SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Aşıklar Şehri

La La Land (Aşıklar Şehri) günümün sürprizi oldu. Sinemaya gitmek aklımda yoktu. Arkadaşımla hoş bir sohbetin ardından “Whiplash’in yönetmeninin yeni filmi çıkmış” cümlesi aklımı çeldi.

Yönetmen Damien Chazelle’nin önceki filminden kalan duygularla müziğin bu derece ön planda, hatta tutkuyla yer alması beni şaşırtmadı ama bir müzikal beklemiyordum. Hatta film başladığında sıkılacağımı bile düşündüm. Dans ve müzik ağırlıklı bir film izlemek değildi belki de aklımdan geçen. Ama ilk sahneyle beni şaşırtan film, merak uyandırarak devam etti.

Sebastian (Ryan Gosling) ve Mia’nın (Emma Stone) hikayesiydi bu kez izlediğim. Yine müziğe tutkuyla bağlanan bir karakter vardı karşımda: Sebastian.

Bu kez fonda piyano ve yine Caz var. Ryan Gosling oyunculuğunun yanı sıra, piyanosuyla adeta bir müzik ziyafeti yaşatıyor. Emma Stone da ona ruhuyla eşlik ediyor. Filmin güzel sürprizi olarak yönetmenin önceki filmi Whiplash’de oynayan J. K Simmons, Sebastian’ın patronu rolünde karşımıza çıkıyor.

Sebastian, geleneksel cazı tutkuyla seven ve piyanosuyla bunu icra eden bir sanatçıdır. Müzisyen olarak kendine ve müziğine bir türlü yer bulamazken, sadece bu müziğin çalacağı bir mekana sahip olmanın hayalini kurmaktadır.

Mia ise oyuncu olma hayaliyle bir film platosunun kafesinde çalışır ve ara ara oyuncu seçmelerine girer ama o da başarısız olur. Her ikisinin de hayalleri ve uğrunda savaştıkları tutkuları vardır. Hayata aynı noktadan bakarlar.

Karşılaşmalar.

Tesadüfler.

Çatışmalar.

Tutkular.

Tüm bunlar elbette onlara aşkı getirir.

Öyle ki ilk bölümde, filmin adını sonuna kadar hissettiren sorunsuz, masalsı, romantik bir aşk vardır. Oyuncu seçimindeki başarının da bir getirisi olarak, her şey mükemmele yakındır.

Kıyafetler, arabalar, mekanlar ve aşkın yaşanış şekli bir dönem filmi izlenimi veriyor ve belki de bizi özlemini duyduğumuz nostaljik bir yolculuğa sürüklüyor. En çok da bunu danslarla yapıyor. Griffith Rasathanesi'ndeki dans tam bir rüya.

Konusu ise içimizde kalan tutkuların ya da yapmak istediklerimizin gerçekleşme ihtimalinin heyecanını bize yaşatıyor.

Başarısızlık da bir ihtimal. Bu ihtimalin varlığı da filmi izlerken bizi geriyor.

Tercihler, başarılar, hayal kırıklığı, vazgeçişler ya da tutkuyla savrulmalar ve gerçekler…

Kendimizden bir çok parça bulabileceğimiz film, yönetmenin bize bıraktığı soru işaretleriyle son bulurken yüzümüzde de bir tebessüme neden oluyor.

Amerikan Film Enstitüsü tarafından 2016'nın en iyi 10 filminden biri olarak seçilen film görsel ve müzikal olarak keyifle izleniyor.

Vizyondan kalkmadan siz de kendinize bir güzellik yapın.

@hulyoalkan

Yazının devamı...

Yeni başlayanlara ufak bir okuma listesi

2 yaşına henüz giren kızım Deniz'le, o bebekken başladığımız okuma serüvenimizden ve yavaş yavaş geçiş yaptığımız çocuk kitaplarından bahsetmek istedim. Severek okuduğum ya da bazılarını sadece resimlerine bakarak anlattığım kitaplardan ufak bir liste hazırladım.

Yakın arkadaşımın özenle seçilmiş bir set çocuk kitabı hediyesi, kızım büyürken o kadar anlamlı hale geldi ki. Arkadaşıma kitap tercihleri için bir kez daha teşekkür ediyorum.

Günler geçtikçe okuduğumuz kitap sayısı artıyor - ki çocuklarda bu bir kere okuyup kitaplığınıza kaldırdığınız bir şey olmuyor, her gece tekrar tekrar aynı kitabı aynı heyecanla okumak epey şaşırtıcı. Karakterleri tanıdıkça onlara daha fazla anlam yüklüyorlar ve onları daha çok seviyorlar.

Kendilerinin sayfalarını çevirdikleri, belli parçaları çekip oynadıkları hareketli kitaplar ayrı bir eğlenceli hatta Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'nın Hareketli Kitaplar başlığı altında bir serisi var.

Ben daha çok hikayesi olan kitaplardan söz etmek istiyorum. Kızımla okumaya başladığımız (başlarda daha çok resimlerini kısa kısa anlattığım) kitap, Bekçi Amos'un Hastalandığı Gün'den özellikle bahsetmek isterim. Çünkü kitapları onunla sevdi.

Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkmış bu kitabın çizimlerine siz de bayılacaksınız.

Çizimlerine diyorum, öncelikli tercih o yaşlarda hatta o aylarda bu çünkü. Hikaye de yaş büyüdükçe elbette önem kazanıyor. Kitapların resimlerini önce tanıttım, aylar geçtikçe kısa cümlelerle anlatmaya sonra da okumaya başladım. Bu aşama çocuğa da tanıdıklık hissi getirdiği için daha keyifli oluyor.

Philip C. Stead'ın kaleme aldığı kitabı, Esin Uslu çevirmiş, resimleyen Erin E. Stead. Hayvanat bahçesinde çalışan Amos'un hayvanlarla dostluk hikayesini anlatan kitap, bizim hala favorimiz.

Yine Yapı Kredi Yayınları'ndan Ay'ı Kim Çaldı? da bir o kadar eğlenceli. Helen Stratton-Would'un yazdığı kitabı Vlad Gerasimov resimlemiş. Rus çizerin websitesinde çizdiği yüzlerce resim var ve bu kitap onun ilk çocuk kitabı. Derya Çebi ise çevirmeni.

Günışığı Kitaplığı'ndan bir kitap var sırada.

Köstebek Kuki.

Yazan ve resimleyen Betül Sayın. Canlıları barış içinde yaşamaya davet eden bu kitap, 2007 yılında Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği tarafından Yılın En İyi Resimli Öykü Kitabı ödülünü almış.

Uçanbalık Yayınevi'ne ait Uyku Ağacı ise hayal gücünü güçlendiriyor. Seza Kutlar Aksoy yazmış Serap Deliorman resimlemiş.

Kahramanı Nil'in düşsel dünyasına çocukları çağırıyor.

Sonunda Nil uykuya dalıyor. Bu yüzden uyku öncesi kitabı olarak düşünülebilir. Gerçi çoğu zaman defalarca okuyorum, Nil uyuyor ama bizim kız uyumamayı tercih ediyor.

Mikado Çocuk'un Ayıcıklar Serisi daha küçük yaşta çocuklar hatta bebekler için ideal. Ödüllü çizer Gerorgie Birkett'in eğlenceli çizimleri çok da öğretici nitelikte.

Gelelim son aldığımız kitaba: Ispanaklı Yumurta. Biz yeni aldık ama kitap 2014 yılında yayınlandı. Yazarı akademisyen Esra Ercan Bilgiç, çocukluğunda babaannesinin anlattığı ıspanak masalından esinlenerek bu kitabı kaleme almış, çok da iyi yapmış.

Beş kardeşin anneleri ve sevimli köpekleriyle birlikte piknik yapacakları yeri aramasıyla başlayan hikaye, günümüze dair güncel veriler içeriyor.

Şimdilik resimlerinden kahramanlarını anlattığım bu kitap, Final Kültür Sanat Yayınları'ndan çıkmış ve sevimli resimlerini Nurten Deliorman çizmiş.

Kitaplığımızdaki en sevdiğimiz kitaplardan yeni doğacaklara, yeni başlayanlara ufacık bir liste bu.

Umarım siz de keyif alırsınız.

@hulyoalkan

Yazının devamı...

Kabuğunu Kıran İnci

Kitaplığıma kazandırdığım güzel bir kitap var elimde. Bu kez editörlüğünü de yaptığım için sindire sindire okuduğum bu kitaptan bahsetmek istedim. Farklı bir kadın hikayesi: Kabuğunu Kıran İnci.

Afgan-Amerikalı yazar Nadia Hashimi'nin bu ilk romanı Goodreads okurlarına göre 2014'ün en iyi on romanından biri olarak seçilmiş. Mehtap Gün Ayral çevirisiyle, Türk okuyucularla geçtiğimiz ay (Kasım 2015'te) buluştu.

Afgan kadınlarının özgürlük mücadelesini farklı bir yerden anlatıyor.

İki kadın...

Farklı zaman dilimlerinde...

Benzer bir kader...

Kendi kaderlerini çizme özgürlüğünün mücadelesini veriyorlar.

Aile baskısı, şiddet, korkular, kadın olmakla suçlanmak yaşamlarının bir parçası.

Bu yanıyla Türkiye'den de fazlaca benzer öğeler taşıyor.

Kabil'de, günümüze yakın bir tarihte, 5 kız kardeşten biri olan Rahima, erkek çocuk gibi giyinip erkek gibi davranıyor.

"Bacha Posh" adı verilen bu gelenek sayesinde hiç erkek evladı olmayan aileler geçici bir süreliğine erkek evlada sahip oluyorlar.

Ta ki evlilik çağına gelene kadar.

Rahima bu durum sayesinde geçici bir özgürlük tatmış. Bu özgürlüğün bitmesini istemiyor. Okula gidebilmek, manavdan rahatça sebze alabilmek, top oynayabilmek, yolda sakin sakin rahatsız edilmeden yürüyebilmek istiyor.

Bu sadece onun kaderi değil.

Yıllar önce büyük büyükannesi Shekiba da hayatının uzunca bir dönemini "Shekib" olarak erkek gibi geçirmiş. Küçük yaşta üzerine kaynar su dökülen Shekiba, yanık bir yüzle önce toplum tarafından "lanetli" olarak tanımlanmış. Küçük kardeşleri koleradan ölmüş ve sonra çok sevdiği annesini kaybetmiş. Babasıyla kalan Shekiba "doğal olarak" erkek gibi davranmaya "güçlü" görünmeye başlamış. Babası da onu oğlu gibi kabul etmiş.

Benzer iki hikaye iç içe geçerek, merak uyandıran bir anlatımla aktarılıyor.

Bu bir kadın hikayesi, hatta iki kadın ya da bir sürü kadının hikayesi. Özgürlükleri için savaşan kadınların hikayesi.

Lemur Yayınları'ndan çıkmış bu kitabı okurken sadece kadınların yaşamını değil dönemin tarihsel gerçeğine de tanıklık ediyorsunuz.

Taliban döneminin sert rejimi, hayatları, koşulları nasıl etkiliyor görüyorsunuz.

Kitapta, 13 yaşında bir kız çocuğunun para karşılığı kendisinden yaşça büyük olan bir adamla evlendirilmesi, 4. karısı olarak gittiği bu evde kumaları tarafından hor görülmesi, çocuk yaşta anne olması gibi pek de yabancı olmadığımız sarsıcı gerçekler anlatılıyor.

İçimizden bir hikayenin anlatıldığı bu kitabı gerçeklerle bir kez daha yüzleşmek için okuyabilirsiniz.

Twitter: @hulyoalkan

Yazının devamı...

Dizi yazarı mı olmak istiyorsunuz?

Çoğumuzun televizyonda takip ettiği en az bir ya da birkaç tane dizi vardır.

Elbette bu dizi yağmuru ve reyting canavarları karşısında dizi izlemek ya da var olan dizinin devamını yakalamak güçleşiyor.

Son zamanlarda hiç izlemiyorum diyorsanız bile, bir zamanlar bir diziye gönlünüzü kaptırmışsınızdır.

İsim vererek kimseye ya da yapılan işlere haksızlık etmek istemem ama nedense benim aklıma hemen, sıcak ilişkileri kaybetmemiş sıradan bir mahallenin anlatıldığı Yeditepe İstanbul dizisi gelir.

Senaryosunu Ali Ulvi Hünkar’ın yazdığını hatırladığım dizi, oyuncu kadrosu ve hikayesi hatta bazı replikleri ile hala aklımdadır.

Bir şarkının nakaratını hatırlayıp tamamını söylemeye başlamak gibi…

İstanbul’da sıradan bir mahalle…

Kaderi kuyruklu bir piyanonun mahalleye girmesiyle değişiyor.

Daha doğrusu piyano çalan bir genç kızın annesi ve piyanosuyla birlikte mahalleye taşınmasıyla…

Farklı hayatlar, renkli karakterler, sıcak ilişkiler, naif bir hikaye…

Elbette başarılı her dizi böyle küçücük yaratıcı bir fikrin, bir hikayeye dönüşmesinden meydana gelir.

Ama bu dönüşüm o denli kolay olmuyor sanırım.

Fikirleri hayata geçirmek için iyi bir ekip, tecrübe, teknik bilgi, okumak, yazmak, fazlaca pratik yapmak gerekir.

Tam bu noktada elimde tüm bu deneyimleri profesyonel dille anlatan bir kitap var: Agora Kitaplığı Yayınları’ndan Profesyonel Dizi Yazarlığı

Küçük fikirlerin kocaman bir hikayeye, hatta senaryoya ve sonra çekilmiş bir dizi filme dönüşümünün yolculuğunu aktaran Gülden Çakır, özellikle dizi senaryosu yazmaya heveslilere, sektöre yeni girenlere kılavuzluk ediyor.

Yazarının yakın arkadaşım olmasının ayrıcalığıyla, imzalı edindiğim bu kitabı sizinle paylaşmak istedim.

Çakır, dizi yazarlığı konusunda epey deneyimli.

gibi başarılı dizilerin senaryo yazarlarından.

Kitap yazarın sadece deneyimlerinden oluşmuyor, yerli ve yabancı dizilerden güncel örneklerle teorik ve pratik olarak bu işin mutfağını da anlatıyor.

“Bir senaryo yazarının en önemli motivasyonlarından biri yazdığı işin çekilmesini sağlamak olmalı. Kağıt üzerinde duran senaryo hüzünlüdür. Sanki karakterler doğmamış çocuklarmış gibi, nefes alamıyorlarmış gibi gelir. “

Kitap, özellikle yazdıklarınızı teknik olarak düzenlemek, dramatik yapı oluşturmak, sunulur hale getirmek, dizi yazarlığına bir yerlerden başlamak isteyenler için iyi bir kaynak.

Ya da izlediğiniz, sevdiğiniz bir dizinin karakterleri nasıl oluşmuş, hikayenin arkasında yatan o tek cümle ne öğrenmek isterseniz, bu konulara biraz merakınız varsa işte size keyifli bir başucu kitabı.

Şimdiden hikayeleriniz için bol şans, kitabı alanlara da keyifli okumalar dilerim.

Yazının devamı...

"Damların Efendileri" bir arada

Kedilerle insanların ilşkisi biraz karışık. En azından benim gözlemim böyle.

Bazı insanlar kedilere çok düşkün, bazıları pek sevmez. Hatta nankör diye yaftalamışlardır.

Özellikle ev kedilerinin, sahipleriyle aynı alanı paylaşmalarına rağmen, kendi özgür alanlarını yaratma konusunda ısrarcı davrandıkları iyi bilinir.

Zaman zaman sizi kendi evinizde misafirmiş gibi hissettirecek kadar eve hakimdirler.

Kolay hayvanlar değillerdir. Sezgileri güçlüdür, kolay kandıramazsnız, tavlayamazsınız.

Ama tahmin edersiniz ki, kediler yalnızlığa iyi gelir.

Bu yüzden mi bilinmez ama yazarların kedi tutkusu malum. Pek çok yazar, şair, edebiyatçı kedileriyle anılır. Pek çoğu sadece evlerinde değil, eserlerinde de onlara yer vermiştir.

Köpekler kadar olmasa da kedilerin de kendine özgü özelliklleriyle edebiyatta çokça yer aldığını biliyoruz.

Kara kedi, ciğercinin kedisi, sokak kedisi, ev kedisi, nankör kedi, bencil kedi, toplumsal sınıf göstergesi olarak kedi. Ya da ünlü Çizmeli Kedi.

Türk edebiyatında olduğu kadar, dünya edebiyatında da kedilerin anlatıldığı hikayeler pek çoktur.

İşte tam bu noktada, raflarda yeni yer alan, Lemur Yayınevi'nden pek taze çıkmış bir kitabı elimde tutuyorum ve sizinle paylaşıyorum: Damların Efendileri

Kapağı da ismi kadar pek şık olan bu kitap, on üç kedi hikayesi barındırıyor.

Kedi severlere, kedisi olanlara özellikle önereceğim bu kitap sadece bu yönüyle değil, aralarında Mark Twain, Algernon Blackwood, Honore De Balzac, Edgar Alan Poe gibi dünyaca ünlü yazarları bir araya getirmesiyle de tam bir başucu kitabı olmaya aday.

Gelelim hikayelere...

Kitap nispeten karanlık bir öykü ile başlıyor. Mary E. Wilkins Freeman'ın öyküsü, açlıktan ölmek üzere olan bir kedinin avladığı farklı hayvanları bir yabancıyla paylaşımını ve bu süreçte kurdukları bağı anlatıyor.

Epey ilginç bir ilişki ve anlatım diyebilirim.

Elbette çok ipucu verip, okuma keyfinizi baltalamak istemiyorum.

Kedinin esrarengiz güçlerinin ön plana çıktığı, Algernon Blackwood'un Psişik İstila hikayesi çok sürükleyici.

G.H Powell, Mavi Peri hikayesinde, bir İran kedisinin yeri geldiğinde bir yılanla bile başedebileceğini ayrıntılarıyla aktarıyor.

Edgar Allan Poe'nun ünlü Kara Kedi'si ise kindar bir kediye iyi bir örnek.

Mark Twain'in kedi hikayesi ise diğerlerine nazaran yüzde bir tebessüm bırakan cinsten.

Genel olarak kitaptaki kediler birbirlerinden bağımsız özellikler taşıyor. Kimi, hikayenin tam merkezinde yer alırken, kimisi de önemli bir yan figür olarak karşımıza çıkıyor.

"Damların Efendileri" bir arada, bu kitapta.

Keyifli okumalar dilerim.

Yazının devamı...

Kızböcekleri

Yılın sonu geliyor. Elimde hala alıp okuyamadığım, yılın son aylarında çıkan kitaplar var. Bunlardan biri Tahir Musa Ceylan'ın Kızböcekleri...

Kitap rafında ismiyle beni cezbetti. İtiraf ediyorum yazarla da bu kitapla tanıştım. Görülen o ki geriye doğru diğer tüm kitaplarını da okuyacağım.

İsmi ve aslında kapak tasarımı ilginçti.

İlginç geldi, çünkü kapakta kızböcekleri yani "yusufçuk" olarak bilinen kanatlı böceklerin çizimi vardı.

Neye ithafen bu isim verilmişti anlamadan kitabı elime aldım ve arkasını okumaya başladım;

"Kızböcekleri, gündelik dilin yavanlığına dilin sonsuz olaslıklarıyla başkaldıran bir metin. Bir ayrıkotunun; düzenin dişlileri arasında hayatta kalma uğraşı veren bir 'tutunamayan'ın; erkeğin kadınla imtihanını sorgulayan Bektaş Toztoprak'ın romanı"

İlk okuduğumda anlamlandıramadığım bu cümleler romanı okudukça o kadar yerine oturuyor ki!

Bir de, yine arka kapakta "Kadınlar yırtıcı hayvan misali, adamlar ise korka korka ölüme giden sürüler" diyordu.

Katıldım hemen bu söze. Çok da üstünde düşünmemiştim o an belki de.

Gelelim kitaba, Bektaş Toztoprak anlaşılacağı gibi kitabımızın kahramanı.

İki ablası var, yalnız yaşıyor, temizlik ve evle ilgili bir takım konularda takıntıları olan bir öğretmen. Hayatındaki tüm ayrıntılar birbirine sıkı sıkya bağlı.

Hiç bir şey tek başına anlamlı değil. Mutfağı kirliyse, dersine hazırlanamıyor, iyi ders anlatamıyor, yine de anlatayım demiyor. Onun deyimiyle ders mutfakta başlıyor.

Kitabın ilk sayfalarında Bektaş Toztoprak'ı iyice tanıyıyoruz.

Yaşamını, evini, hayatındakileri, yalnızlığını, okulunu...

O bir "tutunamayan", ilişkilerinde sorun yaşayan, yalnızlığı seven ama zaman zaman bundan sıkılan, kendine ait bir alanı olan, bu alana da kimseyi pek dahil etmeyen biri.

Sanki değişmezmiş gibi görünen kurallar var başta.

Sonra öyle bir evriliyor ki olaylar, öyle bir hayatın içine dalıyoruz ki, bu kez Bektaş Toztoprak merkezde kalıyor ama biz ona dokunan tüm insanların hayatlarına dahil oluyoruz.

Değişmez dediğimiz o kadar çok şey değişiyor ki:

Yaşadığı mekan, evi, şehri hatta işi...

Birden tüm bu değişikliklerle beraber bambaşka yaşamlara, dramlara tanık olurken içimiz de acıyor elbet.

Kelimeleri çok özenle seçilmiş bir roman.

Dili zengin.

Merak uyandıran, zaman zaman gülümseten, sürükleyen...

Yılın son aylarında kendime güzel bir armağan vermişim.

Size de keyifli okumalar diliyorum.

@hulyoalkan

Yazının devamı...

Sanat sokağınıza gelirse....

Bazen yapmaktan keyif aldığınız şeyler ile aranıza tatlı bir bebek giriverir.

Yeni bebeği olanlar bilir, rutin olarak yaptığı çoğu şeye bir süreliğine ara vermek ya da kıyısından köşesinden devam etmek zorunda kalırlar.

Benim de gündemimi, hatta günümün büyük bir bölümünü bu aralar bebeğim oluşturuyor.

Ama artık yavaş yavaş tekrar eski hayatıma, alışkanlıklarıma dönüyorum.

Kültür sanat faaliyetlerini ucundan da olsa yakalıyorum.

Hele bir de sanat evinize değilse bile sokağınıza kadar geliyorsa iş kolaylaşıyor.

Bu kez kızımla birlikte katılıyorum.

Muhtemelen zaten takipte olduğunuz ya da Beşiktaş'a yolunuz düştüyse karşılaştığınız bir etkinlikten, İstanbul'un ilk uluslararası fotoğraf festivali olan Fotoistanbul 1. Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali'nden bahsediyorum.

Paneller, söyleşiler, atölyeler ve kitap imza günleri de içeren Festival'in, biz meydanlara kurulan dev sergilerine dokunduk.

Güneşli günlere denk geldiğimizde, değmeyin keyfimize...

Dünyadan ve Türkiye'nin dört bir yanından insan ve kent hikayelerinin izlerini sürebileceğimiz serginin teması "Şehirler ve Hikayeler".

Fotoğraflarla dünyanın çeşitli ülkelerinin farklı şehirlerine yolculuk yapıyoruz. Bazen tanımadığımız insanların evine giriyor ve yaşamlarından kesitlere tanık oluyoruz.

Savaşın etkileri, küreselleşme, yoksulluk, kentsel dönüşüm gibi kentlerin sorunlarını anlatan fotoğraflarla, önemli meselelere fotoğrafçıların gözünden bakıyoruz.

Barbaros Bulvarı, Demokrasi Parkı gibi Beşiktaş meydanlarında sergilenen fotoğraflar sadece fotoğrafçıların veya fotoğraf meraklılarının değil, meydanlara yolu düşen, oradan geçen çoğu kişinin ilgisini çekiyor.

Öyle ki dünyaca ünlü fotoğraf sanatçıları Chris Anderson ve William Klein'ın dev fotoğrafları önünde 'selfie' çekenlere rastlamanız bile mümkün.

Kapalı mekanlarda sergilerin devamını görmek isteyenlere, yine Beşiktaş'ta, Bahçeşehir Üniversitesi ve Mimar Sinan Üniversitesi kapılarını açıyor.

Fotoistanbul ve Beşiktaş Belediyesi'nin birlikte düzenlediği bu uluslararası etkinlik 18 Kasım'a kadar sürüyor.

Görmeyenlere, duymayanlara buradan duyurulur.

Festival ile ilgili tüm ayrıntılara 'un resmi sayfasından ulaşabilirsiniz.

Biz de kızımla fırsat buldukça sergileri gezmeye devam ediyoruz.

Sanatı sokağa taşımayı akıl edenlere çok teşekkür ediyoruz.

@hulyoalkan

Yazının devamı...

Köpekler İçin Gece Müziği

Bu ay yeni çıkanlar arasında yer alan taze bir kitap var elimde. İtiraf ediyorum ismi beni vurdu önce: Köpekler İçin Gece Müziği.

Faruk Duman'ın Can Yayınları'ndan çıkan son kitabı.

Tedirginlik, ürperti içeren biraz da karanlıktı hikaye, hatta masal bile denilebilir. Hatta belki de Selim İleri'nin arka kapak yazısında tanımladığı gibi "kara masal".

Doğa canlı bu masalda.

Hem de kendinizi içinde hissedeceğiniz kadar canlı.

Kentten uzakta, doğadasınız.

Daralan eski bir asfalttan doğaya geçiş.

Bir kazayla başlayan doğaya geçiş aslında bir kayboluş.Siz de doğada kayboluyorsunuz okurken.

Rüzgarı, yağmuru, sesleri, kokuları duyuyorsunuz, hissediyorsunuz:

"Rüzgar azalmış gibiydi. Ormanın derinlikleri iyice koyulmuş, ortalığa lacivert bir sis yayılmıştı. Arada ağaçkakanlar ağaç gövdelerini dövüyor, uzaklarda bir yerlerde punhukuşları ötüyordu. Adam atın karnına topuğuyla vurunca at önce fırlayacakmış gibi oldu, sonra dizgin ağzını sıktı, o da usulca yol almaya başladı. Önce bir kozalağa bastı, sonra corklayan bir suya denk geldi...." (s:36)

Diline hayran kaldım.

Her sözcük itinayla seçilerek, kocaman bir şey anlatıyordu.

Ama beni en çok etkileyen, anlatımındaki detaycılığı ile gözümün önüne serdiği bu yeni dünyayı, gerilim ile desteklemesiydi.

Bir solukta okudum.

Sonu konusunda ufak da olsa bir hayal kırıklığım yok değil.

Biraz daha uzasa istedim.

Her şeyi böyle sindire sindire anlatırken, bu kadar acele bir son niye?

Fazla detay vererek sizi boğmayacağım.

Ama şu kadarını söyleyebilirim, doğada yaşayan AVCIATMACA'nın, köpeği AKÇATOPAL'ın, kartalı TİMSAH'ın, atı KAHVE'nin, karısı Kara Zühre'nin yaşamları, kahramanlarımız Tarık ve Filiz ile kesişiyor.

Karanlık ormanın derinliklerinde kesişen farklı hayatların anlatıldığı bu "masalın" içinde kayboldum.

Sizlere de keyifli okumalar diliyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.