SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

İlişkilerde Zarafetin Önemi

Günümüzde telaş içinde koştururken, neredeyse bedenimiz ruhumuzdan önde giderken çevremize davranışlarımıza dikkat etmiyoruz. Zarif bir tavrın önemini gözden kaçırmamıza neden olan bu telaşlı davranışlar bizim iç güzelliğimizi de gölgeliyor çoğunlukla…


Konfüçyüs, insaniyeti tanımlarken “Kendine hâkim olmak ve nazik olmak.” der. Bu bir bakıma zarafetin de tanımıdır. İlişkilerde birbirimizi birey olarak kabul etmiyoruz. O benim demek en büyük hata. Boşanmış, çok güçlü görünen bir kadının boşanma konusunda bir workshop’ unu izledim. Ben hiç eşimi benden ayrı düşünmedim diyor. Hatta bir astrologdan seans aldıklarında kendisi biz ne olacağız derken, eşi ben ne olacağım demiş ve kadın çok üzülmüş. Karşınızdakini birey olarak kabul ederseniz, onun dünyasını, onu olduğu gibi kabul edersiniz. Zarafet burada başlar. Onun alanına girmezsiniz, saygı gösterirsiniz. Onun da isteklerinin olduğunu bilirsiniz.

Beni hiç anlamıyor dediğimizde biz anlıyor muyuz diye düşünmek gerek belki de. Anlamaya çalışmak yerine saygı ile tüm zarafetimizle iletişim kurmayı tercih etsek, kim bilir mutluluğumuz belki de çok farklı olurdu.

Erkekler kendilerini işe yarar hissetmek ister, kitaplar bile konserve kutusunu açmak için eşinizden yardım isteyin bilgisini verir. Oysa biz güçlü kadın olmayı seçerek her şeyi yapan olmaktan mutluluk duyarız. Yaptığımızın erkekte bir eksiklik yarattığını düşünmeyiz bile… Zarafetle kendisinden yardım istediğimizde eşimizin kendisini iyi hissetmesini sağlamak ilişkiye pozitif değer katar.


İletişimde dinleme en önemli konudur. Bir iş adamı eşi ile iletişim problemi yaşıyor, aslında sorunun eşinin kendisini dinlememesi ile ilgili olduğunu aldığı seanslar sonunda fark ediyor. İşinde yaşadığı stresi eşiyle paylaşmak istediğinde eşinin kendisini dinlemek yerine tavsiyelerde bulunması kendisini çileden çıkarıyor. Eşler birbiri ile konuşmuyor, ne istediğini, ne hissettiğini söylemiyor, En büyük problem belki de bu. Herkes her şeyin anlaşılmasını istiyor. Morali bozuk olan kadına televizyonda film izlerken, film seni etkiledi galiba diyen eşe sinirlenen, öfkeden köpüren kadın haklı mı?


Zarafet sözcüklerde de gizlenmiştir. Eşinizle iletişimde sözcükleriniz bile farklı olmalı. O her gün gördüğünüz, göreceğiniz kişi bir gün gidebilir. Her şey, ama her şey, eşiniz bile emanet.
Mevlâna “Güzellik dilin altında gizlidir. Sükût, incelik, edep ve zarafet insanı her gittiği yerde sultan yapar” sözünü unutmadan zarafetle iletişim mutluluk için en önemli adımdır.

Yazının devamı...

Haydi Fotoğrafımızı Çekelim

Sosyal medyanın gündemde olduğu son yıllarda paylaşılan fotoğraflarda herkes çok mutlu, neşe içinde ve coşkulu. Sinemaya tartışarak giden bir çift patlamış mısırla fotoğraf çekiyor, “eşimle sinema keyfi” notuyla paylaşıyor. Arkadaşları ne mutlu, sinemaya gitmişler, biz evden çıkamıyoruz yorumu yapıyor fotoğrafı görünce. Halbuki paylaşımı yapan çok mutsuz.

Biz bugün selfie çekmiyoruz, hissetmediklerimizi yansıtan fotoğrafları istemiyoruz, paylaşım yapmıyoruz. İçimize bakmak istiyoruz. Emile Zola “benim fikrimce bir şeyi fotoğraflayana kadar onu gerçekten gördüğünüzü iddia edemezsiniz” diyor. Ünlü bir psikolog okulunu bitirdikten sonra hocalarından seans alıyor. Bir seans sonrası hocası çok iyi bir seans olduğunu, gözlerini kapamasını, kendisine güvenmesini, koluna girerek yürümesini söylüyor. Koridorun sonunda bir yere giriyorlar. Hoca bir ayna tutuyor. Bak kendine diyor. Seans alan psikolog şaşırıyor, sanki ilk defa yüzüne bakıyor gibidir. Hoca dikkatlice bak yüzüne diyor. Sonunda aynada gözlerinin içine bakmasını zorluyor ve psikolog gözlerinin içinde önce çoraklık, sonra annesini görüyor. Hepimizin hayatını şekillendiren ödipal, yani anne baba ve çocuk üçgeninde yaşanılanlar, kendisinin de yaşamını şekillendirmiş, annenin rolünü gözlerinin taa içinde görmüştü.

Biz de iç dünyamızı görmezden gelmek yerine hemen aynaya bakalım, uzun uzun…
Gözlerimizin içinin, yüreğimizin fotoğrafını çekiyoruz gibi düşünün, anda olun. Sadece bakın… Derine inin, biraz daha derine… İşte tam o an çektiğiniz fotoğraf size gerçekleri gösterecek. Göz bebeklerinizde beliren hayale bakın, kim O?

Fotoğrafta kıskançlıklarınızı, öfkenizi, korkularınızı, hırslarınızı, kalbinizin rengini karartan duyguları, aslında kim olduğunuzu göreceksiniz. Kalbinizin temizliği o kadar önemli ki, Hakan Mengüç’ün “kalbin temizse hikayen mutlu biter” sözü kulağımdan hiç gitmez. Belki de yaptıklarınız özünüzü yansıtmıyor. Bir başarısızlık anında her zaman başarılı olmaya yönlendirilen bir kişi kendine hâkim olamayabilir, hırsından ağlayabilir, bağırır, çağırır, elindekileri fırlatabilir ve karşısındakileri suçlayabilir. Halbuki
o an özüyle değil, bilinçaltı kodlarıyla davranıyordur ve şu an sen kimsin dediğinizde annem diyebilir. Başarısızlık korkusu kendisinin değil, annesinin korkusudur. Kendimiz olalım diyoruz hep. Fotoğrafını çekmek bir yöntem kendin olmak için. Buna kendini keşfetmek de diyebiliriz.

Keşif yolculuğunda karşılaştığınız tuzaklar olacaktır. Durun orada, yine bir fotoğraf karesinde kendinizi görün. Öfkeli halinizin ne kadar siz olmaktan uzak olduğunu görün. O öfkenin sizin yumuşacık kalbinizi bir anda ne hale getirdiğini görün. Hemen temizleyin kalbinizi. Belki de insan olmanın tadının ne kadar farklı olduğunu hissedeceksiniz o an. Farkında olmak için kendinize bakmak gerek. Her şeyin sizde
olduğunu bilin. Siz değişirseniz her şey değişecek, kediniz bile değişecek.

Yazının devamı...

Değişimle Gelen Mutluluk

Her yeni güne başlarken “yeni” bir ben olmanın keyfine varmayı düşündünüz mü hiç? Bunun için yapılacak tek şey değişim… Önce kendimize “ne” olmak istediğimizi soralım, sonra da gerekeni yapalım. Örneğin ben iyi bir insan olmak istemiştim yıllar önce. Bana sen kötü bir insan mısın, ne demek iyi insan olmak dediler. Anlatamadım çoğunluğa. Kendime karşı iyi bir insan mıydım? Hayır, o halde Buddha’nın söylediğini yapmalıydım ve öyle de yaptım. “Nasıl gördüğünü değiştir, nasıl değiştiğini gör”.

İçten değişim olmalı öncelikle. Epiktetos “içsel huzur iyi yaşamın kapısını açar” diyor. İçsel huzur kalbin temizliği ile başlar. Kalbinde hırs, öfke, haset, kıskançlık varsa değişemezsiniz. Kendini sevmeyenlerin duyguları negatifi yaratır çoğunlukla…Önce kendimizi sevmekle başlayalım değişim yolculuğuna. Sadeleşelim, hafifleyelim. “Sadeysen daha çok sen” diyorum ben. Sırtınızdaki yüklerden kurtulun. O yükleri sırtınızda tutan, bırakabilecek olan da sizsiniz. Çekmeceleriniz kafanızın karışıklığını gösterir. Düzenleyin hemen, dolabınızı, çekmecelerinizi…

Değer yargılarınızı gözden geçirin, çevrenizdekileri de buna göre değerlendiriyorsanız, problem olması kaçınılmaz. Bir kişinin gelişimi nefis kademelerinin birer birer adım atar gibi, zaman içinde, içselleştirilmiş bilgi ile donanımlı olunduğunda değerler dünyasından bir üst kademelere geçiş şeklinde olur. Önemli olan bir gün karşındakinin seninle aynı olduğunu fark etmektir. Birlik bilincine ulaşmak için çıkacağımız bu yolculuk hiç bitmez.

Değişimle geleceğimiz nokta kendini bilmektir. Kendini bilen sadece kendisinin değil, tüm insanların huzurunu ve mutluluğunu ister. Buna paralel olarak bencil davranışlar içinde olamaz ve kimseyi ötekileştirmez. Yunus Emre “bir ben vardır benden içeri” sözüyle görünenin değil, görünmeyenin, yani öz’ ün önemini ortaya koymuştur. Bütün bunların farkına vardığında huzurla gelen mutluluğa ulaşacağını bileceksin. Hüseyin Uysal kitabında “Allah, Yaradan herkesle birlikte olduğuna göre, herhangi bir kişiye hakaret ettiğinizde bu hakaret Yaradan’a edilmiş olmaz mı? Bir kişiyi övdüğünüzde, ona değer verdiğinizde Yaradan’ı övmüş, ona değer vermiş olmaz mıyız” diyor. Bu gözle baktığımızda birbirimize karşı negatif davranışlara ne gerek var, demez miyiz?

Bu değişim iç huzuru yaratacak, iç huzur da mutluluğu getirecek bize. Gerçekten özgür olacaksınız. Kimsenin onayını alma peşinde olmayacaksınız, yepyeni bir “ben” olmanın keyfini yaşayacaksınız.

Ancak Lao Tzu’nun “Binlerce kilometrelik yolculuk bile, tek bir adımla başlar” sözünü unutmayalım, hemen değişim için ilk adımı atalım.

Yazının devamı...

Hiçbir Şey İmkansız Değildir

Hepimiz her an mucize yaşıyoruz, ancak bunun farkında değiliz. Sabah uyandığınızda şükredecek neler olduğunun farkında mısınız? Bir isteğinizi aklınızdan geçirirsiniz, hayal kurarsınız, kısa bir süre sonra hayaliniz gerçek olur, tesadüf işte dersiniz… Halbuki sizin mucize olduğunuzun göstergesidir bu.

Bir mucizeysek hiçbir şey imkânsız değildir. İmkânsız, senin imkânsız olduğunu düşündüğündür.

Lise döneminde bizlere seçmeli ders olarak 3 ders sunuldu. Resim, müzik ve Latince. Ben resim yapamayan, çöp adam çizemeyen biri olduğumu düşündüğüm, ilkokul öğretmenimin neye göre olduğunu bilmediğim, “resimde başarısızsın” değerlendirmeleri nedeniyle resim dersini seçmem imkansızdı. Müzik de yetenek gerektirirdi. Benim müziğe de yeteneğim yoktu ki… Seçimim Latince dersi oldu tabii… Bu seçimi yapan tek kişi olmam nedeniyle başka bir okuldan hoca gelecek ve program altüst olacaktı. Okul müdürü beni çağırdı ve vazgeçirmeye çalıştı, ben değiştirmedim, bana Latince seçeneğini siz sundunuz, bu seçimi yapmak hakkım diyerek vazgeçmedim.

Aradan yıllar geçti. Ben çöp adamı bile gerekmedikçe yapmadım. Çok sevdiğim arkadaşlarımın atölyesinde resim dersleri başladı bu yaz. Renklerle dans imkanını bulacağımı zannederek kaydımı yaptırdım. Amacım sadece yağlı boya ile renkleri konuşturmaktı. Hocamız Kemal Bey bir resim defteri ve 2b kalem getirin mesajını gönderince hayallerim yıkıldı. Renk olmayacaktı galiba:(

Hayal kırıklığına uğramıştım, bugün derse geldim, söz verdiğim için… Hocaya durumumu anlattım, çöp adam bile çizemem dedim. Hiç dinlemedi sanki. Burada ne işim var? Resimle işin ne senin, şeklinde söylenmelerle ders başladı. Bir kompozisyon çizecektik, ben ne yapacaktım? Dersi terk etmek istiyordum, ama ayıp olacaktı. Birden “” sözü aklıma geldi, NLP nin ikinci kuralıdır bu. İstediğiniz her şey sizin DNA larınızda kayıtlı olandır, bilgisi aklıma geldi. Her şey bizde kayıtlı diyoruz, benim resim konusundaki yeteneksiz olduğumuz zannetmemin nedeni ilkokul öğretmenimin değerlendirmelerinin bilinçaltına yerleşen kayıtlarıydı. Evren eylemi sever ve ben hemen harekete geçtim, çizmeye başladım. Dünyanın en ünlü ressamı değilim, ama çizebildim.

Bu deneyim çok istediğimiz, ancak bilinçaltı tuzakları nedeniyle kendimizi engellediğimiz neler var diye düşündürdü beni… Anton Chechov “insan, inandığıdır” sözüyle ego tuzaklarına düşmememiz gerektiğini, kendimizle ilgili inançları gözden geçirmemiz gerektiğini ortaya koymuştur.

Ne yapmak istiyorsanız ilk düşüneceğiniz, hiçbir şeyin imkânsız olmadığıdır. Cesursak, disiplinliysek, en önemlisi gerçekten istiyorsak hepimiz her şeyi yapabiliriz. Andre Gide’ in söylediği gibi “açılmamış kanatların uzunluğu bilinemez”.

Yazının devamı...

Hayır Diyebilmek

Hayır dediğimizde onaylanmadığımız, “yaramaz” etiketini aldığımız çocukluk günlerimizi hepimiz hatırlıyoruz. Bilinç altı kayıtları paralelinde istemediklerinize de evet diyerek kimseyi kırmak istemiyor, karşımızdakinde olumsuz bir izlenim bırakırsanız sevilmeyen olmaktan mı yoksa terk edilmedikten mi korkuyorsunuz?

Bir danışanım kime hayır diyemediğini düşünmesini istediğimde şaşırmıştı. Kimseye hayır diyemiyordu ki? Üstelik kendisini güçsüz hissediyordu bu nedenle…

Partnerinize, iş yerinde yöneticinize, arkadaşlarınıza sürekli evet diyorsanız biz gün gelir siz olmaktan çıktığınızı, kendi hayatınızı yaşamadığınızı fark edersiniz. Kişiliğinizin gücü sürekli hayır demek değildir, ne zaman kime, hangi konudaki taleplere hayır diyeceğinizi bilmektir.
İlişkilerde net olduğunuzda her şeye evet demek zorunda kalmazsınız. Sessiz anlaşmaya en kolay girilen ilişkilerde bir kez hayır denecek bir konuda evet derseniz bunu değiştirmek çok zordur. Başlangıçtan itibaren partnerinize hayır demeyi bilirseniz, o da sizden neyi ne zaman isteyeceğini bilecektir.

Kendini olduğun gibi kabul eder ve seversen, kendin olmayı seçersen kimsenin sadece bir konuda yüreğinden gelen hayır nedeniyle terk edilemeyeceğini, dışlanmayacağını bilirsin. İş yerinde yöneticinize hayır diyemiyorsanız kendinize değer vermiyor ve saygı duymuyorsunuz demektir. O zaman karşınızdakinden de saygı beklemeyin. Çevremizdeki insanlarla iletişimde başarılı olmak için, evet demek zorunluluğu hissetmemek için karşınızdakinin pozitif yanlarına odaklanın. Başka bir kişinin pozitif yanlarına odaklandığınızda bu özellikleri enerji olarak kendinizde de bulursunuz, hissedersiniz.

Unutmayın başkasında gördüğümüz her şey bizde olan özelliklerdir. Bunu fark ettiğinizde rezonans alanınız pozitif olacaktır, çevrenizdekiler size doğru çekilecektir, enerjinizin yükselmesi nedeniyle kimseyi kaybetmekten korkmayacak, hayır demeniz doğal kabul edilecektir. Alanınızı belirlemek için rezonans alanını yönetmeyi bilmek önemlidir. Kırarak, üzerek değil, pozitif enerjinizle, sevgiyle alanınızı belirlemek sizi mutlu edecektir. Sana seni gösteren şikayet ettiklerindir. O halde kimsenin onayını alma çabasına gerek yok artık. Kimsenin sizi itme düşüncesi de yok aslında. Her şey bizim seçimimiz.

“Sadece yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.” Lao Tzu’nun bu sözünü unutmadan ne zaman evet, ne zaman hayır diyeceğimizi bildiğimiz günler dilerim.

Yazının devamı...

İlişkiler ve Bağımlılıklarımız

Aşkla yola çıkan, çocuk sahibi olarak yollarını çiçeklendiren bir çift düşünün. Yolun başında mutluluğun birbirlerine duydukları aşka odaklı olduğunu düşünürken bir bakarlar ki her ikisi de farklı yolları seçerek birbirlerinden uzaklaşmışlar. Topluluk içinde bile birbirleri ile iletişim kurmamaları, sürekli cep telefonları ile ilgilenmeleri dikkat çekmektedir.Bu uzaklaşmanın en büyük nedeni son yılların en çok konuşulan gündemi kaçırma korkusu, Fomo (Fear of Missing Out) sendromudur. Özellikle erkeklerde fomo sendromunun daha fazla görüldüğü söyleniyor. Gündemin kaçırılması korkusunun temelinde onaylanma ihtiyacı bulunmaktadır. Gündemi yakalayamayanlar bir şeyleri kaçırdığını düşünüyor. Z kuşağının da korkusu bu. Örneğin Cannes film festivalini kalabalık bir grup halinde izlemeleri onlara göre günü yakaladıklarını gösteriyor.

İlişkilerde Fomo sendromu etkisi en çok cep telefonu, bilgisayar gibi teknoloji bağımlılığında kendini gösteriyor. Evde çiftler cep telefonuna bağımlı şekilde vakit geçiriyor. Gündem cep telefonunda, sosyal medya hesaplarında mı yoksa bu tür bağımlılıklar kendimiz olmamızı engelliyor mu? Günde 2 saat Tv siz, cep telefonsuz zaman geçirdiğinizde farkı göreceksiniz. Bayram tatilinde yine bağımlılıklarınızdan kopamayacak mısınız? Tatili nasıl geçirdiğinizi paylaşmak, paylaşılanları sosyal medya hesaplarında görmek mi istiyorsunuz? Bunu neden istediğinizi düşünün? Mutlu olmanızın bir yoluysa dikkat edin, madde bağımlılığı kadar tehlikeli Fomo sendromu sizi de etkisi altına almış demektir. Tatilde bir gün Arthur Gordon’un yaptığı gibi 3 saat en sevdiğiniz yerde yalnız siz olun, kitap, cep telefonu olmasın. Bulunduğunuz yerde sessizliğin sesini dinleyin. Hiç duymadığınız sesleri fark edeceksiniz. Sonra geçmişe doğru, çocukluğunuza kadar gidin. Bakalım neler hatırlayacaksınız? Sonra sizi mutlu eden konuları düşünün. Ve sonra endişelerinizi yazın bir yere. Gün sonunda bambaşka bir siz olacaksınız, kendinizi fark edeceksiniz.

İlişkileri olumsuz etkileyen iletişim problemidir. Kimse kimseyi dinlemiyor. Çünkü çoğunluk Fomo bağımlılığına yakalanmış. O zaman Fomo’dan Jomo’ya (The Joy of Missing Out) diyorum. Şimdi trend gelişmeleri kaçırmaktan keyif almak…Hayatı yakalamak için herkesin yaptığını yapmaya çalışmak, okuduğu kitapları okumak yerine kendi gündeminizi kendiniz yaratmaya, eşinizle birlikte keyifle tatilinizi yapmaya, birlikte sohbet etmenin keyfini yaşamaya, anda olmanın tadını çıkarmaya, var mısınız?

Yazının devamı...

İlişkilerde Düşünce Orucu

Güzel hayallerle yola çıktığımız, ilişkimizin ömür boyu süreceğini hayal ettiğimiz partnerimizle günün birinde sözlü sözsüz iletişim dili seçimimiz nedeniyle yollarımızı ayırıyoruz. Mutluluk hepimizin hedefi. Ancak mutluluk bir sonuç değil, yolunuzda her an yaşayacağınız bir histir.

Düşüncelerinizin bir ışık yaydığını ve düşüncenin realiteniz olduğunu biliyor musunuz? Bugünkü düşüncenizi yarınınızda, geleceğinizde mutlaka yaşayacaksınız. İlişkide aldatılmayı düşünürseniz mutlaka bir gün bunu yaşarsınız. Bazen partneriniz sizin dışınızda programlar yapıyor, sinema, yemek, hatta tatil programları sizsiz yapılıyor. Bunun nedeni sizsiniz. Bir Çin atasözü “Düşüncelerine dikkat et, onlar yapacaklarının başlangıcıdır” der.

Düşüncelerimizin yarattığı titreşim bir rezonans alanı oluşturur. Gayet huzurlu ve mutluyken negatif bir kişinin rezonans alanına çekilebilirsiniz. Bir anda tartışma başlayabilir. Bu nedenle partnerimizle iletişimimizde düşüncelerimizi yönetmeyi bilelim.

Ramazan ayında oruç tutarken kimseye kötü bir söz söylememe çabasındayız, kimseyi kırmak istemiyoruz, insanlara, hayvanlara, kısaca tüm canlılara destek oluyoruz, işte biz bunu ilişkilerimizde her zaman uygulamalıyız. Negatif sözlerin, negatif düşüncelerin bize zarar verdiğini biliyoruz. Biz güzel şeylere layık değil miyiz yoksa? Kendimizi neye layık görüyorsak onu yaşıyoruz. İlişkilerde iletişim diliniz net olmalı. Siz düşüncelerinizden farklı bir beden dili ve sözle iletişim kurarsanız kendinizi tam ifade edemezsiniz. Grigori Grabovoi’ un pilotajlık kavramında olduğu gibi enerjilerini yöneten kişiler düşüncelerine hâkim olanlardır.

Carl Jung’un analitik psikolojisine göre ilişkinizde kişiliğinizin karanlık tarafını görüyorsunuz belki de… Bencillik, bastırılmış içgüdüler ve bilinçli zihninizin reddettiği “yetkisiz” benlik.

Hepimiz dışardan genelde iyi görünsek de aslında içimizde baskı altında tuttuğumuz başka kişilikler de vardır. Bilinçaltı kayıtlarınızın düşüncelerinizi yönetmesine izin vermeyin. Eğer gölge yanınızı fark ettiyseniz o tarafınızı aydınlatın. Mutluluğunuza gölge düşürülmesine izin vermeyin. Şimdiki zaman sonsuz sevginin ışığıdır. An’da olun. Kendinizi sevin. İlişkilerinizde düşünce orucunda olursanız karşınızdakinden aynı dönüşü göreceksiniz. Yoksa kendi önündeki kişi sen misin?

Unutmayın ne ekerseniz onu biçersiniz.

Yazının devamı...

Kendini Fark Et

Kendimiz olmak, kendimizi sevmek kavramlarından uzak olmamız bizim kendimizi fark etmediğimizi gösteriyor. Özellikle hedefini sorduğum bir grupta “Ben hedeflerden kurtulmak için emekli oldum.” diyen bir kişiyle karşılaştığımda bu konuda yazmaya karar verdim.

Bir eğitimde son derece değerli olduğunu fark ettiğim ama kendisinin yetersizliklerini birbiri ardına sıralayan güzel bir kadın, beni hayal kırıklığına uğrattı. Orada sorun çocuklarının sürekli kendileri olmasa birçok şeyi yapamayacağını vurgulamalarıydı.

Kendimizi fark etmek için swot analizi yapmalıyız öncelikle… Güçlü yanlarımızı, zayıf yanlarımızı, fırsatlarımızı ve tehditleri görmeliyiz. Bu çalışmayı kendimizle baş başa olduğumuzda yapmamız gerekir. Örneğin iş hayatında başarılı olduğunuzu düşünüyorsunuz. Ancak kendinizi ifade etme konusunda zayıfsınız. O halde bu tarafınızı geliştirmek için bir eğitim alabilirsiniz, daha çok okuyabilirsiniz, yazabilirsiniz. Fırsatlarınızı görebiliyor musunuz? Hedefiniz çalıştığınız şirkette CEO olmak ise yabancı dilinizin zayıf olması tehdit olarak görünüyorsa ya hemen eğitime başlarsınız ya da CEO olup çok iyi yabancı dili olan bir asistan seçebilirsiniz. Önemli olan sizin yeteneklerinizdir belki de. Bir holdingde genel koordinatör düzeyinde çalışan yabancı dili olmayan bir kişi ile tanışmıştım. Kısaca kendinize engeller koymayın.

Kendinize net olmak için öncelikle kendinizi sevmeniz gerekiyor. Kendini değerli görmeyen hedef de belirleyemez ki… Neye layık olduğunu bilemez… Kendini sevmeyen kendini fark edemez. Ne olduğunun farkında değildir, sadece kim olduğunu bilir. Etiketlerle hayatına devam eder. Ama bu ona yetmez.

Çocukluğumuzda başlıyor kendimizi değersiz hissetmelerimiz… Pigmalion etkisini, yani beklenti etkisini kanıtlamak üzere Rosenthal’in deneyi sonucunda ileri zekalı oldukları söylenen, aslında diğerlerinden farkı olmayan çocukların, yine çok başarılı oldukları söylenen öğretmenler tarafından eğitime alınması sonucunda IQ’larının 4 puan arttığı görülmüştür. Biz çocukluğumuzda olumlu beklentileri alabilseydik, pigmalion etkisi ile büyütülseydik belki çok farklı yetişkinler olabilirdik. Biz daha çok golem etkisi ile yani pigmalion etkisinin tersi ile büyüdük. Kardeşler arası karşılaştırmalar, başka çocukların örnek gösterilmesi, annelerimizin model çocuk yetiştirme istekleri sonucunda değersiz hisseden yetişkinler olduk.

Biz önce kendimizi sevmekle başlayalım. Osho “ Kendini kabul et, kendini sev ve kendini kutla.” sözüyle her şeyin başının sevgi olduğunu ifade etmiştir.

Başkalarına saygılı davranalım, başkalarına kötü söz söylemeyelim öğretilerinin önce bizimle ilgili olduğunu söylüyorum. Siz önce kendinize saygı gösterin, kendinize haksızlık yapmayın, kendinizi yargılamayın.

Koşulsuz sevgi sizden sizedir. Tabii kendinizi olduğunuz gibi kabul ederseniz…

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.