017). . İstanbul: Hayykitap.

Yazının devamı...

Ergeninizin Davranışlarını Değiştirmek İçin Pozitif Ödüle Odaklanın!

Ebeveynlik yapmak zor ve ergenlere, gençlere ebeveynlik yapmak daha da zor ama yeni bir araştırma, ergenlerin notlarını yüksek tutmalarını isteyen ebeveynlerin iyi davranışı ödüllendirmeye daha çok ve kötüyü cezalandırmaya yönelik tehditlerine daha az odaklanırlarsa, bunu gerçekleştirmede daha başarılı olabileceklerini ileri sürüyor.

’de (PLOS İşlemsel Biyoloji) yayınlanan bir rapora göre, Britanyalı araştırmacılar, ergenlerin pozitif teşviklere iyi odaklandıklarını ama cezalardan kaçınmak için motive kalmaları konusunda zorluklar yaşadıklarını buldular. Londra Üniversitesi Akademisi’ndeki Kognitif Nörobilim Enstitüsü’ndeki bir araştırmacı ve çalışmanın başyazarı olan Stefano Palminteri’ye göre, araştırma, gençlerin ve yetişkinlerin farklı yöntemlerle öğrendiğini gösteriyor. “Bazı durumlarda ergenler de pozitif geri bildirimin negatif geri bildirimden daha etkili olabileceğini” öne sürüyor!

Virginia Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olan Joseph Allen, bu yeni araştırmaya müdahil değil ama gençlerin ceza ile tehdit edilmekten çok bir ödül sunulduğunda, odalarını düzenli aralıklarla temizlemek gibi yeni alışkanlıkları kazanmaya ikna edilmelerinin daha olası olduğuna katılıyor. “Ödüller, onlara hakkında düşünmek isteyecekleri bir şey veriyor” diyor Allen, “Cezalar ise üzerinde düşünmek istemeyecekleri bir şey. Bu yüzden, eğer gerçekten bir ergeni motive etmek istiyorsanız, ona hakkında düşüneceği pozitif bir şey vererek ilgisini çekerek daha başarılı olursunuz.”

Ergenlerin nasıl öğrendiklerine dair daha iyi bir fikir edinmek için Palminteri ve meslektaşları, araştırmaları için gönüllülerden oluşan iki grup oluşturdular; yaşları 12’den 17’ye kadar olan bir ergen grubu ve 18 ile 32 yaşları arasındaki yetişkinler grubu. Gönüllülerden, özel bir tür bilgisayar oyunu oynamaları istendi. “Katılımcılar bilgisayar ekranında farklı çiftlerden oluşan soyut semboller gördüler ve bir düğmeye basarak sembollerden birini seçmek zorundaydılar” diyor Palminteri. “Seçtikleri sembol ya ödüllendirilen (bir puan ya da bir ceza kazandırarak), ya bir puan kaybettiren ya da hiçbir sonucu olmayan şekilde sonuçlanabilirdi. Katılımcıların hepsi yüksek skor alarak on poundluk bonus kazanabilecekleri için, alabilecekleri kadar çok puan almak istediler. Görevin başında, katılımcılar hangi sembolün hangisi olduğunu bilmiyorlardı ve aldıkları ödüller ile cezalardan öğrenerek, her bir çiftteki hangi sembolün iyi bir neticeyle sonuçlanmasının daha olası olduğunu deneme yanılma yoluyla öğrenmek zorundaydılar” diye devam ediyor Palminteri.

Sonunda yetişkin gönüllüler pozitif ve negatif geri bildirimlerin her ikisinden de öğrenirken, gençler sadece pozitife cevap verdiler. Palminteri, bunun beynin ceza ve sonuçları işleyen kısmının ergenlikte tamamen gelişmemesiyle ilgili olduğundan şüpheleniyor.

Bazı ebeveynler bu yaklaşımın çocuklarına rüşvet vermeyi teşvik ettiği konusunda endişelense de, Allen durumun böyle olmadığını söylüyor: “İnsanlar işe gittiklerinde ödeme alıyorlar. Bunu bir rüşvet olarak değerlendirmiyoruz sadece sıkı çalışmak size ödüller getiriyor. Çok az ergen özünde odasını temizlemek için motive olmuştur. Bu yüzden, eğer sonraki iki üç defasında temizlerse ve bu ömür boyu süren bir alışkanlık haline gelirse, bu alışkanlığı ödüllendirin.” Yine de Allen bu düşünüş zincirinin çok ileri götürülmemesi gerektiğini söylüyor.

'Ergeninizi Beladan Nasıl Uzak Tutarsınız ve Eğer Tutamazsanız Ne Yaparsınız?' adlı kitabın yazarı ergen psikoloğu Neil Bernstein, ebeveynleri, ödüllerini makul ve rastgele tutmaları konusunda uyarıyor: “Çocuklarınızın, bir şeyi yapmalarının tek nedeninin ödeme almak olduğu mesajını almamaları gerekir.”

Fazilet Seyitoğlu

Uzman Klinik Psikolog

www.myfamilyterapi.com

Kaynak: Seyitoğlu, F. (2017). . İstanbul: Hayykitap.

Yazının devamı...

Kız Çocukları Babalarının Yokluklarında Daha Çok Depresyona Giriyor!

Babalar, çocuklarının sağlıklı gelişimlerine sayısız yolla katkı sağlarlar. Yeni bir araştırmanın gösterdiğine göre, kızının hayatına dalıp çıkan bir baba bile (buna Batılılar bumerang baba diyorlar) hiç babasının olmamasından iyidir.

"" diyor Houston Üniversitesi’nden aile araştırmacısı Daphne Hernandez. Hernandez ve iş arkadaşları bunun neden olduğunu incelememekle birlikte, düşürdüğü yorumunda bulunuyor.

yakın zamanda yayınlanan araştırmanın yazarlarından biri olan Hernandez, “” diyor. “.”

Araştırmacılar, 1979 Ulusal Boylamsal Gençlik Anketi’nde kaydedilen verilerden, 3366 anne ve 1992’den önce doğmuş 3731 erkek ve kız çocuğu hakkındaki bilgileri analiz ettiler. Bilgiler, annelerin ilişki geçişlerini ve çocuğunun ergenliğindeki durumunu da kapsıyordu.

Her çocuk için, annesi ve biyolojik babası arasındaki ilişki üç kategoriden birinde sınıflandırılmıştı:

1. İstikrarlı baba, çocuk 18 yaşına erişene kadar onunla yaşayan baba.

2. İstikrarsız ve namevcut babalar, çocukla birlikte yaşadıktan sonra terk eden ya da asla aile ile birlikte oturmayan babalar.

3. Bumerang baba, başka bir yerde yaşadıktan sonra eve gelen baba.

Bumerang babanın ‘ziyaret eden, bir ya da iki gün kalan’ bir baba olmadığını açıklıyor Hernandez. Bir süreliğine günlük olarak çocuğuyla birlikte yaşıyor. Tam olarak ne kadar olduğu araştırmacılar tarafından takip edilmemiş.

18 ya da 19 yaşında, yaklaşık 4000 çocuk, -kız ve erkek sayıları neredeyse eşit- hiç depresyon semptomu sergileyip sergilemediklerini ve bu semptomların ne kadar şiddetli olduğunu belirttiler. Sıklık, semptomları hiç deneyimlememekten günlük olarak çekmeye kadar değişti.

Yalnızca kızların arasında depresyon oranları, babanın varlığı veya yokluğuyla ilişkiliydi. Bumerang babaların ergen kızları, istikrarsız veya namevcut babaları olan kızlardan daha az depresyon semptomları gösterdi. Namevcut babası olanların %4.69’una karşın, bumerang babası olanların %4.5’i depresyon semptomlarını deneyimlediler.

Biraz baba zamanı, hiç baba zamanından iyidir, diye gözlemliyor Hernandez. “Çocuğunuzun bir babadan faydalanması için evli olmanız ve bir aile hayatına sahip olmanız gerekmez. Bütün babalar önemlidir.”

Bumerang babaların kızları, istikrarlı babaları olanlar kadar iyiydi, en azından depresyon karşısında. Bu, tam zamanlı bir babadan kazanılacak hiçbir şey yoktur demek değildir. Pek çok araştırma, bir babanın varlığının, (özellikle genç kızlarda) rastgele cinsel ilişkide bulunmayı engelleme ve oğlanları madde kötüye kullanımı ve suç isleme gibi davranışsal problemlerden koruma gibi çeşitli psikolojik faydalarının olduğunu gösteriyor.

Bumerang olma, açıkça geleneksel olmayan bir ebeveynlik modeli olmakla birlikte Hernandez çocuklarıyla birlikte yaşamaya dönme seçiminin fark yarattığına inanıyor: “”

Fazilet Seyitoğlu

Uzman Klinik Psikolog

www.myfamilyterapi.com

Kaynak: Seyitoğlu, F. (2017). . İstanbul: HayyKitap.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.