SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Kimlik gelişiminde bağımsızlık arayışı rol oynuyor

İnsanı tanımlayan en önemli özelliklerden birisi sosyal bir varlık olmasıdır. İnsanlar bir arada yaşayabilmeleri, gerek değer gerekse de kuralları içselleştirebilmeleri için olağanüstü bir donanıma sahiptir; ‘iletişim yeteneği’. İnsanlar iletişim yeteneğini; bilgi alışverişinde, düşüncelerini, duygularını, ihtiyaç ve isteklerini ifade etmek istediklerinde, diğerlerini ikna etmek, kontrol etmek ve yönlendirmek istediklerinde sıklıkla kullanmaktadırlar. Tüm insan ilişkilerinde olduğu gibi aile içi ilişkilerde de iletişim önemli bir yere sahiptir.

Çocuğun kendi bakış açısından dünyayı tanımlama, ailenin bakış açısından çocuğu anlama, bu iki taraflı etkileşim çocuğun ruhsal varlığını şekillendirecektir. Çocuğun gelişen ve değişen ruhsal varlığını anlayabilmek için her an bu iki bakış açısını mutlaka göz önünde bulundurmak gerekir.

Bebek dünyaya geldiğinden itibaren, annesiyle kordon bağının kesilmesi sonrasında artık ayrı bir bireydir. Öncelik olarak kendine özgü bir varlıktır. Aile dünyaya gelen çocuğunun birey olma isteğini desteklerse, bu destek çocuğun özgür, özerk ve bağımsız bir kimlik oluşturabilmesini sağlar. Çocuğun kimliğini geliştirebilmesi için iki alan gereklidir. İlki, anne ve babasını model alarak insanlarla iletişim yolunu öğrenir. Buna bağlı anne baba özerk ve saygın kişilik yapısına sahip olmalıdır ki, çocuk insanlarla sağlıklı ilişki içine girebilsin. İkinci alanda çocuk bağımsızlık arayışı içerisindedir. Aile ve çocuk arasındaki iktidar paylaşımında, çocuk kendi alanına, tercihlerine, kararlarına saygı duyulmasını ister. Verilen kararlarda, bir takım girişimlerde engellenirse, çocuk kendi başına yapacağı her eylemde kendine dair şüpheye düşer, başkaları tarafından devamlı onay alma ihtiyacı hisseder. Kimliğin gelişiminde çocuğun bağımsızlık ihtiyacını yerinde yeterince karşılamak gereklidir. Ebeveynlerin yansıması ya da kendilerinin küçük bir örneği olarak görülmemesi gerekir.

Taklit yolu ve deneyimleyerek öğreniyorlar

Çocuklar taklit yoluyla ve deneyimleyerek öğrenirler. Taklit yoluyla öğrenmeye yatkın olan çocuk en çok sevdiği ve önem verdiği kişileri örnek almaya başlar. Bu duruma bağlı olarak bir davranış geliştirmek ve sürdürmek istersek her an örnek durumda olduğumuzu unutmamak gereklidir. Çocuğun istenmeyen bir davranışıyla karşı karşıya kalırsak öncelikle seri kanlı olmak ve kontrolü yitirmemek önemlidir. Çocuğun istenmeyen davranışın tanımı, sınırları açık olmalı ve anne babanın bu davranışla ilgili tutarlı olması önemlidir. Annenin eleştirdiği davranışa baba hoşgörüyle bakarsa, çocuğun bu davranışa nasıl bir tepki vereceğini bilememesi olağandır.

En önemli evre eğitim öğretim

Çocuğun gelişiminde en önemli evrelerinden biri eğitim-öğretim evresidir. Daha önceki gelişim evrelerini sağlıklı geçirmiş, özerkliğini ve girişimcilik ruhunu ele almış çocuk, bu dönemi daha sağlıklı geçirecektir. Anaokulu ile başlayan eğitim-öğretim süreci bu dönem ve ergenliğe ulaşıncaya kadar devam edecektir. Bir takım beceriler kazanma, iradesini kullanabilme ve özgüven duygusunu hissetmesi, anaokulu ve ilkokul başlangıcında, çocuğun sosyal hayata daha rahat atılabilmesini sağlayacaktır. En çok karşılaşılan anne babaların başlıca sorunlarından biri, çocukların sorumluluk almak istememesidir. Çocuklarda belirli alanlarda sorumluluk duygusunun yerleşmesini beklememiz gerekmektedir. Ödevlerinde, kendine ait eşyaları kendi isteğiyle toplayabilmesi, evde bir takım verilen görevleri üstlenmesi, arkadaşları ile oynadığı oyunlarda bir takım sorumlulukları alabilmesini isteyebileceğimiz bir dönemdir. Fakat bu dönemde çocuğun özerkliğini göz önünde bulundurmamız, çocuğun sorumluluk bilincinin daha hızlı ve rahat yerleşmesine imkan sağlayacaktır. Örneğin; ödevlerini yaptığında sınıftaki mutluluklarını ve yapmadıklarında yaşadıkları bir takım olumsuz duyguları deneyimlemesi gerekmektedir.

Ödevini yapmamayı da deneyimlemesi gerekir

Ebeveyn olarak gönlünüz rahat olmasa da, optimal travmalar her konuda olgunlaştıracağından dolayı, ödevi yapmaması konusunda ertesi günü yaşadığı bir takım olumsuz duygular sorumluluğu rahatça almasına imkan sağlayacaktır. Bu dönemde öğretmen çocuğun özdeşim kişisidir. Öğretmenin kişilik yapısı çocuğun kimlik gelişiminde daha zenginleşmesini sağlar. Çocuğun yaşı ilerledikçe ve ergenliğe yaklaştıkça, kimliğini daha zenginleşerek geliştirmesine fırsat sağlayacaktır.

İç saati 13 yaşında ergenlik alarmı veriyor

Çocuk kimliğinden uzaklaşıp, gençliğe ilk adım ergenlik evresi 12-13 yaşlarında başlar, 20 yaşlarına kadar devam eden fiziksel ve ruhsal gelişim dönemidir. İnsan vücudunda adeta bir iç saat vardır ve gerekli olgunluk düzeyine geldiğinde bazı değişiklikleri başlatmak için alarm vermektedir. Ergenlik döneminde fiziksel görünümle ilgili hassasiyet yüksektir. Vücuduna dair beden algısı başlamıştır. Ergenin fiziksel değişiminde, başkalarının gözünde kendisi çok daha önemlidir. Bu döneme kadar kendine tam oturtamadığı farklı rolleri, artık sahipleneceği gerçek rolleri ile hayata atılmaktadır. Bu dönemde cinsel kimliğin netleşmesi beklenmektedir. Bir gruba dahil olma ve arkadaşlık ilişkileri çok önemlidir. Yoğun bir duygusallık yaşanır. Tedirgin, güç beğenen ve kurallara karşı çabuk tepki gösteren bir gençlik dönemi başlamıştır.

Dış dünyayı tanıma ve arkadaşlık dönemi

Kişiye özel kalması gereken durumlara ihtiyaç duyulur. Merak ve keşif döneminde olduğu için yeni şeyler deneme de artış olabilir. Dış dünyayı tanıma, içselleştirme yoğun yaşandığı için arkadaşlarına yönelme, arkadaşlarıyla daha çok vakit geçirme ve bir gruba dahil olma isteği artar. Fark edilme ve takdir edilme isteğinde de artış olur. Kimlik gerçek anlamıyla ergenlik döneminde oluşur. Amaç edinebilmesini ve uygulayabilmesini, sırdaş edinebilmesini ve karşı cinsle iletişim kurabilmesini sağlamalıdır.

Psikolog Zeynep Yeşilkaya
Medical Park Uşak Hastanesi

Yazının devamı...

Kepçe kulak olmasını önlemek elimizde!

Halk arasında ‘kepçe kulak’ diye adlandırılan kulak estetiği bozukluğu ister çocuklar ister yetişkinler için olsun, sadece birkaç saat süren bir operasyonun ardından tamamen tedavi edilebiliyor. Özellikle çocukların sosyal çevresiyle kurduğu ilişkilerde ruhsal travmalara neden olabileceği için, bu operasyonun doğru bir zamanlamayla yapılması tavsiye ediliyor. Medical Park Fatih Hastanesi’nin Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi bölümünden Op. Dr. Koray Urgu,ameliyatın çocukların özgüveni açısından önemine dikkat çekti:

İlk 3 ayda bandajla ameliyatsız düzeltilebilir

Kulak kepçesini oluşturan kıvrımlar anne karnında yüz gelişimi sırasında oluşur. Doğumdan sonra gelişime uygun biçimde büyüyen kulaklar 5-6 yaşına gelindiğinde erişkin boyutlarına ulaşır. Kepçe kulak tabiri kulağın baş bölgesi ile yaptığı açının artışı olarak tabir edilir.

Çocuk daha doğduğunda kepçe kulak deformitesi varsa, kulak kıkırdağı anneden geçen östrojen dediğimiz hormon nedeniyle aşırı yumuşak olmasından dolayı yaşamının ilk 3 ayı yapılan bandaj ve sargılama yöntemleriyle ameliyatsız olarak düzelebilmektedir. O yüzden ailenin bu konuda bilinçli olması ve erken fark etmesi çok önemlidir.

Çocuklukta en sık yapılan operasyon

Geç kalınması durumunda ise cerrahi seçenek devreye girer.Kepçe kulak ameliyatı çocukluk çağında en sık yapılan estetik operasyondur. Bu durum kıkırdaklar arasındaki kıvrım yetersizliğine veya kulaktaki çukurun aşırı gelişmesine bağlı oluşabilir. Bazı kişilerde ise her iki nedene bağlı olarak kepçe kulak görülebilir.

Kepçe kulaklı olmak psikolojik açıdan hastalara zarar vererek yaşam kalitesini düşürür. Okul çağında kepçe kulak deformitesi olan çocukların ruhsal travma, okulda başarısızlık ve sosyal çevreden kaçınma gibi bulgularının kepçe kulak nedeni ile ortaya çıkabilir. Erişkin yaştaki hastalarda ise ameliyat sonrasında özgüvenlerinde artış gözlemlenir. Kepçe kulak operasyonu erişkin ve çocuklarda ortaya çıkabilecek ruhsal travmaları önler. Kepçe kulak düzeltilmesi kulak gelişiminin tamamlandığı 5-6 yaşından sonra yapılabilir.

Görünür yerde operasyon izi kalmıyor

Kepçe kulağa yönelik operasyonlarda kulakta kıvrımların oluşturulması ve çukurluğun azaltılması amaçlanıyor. Birçok ameliyat tekniği tanımlanmış olsa da genelde kıkırdağın kıvrım yapacak yerinden inceltilmesi, dikişler ile katlantıların oluşturulması, fazla kıkırdağın çıkarılması temel uygulanan yöntemlerdir. Operasyon her bir kulak için yaklaşık 45-60 dakika sürüyor ve kapalı pansuman ile 1-2 gün takip edilmesi yeterli oluyor. Operasyon sırasında yapılan kesinin izi kulak arkasında kaldığı için ameliyat sonrası rahatsız edici bir yara izi oluşmuyor.

İlkokul çağından önce yapılması öneriliyor

Her estetik operasyonda olduğu gibi kepçe kulak operasyonunda da temel hedef kulakları normal ve doğal bir görünüme sokmaktır. Operasyondan kısa süre sonra kulakların görüntüsü beğenilebilir ancak mutlu olmak için yeni kulak yapısına alışması gerekir. Bu nedenle kepçe kulak operasyonlarının alışkanlıkların daha kolay kazanıldığı veya değiştirilebildiği çocukluk çağında, ilkokula başlamadan önce yapılması faydalıdır. Bu sorunun saptanmasında ve hastanın doktora yönlendirilmesinde ilk sorumluluk ebeveynlere ve ana sınıfı öğretmenlerine düşüyor.

Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Koray Urgu
Medical Park Fatih Hastanesi

Yazının devamı...

Çocuğumu büyütürken nelere dikkat etmeliyim?

MLP Care hekimleri bu hafta "Çocuk Sağlığı" konusunu ele alıyor.

Paulo Coelho (Romancı ve söz yazarı)

Sağlıklı toplumun temelleri ancak sağlıklı doğan ve sağlıkla büyüyen çocuklar ile atılacaktır. Büyürken en çok emek gerektiren canlı türü insandır. Belli bir genetik alt yapı ile doğan çocukları büyüme sürecinde bekleyen çeşitli zorluklar vardır. Çünkü başta beslenme olmak üzere, hareket etmek ve derdini anlatabilmek için dahi mutlaka bir erişkine muhtaçtır. Bir önceki neslin deneyimleriyle çocuk büyütenler olsa da, bu süreçte ebeveynlerin en yakın yardımcısı hekimler olmaktadır. Bu yazıda kısa başlıklar altında çocukları büyütürken nelere dikkat etmemiz ve çocuklarda sık karşılaşılan bazı sorunlara değinilecektir.

Hemen her annenin ilk endişesi çocuğunun büyüme ve gelişmesinin normal olup olmadığıdır. Bu süreçte bir başka çocukla kıyaslayarak yorum yapmak strese yol açacaktır. Oysa 900 gram doğan bir bebeğin büyüme-gelişmesi ile 3500 gram doğan bir bebeğin büyüme-gelişmesi birbirinden farklı olacaktır. Her çocuk doğum boy ve kilosuna uygun olan büyüme çizgisinde ilerler ve hekimler bunu persentil çizelgeleri dediğimiz tablolara bakarak belirlerler. Büyüme denildiğinde vücut hacmi ve kütlesinin artması (boy, ağırlık, baş çevresi) anlaşılmalıdır. Gelişme ise biyolojik fonksiyonlardaki ilerleme ve olgunlaşmadır. Bu ikisi uyum içinde olmalıdır. Hayatın ilk yıllarında büyüme hızlıdır. Kabaca, çocuklar 2-3 yaş arasında ortalama yılda 8 cm, 4-8 yaş arasında ise ortalama 5-7 cm uzarlar. Boy uzamasındaki hızlanmanın ikinci kısmı ergenlik döneminde olur. Kızlarda 10 yaş, erkeklerde 12 yaş civarında ortalama yıllık uzama 8-14 cm arasındadır. Dolayısıyla her yaş ve cinsiyetteki çocuk kendi büyüme çizgisi doğrultusunda değerlendirilmelidir.

Bebek beslenmesinde en kaliteli, en eski, en iyi bilinen besin anne sütüdür. Milattan önce 8. yüzyıla ait kazılarda bulunan duvar kabartmalarında dahi anne bebeğini emzirirken resmedilmiştir (Karatepe-Aslantaş Milli Parkı). Hiçbir hazır mama anne sütünün harika yapısına sahip değildir ve her anne bebeğini emzirmeye özendirilmelidir. Bebeğin bağışıklık sisteminin gelişmesinde çok önemli bir yeri vardır ve aslında “bebeğin ilk aşısıdır”. Özellikle ilk 6 ay sadece anne sütü verilmesi bebeği birçok hastalıklardan korumaya yardımcı olacaktır. Anne adaylarına doğumdan önce emzirme eğitiminin verilmesi ve eşin desteği anne sütü vermeyi özendirmektedir.

Anne sütü alan ve hızla büyüyen bebeğin yeterli kemik gelişimi için uygun dozlarda vitamin D desteğine ihtiyacı olacaktır. Bu nedenle anne sütüne ek olarak, genellikle iki yaşına kadar günlük D vitamini ihtiyacı dışarıdan verilmelidir. Güneşi bol bir ülke olmamıza rağmen güneşten yeterince yararlanılamaması, destek kesildikten sonra bazı çocuklarda vit D düzeyinin düşmesine yol açabilmektedir. Dolayısıyla şüpheli olgularda vit D düzeyi ölçülmeli, eksik ise uygun dozda ve yeterli süreyle destek yapılmalı, vit D’nin fazla alındığında böbrekler ve kalp-damar sistemi için tehlike oluşturabileceği de hatırlanmalıdır.

Çocuklarda sık karşılaşılan bir diğer sorun kansızlık olup en sık nedeni de demir eksikliğidir. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı’nın programı çerçevesinde bebeklere 4. Aydan itibaren demir desteği yapılmaktadır. Kansızlık tedavi edilmediği takdirde halsizlik, iştahsızlık, çabuk yorulma, konsantrasyon güçlüğü, okul başarısında düşüş ve iştah sapması (aşırı tuzlu yeme, kahve telvesi, kağıt, buz veya toprak yeme isteği) görülebilmektedir. Yapılacak basit bir kan tetkiki sorunun erken teşhisi ve uygun tedavisini sağlayacaktır.

Çocuklar mevsim dönümlerinden kolayca etkilenmekte ve bazı enfeksiyon hastalıkları sık görülmektedir. Kış aylarında nezle, grip, tonsillit (bademcik iltihabı), sinüzit, krup/bronşit/bronşiolit, pnömoni (zatürre), orta kulak iltihabı sık görülürken, yaz aylarında ishal ve kusma sorun olabilmektedir. Bu hastalıkların hepsinin kendine özgü bulguları olmakta ve genellikle hekime başvuruyu ve tedaviyi gerektirmektedir. Bu süreçte küçük çocukların sıvı kaybına daha hassas olduğu, kusma-ishali olan ya da uzun süre beslenemeyen çocuklarda böbreklerin etkilenebileceği ve uygun sıvı desteğinin gerektiği hatırlanmalıdır.

Tonsillit olan çocuklarda etken bakteriler ise (özellikle streptokok) erken antibiyotik başlanmasının eklem-kalp romatizması riskini azaltabileceği bilinmelidir. Krup, bronşit/bronşiolit, zatürre halinde solunum yetmezliği açısından yakın takip ve uygun tedavi önemlidir.

Çocuklarda kış aylarında görülen bu hastalıkların çoğunda etken virüslerdir. Virüslerin antibiyotikle tedavi edilemeyeceği ve gereksiz antibiyotik kullanımının bağırsaktaki yararlı mikroorganizmalara da zarar vererek istenmeyen sonuçlara (ishal, bağırsak iltihabı, sindirim bozuklukları, vb) yol açabileceği hatırlanmalıdır. Antibiyotikler herhangi bir nedenle uzun süreli ve/veya çok sık kullanılıyorsa böbrek ve karaciğer fonksiyonları yakın takip edilmelidir. Çünkü ilaçların büyük çoğunluğu böbrek ve karaciğer yoluyla atılmaktadır.

Çocuklarda yaşam kalitesini etkileyen önemli rahatsızlıklardan biri de alerjik durumlardır (astım, alerjik rinit, atopik dermatit, gıda-ilaç-evcil hayvan- böcek alerjileri, ürtiker). Astım ve alerjik rinit tozlaşmanın yoğun olduğu bahar aylarında ve hava kirliliğinin yoğun olduğu ortamlarda alevlenebilmektedir. Alerjinin en iyi tedavisi alerjenden uzak durmaktır. Bu nedenle neye karşı alerjinin olduğu saptanmalı, aileler bilgilendirilmeli ve alevlenme dönemleri uygun tedavi yaklaşımıyla (genellikle antihistaminikler ve/veya lökotrien antagonistleri) kontrol altına alınmalıdır.

Yukarıda söz ettiğimiz enfeksiyon hastalıkları genellikle ateş, her etkene özgü olabilecek diğer bulgular ve ani başlayan yakınmalarla kısa sürede teşhis edilerek uygun tedaviyle düzelmektedir. Asıl sorun sinsi seyreden ve geç kalındığında istenmeyen sonuçlara yol açabilen durumlar olup bunları kısaca hatırlamak yararlı olacaktır:

Çocuklarda tansiyon olur mu?

Normal düzeydeki kan basıncı (tansiyon) bebeklikten itibaren hepimizin sağlıklı yaşam sürmesini sağlar. Tansiyon ölçümü fizik muayenenin önemli bir parçasıdır. Çoğu kişi şaşkınlıkla karşılasa da yeni doğan bebeğin dahi tansiyonu ölçülmelidir. Erişkinlerde genellikle sistolik kan basıncının (büyük tansiyon) üst sınırı 120 mmHg, diyastolik kan basıncının (küçük tansiyon) üst sınırı ise 80 mmHg olarak kabul edilmektedir. Çocuklarda ise tansiyon yaş, cinsiyet ve boya göre farklılık gösterir. Bu nedenle öncelikle tansiyon ölçümü uygun manşon kullanılarak ve çocuk sakin iken, doğru şekilde yapılmalı ve yukardaki kriterler dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Erken dönemde saptanan tansiyon yüksekliği, böbrekler ya da kalp-damar sistemiyle ilgili bir sorunun habercisi olabilir ve erken tedavi şansı yakalanabilir. Huzursuzluk, kusma, kilo alamama, büyüme-gelişme geriliği, baş ağrısı, ağır vakalarda havale geçirme tansiyon yüksekliğinin önemli belirtilerindendir.

Çocuklarda ne zaman kalp hastalığından şüphelenilmelidir?

Bir çocukta emme güçlüğü, çabuk yorulma, ağlarken ya da sakin durumda dahi morarma, büyüme-gelişme geriliği, bayılma nöbetleri varsa kalp hastalığından şüphelenilir. Sıklıkla görülen kalp hastalıkları kulakçıklar arasında ya da karıncıklar arasında görülen kapanma sorunları (kalbin delik olması), akciğere giden damarda darlık ya da tıkanıklıklar, akciğere ve vücuda giden damarların tamamen ters yerlerden çıkması, kalpte delikle birlikte akciğere giden damarda da anormalliklerin olmasıdır. Bu sorunların çoğu ekokardiyografi ile teşhis edilmekte ve kardiyolog-kalp-damar cerrahisi işbirliği içinde çözüm üretilmektedir.

Çocuklar idrar yolu enfeksiyonu olur mu? Önemi nedir?

Aslında çocuklarda yaygın görülebilen bakteriyel enfeksiyonlardan biridir. Yaşam kalitesini etkilemenin yanı sıra uzun süreli istenmeyen sonuçları nedeniyle de iyi bilinmeli, aileler bu açıdan bilgilendirilmelidir.

İdrar yolları normalde idrar çıkışına kadar sterildir ve hiçbir mikrop barındırmaz. Ancak mikroorganizmaların kana karışmasıyla ya da idrar çıkış yerinin kirli olması nedeniyle aşağıdan ilerleyerek idrar yolu enfeksiyonu oluşabilmektedir. Sünnetsiz erkek çocuklarda ve kızlarda görülme sıklığı daha yüksektir. Her çocuk bu açıdan risk altında olabilir.

Küçük çocuklarda iştahsızlık, kilo alamama, büyüme hızının yetersizliği, sarılığın uzun sürmesi gibi özgül olmayan belirtiler olabilir. Büyük çocuklarda ise karın ağrısı, idrar yaparken ağrı ve yanma hissi, sık sık idrar yapma isteği, altını ıslatma, idrarda renk değişikliği veya kötü koku olması idrar yolu enfeksiyonu belirtilerindendir. İdrar yolu enfeksiyonu sırasında yüksek ateş olması (>380C) böbreğin yaralanma ihtimalini artırır. Enfeksiyonun erken dönemde saptanamayıp yetersiz tedavi edilmesi böbrek sağlığını tehdit eder. Maalesef ülkemizde tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu ve idrarın idrar torbasından böbreklere geri kaçışı, çocuklardaki böbrek yetmezliği nedenleri arasında halen üst sıralarda yer almaktadır. Oysa idrar yolu enfeksiyonu önlenebilir veya kötü gidişatı durdurulabilir bir durumdur. Bu nedenle ailelere idrar yolu enfeksiyonundan korunma konusunda mutlaka bilgi verilmelidir. Bunlar;

•Erkek çocuklarda sünnet (1 yaşından önce sünnet yapılması idrar yolu enfeksiyonundan korumaktadır)

•Günlük yeterli miktarda sıvı tüketimi

•Kabızlığın önlenmesi

•Doğru şekilde tuvalet temizliği (tuvalet kağıdı kullanımı, kız çocuklarda genital bölge temizliğinin önden arkaya doğru yapılması önemlidir)

•Düzgün işeme alışkanlığının edinilmesi (idrarın uzun süre tutulması idrar torbasına ulaşan mikroorganizmaların kolayca üremesine ve enfeksiyon oluşmasına yol açar).

Çocuklarda idrar kaçırma bir diğer önemli sorun olup, tuvalet eğitimi tamamlandığı halde gece altını ıslatan çocukların sayısı tahminlerinizden daha fazladır. Beş yaşındaki çocukların yüzde 16’sı geceleri altını ıslatırken, bu oran 10 yaşında yüzde 5’e, 15 yaşından sonra ise yüzde 1-2’lere düşmektedir. Eğer idrar yolları ile ilgili bir anormallik yoksa bu çocukların çoğu yıllar içinde düzelmektedir. Hatta genetik yatkınlık olduğu için anne-baba veya yakın akrabalardan birinde çocukluk döneminde idrar kaçırma hikayesi varsa çoğu aile sabırla düzelmeyi beklemekte ve hekime başvuru gecikebilmektedir. İdrar kaçırma sorununun devamı çocuğun kendine güvenini giderek azaltmakta ve psikolojik sorunlara yol açabilmektedir.

İdrar kaçıran çocukta ne zaman endişelenilmelidir?

•İdrar kaçırma sıklığı yıllar içinde azalma göstermiyorsa,

•Gündüzleri de idrar kaçırma oluyorsa,

•Çocuğunuz bacaklarını çaprazlayarak veya çömelerek idrarını tutmaya çalışıyorsa, bu belirtiler altta yatan ciddi bir sorunun işareti olabilir.

Çocuklarda böbrek taşı olur mu?

Böbrek taşı dünyadaki yaygın sağlık sorunlarından biridir. Ülkemiz sıcak olması nedeniyle taş kuşağında olan ülkeler arasındadır. Taş oluşumu küçük çocuklarda da olabilmekte ve maalesef tekrarlayabilmektedir. Bu nedenle taş oluşumunun nedeni belirlenerek tekrarlar önlenmelidir.

Sıcak iklim, genetik özellikler , diyetteki alışkanlıklar (az su içme, obezite, fazla tuz ve hazır gıda tüketimi, vb), sosyo ekonomik faktörler taş oluşumunda önemlidir. İdrar yolu anormalliği ya da idrar yolu enfeksiyonu, bazı ilaçların alınması da (idrar söktürücüler, fazla miktarda C ve D vitamini, kalsiyum desteği, antibiyotikler, vb) taş oluşumu için risk faktörleri arasındadır.

Hangi durumlarda taştan şüphelenilmelidir?

Ani başlayan karın ve/veya yan ağrısı, idrar renginde koyulaşma (kanama varsa), sık ve ağrılı idrar yapma, hatta idrar yapamama (taş idrar çıkış yerini tıkamış ise) taş hastalığının belirtisi olabilmektedir. Küçük çocuklarda ateş (taşla birlikte enfeksiyon varsa), huzursuzluk, devamlı ve/veya idrar yaparken ağlama taşın belirtilerinden olabilmektedir.

Taş teşhis edildikten sonra “neden oluştuğu” konusunda ipucu veren tetkikler yapılmalıdır: Kan ve idrarda elektrolitler-mineraller (sodyum, potasyum, kalsiyum, fosfor, magnezyum), böbrek fonksiyon testleri, ürik asit, vitamin D düzeyi, parathormon, kan gazı, idrar analizi, idrar kültürü, idrarda sitrat ve okzalat düzeyi, vb. Bazı olgularda genetik testler yapmak gerekebilir.

Bu çocuklarda bol sıvı alımı sağlanmalıdır. Ağrı kesiciler ve kas gevşeticiler uygun dozda, uygun olgulara önerilebilir. Tuz alımı azaltılmalı, yüksek früktoz içeren gıdalardan (hazır meyve suları gibi) kaçınmalıdır. Özel bir durum söz konusu değilse kalsiyum alımı kısıtlanmamalı, günlük ihtiyacına uygun olan miktar verilmelidir. Taşa bağlı tıkanıklık varsa ve düşme ihtimali yoksa cerrahi müdahale gerekebilmektedir. Düşen veya cerrahi olarak çıkarılan taş mutlaka analiz edilmelidir. Taşın cinsi saptanırsa tekrarların olmaması için önlem alınabilecektir.

Sonuç;

•Sağlıklı çocuklar “sağlıklı gelecek” demektir

•Her çocuk doğumdan itibaren çocuk hekimince kontrol edilmeli, büyüme-gelişme izlenmelidir

•Tansiyon ölçümünün muayenenin önemli bir parçası olduğu hatırlanmalıdır

•Yenidoğanda tarama testleri, işitme-görme değerlendirilmesi yapılmalıdır

•Bir yaşından önce kan sayımı ve idrar analizi, 2 yaşından itibaren kan yağlarının (hiperlipidemi) ölçümü yapılmalı ve özel durumlarda böbrek ve karaciğer fonksiyon testleri değerlendirilmelidir.

Tolstoy, “Güzel bir gülüş, karanlık bir eve giren güneş ışığına benzer” demektedir. Sağlıklı olduğu sürece gülmeyi asla ihmal etmeyen ve evlerimizin batmayan güneşi olan çocuklarımıza sağlıklı, mutlu bir ömür diliyorum.

Çocuk Nefroloji ve Romatoloji Uzmanı Prof. Dr. Ayşe Balat

İstanbul Aydın Üniversitesi VM Medical Park Hastanesi

Yazının devamı...

Küçük doktorlar bu akademiden mezun oluyor

Hafta sonunda çocuğuyla hem eğlenceli hem öğretici bir etkinlik arayanların yeni adresi Küçük Doktorlar Akademisi. Vücudun işleyişini ve sağlıklı yaşamak için yapılması gerekenleri eğlenceli bir deneyimle öğreten Akademi, çocuklardan büyük ilgi görüyor. İstanbul Aydın Üniversitesi VM Medical Park Hastanesi’ndeki akademiyi bugüne kadar aileleriyle birlikte 1500’ü aşkın çocuk ziyaret etti

Çocuklu ailelerin hafta sonu veya hafta içi farklı etkinlik arayışlarına cevap veren Küçük Doktorlar Akademisi, hem öğretici hem eğlendirici aktiviteleriyle tercih ediliyor. İstanbul Aydın Üniversitesi VM Medical Park Hastanesi’nin içinde düzenlenen Küçük Doktorlar Akademisi, çocuklara insan vücudunun işleyişini ve sağlıklı yaşamak için yapılması gerekenleri, eğlence dolu aktivitelerle anlatıyor. Florya’da hizmet vermeye başlayan hastanenin ilk açıldığı haftadan bu yana çocuklardan büyük ilgi gören Küçük Doktor Akademisi, her cumartesi-pazar 09.30-17.00 saatleri arasında çocukları sağlıklı bir keşfe davet ediyor.

ORGANLARIMIZI TANIYALIM

Başhekim “DoktorMedi” eşliğinde yapılan bu keşif, insan vücudu şeklinde yapılmış dev bir balonda başlıyor. Küçük doktor adayları, vücudunun nasıl çalıştığını bu balonunda içinde görüyor; ardından da dev maketlerle organları yakından tanıyorlar. Bu ilginç keşfin ardından çocuklar etkinlerle hem öğrendiklerini pekiştiriyor hem de eğleniyor. Çocuklara bilgi ve eğlence dolu bir zaman vaat eden ve bugüne kadar 1500’ü aşkın çocuğu aileleriyle ağırlayan Küçük Doktorlar Akademisi, 18 Haziran’a kadar hafta sonları ücretsiz olarak ziyaret edilebilecek.

Küçük Doktorlar Akademisi kapsamında kurulan özel alanda Dentaydın İstanbul Aydın Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi tarafından her cumartesi günü ziyaretçi çocuklara ücretsiz diş taraması hizmeti de verilecek.

Yazının devamı...

Diyabetliler nasıl beslenmeli?

Diyabet (şeker hastalığı) son yıllarda çok sık görülmeye başlamıştır. Bunun başlıca sebebi ise yaşam ve beslenme şeklimizin değişmiş olmasıdır. Diyabet, sağlıklı beslenme ve yaşam tarzı değişikliği ile önlenebilen veya oluştuktan sonra tıbbi tedavi, beslenme tedavisi ve yaşam tarzı değişiklikleri ile iyileştirilebilen bir sağlık sorunudur. Diyabet hastalığı risk faktörlerinin iyileştirilmesinde rafine karbonhidratların tüketiminin azaltılması ve posa içeriği yüksek besinlerin tüketiminin artırılması temel hedeflerdendir.

Günde en az 3 porsiyon sebze- meyve şart

Posadan zengin besinlerle beslenmek kan şeker düzeyinin düşürülmesine yardımcı olur. Günde en az 3 porsiyon sebze ve meyve tüketimi, haftada 2 kez kurubaklagillerin kullanımı, kepekli, yulaflı ekmeklerin tercih edilmesi günlük posa tüketiminizi artırmanıza yardımcı olur. Günlük posa tüketimi ortalama 25-30 gram olmalıdır. İki çeşit karbonhidrat vardır. Çay şekeri v.b. gibi rafine edilmiş karbonhidrat, kan şekerini çok hızlı bir şekilde yükseltirken ani düşüşlere de sebep olmaktadır. Bu şekilde beslenen kişi, ani şeker yükselmesi ve düşmesi hissederek sağlık problemleri yaşamaktadır. Diğer karbonhidrat çeşidi ise sık tüketimini tavsiye ettiğimiz kompleks karbonhidrat doğal şekerdir. Meyve, tam buğday unu, bulgur pilavı, leblebi v.b. gibi yiyeceklerde bulunmaktadır.

Sıcak yenen patatesin glisemik indeksi 2 kat fazla

Diyabetli kişilerin en çok dikkat etmesi gereken husus ise glisemik indeks dediğimiz, besinlerin kan şekerinin hızlı veya yavaş yükselmesini sebep olan değerdir. Diyabetli kişiler diyetlerinde her zaman glisemik indeksi düşük besinler kullanarak kan şeker seviyelerini stabil tutmaya özen göstermelidirler. Örneğin, sıcak tüketilen bir patatesin glisemik indeks değeri soğuk patatese göre iki katı daha yüksektir. Aynı şekilde pirinç pilavı, beyaz ekmek glisemik indeksi yüksek besinlerdir. Diyabetli kişilerin bunların yerine bulgur pilavı ve tam buğday ekmeği tüketilmesi tavsiye edilir. Ara öğün diyabetli kişilerde olması zorunlu bir öğündür ve genellikle taze meyve olarak tercih edilir. Ara öğün meyvesinin yanında süt ve türevleri tüketimi tavsiye edilir.

SERBEST YİYECEK VE İÇECEKLER

Çay, kahve, neskafe, salça, sirke, hardal, her çeşit baharat, suni tatlandırıcılar.

YENİLMEMESİ ÖNERİLEN YİYECEK VE İÇECEKLER

•Şeker ve şekerli tatlılar (bal, reçel, pekmez, marmelât, şurup)

•Şekerli bisküviler, pasta, kurabiye, kek, çikolata

•Alkollü içecekler, meşrubatlar (kola, gazoz, hazır meyve suları vs.)

•Kızartmalar (et-sebze-hamur işi), kavurmalar

•Yağlı soslar, sakatatlar (karaciğer, beyin, böbrek, dalak, dil vs.)

•Tüm yağlı gıdalar (yağlı etler, kaymak, krema, tahin vs.)

•Kuyruk yağı, iç yağı, tereyağı ve margarinler

•Çok tuzlu gıdalar (turşu, salamura, konserve, cipsler)

•İçeriği bilinmeyen hazır gıdalar (hazır çorbalar vs.)

ÖNERİ:

•Yemeklerinizi önerilen miktar ve öğünlerde tüketiniz.

•Diyabetik ürünler belli miktarda enerji içermektedir. Diyabetik ürünleri kullanırken besin etiketinde yazan içerikleri okuyunuz ve tüketmeden önce diyetisyeninize danışınız.

Beslenme ve Diyet Uzmanı Diyetisyen Ali Can

Medical Park Elazığ Hastanesi

Yazının devamı...

Şeker hastalığı cerrahi ile düzeltilebilir mi?

Diyabet yani Şeker Hastalığı ameliyatları, son zamanlarda popüler olsa da, aslında tıpta mide ameliyatları sonrası şeker hastalığında düzelme ilişkisi, 20. yüzyıl ortalarında dile getirilmeye başlanmıştır. 1955 yılında mide cerrahisi sonrası şeker hastalığı klinik durumlarında düzelme ve ilaç kullanım ihtiyacında gerileme olduğu bildirilmiş ve bunu başka yayınlar da takip etmiştir. 2007 yılında Diyabet Cerrahisi Buluşması yapılmış ve orada Cerrahi tedavinin şeker hastalığı tedavisindeki yeri vurgulanmıştır. Birçok uluslararası Endokrin ve Cerrahi derneklerinin değerli katılımcılarının oluşturduğu bu toplantının ikincisinin sonuç bildirgesinde; Metabolik cerrahinin erişkin tip, yani Tip-II şeker hastalığı olan ve seçilmiş kriterlere uyan hastalarda düzelme sağladığı kabul edilmiştir.

Şeker hastalığı tedavisinde ameliyat herkese uygulanıyor mu?

Her şeyden önce Tip-II Diyabet, yani erişkin tip şeker hastalığı olan hastalar içindir bu cerrahi tedavi seçenekleri. Çünkü Tip-1 Şeker Hastalığı dediğimiz çocukluk çağında başlayan şeker hastalığında, maalesef pankreas bezi kan şekerini düşüren insülin hormonunu salgılayamamakta ve dışardan insülin verilmedikçe yaşam mümkün olamamaktadır. Tip-II erişkin tip diyabette ise insülin salgılanmakta ama çeşitli nedenlerle direnç söz konusu olmaktadır.

- Metabolik Cerrahi, Tip-2 Diyabeti ve class III obezitesi (VKİ ?40 kg/m2) olan hastalarda şeker kontrolüne bakılmaksızın önerilmekte ve yapılmaktadır.

- Class II obezite yani Vücut Kitle Endeksi 35.0–39.9 kg/m2 arasında olan hastalarda, yeterli hayat tarzı değişiklikleri ve uygun tıbbi tedaviyle düzelmeyen hastalarda endokrinoloji uzmanı onayı ile yapılabilmektedir.

- BMI (Body Mass Index), yani Vücut Kitle İndeksini kolayca hesaplamak mümkün. Boyunuzun karesini alıyor yani örneğin 1.70 m boyunda olan bir kişinin vücut yüzey metrekaresi; 1.70X1.70=2.89 metrekare. Vücut ağırlığı da 120 kg olsun. 120 kg/2.89 m2 = 41.5 kg/m2 BMI.

Hangi ameliyatlar yapılıyor?

Tek bir elbise nasıl herkese uygun değilse, tek bir ameliyat tipi de her hasta için uygun olmamaktadır. Bu konuda kendini ispat etmiş birkaç ameliyat tekniği var. En sık uygulananları; gastrik bypass, biliopankreatik diversiyon, sleeve gastrektomi (tüp mide), gastrik band (kelepçe), ileal transpozisyon, sleeve gastrektomi with transit bipartition ile sleeve gasterktomi sayılabilir. Birbirleri üzerinde avantajları ve dezavantajları olan yöntemler bunlar. Şeker hastalığını kontrol gücü ile emilim bozukluğu gücü arasında bir denge oluşturmak ve hasta için en uygun olanını sunmak önem arz ediyor.

Nasıl oluyor da bu ameliyatlar şeker hastalığını düzeltebiliyor?

Aslında temel problem, endüstri çağındaki işlenmiş gıda konusundaki ve hayat tarzlarımızdaki bu baş döndürücü değişikliklere, vücudumuzun ve bağırsak sistemimizin evrimle adapte olamaması, adapte olacak zamanı bulamamasıdır. Diğer bir deyişle, bağırsaklarımız bizleri sanki modern çağlar öncesinde olduğu gibi, tarlada bahçede bedensel olarak çalışıyor zannediyor. Sedanter ve U tipi bir hayat yaşadığımızı bilmiyor. Asansörle evden otoparka, oradan arabaya, oradan da arabayla işe ve asansörle yine ofise ulaşan modern insan hayatında, sedanter hayatın getirdiği problemler bunlar. Buna bir de işlenmiş yani rafine gıda tüketimi de eklenince problem daha da artıyor.

Endüstrileşme ile şeker hastalığı görülme sıklığı dramatik bir şekilde artmıştır. Gıdalar artık daha önceleri gibi saf ve doğada bulunan haliyle değil, rafine edilerek, ısıtılarak, soğutularak, işlenerek, sıvılaştırılarak ve en uç besin öğelerine ayrılarak bizlerin önüne gelmektedir. İnce bağırsaklarımızın üst kısımları insülin direnci ile ilişkiliyken, kalın bağırsağa yakın kısımları ise insülin duyarlılığıyla ilgili hormonları salgılayan kısımlardır. İşlenmiş rafine gıdaların kalın bağırsağa yakın kısımlara ulaşmadan daha bağırsakların orta kesimine gelmeden emilmesi, insülin direncinde artma ile sonuçlanırken insülin duyarlılığı azalmaktadır. Bu da şeker hastalığına yol açmaktadır. Buna egzersizin azalması, stres, sedanter hayat, aşırı yağlı besleneme sonucu gelen obezitenin eklenmesi tabloyu daha da vahim hale getirmektedir.

Cerrahi işlemde nasıl bir uygulama yapılıyor?

Bizim cerrahi ile amaçladığımız şey; gıdaları emilmeden bağırsağın alt kısımlarına ulaştırarak burayı uyarması ve insülin duyarlılığını arttıran hormonların salınımını artırmasını sağlamak olmaktadır. Bunu da bağırsakların üst ile alt kısımları arasında ‘bypass’ dediğimiz yer değiştirme ve yön değiştirme ile sağlamaktayız. Özeti aslında bu. Etki mekanizmaları ile ilgili araştırmalar halen devam etmektedir. Ameliyatlar aşağı yukarı bir- bir buçuk saat sürmektedir. Tüm ameliyatlar kapalı (laparoskopik) olarak yapılmaktadır. Ameliyat sonrası 2-3. gün beslenmeye başlanmakta ve 4. gün civarı taburcu edilmektedirler. Daha kilo vermeden, hastanede yattığı dönemde dahi şeker hastalığında düzelme başlamaktadır. Hastalarımız bu gerçekliği ‘neredeyse bir mucize’ olarak ifade etmektedirler.

Genel Cerrahi ve Gastroentrolojik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Can Keçe

Medical Park Trabzon Yıldızlı Hastanesi

Yazının devamı...

Çocukları şişmanlatan gizli düşman: Diyabet

Her yıl bin 700 çocuğa diyabet tanısı konuyor. Diyabet gittikçe daha büyük bir tehdit haline gelirken MLP Care hekimleri bu hafta diyabetle ilgili önemli bilgiler veriyor.

VM Medical Park Samsun Hastanesi Çocuk Endokrinoloji Kliniği’nden Uzm. Dr. Gülsüm Figen Günindi, çocuklarda diyabetle ilgili önemli bilgiler verdi. Uzm. Dr. Günindi, “Diyabet insülin üretimi salınımı veya etkisinde yetersizlik sonucu ortaya çıkan kan şekeri yüksekliği ile karakterize kronik seyirli bir hastalıktır. İnsülin kandaki şekerin hücre içine girmesi ve enerji olarak kullanılmasını sağlayan anahtar hormondur ve pankreas tarafından üretilir. Pankreas yeterli insülin üretemediği zaman şeker hücre içine giremez ve enerjiye dönüşemez. Kan şekeri yükselmeye başlar ve diyabet gelişir. Çocuklarda ve genç erişkinlerde en sık rastlanan diyabet tipi, Tip 1 diyabettir. Ancak obezite sıklığındaki artış nedeniyle çocuklarda Tip 2 diyabet riski de artmaktadır. Bunların dışında yenidoğan döneminde ortaya çıkan neonatal diyabet, gebelikte ortaya çıkan Gestasyonel Diyabet ve tek gen hastalığına bağlı (MODY) diyabet tipleri de bulunmaktadır. Ülkemizde, çoğu Tip 1 Diyabet olmak üzere her yıl 1700 civarında çocuk ve ergene diyabet tanısı konulmaktadır” dedi.

Bol idrara çıkma ve gece işemesi başlıyor

Uzm. Dr. Figen Günindi, “Tip 1 diyabet çeşitli faktörlere bağlı olarak ortaya çıkar. Doğuştan var olan, diyabete yatkınlık sağlayan doku grupları diyabet gelişme riskini artırır. Bizi hastalıklardan koruyan bağışıklık sistemimiz bazı durumlarda insülin salgılayan hücreleri yabancı algılayarak yok edebilir. Bunun dışında diyabete genetik yatkınlığı olan kişilerde virüslere bağlı enfeksiyonlar, gıdalardaki katkı maddeleri, stres, diyabeti başlatan tetikleyici faktör olabilir. Yakın akrabalarında (anne, baba, kardeş, çocuk) Tip 1 Diyabet olan kişilerde diyabet gelişme riski daha fazladır. Diyabetli çocukların pankreaslarında, insülin üreten hücrelerin tahrip olması nedeniyle insülin üretilememektedir. İnsülin eksikliği nedeniyle vücut şekeri kullanamaz ve kan şekeri yükselir. Fazla şekeri atmak için sık ve bol idrar çıkarma başlar. Sıvı kaybı nedeniyle ağız kuruluğu ve susama hissi olur. İdrarla kaybedilen sıvı kaybını gidermek için çok su içme, gece idrara çıkma, daha önce idrar kaçırmayan çocuklarda gece işemesi başlar” şeklinde konuştu.

Davranış değişiklikleri olabiliyor

Diyabetin yarattığı sorunlarla ilgili, “Şeker enerji kaynağı olarak kullanılamadığı için sık yemek yemeye rağmen açlık hissi olur. Vücut enerji üretmek için kendi yağ ve proteinini yakar, yağ ve kas dokusu yıkımına bağlı kilo kaybı gelişir. Gece sık uyanma, şeker yüksekliği, enerji eksikliğine bağlı halsizlik, çocukta davranış değişikliklerine neden olabilir. Bu belirtiler genellikle bir aydan kısa sürelidir. Fark edilmediği veya zamanında tanı konmadığı durumda bulantı, kusma, karın ağrısı, dalgınlık, hızlı ve derin solunum, ağızda aseton kokusu ve ardından diyabetik ketoasidoz denilen koma hali gelişir. İnatçı enfeksiyonlar ve tekrarlayan mantar enfeksiyonları, özellikle bebeklerde düzelmeyen bez bölgesi dermatiti, ergenlik öncesi kızlarda ‘vaginal kandidiyazis’ diğer belirtilerdir. Diyabet tanısı açlık, tokluk veya rastlantısal olarak bakılan kan şekeri düzeyine göre konur. Normal kan şekeri değerleri en az 8 saatlik açlık sonrası 80-100 mg/dl arasında, toklukta (yemekten 2 saat sonra) 140 mg/dl altında olmalıdır. Açlık kan şekeri 126 mg/dl üzerinde veya Oral Glukoz Tolerans Testinin 2. saatinde 200 mg/dl üzerinde olması; bunun dışında çok su içme, çok idrar çıkarma şikayetleri olan kişilerde herhangi bir zamanda ölçülen kan şekerinin 200 mg/dl üzerinde olması diyabet olarak tanımlanır” dedi.

İnsülin hayati bir hormondur, bağımlılık yapmaz

Uzm. Dr. Günindi, insülinin etkisiyle ilgili ise “Tip 1 diyabette insülin eksikliği vardır ve ihtiyaç olan insülinin dışarıdan verilmesi gerekir. Sağlıklı kişilerde açlıkta sürekli olarak aynı düzeyde (bazal) ve yemek sonrası kan şekerinin yükselmesini önlemek için hızlıca ve bol miktarda (bolus) insülin salgısı olmaktadır. Diyabetli kişilerde insülin tedavisi fizyolojik insülin salınımına en uygun şekilde kullanılmaktadır. Ülkemizde rekombinan DNA tekniğiyle elde edilen insülin analogları kullanılmaktadır. Sığır ve domuz insüliniyle domuzdan elde edilen semisentetik insülin kullanılmamaktadır. İnsülin hayati bir hormondur ve bağımlılık yapmaz. Tip 1 Diyabet kronik bir hastalıktır ve sürekli insülin tedavisi yanında, diyabetik hasta ve ailesinin eğitimi, beslenme planlaması ve egzersiz tedavinin önemli bileşenleridir. Diyabet eğitimine, insülin tedavisine eşdeğer bir önem verilmelidir” diye açıklama yaptı.

Çocuk Endokrinoloji Uzmanı Dr. Gülsüm Figen Günindi

VM Medical Park Samsun Hastanesi

Yazının devamı...

İstanbul Aydın Üniversitesi VM Medical Park Hastanesi açıldı

Sağlık sektörüne çeyrek asırlık birikimiyle yön veren MLP Care Grubu, İstanbul Aydın Üniversitesi VM Medical Park Hastanesi’ni Florya’da hizmete açtı.

Medical Park, Liv Hospital ve VM Medical Park’ı sağlık sektörüne kazandıran MLP Care Grubu, ülkenin en çok tercih edilen vakıf üniversitelerinden olan İstanbul Aydın Üniversitesi’nin Tıp Fakültesi ile birlikte İstanbul’a yüksek standartlarda bir üniversite hastanesi daha kazandırdı. İstanbul Aydın Üniversitesi VM Medical Park Hastanesi, Florya’da hizmet vermeye başladı. Kardiyolojiden genel cerrahiye, kadın doğumdan çocuk hastalıkları ve cerrahisine kadar tüm branşlarda hasta kabul etmeye başlayan hastane, 51 bin metrekarelik alanı, 300 yatak kapasitesi, 13 ameliyathanesi ve 92 polikliniği ile İstanbul’un en modern üniversite hastanelerinden biri oldu.

FLORYA’YA DEĞER KATACAK

MLP Care Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Usta, hastanenin bölgede sunulan sağlık hizmetlerine değer katacağını söyledi. Bu yatırım sayesinde sağlık alanında bilimsel gelişime de katkı sağlayacaklarını hatırlatan Usta, şöyle konuştu: “İstanbul’un en değerli lokasyonlarından birinde, kent ulaşımının ağırlık merkezlerinden Florya’da hizmete başladık. Bütün hastanelerimizde olduğu gibi yeni hastanemizde de dünya ile aynı anda uygulanan tüm teşhis ve tedavi yöntemlerini, yenilikçi tıp teknolojilerini, iyi hekimler ve sağlık personelinden oluşan kadromuzla bir araya getirdik. İstanbul gibi büyük bir metropolde sağlık hizmeti sunmanın temel koşullarından biri, hitap ettiğiniz her insana kendisini değerli hissettirmektir. Biz de bu felsefeyle yola çıkarak Kocaeli, Bursa ve Samsun’dan sonra Türkiye’nin dördüncü; İstanbul’un ilk VM hastanesini Florya’da hizmete açtık.”

İAÜ, SAĞLIK KOMPLEKSİ YATIRIMI İLE BÜYÜYOR

İstanbul Aydın Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Mustafa Aydın da “İstanbul Aydın Üniversitesi VM Medical Park Hastanesi, sağlık alanındaki yatırımlarımızın en son halkasını oluşturuyor. Türkiye’nin en modern sağlık hastanelerinden biri olarak konumlanan hastanemizde, seçkin akademik kadromuz eşliğinde, halkımıza modern tıbbın imkanlarını en son teknolojik sağlık altyapısıyla donatılmış ameliyathaneler, yoğun bakım üniteleri, poliklinik birimleri ve laboratuvar komplekslerimiz ile sunmuş olacağız. Gerek halkımızın en iyi şekilde faydalanabileceği, gerekse fakültede yetiştirdiğimiz hekim ve bilim insanlarımızın uygulama alanı olarak istifade edebileceği hastanemiz, teknolojik altyapısıyla uluslararası seviyeyi yakalamış bir sağlık kompleksi” diye konuştu.

Liv Concept’in uluslararası standartlardaki kusursuz hizmet anlayışını da bünyesinde barındıran İstanbul Aydın Üniversitesi VM Medical Park Hastanesi, eğitim - araştırma misyonunu da yerine getirecek. Uluslararası kalitede hizmet verecek olan hastane; kadın hastalıkları ve doğum, çocuk sağlığı ve hastalıkları, obezite cerrahisi, onkoloji gibi branşlarda ön planda olmayı hedefliyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.