SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

20li yaşlar bitmeden vazgeçilmesi gereken 5 davranış

20li yaşlar insan hayatındaki en karmaşık dönemler diyenler haklıymış. Neyi, ne için yapmak istediğini bilmeden hesap vermek durumunda kalınca daha da bir geriliyor insan. Ancak bugünü geleceğin temeli olarak düşünürsek de bir takım şeyleri ne kadar derine gömersek gelecek o kadar sağlam olacaktır.

20li yaşlar benim için de beklenebileceği üzere pek çok açıdan “uyanmayı” ve “uyum sağlamak zorunda olmadığımı hissetmeyi” sağlayan yaşlar oldu. Hayat, aile, aşk, iş, eğitim kısacası her konuda ve her saniye kim olduğumu ve olmak istediğimi dahası olduğum kişiyle ve yaşadıklarımla kavga etmek yerine kendimi kabul etmeyi bu yaşlarda öğrendim.

20li yaşların sonlarında bir kadın olarak geleceğin temeline gömmeye çalıştığım bir takım huylar/alışkanlıklar da oldu.

20li yaşlar bitmeden vazgeçilmesi gereken 5 davranış

1. Herkesin Kararı Kendine

İnsan bir garip. İstiyor ki herkes aldığı her kararı doğru bulsun, değer göstersin. Yanlış. Kimse kararlarını desteklemek zorunda değil. Herkes kendi hayatındaki başarı ve başarısızlıklarıyla yapıyor yorumunu. Kimse sen değil, sen de kimse değilsin. Aldığın kararları doğru bulduğu için seni seven değil, seni sevdiği için aldığın kararlara katılmasa da nerede durması gerektiğini bilen ve sonuçları kendilerini etkilemedikçe bu kararlarla ilgili seni yermeyen ve sevmekten vazgeçmeyen insanlarla yoluna devam et.

2. Kendini Keşfet

20li yaşlar insanın kendini keşfettiği yaşlar. Ne istediğini, ne zaman istediğini, kim olduğunu görmeye başladığı yaşlar. Kendini keşfet ve kabul et. Seni aşağı çeken, çözüm değil sorun odaklı insanları belirli bir mesafede tutmayı öğren.

3. Drama Gerek Yok

Evet, herkesin derdi kendine büyük. Evet, unutmak insanoğluna yapılmış en büyük kıyak. Evet, geriye dönüp bakınca o zamanın develeri pire gibi görünüyor. Evet şimdi böyle konuşmak çok kolay Gizem. Ama dram queenlik tacını da illa ben takacağım diye kendini zorlama. Özellikle ilişkilerde ve arkadaşlıklarda kendini ait hissetmediğin hiçbir ortamda ve kişiyle olma.

4. Hayır Demeyi Öğren

Hayır demeyi annemiz babamız bize öğretememiş sanırım. İnsan kendi sınırlarını karşısındakinin anlamasını bekleyerek değil ancak ”Hayır” diyerek çizebiliyormuş. Birinin seni üzmesine izin verdiğin sürece üzebileceğini unutma.

5. Mutlu Olmak İçin Değil Mutlu Olduğun İçin Biriyle Ol

Kendini değerli hissetmek için birinin seni sevmesini istiyor olabilirsin. Bilmem kaç tane değersiz hissettiğin ilişkin, arkadaşlığın, aile bağın olabilir.

Olsun. Sakince yere bırak hepsini.

En azından dene.

Destek al.

Konuş.

Ağla.

Anlat.

Mutlu olmak için birine ihtiyacın yok ancak biriyle mutluysan onunla olmaya devam et. Hayatında mutlu olmanın hiçbir zaman tek bir sebebi olmamalı. Hiçbir zaman bir insanı hayatının merkezine koymamalı insan. Sen önce bir kendinle mutlu ol, sonra zaten bu mutluluk halini devam ettirmek isteyecek biri elbet çıkacaktır.

Çıkarsa senindir, çıkmazsa da dert değil :)

Gizem Aydoğan

Instagram/gizemaydogan

Yazının devamı...

#GizemSoruo: Pink Martini ile İstanbul konseri sonrası “Je Dis Oui!” Söyleşisi

“Je Dis Oui”nin Avrupa turnesi kapsamında Pasion Turca organizasyonu ile 15 Nisan Cumartesi akşamı Volkswagen Arena’da Storm Large’ın sıcak vokali ve sürprizleri ile sahne alan Pink Martini'yle merak edilenleri konuştuk.

Yeni albümünüz “Je Dis Oui!” ile ne anlatmak istediniz?

Yeni albümde çeşitliliği ve dünyadan farklı melodileri dinleyicilerimizle paylaşmak istedik. Albümün repertuvarını da geniş tuttuk 8 farklı dilde konuk vokallerin de bize eşlik ettiği bir albüm oldu. Hedeflediğimiz şey insanların albümü dinlerken mutlu olmasını sağlamak.

Pink Martini olarak 20 yılı aşkın birlikteliğinizde değişik kültürlerin müziklerini kucaklama vizyonundan hiçbir zaman taviz vermediniz. Bu vizyonun altında ne yatıyor?

Bu müziğin evrenselliğinin bir sonucu. Biz de evrensel bir müzik yapma isteğiyle yola çıktık. Sadece Amerika ile sınırlı kalmadık. Dünyanın birçok farklı ülkesinden şarkıları araştırıp o dillerde ve Pink Martini yorumuyla seslendirdik. Müziğimizde genel olarak hayata bakışımızı yansıtıyor. Farklılıklara kucak açan, hoşgörülü ve zengin.

Değişik kültürlerden hangi parçaları seçip çalacağınızın kararını hangi kriterlere göre belirliyorsunuz? Türkçe olarak da “Aşkın Bahardı” ve “Üsküdar’a Giderken” adlı parçaları seslendirdiniz. Bu şarkıları seslendirmeyi seçerken neye göre karar verdiniz?

Biz klasik olmuş hem müziği hem de sözleriyle bizi etkileyen büyük orkestralarla seslendirilmeye uygun şarkıları seçmeyi seviyoruz. Ama bizim için en önemli kriter şarkıyı ilk dinlediğimizde bize hissettirdikleri.

Türkiye’ye defalarca gelmiş bir grup olarak Türkiye’deki seyirci hakkında ne düşünüyorsunuz? Türk hayranlarınıza nasıl bir ilişkiniz var?

Türkiye Pink Martini’nin ilk yıllarından bu yana bize kucak açan bir ülke. Kariyerimizin başladığı yıllarda Fransa ve Türkiye’de çok sevildik. Yıllardır da bu ilginin katlanarak devam ettiğini görüyoruz. Türk hayranlarımızla samimi teklifsiz sıcak bir ilşkimiz var sahnede bize eşlik eden, dans eden gerçekten birlikte güzel zaman geçirdiğimiz dostlarımız gibi.

Müziğinizi etkileyen Türk sanatçılar var mı?

Zeki Müren ve Müzeyyen Senar’ın Türk müziği için çok önemli olduğunu biliyoruz. Birçok CD sini dinleme şansımız oldu. Belkıs Özener zaten daha önce sahnede düet yaptığımız bir isim.

Türkiye’de bulunduğunuz zamanlar yapmayı çok sevdiğiniz faaliyetler bulunuyor mu?

Türk mutfağını tatmak… Türkiye’deki arkadaşlarımızla buluşup konser sonrası zaman geçirmek işin en çok sevdiğimiz kısmı.

Hayranlarınıza verdiğiniz enerji ve renk nereden geliyor?

Aslında bu onlardan aldığımız enerji karşılıklı bir şey. Pink Martini dinleyicisi bazen sahneye çıkıp dans ediyor bize eşlik ediyor. Yaptığınız işe tutkuyla bağlıysanız bir de güzel bir kitle varsa karşınızda bu bir müzisyen için en güzel paylaşım oluyor. Konserlerde biz de en az dinleyiciler kadar eğleniyoruz.

Bu kadar değişik kültürden ve fazla insanla böylesine derin bağlar kurmayı nasıl başarıyorsunuz?

Aslında bu başarmak için uğraştığımız bişey değil. Pink Martini’nin hayata bakışından kaynaklanan bir durum. Biz farklı kültürlerle bir arada olmayı çok seviyoruz. Yeni diller, yeni şarkılar öğrenmek olabildiğince fazla insana ulaşmak Pink Martini’nin misyonu.

Pink Martini olarak gelecekten beklentiniz nedir? Ne gibi projeleriniz var?

Şu an son albüm Je Dis Oui Avrupa Turnesindeyiz. Yine yeni şarkılarla dinleyecilerimizle uzun yıllar müzik aracılığıyla buluşmak istiyoruz.

Gizem Aydoğan

Instagram/gizemaydogan

Yazının devamı...

"O"nu ararken "Kendini" bulmak

Küçük yaşımızdan itibaren "Doğru insan nasıl bulunur" düşüncesiyle yetişiyoruz.

Filmlerde, hikayelerde, destanlarda, şarkılarda, orada burada yani her yerde en önemli şeyin doğru insanı bulmak olduğu öğretisiyle karşılaşıyoruz.

Hayatta pek çok başarıya imza atmış kişilerin "Ama bak evlenemedi, çoluğa çocuğa karışamadı" söylemleriyle karşılaştığını sık sık görüyoruz. Hiçbir başarı 'evlenmek' kadar önemsenmiyor veya tatmin etmiyor.

Doğru insan arayışında olmanın yanlış olduğunu söylemiyorum lakin hayattaki yegane başarı kriterinin doğru insanı bulmak, evlenmek olmadığını da belirtmek istiyorum. Aşık olmak, birine karışmak, birini çok sevmek müthiş duygular. Lakin o kişiyi ararken kendini kaybetmemek gerek.

Hepimizin lisede veya üniversitede takıntılı bir şekilde sevdiği, sürekli birlikte olmak istediği, hayaller kurduğu ve ömrünün sonuna kadar seveceğini sandığı bir ilk aşkı mutlaka vardır. Şu an kaçımız o kişiyle birlikteyiz? Daha doğrusu şu an kaçımız o kişiyi düşündüğümüzde kendimize şaşırmıyoruz?

Değişiyoruz.

Seçimlerimiz değişiyor.

Gelişiyoruz.

Büyüyoruz.

Ne istediğimizi fark ediyoruz.

Neye ihtiyacımız olduğunu görüyoruz.

Ne istemediğimizi görüyoruz.

Dün yaptığımız seçimden pişmanlık duyuyoruz.

Yarını değiştirmek için bugün "Hayır" demeyi öğreniyoruz.

Fikrimizi değiştiriyoruz.

...

Bir ilişki içerisindeyken bu ilişkiyi bitirmek bizi ne kadar korkutabiliyorsa, bitirme cesaretini gösterdikten sonra hayatın hiç de altüst olmamış hali bir o kadar rahatlatıyor bizi. Birine ulaşmak için ve "O"nu bulmak için harcadığımız zaman, "O"nu bulup bulmadığımız gerçeğinin önüne geçiyor.

Kişiler kaybedip kendini kazanıyor insan.

Doğru insan arayışı yanıldığımızı görünce hayal kırıklığına uğratsa da doğru insanı ararken kendimizi bulduğumuz düşüncesindeyim.

"O"nu bulmak bir amaç değil "kendini" bulmak için bir araç yalnızca...

Gizem Aydoğan

Instagram/gizemaydogan

Yazının devamı...

Harikalar Diyarı'na Nasıl Gidilir?

Alice kuyudan aşağı düşerken aklında tek bir şey vardı. Bu düşüş hiç sona ermeyecek miydi?

Erecekti. Erdi.

Lakin harikalar diyarına "düşmeden" varmak mümkün değildi.

Sahi Alice neden beyaz bir tavşanı kovalıyordu? Beyaz bir tavşan, bir tavşan düşündüğünüzde aklınıza gelen ilk şey değil mi? Aslında olmasını beklediğiniz bir varlık değil mi?

Belki de beyaz tavşanlar, bizim için en doğal olan ve ancak yapay hedeflere koşmaktan yorulduğumuzda peşine düştüğümüz kendi arzularımızdan başkası değildir. Belki de bizi harikalar diyarına götürecek olan içimizdeki beyaz tavşanları takip etme isteğine teslim olmaktır, başkalarının bizim için seçtiği yolları değil bir tavşan deliğinden düşmeyi seçmektir.

Hayatta alelacele kendi beyaz tavşanlarımızı kovalarken içimizdeki düşme korkusunun harikalar diyarına ulaşmamızı engellediğini hiç fark ettiniz mi?

Kendini güvenceye alma eğilimindeki insanoğlu "comfort zone" dediğimiz rahatlık alanından bir türlü çıkamadığından ya harikalar diyarına hiç varamıyor ya da kuyuya düştüğü anda yaşadığı korkuyla çok da istemediği şeylere tutunarak hayatta kalmaya çalışıyor.

Harikalar diyarına ulaşmanın yolunun ancak zihninin peşinden gitmek olduğunu bazen erken bazen de oldukça geç ama mutlaka fark ediyor.

Oraya ulaştığında ise kendini 'kocaman' hissetmesi için bir dilim keke ihtiyacı olmadığını anlıyor. Kendi istediği yere gittiğinde, zihnini takip ettiğinde ve istediğini elde ettiğinde kendine duyduğu inanç, onu 'kocaman' hissettirmeye yetiyor.

Harikalar diyarına vardığında ise zaman ortadan kalkıyor. Çünkü harikalar diyarında Mart Tavşanı'yla çay içerken saatin kaç olduğunun hiçbir önemi yok. Çünkü harikalar diyarında her zaman çay saati. Yeter ki etrafınızda sizinle sürekli çay içmek isteyecek kadar deliler olsun.

'Beyaz tavşanların peşinden gitme' diyenlere inat beyaz tavşanların peşinden gidin. Düşecek olsanız bile gidin.

Hatırlayın.

Harikalar diyarına varmak için önce düşmeniz gerek.

Gizem Aydoğan

Instagram.com/gizemaydogan/

Yazının devamı...

Erkek çocuk yetiştirmek neden çok önemli?

Ülkemizde ve eminim daha pek çok kültürde soyun devamı için erkek çocuk da erkek çocuk diye tutturan, erkek çocuk doğurmayan kadını eksik gören, erkek çocuklarını el üstünde tutarken kız çocuklarına bir o

kadar kötü davranan binlerce, milyonlarca aile olduğu konusunda kimsenin şüphesi yoktur.

Evet, erkek çocuk yetiştirmek çok önemli.

Hayır, kodunuzu devam ettirsin, soyadınızı yaşatsın diye değil.

Bir kadına kadın olduğu için değil bir birey olduğu için düzgün davranmayı öğretebilesiniz diye. Erkek olduğu için değil hak ettiği için saygı göreceğini aşılayabilesiniz diye. Gelin toplumlardaki saygı kazanımının ne kadar adaletsiz olduğuna bakalım.

Toplumumuzda adeta birer şehzade olarak yetiştirilen cinsiyet erkek çocukları iken küçük yaştan itibaren ev işlerinde yardım beklenen hep kız çocuklarıdır. Bir erkek çocuğa yapılabilecek en kötü şey onu yetersiz olduğuna inandırmak ve yapabileceklerini yapmalarına izin vermemektir. Masa kurulurken, toplanırken, ev işleri yapılırken bir erkeğin de bir kız çocuğunun da yaşına uygun şekilde iş bölümüne katkıda bulunması bu yüzden önemlidir. Zira zamanında şımartmaktan bayıldığınız erkek çocukları gün gelip de kendi yuvalarını kurmak istediklerinde ne yapacağını bilmeyen bir birey olduğunu fark edebiliyor. Hayatında hiç kendi işini yapmak zorunda hissetmeyen, insanlarla iletişim kurmasına, orta yolu bulmasına gerek kalmadan işi halledilen bir birey, bırakın bir evi geçindirmeyi kendi başına toplum içerisinde nasıl yaşayabilir ve özgür bir birey olabilir ki?

Kadına alttan alması gerektiği, karşısındaki- genelde babası, abisi sinirli olduğunda susması gerektiği öğretilirken erkeğe tanınan uçsuz bucaksız sinirlenme özgürlüğü gün geldiğinde karşımıza öfke kontrolünden yoksunluk olarak çıkıyor. Çünkü hiç müzakere etmek zorunda kalmamış. Karşısındakinin saygısını kazanma ihtiyacı hissetmemiş. Kendisi evdeki erkek birey olduğundan kendisine zaten saygı duyulmalı şeklinde yoğrulmuş. Oysa ki saygı, kazanılması gereken bir tepkidir, herhangi birine kayıtsız şartsız gösterilmesi gereken bir tür davranış değildir. Saygının cinsiyetle, yaşla, statüyle ilgisi olmamalıdır. Herkes davranışları neticesinde bahanelerden bağımsız bir şekilde saygı görmelidir.

Ailenin finansmanını sağlamakla yükümlü bir erkek, bunu sağladığı için başka her türlü sorumluluktan muaf tutulamaz. Sırf aile kurumunu finanse ettiği için başka hiçbir şey yapmadan saygı duyulmayı hak etmemelidir. O zaman genelde kadına biçilen rol olan annelik söz konusu olduğunda da kadından yalnızca annelik yapması beklenmelidir. Ancak kadından beklenenler hem iyi bir anne hem de iyi bir eş olmasıdır. Aileye para getirmek için eşini ihmal eden erkekler tolere edilirken neden kadından hem aile bütçesine katkıda bulunması hem annelik yapması hem de eşini ihmal etmemesi beklenmektedir?

Erkek çocuk yetiştirmek neden önemli diye tekrar sorarsanız cevabım şu:

Toplumda üstün(!) görülenler bu gücü toplumdaki eşitsizliği değiştirmek için kullanmaz ve inisiyatif almazsa, aynı eşitsizlik ileride kendi nesillerini de tehdit edecektir.

Yani şair burada diyor ki… Kendi kızlarının erkekler tarafından ezilmesini istemeyen anne ve babalar, bunu ancak başkalarının kızlarını ezmeyecek erkek çocuklar yetiştirerek sağlayabilir.

Gizem Aydoğan

Yazının devamı...

Kız çocuklarına ergenlik ne zaman anlatılmalı?

Kızlar ergenlik dönemine gerçekten hazır mı?

Cevabı hepimiz biliyoruz. Hayır.

Columbia Üniversitesi tarafından yayınlanan ergenlikle ilgili bir araştırmaya göre ABD'deki düşük gelirli ailelere mensup kız çocukları ergenlik ve adet dönemi konusunda yeterli bilgiye sahip olduğunu düşünmüyor. Ülkemizde de durum pek farklı değil elbette.

Ergenlik dönemi hem fiziksel hem de zihinsel açıdan şüphesiz ki hayatımızın en önemli dönemlerinden biriyken neden bu derece eksik bilgilerle yetişiyoruz? Pek çoğumuz ya arkadaşlarımızdan ya da kendi araştırmalarımızla bazı bilgiler ediniyoruz. Bu bilgilerin büyük bir kısmı da şüphesiz ki yalan yanlış.

Üremenin ve çocuk sahibi olmanın bu kadar yüceltildiği bir toplumda üreme sistemi sağlığını belirleyen bir süreçle ilgili bu kadar kısıtlı bilgi paylaşımı çok saçma geliyor.

Ergenlik ve adet dönemiyle ilgili en yaygın görülen sorun kız çocuklarına ne zaman bu konuları anlatmak gerektiğiyle ilgili. İkincisi ise elbette ne şekilde anlatılacağı.

Kız çocuklarına adet dönemi ne zaman anlatılmalı?

Ergenlik yaşı gittikçe düşmektedir. Kızlarda ergenlik 8-12 yaşlar arasında değişen bir yelpazede görülür. Bu sebeple ergenlik ve adet dönemiyle ilgili bilgilerin 6-7 yaşlarında verilmesi gerektiği uzmanlarca açıklanmaktadır.

Bu yaş grubundaki çocukların anaokul ve ilkokulun ilk sınıflarında olduğu düşünülürse temel eğitimle birlikte cinsel eğitim de verilmelidir sonucunu çıkarabiliriz.

Ergenlikle ilgili önceden bilgi sahibi olmak çocuğunuzun zihinsel gelişimi açısından da önemlidir. Vücudunda yaşanan bir dizi değişiklikle ilgili utanmaması gerektiğini öğrenmek onu belki de en çok rahatlatacak bilgi olacaktır.

Ergenlik döneminde yaşadığımız utangaçlık düşünüldüğünde kız çocukları olarak neler beklememiz gerektiğini bilseydik eminim yanlış bilgilerden kendimizi koruyabilir ve dehşete düşmezdik.

Bu konuşmaları yaparken dikkat edilmesi gereken en önemli şey seçilen dil ve kelimeler olmalıdır. Ülkemizde en sık rastlanan hatalardan biri de adet dönemine "hastalanmak" denmesidir. Adet görmek bir hastalık değil bir değişimdir. Doğal bir değişimdir ve adet gören kişi hasta değildir. Adet döngüsünün hastalıkla ilişkilendirilmesi kız çocuklarının kendini dışlanmış ve kötü hissetmesine yol açar. En önemli nokta bu sürecin ne kadar normal olduğunu hatırlatmak olacaktır.

Sizinle her zaman her konuda konuşabileceğini bilmesi çok önemlidir. Ancak utangaçlığın arttığı düşünülürse sorularla gelmeden önce temel bilgiler de vermeniz gerektiğini unutmayın.

Bu konuyla ilgili kitapları sorularla size geldiğinde değil önceden okumanızda ve bir uzmana danışmanızda fayda var. Farklı kaynaklardan nasıl bir yol izlemeniz gerektiğini öğrenirseniz soruları daha doğru cevaplandırabilirsiniz.

Kızlarda ergenliğin fiziksel aşamaları nelerdir?

- Göğüslerde sertlik, genital bölgede ve koltukaltlarında tüylenme, vücut kokusunda değişiklik ve boy artışı

- Göğüsler büyür, tüyler koyulaşır, vajinal akıntı, akne oluşumu

- İlk adet görme yaşanır ve göğüs ucu etrafındaki areola denilen bölgeden farklılaşır.

Genelde ergenlik 12-13 yaşlarında görülür. Ama 8 yaşından sonra gelişime bağlı olarak her an yaşanması mümkündür. 8 yaşından önce görülen göğüslerde büyüme ve genital bölgede tüylenme ise erken ergenlik belirtileridir. Bu durumda mutlaka doktora başvurulmalı ve gerekli bilgi alınmalıdır.

14 yaşına gelene kadar göğüslerde büyüme görülmediyse veya göğüslerde büyüme olmasına rağmen bunun takibindeni 4-5 yıl adet döngüsü başlamadıysa buna da gecikmiş ergenlik denir. Yine doktora başvurmak önemlidir.

Sağlıklı bir toplum için sağlıkla ilgili konuların açıkça konuşulabilmesi ve ailelerin ve gençlerin bu konularda donanımlı olması önemlidir. Donanımlı ebeveynler donanımlı ve sağlıklı nesiller yetiştirir.

Demem o ki, kız çocuklarınızla konuşun. Siz konuşmazsanız başkalarıyla konuşacak ve yanlış bilgilerle hayatına devam edecektir.

Gizem Aydoğan

Yazının devamı...

#GizemSoruo: Akalazya hastalığı ve tedavisi

Nadir görülen ancak oldukça sıkıntılı bir hastalık olan akalazya hastalığını Hemoroid ve Anorektal Hastalıklar ve Gastroenteroloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Özdal Ersoy'a sorduk. İşte akalazya hastalığı, belirtileri, tedavisi ve akalazya hastaları için yol gösterecek uyarılar...

Akalazya hastalığı nedir?

Akalazya, yemek borusunun mide ile birleşmeden önceki bölümde yer alan kaslarının yemek yerken gevşeyememesi sonucunda ortaya çıkan ve yemek borusunun kasılma hareketlerini de bozabilen nadir görülen bir sindirim sistemi hastalığıdır.

Akalazya hastalığının belirtileri nelerdir?

Akalazya hastalığı yutma güçlüğü ve yutma sırasında yemek borusunun alt kısımlarında takılma hissi ile kendini belli etmeye başlar. Hasta başlangıçta sıvı gıdaları yutamazken, hastalık ilerledikçe katı gıdaları da yutmakta zorlanmaya başlar.

Lokmalarından sonra su içme ihtiyacı hissederler. Hastalığın ileri evrelerinde yemek borusunun gıdayı aşağılara ilerleten kasılma hareketlerinde de kötüleşme ve hatta kaybolma gözlenir, yemek borusu iyice genişler, gıdaların mideye geçişi iyice zorlaşır, ağızdan kötü kokular gelir ve kusmalarla birlikte kişi kilo kaybetmeye başlar.

Yemek borusu hareketleri kaybolduğu için yemek borusunda gıdalar birikir ve bu gıdalar nefes borusuna kaçarak hastada zatürre (aspirasyonpnömonisi) gelişmesine de yol açabilir.Uzun süren özofagusun boşaltma işlemi sırasında enfeksiyonözofagus mukozasının ülserleşmesine neden olabilir. Bu durumda bazen göğüs orta kısmında ve göğüs kemiği arkasında şiddetli ağrı meydana gelebilir. İlk yakınma ile kesin tanının konması bazen yıllar alabilir.

Akalazya hastalığının nedenleri nelerdir?

Yemek borusunun mide ile birleşen kısımdaki kaslı tabakanın gevşemesini sağlayan sinir hücrelerinin yokluğu ya da kaybolması akalazyaya sebep olur. Bazen midenin giriş bölgesindeki veya yemek borusu duvarı içinde gelişen kanserler de aynı akalazyada olduğu gibi yutma güçlüğüne sebep olur, bu durum ise yalancı-akalazya (psödoakalazya)olarak bilinir.

Akalazya nasıl tedavi edilir?

Akalazya, yemek borusunun mide ile birleştiği bölgedeki darlığın endoskopik yada cerrahi yöntemlerle genişletilmesi yoluyla tedavi edilir. Endoskopik olarak o bölgede balon şişirilmesi (balon dilatasyonu)yada kas içinde botulinum toksin enjeksiyonutedavileri uygulanır. Endoskopik tedaviler genelde cerrahi tedaviyi tolere edemeyen hastalarda, ileri yaş hastalarda tercih edilmektedir.

Cerrahi yöntemde ise yemek borusunun alt ucunda daralmaya sebep olan kas kitlesi ya endoskopik olarak (POEM:PerOral Endoskopik Miyotomi) yada açık/laparoskopik ameliyat yöntemiyle (Hellermiyotomisi) kesilir.

İlaç tedavisinde akalazya hastaları ne tür ilaçlar kullanır?

Akalazyada genelde ilaç tedavisi tercih edilmez. Ancak cerrahi yada endoskopik tedaviler kısa sürede yapılamayacaksa hastalara kas gevşetici (kalsiyum kanal blokerleri veya nitratlar) ilaçlar başlanmaktadır. Reflüye bağlı yemek borusunda hasarlanmalar da eşlik ediyorsa hastalara asit baskılayıcı ilaçlar da (Proton pompa inhibitörleri) başlanmalıdır.

Akalazya hastalığı tekrar eder mi?

Endokopik yollarla yapılan tedaviler (Dilatasyon, botulinum toksin enjeksiyonu) sonrasında akalazya tekrar oluşabilir.

Akalazya hastaları hayatlarında ne tür değişiklikler yapmalıdır?

Tedavi edilmediği sürece akalazya hastalarının çok katı gıdalardan ve büyük lokmalardan kaçınmaları, yemek yeryemez yatmamaları ve yastıklarını yükseltmeleri gerekir. Gıdalar yavaş yenilmeli ve iyi çiğnenmelidir.

Akalazya hastalarının uzak durması gereken yiyecekler nelerdir?

Reflüyü tetikleyecek çikolata, baharatlı yemekler, kızartmalar ve kahveden mümkün olduğu kadar uzak durmalıdırlar.

Gizem Aydoğan

gizem.aydogan@milliyet.com.tr

Yazının devamı...

Farkında olmadan menapoza girmiş olabilirsiniz

Kendimden, çevremdeki kadınlardan ve okuduğum haberlerden çıkardığım bir sonuç var: Kendimizi dinlemiyoruz ve tanımıyoruz.

Cinsel sağlık konusunu pek önemsemediğimizi kabul edelim.

Örneğin; en sık görülen kadın problemlerinden olan polikistik over sendromunun teşhisi genellikle evlendikten sonra anne olmak istenildiğinde ve hamile kalınamadığında konuluyor.

Halbuki ergenlikten itibaren adet düzensizliği yaşayan bir kadının bunu bir sorun olarak görüp çözüm arayışına girmesi en doğru adım olacaktır. Adet düzensizliği, vücudunuzda bir şeylerin yolunda gitmediğinin sinyalidir.

Pek çok hastalık, teşhis için çok geç kalındığından tedavi edilemez hale geliyor.

Bu hastalıklardan biri de vulva ve vajinada görülen atrofi.

Daily Mail'de yayınlanan ve Amerikan Menapoz Topluluğu tarafından yürütülen yeni bir araştırmaya göre kadınların %80'inden fazlası kronik ağrıya sebep olabilecek ancak aslında tedavi edilebilir olan bu hastalığın adını bile duymamış.

40 yaş üstü kadınların %45'ini etkileyen VVA, vulva yani dişi üreme organının dış bölümü ve vajinada kuruluk, kaşıntı, yanma, akıntı ve rahatsızlığa neden oluyor.

Tedavi edilmezse yıllarca sürebilecek kronik vajinal ağrıya neden olabilecek bu durum cinsel ilişkiden kaçınmaya sebebiyet verebiliyor.

Vulva ve vajinada atrofi, menapozun yan etkilerinden biri. Dolayısıyla bu tür bir sorun yaşadığınızda menapoza giriyor olabileceğinizi düşünmeniz gerekiyor.

Vulva veya vajinada atrofi denilen durum, düşük östrojen seviyesi ve vajinal bölgeye giden kan tedariğindeki azalma sonucu ortaya çıkıyor.

Vajina, normalde salgıladığı doğal kayganlaştırıcıyı salgılayamaz haline geliyor ve yeni hücre üretimi duruyor.

Yeni hücre üretimi durduktan sonra kalan hücrelerin ölümü üzerine vajina duvarları daha ince, daha kuru ve genellikle yangılı bir hale geliyor.

Araştırmayı yürüten uzmanlar kadınların vücutlarında görülen değişiklikler konusunda bilinçli olması gerektiğini vurguluyor.

Kendimizi tanımalıyız. Neticede gerçekleşen bir sorunu ancak biz adlandırabiliriz. Doktora gitmekten çekinmemeyi, kendimizle ilgili durumları değerlendirmeyi öğrenmeliyiz.

Son yıllarda meme kanseri farkındalığını arttırmak için sıklıkla dile getirilen kontrol yöntemleri üreme sağlığı için de uygulanmalı diye düşünüyorum.

Doğum kontrol yöntemleri, adet düzensizliği, menapoz, rahim ağzı kanseri ve aklınıza gelebilecek her sağlık sorunuyla ilgili bilinçlenmek kendimiz için yapabileceğimiz en güzel şey.

Grip olduğumuzda nasıl doktora gidiyorsak vajinada akıntı, koku, farklılık, yanma, iltihap gibi bir sorun yaşadığımızda da doktora başvurmalıyız.

Gizem Aydoğan

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.