SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Gençlere 'kalpten' uyarı!

Ülkemizde ve dünyada en çok ölüme neden olan hastalıkların başında gelen kalp rahatsızlıkları, yalnızca ileri yaş hastalığı olmaktan çıkarak genç yaşlarda da görülüyor. Medical Park İzmir Hastanesi Kardi-yoloji Uzmanı Doç. Dr. Serkan Saygı, birinci derece yakınları arasında ani ölüm, kalp-damar hastalıkları, kalp krizi, bypass öyküsü olan bireylerin düzenli olarak kardiyolog kontrolünde olması gerektiğini vurguladı:

GENETİK YATKINLIĞINIZ KADERİNİZ OLMASIN

Kişinin annesi, babası veya yakın akrabaları genç yaşta ani ölümler yaşadıysa kalp hastalığı riski açısından daha detaylı bir inceleme gerekiyor. Çünkü bu ölümlerin yüzde 90’ından fazlası kalp kökenli. Ailesinde bu tarz ölümler olan bireyler efor gerektiren, yarışmalı, ağır sporlar yapmak istiyorsa kesinlikle efor testi, eko ve kardiyografik incelemeden geçmeli. Bu kişiler özellikli hasta grubunu ifade eder. Bu tür ani ölümlerin genetik geçişli olduğu söylenebilir. Genetik yatkınlık çok belirleyici ama kalp sağlığını korumak için yapılacak Akdeniz Diyeti, sigaradan uzak durulması, haftanın 3-4 günü en az 30-45 dakika olacak şekilde tempolu yürüyüş ve belli aralıklarla doktor kontrolü riski ciddi oranlarda azaltır. Birinci derece yakınları arasında kalp-damar hastalıkları, kalp krizi, bypass öyküsü olan bireyler tüm sporları rahatlıkla yapabilir, ancak düzenli olarak kardiyolog kontrolünde olunması koşuluyla.

BEL ÇEVRESİ ÖLÇÜSÜNE DİKKAT

Eğer göğüs ağrısı, nefes darlığı, çabuk yorulma, çarpıntı, alçak yastıkla yatamama, tam veya kısmi ba-yılma şikayetleriniz varsa hiç vakit kaybetmeden bir uzmana görünmelisiniz. Bunlar en sık görülen kalp hastalıkları belirtileridir. Hastalığın tedavisinde anjiyo, stent, bypass gibi tedavi amaçlı işlemler, yaşanan sorunların ardından uygulanır. Bu nedenle faydaları kısıtlıdır. Amaç bu yöntemlere hiç gerek kalmadan sağlığı korumaktır. Burada sihirli bir formüle gerek yok; bel çevresinin genişlememesi lazım. Genel olarak erkeklerde bel çevresi 102, kadınlarda 90 santimetrenin altında olmalı. Bunların yanı sıra sigaradan uzak durulması şart. Kalp ve damar sisteminde ortaya çıkan sorunlar genelde hayatı tehdit edebildiği için insanlarda en sık rastlanan ölüm sebebi olması çok da şaşırtıcı değil. Bu sorunların tamamen ortadan kaldırılması mümkün değil elbette. Fakat yaşam biçimini değiştirerek, doğru beslenip egzersizleri ihmal etmeyerek riski azaltmak elimizde.

Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Serkan Saygı

Medical Park İzmir Hastanesi

Yazının devamı...

Kalp krizi sonrası kalbin ilacı: Spor ve doğru beslenme

Medical Park Tarsus Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Veli Kaya, kalp krizi geçirmiş kişiler için düzenli spor ve doğru beslenmenin hayati önem taşıdığını söylüyor.

Kalp krizi, halen dünyada ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer alıyor. Diğer yandan kriz geçiren kişilerin hayatta kalma oranı, modern tıp sayesinde hızla artıyor. Ancak kalp krizini atlattıktan sonrası da en az kriz anında yapılan müdahale kadar önem taşıyor. Medical Park Tarsus Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Veli Kaya, kalp krizi geçirmiş kişilerin daha sonraki hayatlarında düzenli spor yapmaları ve doğru beslenmeleri gerektiğini vurguladı. Uzm. Dr. Kaya Kalp krizi ve sonuçları hakkında bilgiler verdi:

KALP KASI GÖREVİNİ YAPAMIYOR

“Ani gelişen ve ölümcül olabilen bir hastalık olan kalp krizi, kalbi besleyen damarların tıkanmasına bağlı olarak gelişen ve kalp kasında meydana gelen zedelenme sonucu gelişen bir durumdur. Kriz sırasında kalp kası fonksiyonlarını yapamaz hale gelir. Hastanın kalp krizi sırasında hayatını kaybetmesinin en büyük nedeni, gelişen ritm bozuklukları ve kalbin pompa görevini yapamamasına bağlı olarak gelişen şok durumudur.”

İLK BELİRTİ GÖĞÜS AĞRISI

Aniden kalp krizleri aslında önceden bazı belirtiler veriyor. Bunların başında, 20 dakikadan uzun süren göğüs ağrısı geliyor. Kardiyoloji Uzmanı Dr. Veli Kaya, bu ağrı ve diğer belirtilerle ilgili şunları aktarıyor: “ Genellikle göğüs ortasında baskı ve yanma tarzında ağır olmakla beraber sırt, sol kol ve omuz, boyun, çene ve mide üstünde ağrı olabilmektedir. Ağrıyla birlikte nefes darlığı, soğuk terleme, çarpıntı, kusma, baş dönmesi, bayılma veya bayılır gibi hissetme olabilmektedir.”

KRİZ ANINDA MÜDAHALE

“Kalp krizi geçirdiğinizi düşünüyorsanız ilk olarak bir yere oturmalısınız veya uzanmalısınız. Ardından hemen 112’yi arayıp ambulans istemelisiniz. Varsa 1 adet aspirin çiğnemekle kendi tedavinize başlamış olursunuz. Ara ara öksürmek ritm bozukluğuna karşı faydalı olabilmektedir. Hastanın sakinleştirilmesi, rahat oksijen alabileceği ortamın sağlanması, çevresindekiler tarafından nabız ve tansiyonunun takip edilmesi gerekiyor. Hastada bilinç kaybı gelişir ve nabız alınmazsa kalp masajına başlamak hayat kurtarıcı olabilmektedir.”

KALP KRİZİNDE TEDAVİ

“Bugün kalp krizinde en iyi acil tedavi yöntemi, balon ve stentle tıkalı olan kalp damarlarının açılmasıdır, ancak ilaç tedavisi de son derece önemlidir. İlaç tedavisi hayat kurtarıcı tedavi olarak kriz esnasında ivedilikle başlanmalı ve ömür boyu sürdürülmelidir. Hastaların bir kez kriz geçirdikten sonra ömür boyu kalp hastası oldukları, her zaman tekrar kriz geçirebileceklerini bilmeleri çok önemlidir ve bu riski en aza indirmek için ilaçlarını düzenli kullanmaları, sigara içiyorlarsa bırakmaları, düzenli egzersiz yapmaları ve yemek alışkanlıklarını değiştirmeleri gerekmektedir.”

KRİZ SONRASI DİKKAT!

“Kalp krizi geçirmiş kişiler, kriz sonrası belli bir süre istirahat etmeliler ve efordan kaçınmalıdırlar. İstirahat sonrası hafif tempoda yürüyüşe başlanmalıdır. Hasta ağrı ve nefes darlığı hissetmediği sürece, egzersiz süresini ve temposunu artırmalıdır. İdeal olan, günde 30-40 dakika tempolu yürüyüştür. Kandaki kolesterol düzeyini düşürecek şekilde yeme alışkanlıklarını değiştirmelidirler. Hayvansal yağlardan kaçınmalı, şekerli gıdaları azaltmalı ve bitkisel gıdalara ve yağlara yönelmelidirler. Kırmızı etten uzak durmalı, haftada 3-4 öğün yağsız, fırında pişmiş, haşlama veya ızgarada pişmiş tercihen beyaz et yemelidirler.”

Kardiyoloji Uzmanı Dr. Veli Kaya

Medical Park Tarsus Hastanesi

Yazının devamı...

Kalbiniz kaç yaşında?

10-17 Nisan Kalp Sağlığı Haftası boyunca MLP Care hekimleri kalp sağlığı ve kalp hastalıkları hakkında önemli tüyolar veriyor.

“Kalbin de yaşı mı olur?” demeyin. Aslında düz mantık bakıldığında haksız da sayılmazsınız. Ancak kalp ve damar sisteminin yıpranma hızı öngörülenden daha hızlı olduğunda kalp ve damar sistemi kronolojik yaştan daha hızlı yaşlanabilir.

Tıbbi literatüre nispeten yeni giren kavramlardan bir tanesi olan aging (yaşlanma) kavramı, kalp için de söz konusudur. Yüz binlerce hasta üzerinde yapılan klinik çalışmalarda insanların kalp krizi geçirme riskini artıran birçok faktör saptanmıştır. Bu risk faktörleri başlıca ileri yaş, erkek cinsiyet, hipertansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, sigara içimi ve ailede kalp hastalığı mevcudiyeti olarak sıralanabilir. Bu etkenlerin kişilerde mevcudiyeti kalp krizi geçirme riskini arttırmaktadır.

Türk Kardiyoloji Derneği’nin de içinde yer aldığı Avrupa Kalp Cemiyeti, tüm bu verilerden faydalanarak kişilerin kalp krizi nedeniyle ölme riskini hesaplayan kartlar hazırlamışlardır. Bu kartlarda kişilerin cinsiyeti, tansiyon değeri, kolesterol değeri, şeker hastalığı varlığı ve sigara içme durumları belirtildiğinde, 10 yıl içinde kalp krizinden ölme ihtimalleri ölçülmektedir. Mesela sigara içen, 40 yaşında erkek bir hasta düşünün. Bu hastada şeker hastalığı ve hipertansiyon da mevcut olsun. Bu çizelgeye göre bu hastanın gelecek 10 yıl içinde kalp-damar hastalığı nedeni ile ölme ihtimali yüzde 4 civarındadır. Başka bir hasta hayal edelim, 60 yaşında ve sigara kullanmayan. Aynı zamanda bu hastada ne hipertansiyon ne de şeker hastalığı olsun. Çizelgeye göre bu hastanın da gelecek 10 yıl içinde kalp-damar hastalığı nedeni ile ölme ihtimali yüzde 4 civarındadır. Yani 40 yaşındaki hastanın kardiyovasküler risk yaşı 60 yaşındaki hastaya eşit konuma gelmiştir; kısacası 40 yaşındaki hastanın damarları 60 yaşındadır, denilebilir. Bu damar yaşlanmasının da temel nedeni sigara içilmesi, hipertansiyon ve şeker hastalığıdır.

Bu bahsedilen risk faktörlerinden yaş, cinsiyet ve genetik yatkınlık değiştirilemeyen risk faktörleridir. Ancak hipertansiyon, şeker hastalığı, sigara ve kolesterol yüksekliği hem ilaçlar hem de yaşam tarzı değişiklikleri elimine edilebilen risk faktörlerindendir. Çizelgeye göz atılırsa, sigara içiminin bırakılması kardiyovasküler riski yaklaşık yarı yarıya azaltmaktadır. Büyük tansiyon değerinin 160 mmHg’dan 120 civarına düşürülmesi de riski yaklaşık yarı yarıya azaltmaktadır. Aynı şekilde toplam kolesterol değerinin 300 mg/dL değerinden 200’ün altına indirilmesinin de kardiyovasküler riski 2-3 puan düşürdüğü çizelgede net olarak görünmektedir. Dolasıyla bu risk faktörlerinin bertaraf edilmesi kişinin kardiyovasküler risk yaşını da azaltmaktadır. Yani moda tabiri ile ‘anti aging’ etkisi göstermektedir.

Bu risk faktörlerinden kurtulmak için hasta ve sağlık çalışanlarının ortak çaba sarf etmesi gerekmektedir. Sigaranın, gerekirse ilaç takviyesi alarak bırakılması damar anti aging işleminin ilk basamağı gibi görünmektedir.

Sağlıklı bir insanda normal kan basıncı değeri 140/90 mm Hg’nın altında olmalıdır. Yani büyük tansiyon 140 ve üzeri, küçük tansiyon 90 ve üzeri olmamalıdır. Tansiyonun bu değerlerin üzerinde olması inme ve kalp krizi riskini belirgin artırmaktadır. Hipertansiyon tedavisi ilaçların yanı sıra, tuzsuz diyet, haftada 4-5 gün yapılan düzenli fiziksel egzersiz ve fazla kilolardan kurtulma olarak özetlenebilir.

Kolesterol yüksekliği de hipertansiyon gibi hem ilaçlar hem de sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri ile tedavi edilmektedir. Tedavinin amacı, kötü kolesterol olarak bilinen LDL kolesterolü azaltmak ve iyi kolesterol olarak bilinen HDL kolesterolü artırmaktır. Bu amaçla karbonhidratlardan fakir ve bol lifli yiyeceklerle (bol sebze, meyve ve tam tahıl ürünleri gibi) beslenmek, haftada 2-3 gün balık tüketmek veya omega-3 yağ asidi tabletleri almak, günde yarım avuç içi kadar ceviz içi, fındık içi, badem içi tüketmek ve fiziksel egzersiz yapmak genel olarak kan yağlarını düzenlemek açısından önerilen yaşam tarzı değişiklikleridir. Tüm bu değişikliklere rağmen kan yağları istenen seviyelere ulaşmaz ise kolesterol ilaçları önerilir.

Tüm bu öneriler doğrultusunda değerlerinizi en uygun düzeylere getirip damarlarınızı gençleştirebilirsiniz.

Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Ömer Yiğiner

Medical Park Gebze Hastanesi

Yazının devamı...

Kanser hastalığında beslenme

Hayatımızın her sürecinde olduğu gibi hastalıklar sürecinde de beslenmemiz oldukça büyük önem taşımaktadır. Kanser hastaları bu süreçte hastalığı/tedaviyi anlamaya çalışırken beslenmeyi ihmal edebiliyorlar. Bu süreçte sağlıklı ve dengeli beslenme ile;

•Kendinizi daha iyi hissedip, güçlü ve enerjik olmanızı sağlar.

•Kilonuzun korunmasıyla vücudunuzdaki besin öğelerinin ve kasların da korunması da sağlanıp tedaviden en az yan etkinin alınması sağlanır

•Enfeksiyon riskinin sağlıklı besinlerle en aza indirgenmesi sağlanır.

•İyileşme sürecinin daha hızlı ve kolay olması sağlanır.

1. KANSER HASTALARI NASIL BESLENMELİ?

Beslenmenizi çeşitlendirmek, ihtiyacınız olan birçok besin öğesini (vitamin, mineral, karbonhidrat, yağ, protein) en dengeli şekilde karşılamanın temel kuralıdır.

Beslenmenin bağışıklık sistemi üzerine etkisi bulunmaktadır. E vitamini ve selenyum gibi antioksidanlar, A vitamini, D vitamini, çinko, linoleik asit ve omega-3 yağ asitleri gibi beslenme faktörleri bağışıklık sisteminin işlevlerini düzenlemektedir.

Protein alımı arttırılmalı: Ameliyatlar, kemoterapi ve radyoterapi gibi işlemler nedeniyle zarar gören hücreleri iyileştirmek ve enfeksiyondan korunmak için kanserli hastaların protein gereksinimi daha fazladır. Kemoterapi sürecinde oluşan kansızlık için de özellikle kırmızı et ve yumurta tüketimi büyük önem taşımaktadır.

Sebze ve meyve tüketimi: Günde 3 porsiyon meyve ve 2 porsiyon da sebze alınarak vücudun ihtiyacı olan vitamin, mineral ve lif/posayı doğal yollarla karşılanmalı. Sebze ve meyvelerin mevsiminde tüketilip hormon içermemesine özen gösterilmeli.

Karbonhidratlar: Kompleks olarak alınmalı; Tam buğday ekmeği, tam tahıl makarnası, kahverengi pirinç, kuskus, arpa, yulaf, erişte ve kepek gibi tahıl ürünlerinin bağışıklık sistemine katkısı olacaktır.

Günde en az 2 LT su: Kemoterapinin zararlı etkilerini minimize etmek için özellikle tedavi sırasında en az 2 litre su için.

Besleyici değeri olmayan yüksek şeker ve yağ içeren yiyeceklerden uzak durun.

Yağ: Diyette yüksek miktarda yağ alınmasının bağışıklık sistemini bozduğu gösterilmiştir. Diyetle alınan doymuş yağların (margarin, iç yağlar vb.) alımının azaltılması bağışıklık sistemini iyileştirmektedir. Ayrıca balıkta bulunan OMEGA- 3 yağ asitlerinin (DHA, EPA ve CLA) meme ve kalın bağırsak kanseri başta olmak üzere bazı kanserlerin görülme sıklığını azalttığı, bazı kanser hücrelerini öldürdüğü ve bağışıklık sistemini uyardığı gösterilmiştir.

Şişmanlık, bağışıklık sistemi üzerine zararlı etkileri olduğu bilinen kalp ve damar hastalığı riskini arttırmaktadır. Bu nedenle fazla kilo alınmamasına özen gösterilmelidir.

Probiyotik olarak isimlendirilen bazı bakterileri içeren yoğurt ve kefir gibi süt ürünlerinin bağışıklık sistemi üzerine yararlı etkileri olduğu gösterilmiştir.

Buğday, mısır, domates, yer fıstığı, fasulye, muz, bezelye, mercimek, soya fasulyesi, mantar, pirinç ve patatesin içinde bulunan ve vücutta aktivite gösteren lektin olarak isimlendirilen proteinler, bağışıklık sistemini uyarmakta, kanserin büyümesi için gerekli damarlanmanın gelişmesini önlemekte ve kanser hücresinin ölümüne neden olabilmektedir. Bu özellikleri nedeni ile lektinler kansere karşı savaşta besinler içinde önemli yer tutmaktadır.

2. KANSER HASTALARI HANGİ BESİNLERİ TÜKETMEMELİ?

İçerisinde şeker bulunan her türlü yiyecek ve içecekten uzak durulmalı. (Tatlı içecekler, meyve suları, meşrubat, kola, şekerli gıdalar, şekerli yiyecekler) Beyaz ekmek, pastane ürünleri ve fırın mamullerinden tüketilmemeli.

Fast food tarzı yiyeceklerin yenmesi kesinlikle yasaklanmalı.

Patates kızartması, mısır gevreği, makarna, çikolata da yenmemesi gerekenler arasında.

Hazır çorba, krema, süt tozu, reçel, şurup, alkol ve her türlü tatlandırıcılar, meyve şurupları, gibi yiyecek ve içeceklerin kanser hastaları tarafından tüketilmemesi gerekenler arasındadır.

3. KEMOTERAPİ SÜRECİNDE NASIL BESLENMELİ?

Eğer iştahınız azaldıysa;

- Acıkmamış olsanız bile kendinizi yemek yemeye zorlamalısınız.

- Az miktarda sık sık yemelisiniz. Böylece daha çok besin almak kolaylaşacaktır.

- Ayaküstü yiyecekleri elinizin altında bulundurunuz, böylece canınız bir şey yemek istediği zaman kolayca ulaşabilirsiniz. Peynir ve kraker, meyve, yoğurt, muhallebi bunlardan bazılarıdır. Dışarı çıkarken yanınıza bisküvi, kraker ya da kuru üzüm gibi yiyecekler alınız.

- Kalorisi yüksek iyi kaliteli protein içeren besinleri (yumurta, et, yoğurt, peynir, kuru fasulye, nohut, mercimek, barbunya gibi kurubaklagiller, esmer ekmek) seçmelisiniz.

- Bazen yiyeceklerin biçimini değiştirmek onları daha iştah açıcı yapar. Örneğin, taze meyveyi bütün olarak yemek sorun yaratıyorsa, meyveleri komposto, püre, hoşaf olarak yiyebilirsiniz. Sütlü tatlılara dövülmüş ceviz fındık eklerseniz hacim değişmez fakat enerji ve protein değeri artar. Süte ve/veya yoğurda bal pekmez katarak yiyebilirsiniz.

- Dondurma, yoğurt ve sütlü tatlılar gibi soğuk yiyecekleri yemeye çalışınız.

KEMOTERAPİDE İLAÇLARIN

Yan etkileri artıran ve uzak durulması gereken besinler:

* Yağlı, acı, ekşi ve tatlı gıdalar -Sindirimi zor olan gıdalar (soğan, sarmısak, lahana, karnabahar, salatalık, bakla, kuru bakliyat, bezeyle, havuç, turp, fasulye gibi)

* Ekşi meyve ve sebzeler (domates, portakal, mandalina gibi)

* Baharat

* Bal

* Portakal suyu gibi asitli ve ekşi içecekler

* Çay, kahve

* Kola, gazoz gibi gazlı içecekler

* Kızartmalar

* Aşırı sıcak ve soğuk besinleri tüketmeyin

* Yapay madde bulunduran besinlerden ve içecekler

* Çiğ sebze-meyveler

* Aşırı sıcak ve soğuk besinler

Diyetisyen Bürge Çobaner

Medical Park Ankara Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı

Yazının devamı...

TomoTerapi ile kanserli hücreye nokta atışı

Radyoterapi, kanser hastalarının tedavisinde kullanılan başlıca yöntemlerden biridir ve kanser hastalarının büyük çoğunluğuna uygulanmaktadır. Vücudun hemen hemen her bölgesindeki birçok kanser tipinde radyoterapi kullanılmaktadır. Kanser hastalarının yarıdan fazlasında cerrahi ve ilaç tedavisi gibi tedavilere ek olarak radyoterapi de uygulanmaktadır. Bazı kanser tiplerinde radyoterapi tek tedavi yöntemidir. Radyoterapi bazen cerrahi öncesinde tümörü küçültme amacıyla verilmektedir. Bazı tümörlerde ise cerrahi sonrasında kalmış olabilecek kanser hücrelerini temizlemek için uygulanır.

Cerrahi esnasında radyoterapinin uygulandığı yöntemler de vardır. Cerrahi olmadan radyoterapi ve kemoterapinin direkt uygulandığı kanser türleri de olabilir. Hastalığı tam olarak iyileştirmenin mümkün olmadığı bazı durumlarda, hastanın ağrı, kanama gibi yakınmalarını azaltma amacı ile de radyoterapi uygulanabilir. Bu tür tedaviye ‘palyatif tedavi’ adı verilir.

Radyoterapide artık normal doku zarar görmüyor

Radyoterapi alanındaki gelişmeler, özellikle kullanılan cihazların verdiği ışınların mümkün olduğunca hastalıklı dokuya yönlendirilmesi, diğer alanların en az doza maruz kalmasını sağlayacak teknolojik ilerlemeler şeklinde olmuştur. Geleneksel olarak yapılan tedavilerde hedef hacme yeterli dozu verebilmek için geniş emniyet sınırları verildiği için normal doku hasarı ve buna bağlı yan etkiler daha fazla olmaktaydı. Son yıllarda yoğunluk ayarlı radyoterapi veya streotaksik radyoterapi (odaksal) gibi tekniklerle normal dokuyu daha da korumak mümkün hale gelmiştir. Geliştirilen yeni cihazlar ise radyoterapinin çizgisini daha da yukarı taşımıştır. TomoTerapi bunlara bir örnektir.

TomoTerapide her ışıncıkla farklı tedavi dozu

Geleneksel radyoterapi cihazları, geniş bir radyasyon ışınını sadece birkaç açıdan verebilme olanağına ve teknolojisine sahiptir. TomoTerapi tedavi teknolojisinde ise tedavi ışınları bütün açılardan optimize edilerek ön görülen dozda ışın tedavisi verilmesine olanak sağlamaktadır. Tek bir radyasyon ışını yerine, TomoTerapi teknolojisi bir ışını binlerce küçük, dar “ışıncıklara” bölmektedir. Her bir ışıncık, farklı bir tedavi dozu verebilmektedir. Böylelikle farklı dozlar, sağlıklı çevre dokulara mümkün olduğunca zarar vermeyecek şekilde tümörün farklı kısımlarına giderek maksimum oranda sağlıklı dokuların korunmasına olanak sağlamaktadır. Sağlıklı dokuların daha iyi korunması ile de tedavi sırasındaki ve sonrasındaki yan etkiler azalmakta ve hastanın hayat kalitesi artmaktadır.

Vücudun hemen her bölgesinde oluşan bir tümör, var olan radyoterapi cihazlarına göre çok daha iyi tedavi edilebilmekle birlikte, sıradan linak cihazlarında daha komplike hale gelen tüm vücut ve kemik iliği ışınlamaları, kraniyospinal radyoterapi, mezotelyoma tedavisinde olduğu gibi hemitoraks radyoterapisi ve tekrar ışınlamalar TomoTerapi sistemiyle çok daha kolay uygulanabilmektedir. Ayrıca aynı tedavi seansında ya da tüm tedavi süresince —vücudun birden fazla alanındaki— küçük, büyük ve çoklu tümörler anlık veya tek bir tedavide durmadan tedavi edilebilir.

Çoğu hastada hiçbir yan etki görülmüyor

Radyoterapinin yan etkileri bölgeseldir ve uygulandığı yere göre değişir. Bunlar çoğunlukla tedavi bitiminden sonra birkaç haftada kaybolmaktadırlar. Ancak bazı yan etkiler daha uzun sürebilir. Çoğu hastada ise hiçbir yan etki ortaya çıkmaz. Genel olarak yan etkilerin riski kanserli hücreleri öldürmenin getireceği yararlara göre çok daha düşüktür.

Teknolojik gelişmelere bağlı olarak radyoterapide tedavi mentalitesi de değişmiştir. Günümüzde tedavi başarısından bahsederken sadece bölgesel kontrol ya da sağ kalım oranlarını değil, hastanın tedavi sırasındaki ve sonrasındaki hayat kalitesini de dikkate almaktayız. Kanser hastalarının artık uzun bir yaşam süreleri var ve tedavi süreçleri tamamlandıktan sonra hayatlarına normal bir şekilde devam etmeleri de en az tedavi edilip bu hastalıktan iyileşmeleri kadar önemlidir.

Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Doç. Dr. Berrin Pehlivan

Medical Park Bahçelievler Hastanesi

Yazının devamı...

Kanserin sıklığı ve en çok rastlanan kanser tipleri nelerdir?

Kanser nedir?

Kanser bir organ veya dokudaki normal hücrelerin günün birinde vücudun aslında çok hassas olan denetim mekanizmaları ve bağışıklık sisteminin kontrol ve gözetiminden kurtulup aşırı çoğalmaya ve başka organ ile dokulara yayılma potansiyeli kazanmaya başlamasıyla ortaya çıkan hastalıkların genel adıdır.

Kanserin sıklığı ve en çok rastlanan kanser tipleri nelerdir?

Sigorta şirketlerinin zorunlu tutması nedeniyle uzun yıllardır çok titiz kayıtların tutulduğu ABD’de her yıl yayınlanan kanser istatistiklerine göre 2016’da bu ülkede 1.685.210 insan kansere yakalanmıştır. ABD’de Kadın ve erkekte en sık görülen ilk 5 kanser tipi şöyledir:

Kadın Erkek

Meme yüzde 29 Akciğer yüzde 21

Akciğer yüzde 13 Prostat yüzde 14

Kolon yüzde 8 Kolon yüzde 8

Rahim yüzde 7 Mesane yüzde 7

Tiroid yüzde 6 Mide yüzde 6

Ülkemizde ise kanser kayıtları son 10 yılda daha düzenli tutulmaya başlanmıştır. Bu yılın başında Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nca yayınlanan kanser istatistiklerine göre Türkiye’de her yıl 163.500 insan kansere yakalanmaktadır. Yani günde yaklaşık 450 insanımıza kanser teşhisi konmaktadır. Ülkemizde kansere yakalanma riski nüfusuna oranladığımızda neredeyse ABD’nin yüzde 40’ı kadar görünmekte. Ülkemizdeki sıra daha farklı olarak şöyledir:

Kadın Erkek

Meme yüzde 24,9 Akciğer yüzde 21,1

Tiroid yüzde 12 Prostat yüzde 12,7

Kolon yüzde 8 Kolon yüzde 9,3

Rahim yüzde 5,4 Mesane yüzde 7,7

Akciğer yüzde 5 Mide yüzde 5,9

Kanser artıyor mu?

Evet, kanser ürkütücü bir hızda artıyor. Uluslararası önemli kurumların projeksiyonlarına göre 2030-2035 yıllarında, yani önümüzdeki 15 yıl içinde dünyadaki kanserli hasta sayısı günümüzün iki katına çıkacak gibi görünüyor.

Kanser genellikle ‘yaşlılık hastalığı’ kabul edilir. İnsanın ortalama yaşam süresi 150 yıl öncesine göre neredeyse 2 katına çıkmıştır ve bu kanserdeki artışın kuşkusuz önemli bir nedenidir. Ancak salt yaşlanmanın dışında birçok faktör sayılabilir ki şüphesiz en başta insanın kendi yarattığı nedenler gelmektedir. Örneğin neredeyse tüm kanserlerin üçte birinden sorumlu olan sigara; keza yüzde 20’si kadarından sorumlu obeziteyi de katarsak yüzde 50 nedene ulaşmış olduk bile. Ve bu yüzde 50, tamamen ortadan kaldırılabilir bir orandır. Unutulmamalı ki en etkili ve en ucuz tedavi o hastalığa yakalanmamakla mümkündür, bu yüzden koruyucu hekimlik kanserde çok önemli bir yer tutar. Keza bir kısmı yine insanın elinde olan bir kısmı da insanın proaktif davranmasıyla uzak tutabileceğimiz faktörler içinde şunları sayabiliriz:

-Kansere neden olan bakteri ve virüslere karşı korunma, tedavi ve aşılanma,

-Hijyen teknikleri içerisinde ‘endüstriyel hijyen’ diyebileceğimiz iş ortamından edinilen kanserlere karşı korunma yöntemleri çok önemlidir.

-Her türlü radyasyona karşı koruyucu önlemler. Bu grupta ancak kaza ile maruz kalınabilecek nadir iyonizan, yani nükleer radyasyondan daha sık hayatımızda olan iyonizan olmayan radyasyon yani ‘elektromanyetik radyasyon’ dediğimiz bir kavram. Örneğin cep telefonları ve diğer elektronik ekipman ve küçük ev aletlerinin yaydığı radyasyon doza ve süreye bağlı olarak kansere neden olabilmektedir.

-Erken saptanabilen bazı kanserlerin tarama programlarına düzenli katılmalı ve ailesel bir kanser yükü göz çarpıyorsa, onkologla genetik kanser yükü konusunda araştırmalar başlatılmalıdır. Bazı genetik yatkınlık taşıyan hastalar önleyici tedaviler artık standart kabul edilmektedir.

-Düzenli yapılan check-up’lar ile örneğin diyabet, iltihabi barsak hastalıkları ve mide ülserleri gibi kansere götürebilen hastalıkların tedavisi kansere karşı önemli bir koruma sağlayacaktır.

-Uykusuzluk ve stress bağışıklık sisteminin en önemli düşmanlarındandır. En geç gece yarısı ışıksız bir odada uykuya başlamalı ve 7.5 saat düzenli uyumalıyız. Stresle başa çıkma yöntemleri geliştirmeli; kronik stres nedeni olan faktörleri hayatımızdan çıkarmalıyız.

-Sigara ve tütün mamulleri asla kullanılmamalı.

-Herkes ideal kilosuna ya da ona yakın değerlere inmelidir. Kabaca ideal kilo, boyunuzun son iki rakamıdır. Üç aşağı beş yukarı bu rakamı yakalamalıyız. Bunun için sağlıklı bir diyet ve düzenli spor yapmak yaşam sitilimiz olmalıdır. Unlu ve şekerli gıdalardan uzak durulan, Akdeniz tipi diyet ve haftada yarım kiloyu geçmeyen et tüketimi temel diyet prensibi olmalıdır. Toplum olarak iyi tarım uygulamalarını desteklemeli; organik ürün talep etmeli, katkı maddeleri ve GDO içeren ürünlerden uzak durmalıyız. Her gün yapacağımız 30 dakikalık tempolu yürüyüş bağışıklığımıza inanılmaz katkı sunacaktır.

-Ozon tabakasının incelmesiyle birlikte daha fazla ultraviyole ışığına maruz kalan dünyamızda beklenildiği gibi cilt kanserlerinde özellikle de ‘melanoma’ denilen cilt kanserinde belirgin bir artış göze çarpmaktadır. Özellikle yazın saat 11-15 arasında mümkünse güneşe çıkmamalı ve özellikle sarışın ve ben ile çilleri fazla olan insanlar yüksek koruma faktörlü kremler kullanmadan dışarıya çıkmamalıdırlar.

Kanser tedavisinde son yenilikler nelerdir?

Tıbbın diğer dallarına göre en büyük araştırmalar kanser üzerine yapılmaktadır. Bunun sonucunda inanılmaz bir bilgi birikimine ulaşan bilim insanları, 10-15 yıl önce hayal dahi edilemeyecek ilaçlar geliştirmekte; son 30 yıldır tedavilerinde belirgin ilerleme sağlanamamış bazı kanser tiplerinde çığır açan sonuçlar almaktadır.

Bu yeni tedavilerden birisi de “İmmünoterapi” dediğimiz, insanın bağışıklık sistemini yeniden harekete geçiren ya da daha güçlendirerek kanserle mücadele gücünü artıran tedavilerdir. Aslında biz immünoterapinin bazı formlarını uzun yıllardır kanser tedavisinde uyguluyorduk. Örneğin monoclonal antikor tedavilerini lenfoma, kolon kanserleri, baş boyun kanserleri gibi hastalıklarda kullanıyorduk. Ancak diğer bir immünoterapi yöntemi olan immün kontrol noktası engelleyicileri için işaret fişeği sayılabilecek bazı ilaçlar melanoma için devreye girdiğinde bu grup ilaçların neredeyse tüm kanser tiplerinde etkili olabileceğini biz dahi tasavvur edememiştik.

Bugün artık başta akciğer ve mesane kanserleri olmak üzere birçok solid ve hematolojik tümörlerde hastalarımızın kaderlerini değiştirmeye aday bu ilaçların 2 çeşidi; anti PD-1 ve CTLA4 engelleyicileri ülkemizde de yoğun kullanılmaya başlanmıştır.

İmmünoterapide yine son zamanlarda bilim ve teknolojini insanlığa hediyesi olarak kanser aşıları ve ‘onkolitik virüsler’ dediğimiz yapısı değiştirilip kanser tedavisinde savaşçı hale getirilen virüs tedavilerinin yanında, son yenilikler olarak bağışıklık sisteminin bazı kısımlarını yeniden güçlendirip kanser tedavisinde kullandığımız CAR-T cell tedaviler ve TIL/IL-2 dediğimiz özel yöntemler de kullanıma sunulmuş durumdadır.

Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Andaç Argon
Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi

Yazının devamı...

1-7 Nisan Kanser Haftası

TEDAVİDE PSİKOLOJİK DESTEK FAKTÖRÜ ÇOK KRİTİK

Medical Park Hastaneler Grubu ‘Birlikte Mümkün’ projesi ile kanser hastaları, yakınları ve onkoloji alanında çalışan sağlık personeline psikolojik destek verecek. Tıbbi tedaviye eklenecek bireysel görüşmeler, seminer ve grup çalışmaları süreci daha etkin hale getirecek

Kanser tanısı konduğu andan itibaren yaşanan şok ve reddetmeyle başlayan; süreç boyunca farklı şekillerde ve şiddette ortaya çıkan psikolojik sorunlar, tedaviyi olumsuz etkileyebiliyor. Üstelik sadece hastalar değil, hasta yakınları da benzer sıkıntıları yaşıyor. Yani hastanın sosyal çevresinin de psikolojik olarak desteklenmesi sürece olumlu katkı sağlıyor.

Türkiye’nin ilk onkoloji hastanesini kuran Medical Park Hastaneler Grubu, bu bakış açısından yola çıkarak ‘Birlikte Mümkün’ adlı sosyal destek projesini hayata geçirdi. Grup, Psiko-Onkoloji Derneği’yle yaptığı işbirliği kapsamında kanser hastaları ve hasta yakınlarına yönelik psiko-sosyal destek çalışmaları gerçekleştirecek.

Medical Park Gaziosmanpaşa Hastanesi, Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi ve Medical Park Bahçelievler Hastanesi’nde hastalar ve sağlık personeline bireysel görüşmeler; yakınlarına ise seminer ve grup çalışmaları aracılığıyla destek sunulacak.

Mücadele Komisyonu kuruluyor

Proje kapsamında hasta ve yakınlarına yönelik olarak yürütülecek çalışmalar sonucunda tespit edilecek psikolojik sorunlar, psikolojik profillemeler yapılarak takip edilecek. Kanser hastalarının psikolojik tedavileriyse hastanedeki onkoloji bölümünde görev yapan uzman hekimlerle koordineli biçimde yürütülecek. Ayrıca Medical Park Hastaneler Grubu bünyesinde kurulan ‘Kanser ile Psiko-sosyal Mücadele Komisyonu’yla hasta ve yakınlarına verilecek psikolojik destekler, grup bünyesinde yer alan tüm hastaneler genelinde etkin hale getirilecek.

“İhtiyacı gözlemliyoruz”

MLP Care Hekimlik Hizmetleri Direktörü Dr. Şerif Köksal, “Yılda 52 binden fazla kanser hastasının tedavi süreçlerinin içinde yer alıyoruz. Onkoloji alanındaki vaka birikimimiz nedeniyle hem hastalarımızın hem de sosyal çevrelerinin tedavi süreçleri boyunca psikolojik destek ihtiyacını net olarak gözlemliyoruz. Bu ihtiyaca cevap vermek üzere bir sosyal sorumluluk projesi hazırladık. Kanser tedavileri, hastalar üzerinde yıpratıcı etkiler oluşturabiliyor. Ancak bu etkileri asgariye indirmek ve hatta bazen yok etmek, tersine çevirmek, tüm aktörlerin uyumlu birlikteliği ile süreçleri farklı yaşamak, yaşatmak mümkün. Birlikte Mümkün projesi ile onkoloji ve psikolojinin, kanser tedavisinde ayrılmaz bir bütünün parçaları olduğuna dikkat çekmek istediğimiz kadar, psikolojik desteğin sadece hastalar için değil; hasta yakınları hatta tedavi boyunca hastaların yanında olan sağlık personelinin de ihtiyacı olduğunu anlatmak istedik” diye konuşuyor.

Yazının devamı...

Bahar yorgunluğunun çaresi renkli beslenmek!

Bahar başlangıcında beslenmemizde nelere dikkat etmeliyiz?

Mevsim geçişlerinde, özellikle kıştan yaza geçerken “bahar yorgunluğu” dediğimiz uykuya düşkünlük, halsizlik, kas-eklem ağrıları ve çabuk yorulma gibi belirtiler kendini gösterebiliyor. Metabolizmamızı canlandıracak bir beslenme düzeniyle bu dönemi olumsuz etkilenmeden atlatabiliriz. Besin çeşitliliği çok önemlidir. Renkli beslenerek her çeşit vitamin ve mineralden faydalanıp bağışıklık sistemimizi güçlendirebiliriz. Bu sayede bahar yorgunluğundan etkilenmeden yaza daha dinç bir metabolizmayla girmiş oluruz.

Baharda nasıl bir beslenme programı uygulamalıyız?

Akdeniz tipi beslenme dediğimiz daha çok sebze daha az doymuş yağ içeren bir beslenme programı uygulanmalıdır. Güne kahvaltı ile başlamak çok önemli. Gece boyu düşen kan şekerimizi dengelemek ve metabolizmamızı çalıştırmak için tam buğday ekmeği, yağsız peynir, zeytin, ceviz ve bol yeşillikten oluşan bir kahvaltı en iyi örnektir. Günün devamında enerjimizin düşmemesi için taze meyve ve çiğ badem, fındık gibi sağlıklı atıştırmalıklarla ara öğün yapılmalıdır. Ana öğünlerde kızartma veya kavurma yöntemleriyle pişirilmiş yemeklerden kaçınılmalıdır. Haftada 1 gün yağsız kırmızı et, 2 gün balık, 2 gün kuru bakliyat tüketilmelidir. Her öğünde salata veya sebzelere yer verilmelidir. Ağır soslar, katı yağlar yorgunluğu artıran besinlerdir, tüketilmemelidir.

Sıvı tüketimimiz nasıl olmalı?

Sağlıklı çalışan bir metabolizma için günlük sıvı tüketimimiz kilo başına 30 ml olmalıdır. Örneğin 70 kg ağırlığındaki bir birey 2100 ml (en az 2 litre) sıvı tüketmelidir. Havalar ısındıkça, terleme ile artan su kaybını dengelemek için bu miktar biraz daha artırılmalıdır. Sıvı tüketiminde miktar kadar alınan sıvı çeşidi de önemlidir. Şekerli ve asitli içecekler yerine su, yeşil çay, adaçayı gibi bitki çayları ve süt, ayran tercih edilmelidir. Siyah çay ve kahve tüketimi günlük almamız gereken sıvı ihtiyacını karşılamamaktadır. Aksine diüretik, yani idrara çıkarma etkisi vardır. Bu nedenle bu içecekler sınırlandırılmalı ve alınan kafeini dengelemek için yeteri kadar su içilmelidir.

Hangi vitaminlerden ne kadar tüketmemiz gerekir?

•Bahar döneminde bağışıklık sistemimizi güçlendirmek ve metabolizmamızı canlandırmak amacıyla A, D, E, C vitamini ve beraberinde çinko ve selenyum minerallerini içeren antioksidan besinler günlük beslenmemizde yer almalıdır.

•A vitamini ihtiyacı haftada 2 kez balık, her gün 1 yumurta, 2 bardak süt, havuç, yeşil biber gibi sebzeler ve kayısı, portakal gibi meyveler ile karşılanabilir.

•D vitamini için günde 20 dakika güneşlenmek yeterlidir. En iyi D vitamini aldığımız saatler sabah 10:00-11:00 arasıdır. Bu saatler arası kollarımızın ve ensemizin doğrudan güneş ışınlarını alması, günlük D vitamini ihtiyacımızı karşılayacak ve yorgunlukların önüne geçecektir.

•E vitamini ve selenyum fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumlar, soya yağı ve buğdayda bulunur. Günde 10 adet çiğ fındık veya badem, 2 adet ceviz ve tam tahıllı ekmek tüketerek ihtiyacımızı karşılayabiliriz.

•C vitamini yeşil sebzeler, turunçgillerde bulunur. Çinko en çok ceviz balık ve kırmızı ette bulunur.

Bahar yorgunluğuna en iyi gelen besinler nelerdir?

Süt, ceviz, yeşil sebzeler, balık, kuru baklagiller zengin vitamin, mineral içerikleri ile bahar yorgunluğuna en iyi gelen besinlerdir.

Diyetisyen Burcu Ada

VM Medical Park Bursa Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.