SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Az kalorili "çakma" tarifler

Çok uzun zamandır mutfakta bu kadar zaman geçirmemiştim. Oysa ki çok severim yemek yapmayı. Hayatın koşuşturmasından, trafikte kaybettiğim zamanlardan, aslında yapmasam da olurmuş dediğim bir çok şeyden dolayı ertelemişim bu keyfimi.

Eğer siz de pandemi nedeniyle evde kaldığımız bu günlerde sağlıklı beslenmek, kalorili besinlerden uzak durmak istiyorsanız, yumurta alerjisi olan oğlum için denediğim bu tarifler işinize yarayabilir. Onun sayesinde keşfediyorum ve uyguluyorum. Oğlum normalde yiyemediği şeyleri yemiş oluyor, ben de sayesinde az kalorili ve sağlıklı beslenmiş oluyorum.

MAYONEZ

İtiraf ediyorum ki eskiden ekmeğin üzerine mayonez sürüp yemişliğim vardır, o kadar severim. Tadını bil bilmeyen oğlum da diğer çocuklar gibi ketçap&mayonez ritüeli yapmak istiyordu. Denedim, oldu, buyurun :)

- 1 çay bardağı süt

- 2 çay bardağı zeytinyağı

- 1 yemek kaşığı limon suyu

- 1 çay kaşığı tuz

- 2 çay kaşığı şeker

- 1 diş sarmısak

Malzemeler aynı sıcaklıkta olsun ki, tuz ve limon sütü kesmesin. Tek yapacağınız mikserde mayonez kıvamı alıncaya kadar karıştırmak.

ÇAKMA TİRAMİSU

Bu da oğlumun çok gıpta ettiği bir şeydi. İçeriğindeki malzemelerin alakasızlığına bakmayın, lezzet bayağı yaklaştı.

- 2 su bardağı süt

- 5 yemek kaşığı yulaf ezmesi (hafifçe mikserden geçirilmiş)

- 2-3 yemek kaşığı bal

- 2 yemek kaşığı chia tohumu

- 1 fincan filtre kahve (filtre kahve makinesi yoksa granül kahve kullanabilirsiniz.)

Süt, mikserden geçirilmiş yulaf ve balı birlikte tekrar mikserden geçirin. Kendiniz için pişirdiğiniz kahveden 1 kahve fincanı kadar ayırıp karışıma ekleyin. Chia tohumunu kattıktan sonra hafifçe kaşıkla karıştırın ve küçük cam kaselere bölün. Üzerlerine çay süzgecinden silkeleyerek kakao serpin ve buzdolabında 2-3 saat bekletin. Hepsi bu kadar.

Afiyet olsun AŞK'la..

G.

Yazının devamı...

'Dünya' dizisinin sezon finali

Dört milyar yıldır devam eden ve bilmem kaçıcı sezonunu oynayan 'Dünya' dizisinin sezon finalinde çok büyük mantık hataları yok mu sizce de, öyle ki amma da saçmalamışlar dedirten...

Alkol içeriyor diye bazı kozmetik malzemelerine bile dokunmayan müslümanlar evlerine min. 80 derece alkol içeren kolonyalar stokluyor.

İmamlar camilere gelmeyin diye bağırıyor.

Gayrimüslimler günde en az beş kez abdest alır gibi yıkanıyor.

Çocuklar okula gitmiyor.

Yaşlılar öğrenci yurtlarında kalıyor.

NASA 2020'nin Nisan ayında 4,1 km. çapında bir meteorun dünyaya çarpma ihtimalinden söz ediyor.

Sürekli depremler oluyor. Deprem olduğunda ilk reaksiyonu kaçmak olan insanoğlu, dışarıda Covid-19 virüsü kapıp corona oluruz diyerek kaçmıyor.

İnsanlar 'Yüzüme süreceğim bu serum organik mi acaba?' dan, 'Ellerimi çamaşır suyuyla yıkayabilir miyim?' e hızlı bir geçiş yaptı.

Gökten patlıcan yağdığını gösteren videolara inanır hala gelmişler. Öyle ki pencereden bakıp sokaklarda dolaşan yeşil yeşil uzaylılar görseler şaşırmayacak durumdalar.

Uğruna delicesine çalışılan paraya dokunmuyor kimse, tiksinerek uzak duruyor.

Trajik mi? Evet

Gerlimli mi? Evet

Korkunç mu? Evet

Futüristik mi? Evet

Milyarlarca figüran oynuyor mu? Evet

Bir sonraki sezonu sabırsızlıkla bekliyor muyuz? EVET

O zaman önümüzdeki sezon için senaryo önerilerinizi paylaşın lütfen benimle.

Aşk'la...

Yazının devamı...

Güneş Batı'dan doğar mı acaba?

Maya takviminin sonu geldiğinde dünyanın da sonunun geleceğine inanıyordu büyük bir kesim.

Bildiğimiz ya da beklediğimiz anlamda bir son gelmeyince, başka bir boyuta geçiyoruz demeye başladılar.

Başka bir yaşam şekline geçileceğini, geçilmesi gerektiğini zaten farkındayız bir çoğumuz. Zira bu doğa katliamı, bu tüketim çılgınlığı, geleneksel yöntemlerle yapılmaya devam edilen eğitim, hızla tükenen kaynaklar, böyle devam edemezdi. Bir şeylerin değişeceği kesindi. Bir yanda hızla dijitalleşen, insan gücü ihtiyacını minimuma indirmeye başlayan bir dünya, diğer yanda korkunç bir hızla artan nüfus.

Yakın bir gelecekte yabancı dil öğrenmeye gerek kalmayacak, bir çip takacağız, yetecek,

Okullara da gerek olmayacak, uzaktan eğitilecek çocuklar,

Geleceğin meslekleri neler olacak acaba?

Vs. vs. vs. derken, ama bu kadar hızlı olacağını beklemezken;

Yangınlar, depremler, çekirgeler, karıncalarla harekete geçen bir dünya ile karşılaştık.

Bir Çinli yarasa çorbası içti ve bütün bir dünya bunu mu sindirmeye çalışıyoruz sadece?

Kapı önünde ayakkabı çıkarmak varoşluk, evde ayakkabı ile dolaşmak avrupai bir davranıştı.

Misafire kolonya ikram etmek alaturkalıktı.

Nasıl daha çok satarız, nasıl daha çok para kazanırız diye düşünüyorduk. Daha çok kazanalım ki daha çok harcayalım, daha çok seyahat edelim.

Ne oldu şimdi? Bütün rutinimiz bozuldu. Corona virüs salgını belki de tarihte ilk kez tüm dünyayı aynı şekilde hareket etmek zorunda bıraktı. Covid-19 adı verilen virüs din, dil, ırk ayrımı gözetmedi. İNSAN olmak yeterli, dedi bize.

Şimdi düşünme ve her bir bireyin kendi sorumluluğunu üzerine alma zamanı. Hala bencillik yapmaya, marketleri yağmalamaya, tıbbi malzemeleri stoklamaya, kendimizi, sadece kendimizi düşünmeye devam edersek, korkarım bir gün;

Güneşin batıdan doğduğunu da göreceğiz.

Aşk'la

G.

Yazının devamı...

Ye Kürküm Ye!

Akşehir’in beyleri Nasreddin Hoca’yı yemeğe davet etmişler. Hoca davete, günlük kıyafetiyle katılmış. Katılmış ama ne hoş geldin diyen var, ne de sefa getirdin diyen... Herkes allı pullu kıyafetlilere el pençe duruyormuş. Hoca bir koşu evine giderek sandıktaki işlemeli kürkünü giyip yemeğe geri dönmüş. Az evvel hoş geldin bile demeyenler, önünde yerlere kadar eğilmişler, yere göğe sığdıramayıp başköşeye oturtmuşlar. Kuzunun en hasını önüne koymuşlar. Herkes Hoca’nın yemeğe başlamasını bekliyormuş. Hoca, bir taraftan kürkünün kolunu sofrada sallamaya, bir taraftan da “Ye kürküm ye, ye kürküm ye!” demeye başlamış.

Hoca taşı gediğine koymakta gecikmemiş:

Bebeğine mevlid davetinde tektaş yüzük takanlar, türban üzerine tüylü şapka oturtanlar, tüm zenginliğini gözümüze sokanlar… Biz ne zaman bu hale geldik diye düşünürken bu fıkra geldi aklıma. Bu şekilde itibar göreceğini düşünenler, tarihi bir hatırlasalar, tüm yıkımların zevk ve sefakat dönemlerinin ardından geldiğini bir fark etseler keşke.

Durum sandığımızdan daha vahim. Bu görgüsüzlük yaşı ilkokula kadar inmiş. Çocuklar whatsapp gruplarından, youtube kanallarından anne-babalarının hediye ettikleri son model telefonların paketlerini ballandıra ballandıra açarken video çekip paylaşıyorlar. Birbirlerine ayakkabılarının, kıyafetlerinin fiyatlarını söyleyerek böbürleniyorlar. Birinin eski bir şeyi varsa dalga geçiyorlar. Korkunç bir yarış içinde büyüyorlar. Ve en acısı ne biliyor musunuz? Her şeyleri var ve buna rağmen çok mutsuzlar.

Bizim çocukluğumuzda beslenme çantalarımız vardı. Yiyeceklerimizi evden götürürdük. Muz çok pahalı ve az bulunan bir meyveydi o zamanlar. Annem başka çocukların canı çeker diye okula muz götürmemize izin vermezdi. Böyle yetiştirildik, empati kurmayı öğrendik.

Hümanizm, en basit anlatımıyla insana salt insan olduğu için değer verme felsefesi, empati teknikleri ve adab-ı muaşeret (görgü ve nezaket kuralları) okullarda ders olarak okutulmalı, hızlıca kurtulmalıyız bu durumdan, çocuklarımızı kurtarmalıyız.

Bir İngiliz atasözü der ki, ‘Zenginlik bağırır, servet fısıldar.’

Gerçek zenginliğin gönül zenginliği olduğunu farkında olan insanlarla dolu olsun çevremiz.

Sevgiyle...

G.

Yazının devamı...

Ne İnsanlar Sevdim Zaten Yoktular

Arkadaşları kategorize etme kavramı Facebook ile girdi hayatıma. İş arkadaşlarım, çocukluk arkadaşlarım, ailem, herkes koca bir çemberin içindeydi, tıpkı gerçek hayatımdaki gibi. Adlandırırken yaptığım sınıflandırmaları yaşamın içinde neredeyse hiç yapmamıştım. O yüzden yıllarca gecenin bir yarısı pervasızca arayan ustalara, ağzı gevşek insanlara, dedikodu yapanlara kızıp durdum içten içe. Sorunun herkese eşit mesafede yaklaşmak olduğunu anlamam çok uzun sürdü. Mütevazi davranmanın bir erdem olarak öğretildiği bir aileden gelince, çevremdekileri kategorize etmenin 'kibir' olduğunu sandım yıllarca.

'Çocuğumun fotoğrafını iş arkadaşım ne yapsın', 'bu ciddi makale, şamata yaptığım grubun hiç ilgisini çekmez ki' aşamalarından sonra, hadi gruplandırayım şu insanları, dedim.

Yakın arkadaşlar, arkadaşlar, tanıdıklar…Çok zor geldi, beceremedim, yıldım ve bir süre sonra bıraktım. Çevremdekilere açık, yakın ve olduğum gibi olmayı seviyordum, sansürsüz.

Ta ki geçtiğimiz haftaya kadar.

Bir hafta içinde yakın ailemden, ikisi annem ve babam olmak üzere üç kişiyi arka arkaya acil ameliyata sokuncaya kadar. Her sabah korkuyla uyanmaya başladım. Yine bir telefon gelecek ve ben bugün hangi hastaneye gideceğim, korkusuyla.

Bütün gün hastanelerde beklemek, sadece beklemek, en sevdiğin insanlara ne olacağını beklemek ve hiçbir şey yapamamak çok yıpratıcıydı.

Ve fark ettim ki, kısa bir süre öncesine kadar her an telefonun öbür ucunda olanlar, evime gelip kalanlar, birlikte seyahate çıktıklarım, her şeyimi paylaştığım bir sürü insan nerede olduğumu bile bilmiyor şu anda.

Bütün bunlar hastanede beklerken çekilmiş bir fotoğraftan çıktı. O endişeli yüz ifadesini görebilen, görüp de önemseyen kaç kişi vardı acaba? Bu kadar hassas olmamın nedeni hastanelerde sadece bekleyerek geçirdiğim günler miydi, yoksa sahteliğini gördüğüm insanların son zamanlarda hızla artması mıydı?

Ayrıştırmak ne kadar kolaymış aslında. Nerede olduğumu, ne hissettiği bilen insanlar YAKIN’larımdı. Bilmeseler bile o endişeli yüz ifadesinden ve altındaki kısacık sözcüklerden bir gariplik olduğunu anlayanlar ve öğrenmeye çalışanlar da YAKIN'larımdı.

Bir şekilde haberdar olup iyi dileklerini iletenler ARKADAŞ’larımdı.

Ve ne kadar çok insan varmış, sadece TANIDIK olan. Ben onları hayatımın içine almışım, aslında yoklarmış.

*Dizelerin aslı ve tamamı için ‘Böyle Bir Sevmek’ Atilla İlhan

Yazının devamı...

Bilardo Topları Gibiyiz

Evrende küçük bir zerrecik olarak hayal edin kendinizi. Belli bir devinimle hareket etmektesiniz. Sahip olduğunuz frekans çevrenizdeki diğer zerreciklerden bazılarını yakınlaştırırken, bazılarını uzaklaştırıyor.

Sonra bir şey oluyor ve farklı bir devinim kazanıyorsunuz. Bu yeni devinimin yarattığı frekansla diğer zerreciklerin de hareketi değişiyor. Bazıları daha da yakınlaşırken, bazıları iyice uzaklaşıyor. Hatta yakın çevrenize belki daha önce orada olmayan zerrecikler giriyor.

Hadi bir örnekle açıklamaya çalışayım. Bir arkadaşınız var, ilişkisi bitmiş, çok yakın sizinle son zamanlarda. Sonra aniden hayatına biri giriyor, yani farklı bir devinim içinde oluyor. Değişen frekansı yeni erkek arkadaşını, onun arkadaşlarını, ailesini, çevresini yakınına çekerken, mevcut çevresinden bazıları uzaklaşarak yer açmak zorunda kalıyor.

Başka bir örnek daha vereyim. Diğer bir arkadaşınız... Tanıdığınız günden beri biliyorsunuz ki hep telefonun diğer ucunda. Gün içerisinde sayısız mesaj trafiği var aranızda. Toplantı, aile yemeği farketmiyor, mesajınıza anında yanıt geliyor. Sonra bir gün bir bakıyorsunuz ki yok!!! Mesaja yanıt yok, bir saat, iki saat, çok saat… Sonra ne mi oluyor? O, yaptığının dışında bir hareket yaptığı için, siz de normal de davrandığınızdan farklı davranmaya başlıyorsunuz; etki-tepki yasası. Kimsenin kimseye ‘Sen şöyle yapardın da, şimdi böyle yaptın.’, ‘Ama sen de böyle davranırdın da, şimdi de böyle davranıyorsun.’ diye sitem etmeye hakkı yok aslında, her şey çok matematiksel.

Bilardo toplarına yapılan her vuruştan sonra, topların yer değiştirerek yeniden konumlanması gibi, yaptığımız her hareket çevremizdekilerin yeniden konumlanmasına neden oluyor.

Ahhh keşke yüz yüze olsaydık da, vücut dili, yüz mimikleri ve bir de kağıt-kalem kullanıp, çizerek daha kolay anlatabilseydim...

Yazının devamı...

Survivor Jeffrey

Çocuğu olup da balık beslemeyen neredeyse yoktur ya, biz de o yoldan geçiyoruz bu sıralar. İlk birkaç tanesinin ömrü kısa olunca, biz bakamıyoruz bunlara, artık almayalım, deyip konuyu kapattığımı sanıyordum ki…..

Bir süre önce Ali, ben bunu istiyorum, diye bir japon balığını işaret etti o minicik parmağıyla. O mini minnacık balık da fıkır fıkır dans ediyordu akvaryumun içinde. Aldık tabi haliyle. Adını Jeffrey koydu nedense.

Jeffrey farklıydı öncekilerden. Bir kere o küçücük cam fanusta bile dans etmeye devam ediyordu. İlk kazasını fanusun içini biraz süslemeye karar verdiğimiz gecenin sabahında yaşadı. Süslemek için koyduğumuz deniz minarelerine çarpmış ve yaralanmıştı. Eyvah bu da gidiyor diye düşünürken, deniz minarelerini çıkarıp temizlediğimiz suyunda tatlı tatlı salınmaya başladı.

Bir sonraki macerası evlere şenlik. Ben iş seyahatine gidiyorum, Ali de babasıyla birlikte babaannesini ziyaret etmek için Kütahya’ya. Peki Jeffrey ne olacak? Sonuçta kendisi bir kavanoz içinde, dört saat araba yolculuğu ile Kütahya’ya gitti, babaanne ile tanıştı ve yine güle oynaya geri geldi.

Bizim minik Japon odaya biri girince ses çıkarıyor, elden yem alıyor, evcilleşti bu balık galiba dedikçe, inanmayıp kendisini görmeye gelen arkadaşlarımızla da tanışmaya başladı. Ve sonra inanılmaz bir kaza daha!!! Bitmedi yani, Jeffrey’nin başına gelenler bitmedi.

Yine bir seyahat. Jeffrey bu kez anneannede kalacak. Kavanozuna bindi, anneanneye gitti. ‘Ali’nin balığı arabada’ cümlesini, ‘Ali’nin balı’ olarak anlayıp, şangır şungur sallayarak taşıyan yardımcısı, kavanoz kırılıp, içindekinin bal değil balık olduğunu anlayınca kadar bizim ufaklık cam kırıkları arasında kalmış bile. Kadıncağız eline alıp, hemen bir bardak su bulmaya çalışırken bir de yüksekten düşüp travma yaşamasın mı Jeffrey!!! Tamamen ümidi kesmiş bizimkiler...

- Ne yapsak?

- Ali’ye nasıl söyleriz?

- Aynısından bulabilir miyiz acaba?

soruları havada uçuşurken konuyu çözmeyi ertesi güne bırakıp uyumuşlar.

Bizim Jeffrey bu, o bir fenomen tabii, survivor...

Sabah kalkıp, onu bir poşete koyup, aynısından aramak üzere yanına gittiklerinde bir de bakmışlar ki Jeffrey fanusunda dans edip şarkı söylüyor yine :)

Yaşam bu kadar güzel işte, AŞK’la yaşamayı bilene….

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.