SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Slingler Güvenli mi?

Bana gelen ve bebek taşıma hakkında bilgi talep eden maillere dayanarak sling güvenliği hakkında bir yazı yazmak istedim.

Koray’ın 3 yaşına yaklaşması ve 15 kilo civarında olmasından dolayı biz slinglerimizi rafa kaldırdık. Bazen gözüne takılıyor ve zorla takmaya çalışıyor. Bizimki her ne kadar hareketli bir velet olsa da anne kuzusu işte. Anne kucağında olmak başka bir şey.

Sevgili Anneler ve Babalar,

Bebeklerinizi ve küçük çocuklarınızı güvenle herhangi bir sling ile taşıyabilirsiniz. Önemli olan doğru slingi seçmek ve uyarıları dikkate alarak kullanmak.

1. Bebeğinizin ayına/yaşına ve kilosuna uygun bir sling seçin.

2. Slingi doğru taktığınızdan emin olun. Varsa tokası, fermuarı kapanıp kapanmadığını kontrol edin. Bunları kullanırken kuşakların iyice sıkı olduğundan ve açılmayacak şekilde bağladığından emin olun.

3. Bebeğinizin yüzünün kapanmadığından emin olun. Kullandığınız süre boyunca da sık sık kontrol edin. Bebek taşıyıcıları kullanıcılar için özgürlük demektir. Bebeğiniz kucağınızda güvendeyken elleriniz özgürdür ancak bebeğinizin kucağınızda veya sırtınızda olması tam olarak kontrol altında olduğu anlamına gelmez.

4. Hangi sling içinde olursa olsun, bebeğinizin çenesinin göğüs kafesine doğru yuvarlanmaması gerekiyor. Böyle bir durum varsa ya ürün büyüktür ya da siz bebeğinizi doğru yerleştirmemişsiniz demektir.

5. Bebeğinizin yüzünün nefes almasını engelleyecek şekilde kapanmadığından emin olun.

6. Sling kullanırken koşmayın, zıplamayın veya diğer spor faaliyetlerini yapmayın.

7. Araba kullanırken asla ama asla sling ile bebeğinizi taşımayın. ”İki dakikalık yol, bir şey olmaz” demeyin.

8. Yazın bebeğinizi sling ile taşırken kalın giydirmeyin.

9. Özellikle bebeği sling ile sırtınızda taşırken nereye ve nelere uzanabileceğini kontrol edin.

10. Sling ile taşıyor olmak ile kollarınızda taşıyor olmanız arasında hiç bir anlamda fark yok. Hem güzel bir his hem de her şartta güvenliğini kontrol etmelisiniz.

11. Kese tarzı slinglerle 8-9 aydan sonra bebeği yanda bel üzerinde taşımak çok keyiflidir ancak yine de elinizle daima sırtına destek olmalısınız.

12. Slingi ilk defa kullanmadan önce uygun boyutlarda oyuncak bir bebek veya yumuşak bir oyuncak ile denemeniz en iyisi.

13. Slingi kullanmaya iyice alışana kadar bir yatak veya koltuk kenarında takın. Böylece kendinizi daha güvende hissedersiniz.

14. Alacağınız ürünün yıkanabilir olmasına dikkat edin. Çünkü sık sık kirlenecektir.

15. İlk kez kullanacağınız zaman bebeğinizin keyifli olduğu bir anını tercih edin. Bazı bebekler ilk anda hoşlanmayabilir, en iyisi hemen evin dışına çıkmaktır. Örneğin slingi takıp her seferinde yakınlarda bir markete gidebilirsiniz. Böylece bebeğiniz sling=sokak olarak öğrenecektir.

Bebek taşıma pusete ve otomobil koltuğuna asla alternatif değildir. Her birinin kullanım alanları ve kolaylığı vardır. Sling ile bebeği taşımak her şeyden önce aranızdaki bağın çok daha kolay ve derin bir şekilde kurulmasını sağlayacaktır.

Her bebek kucakta olmalı!

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Çocuk okula başlıyor, anne nefes alıyor

O gün geldi sonunda.

Benim mini minnacık oğlum da yuvaya başladı. Bizimki öyle heyecanlı ve mutluydu ki sevincimden ben, yerimde duramıyordum. İçeri girdik, herkes ‘Günaydın Koray, çok büyümüşsün sen!’ diye karşıladı. Geçen sene aynı yuvada oyun derlerine geliyorduk. Koray bildiği ortama girince iyice rahaBiraz utangaçlık yaptı ama sonra hemen açıldı. Tüm derslikleri gezdi, kontrol etti her yeri. ‘Anne sen de gel’ dedi. Beraberdik ama artık o öğretmenleri ve yeni arkadaşlarıyla birlikteydi. Eskiden olsa ‘sen de şarkı söyle, sen de resim yap’ derdi ama bu sefer sadece göz ucuyla beni kontrol etti. Bu iyiye işaret öyle değil mi?

On tane 3 yaş ortalamasında veletle uğraşmak dünyanın en zor işlerinden biri olmalı. Tamamen bağımsız değiller ama olmak da istiyorlar. Kimi tam olarak konuşamıyor da, onun sıkıntısı da var. Sıraya sokmak bir dert, yerlerine oturmalarını sağlamak ayrı bir dert. Geçen sene biz anneler de katılımcı olduğumuz için müdahale ediyorduk ‘doğru dur, sessiz ol’ diye. Oysa şimdi sadece seyirciyiz. Kendimi zor tuttum ama tuttum. Düşündüm daha öyle küçük ki. Dünya kocaman onun için, öğreneceği öyle çok şey var ki. İlk adımı attı.

Çıkarken ‘yarın da gelecek miyiz?’ diye sordu. Ardından ‘anne de gelecek mi? Anne gelecek ama oynamayacak’ dedi kendi kendine. Akıllı çocuk. Tecrübeli anneler bir iki hafta içinde benden tamamen kopacağını söylüyorlar. Bu hem iyi bir şey hem de biraz hüzün dolu sanırım.

Ertesi günü benim için daha önemliydi. Koray'ın ikinci okul günü olmasının dışında ben okul sonrasında onu eve bırakıp arkadaşlarımla buluşmaya gidecektim. Bir çoğunuz ¨ne var canım bunda?¨diyebilirsiniz. Belki insanlık için minicik ama benim için DEV bir adım bu. Çünkü ben ilk kez Koray’ı evde bir yabancıyla yalnız bıraktım. Yabancı dediğim evdeki yardımcımızla. Oğlumu bakıcıya bırakamama problemim vardı. Çalışmadığım için çocuğu tanımadığın birine emanet etme seviyesini bir türlü atlayamamıştım. En sonunda ‘tamam’ dedim. 3 saatten bir şey olmaz. ¨Ben gidiyorum¨ dedim ve arkama bakmadan çıktım. Koray’ın da öyle üzgün bir hali yoktu. Ne ağlama ne de sızlanma. El salladı ve kapıyı kapadı. Arabaya doğru yürürken acaba arkamdan seslenecek mi diye baktım, yok. Cama mı çıktı acaba, yok. İyi o zaman. Sanırım ben daha bağımlı olmuşum ona. Hem ‘rahat bir anneyim’ diyorum hem de bırakamıyorum. Acaba bu ikilemleri kaç kere daha yaşayacağım hayatta?!?

Evden uzaklaştım, şehre indim. Arkadaşlarımla buluşacağım yere gittim. Kız kızaydık. Çocuksuzduk. Konuş konuş bitmiyor, zaman yetmiyor. Ben eve ‘gelirim’ dediğim saatte bile hala kalkamamıştım. Evi aradım ‘problem yok, yemek yedi ama uyutamadım sadece’ bilgisini aldım. ¨Boşver o ne isterse onu yap¨ dedim. Bir oh! çektim içimden ve bir Türk kahvesi daha ısmarladım kendime. Aklım daha az evde olarak hararetli sohbete kaldığım yerden devam ettim.

İki saat diye çıkmıştım ama dört saat sonra döndüm. Ev yıkılmamıştı, dünya hala dönüyordu, ben hala nefes alabiliyordum. Koray ise bahçede çiçekleri suluyordu ¨aa annem geldi¨ dedi. Öptüm öptüm kokladım. Yapmam gereken bir sürü iş, aramam gereken de insanlar vardı ama boşverdim. Zaten bir iki saat sonra uyuyacaktı, bari oyun oynayalım istedim. Kaliteli zaman geçirmenin ne olduğunu anladım. Bütün bir günü sinir harbi içinde geçirmek mi, üç saat sakin ve mutlu şekilde oyun oynamak mı?

Cevabı biliyorum. Kendim içn ayırdığım o üç dört saat benim ciğerlerimin daha çok hava almasını, dolayısıyla beynime daha fazla oksijen gitmesini sağladı. Annemle telefonla konuşurken ¨sesin bile farklı¨ geliyor dedi. Akşam babamız geldiğinde Koray’a kızacak olduğunda ¨kızma uykusu çok var o yüzden böyle¨dedim. Normalde Sarp’tan önce atlar duruma el koyardım. Dedim ya beynime oksijen gitti diye. Resmi daha büyük görmeye başladım. Yine de daha önce yapamazmışım. Biliyorum. Doğru zaman şimdiymiş.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Uykusuz Anneler Kulübü

Uyku ile başı dertte olan anneler,

Bir kulübümüz var artık. Tohumları sosyal medyanın incisi Twitter’da atılan: Uykusuz Anneler Kulübü. İnternet annelerinin nasıl biraraya geldiğini daha önce blogda yazmıştım. Çok sık birlikte aynı ortamda bulunamasak da neredeyse her dakika ama özellikle akşamları akıllı telefonlarımız, bilgisayarlarımız sayesinde sanal dünyada buluşuyoruz. Dedikodu yapıyoruz, dizileri tartışıyoruz, annelik hakkında paylaşım yapıyoruz ama en çok uyku konusunda konuşuyoruz.

Şikayetçiyiz.

Az uyumaktan, gece sekiz kere kalkmaktan, sabahın köründe uyanmaktan şikayetçiyiz. Deliksiz uyku özlemi içindeyiz. Genellikle sabah 7′den önce evdeki canavarlar tarafından uyandırılıyoruz. Kimimizinki geç yatıyor, kimimizinki gece saat başı uyanıyor. Bazılarımız da çocuklarıyla birlikte uyuyor. Ortak dert ‘uyku’. Yeterli uykuyu alamıyoruz çoğunlukla. ‘Erken yat o zaman’ uyarılarına da pek kulak asmıyoruz çünkü kendimize ait bir kaç saatimiz olsun istiyoruz. Çok değil 2-3 saat sadece. Kimse karışmasın, kimse bir şey istemesin, çocuk uyanmasın, ‘anneee’ diye bağıran olmasın mümkünse bu kısacık zaman diliminde.

Nereden mi çıktı kulüp fikri? Bir gün blog yazarı arkadaşlarımdan biri olan Peri delirip de ¨Bir kulüp kuralım adına da #uykusuzannelerkulubu diyelim¨ dediğinde. Bekliyormuşuz böyle bir açılım meğer. Anlattıkça anlatıyoruz, ağlıyoruz, birbirimize yardım etmeye çalışıyoruz ve ¨olsun bunlar geçecek¨ diyoruz. Her sabah gözümüzü açar açmaz özellikle Twitter’da kupa almak içinsıraya giriyoruz. En Uykusuz Anne Kupası. Hani almasak daha iyi ama işte deli olduk resmen, eğleniyoruz. Genelde açık ara birinci ben oluyorum. Hem Koray erken kalkıyor hem de ben çoook geç yatıyorum.

Gelelim kulübümüze,

Resmi içeceği: Türk kahvesi.

Kuruluş amacı: Uykusuz anneye yalnız olmadığını anlatmak.

Misyonu: Elbet bir gün uyumak.

- - - -

Uykusuz Anneler Kulübü üyelerini tanımak çok kolaydır:

Gece yatmak bilmez, sosyal medyayı sever, çocuğu kesintisiz uyumaz, çocuğu sabahın köründe kalkar.

Kendisine sürekli “mutlaka birşeyi yanlış yapıyorsundur, biz gayet güzel uyuyoruz” diyen diğer annelere sinir olur.

Her sabah, bir önceki gece erken yatmadığına pişmandır.

Attachment parenting, co-sleeping gibi görüşleri gün geçtikçe daha çok benimser.

Gün içinde arada boş gözlerle bakabilirler.

Bu annelere verilecek en büyük hediye 12 saat kesintisiz uykudur.

Çoğu, yatağını çocuğuyla paylaşmak zorunda kalır.

Kendi gibi uykusuzlara sempati duyar, başından beri fosur fusur uyuyanlara gıpta eder.

Akşam erken yatsa da ‘Ne zaman, Kaç kere kalkarım?’ stresiyle tedirgin uyur.

Gece kaçta uyursa uyusun sabah aynı saatte özellikle de 6.00′da kalkan bir çocuğu vardır.

Uykusuz Anneler Kulübü üyesi olmak ise çok kolay. Tek şart, uykusuzluk çekmek veya çocuğun uykusundan memnuniyetsiz olmak. Twitter hesabınız varsa #uykusuzannelerkulubu etiketi ile bizi bulabilirsiniz. Şimdi bir de Facebook sayfamız oldu. Facebook.com/uykusuzannelerkulubu adresindeyiz. Konu malum. Paylaşıyoruz, dertleşiyoruz. Uyku durumlarından haberdar ediyoruz. Bir blogunuz varsa ve uyku hakkında yazmışsanız linklerini bekliyoruz.

Veee Uykusuz Anneler Kulübü üyelerine geliyor….. Ajda Pekkan’dan Uykusuz Her Gece

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Anneler, Anneanneler ve Çocuklar

'Şımarık çocuk yoktur, ilgi isteyen çocuk vardır' diyen yabancı pedagogları Türk anneanne, babaanne ve dedeleri ile tanışmaya davet ediyorum çünkü

Çocuğuma Kızamıyorum.

Öyle bir hobim yok elbette yani boş zamanlarımda bağırmak, kızmak, çirkefleşmek gibi bir özelliğim yok ancak anneyim. ‘Ben hiiiiçç bağırmıyorum’ diyen beri gelsin. İnanmam. Kendimi tutmak, sesimi kısmak, sinirimi en aza indirmek ve en önemlisi durumu anlamak için türlü türlü yollara başvuruyorum. Arkadaşlarımla konuşuyorum, uzman kişiliklere soruyorum, kitaplar okuyorum… kitaplar… okuyorum, etkileniyorum, gözlerim doluyor hatta. Oğlumu anlayamadığım, ona haksızlık yaptığımı düşünüp bir de ağlıyorum üstüne. Sonra üzerinden bir dakika bile geçmeden, gözlerimdeki yaşlar kurumadan kendimi ‘Koray yapmaaaa’ diye cinnet eşiğinde buluyorum.

Yaz tatili dolayısıyla annemlerle birlikteyiz. Bahçe, havuz, deniz, kum, güneş, ağaçlar, böcekler, anneanne, dede ve yan evde kuzenlerle renkli bir hayatımız var. İlk bakışta harika, imrenilesi, çoğu insanın arayıp da bulamadığı bir fırsat. Koray ile ilgilenen çok olunca ¨sıra sana gelmiyordur¨ diyorlar. Doğru. Doğruydu. Geçen senelerde öyleydi. Ancak şimdi karşımızda bacak kadar boyu ile kafa tutan biri var. İnatlaşma, yaramazlık, zaman zaman asabiyet, gıcıklık, düz duvara tırmanma gibi meziyetleri(!) ile her geçen gün ilişkimizi zorlayan bu 2.5 – 3 yaş arasındaki çocuk yüzünden aile faciası çıkıyor. Her gün hem de.

Onlara kalırsa ben devamlı, çok, gereksizce ve amaçsızca kızıyorum. Duyan da sabah gözümü açıp bağırmaya başladığımı sanar. Valla öyle değil. Sabah saatlerinde pek ilgilenmiyorum yaptıklarıyla, öğlene doğru uykusu gelmeye başlayınca sapıtıyor ben küçük küçük kızmaya başlıyorum. Gözleri kapanırken ‘uyumayalım’ diye ağlamaya başlıyor. İkna etmeye çalışıyorum ama sinirleniyorum yavaş yavaş. Neyse bir şekilde uyutuyorum. Öğleden sonra ise enerjisiyle iyice düz duvara tırmanma ve inatlaşma moduna geçince bende şalter atıyor. Annem de bana kızıyor. Torununa bağırıyorum diye gözleri doluyor, Koray’ı alıp uzaklaştırmaya çalışıyor. Böyle olunca ben daha da sinirleniyorum. Alıp da çocuğuMU benden uzaklaştırıyor diye. Oldu, bir de sosyal hizmetleri çağırsın(Amerikan filmlerinde görürüz ya hani çocuğa kötü davranıldığında ararsın gelirler). En sonunda dün, Koray’a sabah yaptığı yaramazlıklar üzerine sakince bayağı sakince


¨Koray’cığım eğer İnci(anneanne) ile markete gitmek istiyorsan annenin sözünü dinle, Luca’nın gözüne parmağını sokma, koltuğun üzerine tabure koyma, masanın üzerine çıkma. Anlaştık mı?¨.
Güya anlaştık. Çok geçmeden Koray’ı Luca’nın tepesinde bulunca yemin ediyorum gözlerim karardı
¨Koray hiçbir yere gitmiyor ¨ dedim. Tabi ağlamalar, sızlanmalar, böğürmeler başladı.
¨HAYIR, gitmiyorsun.¨
Koray sakinleşmeye karar verdi ama ben sözümden dönmeyecektim. Biliyorum ki bu bir deneme. Gözümün içine bakıyor çünkü. Tam bu sırada annem gelip ¨Annesi bak sakinleşti, bir daha yaparsa gönderme¨ demez mi!
¨Koray hiçbir yere gitmiyor. Ben ona anlattım. Yaramazlık yapmasaydı. Ben anneyim, kötü bir şey yok. Benimle evde kalacak.¨ dedim.

Aman ne ağlamak. Koray ayrı ağlıyor, eminim, annem içinden ayrı. Bir ara Koray’dan ‘ sen anne değilsiiiin!’ lafını bile duydum. Kendimle gurur duydum oysa. Haftalardır ilk defa benim sözüm geçti. Koray ağladı ağladı, sustu.

¨Sakinleştiysen şimdi puzzle ya da hamur yapabiliriz¨ dedim.
¨İnci nerede? ¨diye son bir ümitle sordu. Markete gittiğini duyunca gözleri yeniden doldu ama elimde hamurları görünce vazgeçti ağlamaktan.
Annem eve geldiğinde biz oyun oynuyorduk. İyiydik. Akşam annem telefonda başka bir kuzene günü anlatırken duydum:

¨Oğlan çok yaramaz, bildiğiniz gibi değil. Çok tatlı ama eşkıya. Annesini çok kızdırıyor. İrem de haklı kızmakta ama biz dayanamıyoruz işte.¨ Ben bu itirafı duydum ya… yeter bana.

Bir ara kendi kendime hayat devamlı ¨yapma, etme, elleme¨ demekle mi geçecek diye soruyordum. Annem kocaman bir ‘EVET’ dedi.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Seksi Küçük Kadınlar

Kaba tabiriyle midemi bulandırıyor. Küçüklüğünde annesinin topuklu ayakkabılarına saran, rujlarını ojelerini karıştıran süslü bir kız çocuğuymuşum ben de. Hangi kadın değildir ki zaten? Sonra geçer bu. Çocuk biraz büyüdüğünde yaşının gerektirdiği hale bürünür. Annenin görevidir bu.

Bir erkek çocuğu annesi olduğum için mi böyle rahat konuşuyorum, kız çocuklarını idare etmek zor mu bilmiyorum ama bildiğim tek şey moda dergilerinde kıpkırmızı rujlar, inci kolyeler, seksi büstiyerlerle 7-8 yaşındaki kız çocuklarını görmek istemiyorum. Pedofili nasıl sapıkça, hastalıklı bir ruh ise bir çocuğu bu şekilde arz etmek de o kadar tedavi edilmesi gereken bir durumdur.

Vogue dergisi zaman zaman bu rahatsız edici görselleri yayımlamaktan çekinmiyor ve en kötüsü, protesto edilse de fark eden bir şey olmuyor. Küçücük kızlar şuh bakışlarla kameraya göz kırpıyorlar, dünyaca ünlü moda dergisinin sayfalarını süslüyorlar.

Bir kaç hafta önce Facebook sayfamda yazmıştım:

diye. Bir sürü yorum geldi, konuyu konuştuk paylaştık. Rahatsızım gerçekten hem de.

Ardından geçen gün de takip ettiğim yabancı bloglardan birinde küçük kızlar için üretilmiş seksi iç çamaşırı koleksiyonu haberini . Fransız iç çamaşır markası Jours Après Lunes tarafından üretilmiş. Yetmedi bir de üstüne American Eagle firmasının göğüsleri büyük gösteren, daha doğrusu varmış gibi gösteren sütyenler çıkardığını öğrendim. Öyle ki göğüsler iki beden büyüyormuş. Tam da aradığımız şey öyle değil mi? O an, kan beynime sıçradı.

Ahlaksız moda sektörü işi iyice ileriye götürüp kız çocukları için de tasarım yapmaya başlamış. Moda sektörü ahlaksız demiyorum yanlış anlaşılmasın. AHLAKSIZ MODA’dan bahsediyorum. Para kazanmayı her türlü toplumsal ve etik kuralın üzerinde gören anlayışla tasarım yapan kişilerden, firmalardan söz ediyorum.

Çocuk pornosu, pedofili, sübyancılık, küçücük yaşta evlendirilmek… bu kavramları hayatımızdan tamamen çıkarmamız gerekirken karşımıza push-up sütyenli, jartiyerli küçük kızların resimlerini koyuyorlar. Tekrar söylüyorum bu, benim midemi bulandırıyor.

Modacıların provokatif, kuralları yıkmaya yönelik eğilimleri çocuk ruh halini, bu tip gösterilerin küçücük kızlar üzerindeki etkisini düşünecek durumda değil. Ve ben eminim, bu ürünleri alıp çocuklarına giydiren anneler var. ‘Ne olacak canım çok şirin ama’ diyen insanlar var çünkü de oradan eminim. Ünlü manken ve modellerin çoğunun trajik çocukluk hikayelerini okuduysanız ne demek istediğimi de anlamışsınızdır. Küçük yaşlarda anneleri tarafından podyumlara, güzellik yarışmalarına çıkartılan, para ve şöhretin erken yaşta olgunlaştırdığı hayatlar bunlar. Bir süre sonra blumia, anoreksia ve uyuşturucu ile tanışıyorlar. Fazla geliyor çünkü yaşadıkları. Anlayamıyorlar ama güzel olmaktan, toplumun gözdesi olmaktan vazgeçemiyorlar. En kötüsü de ailelerinden almaları gereken desteği alamıyorlar. Neden? Onbinlerce hatta milyonlarca dolar para kazanabilme ihtimaline karşı aç gözlü anne babalar, çocuklarının acı çekmesine izin veriyorlar.

****

Benim sosyal medyadaki tepkime ilk yanıt iki kız annesi dan gelmişti. Paylaşmak istiyorum:

İki küçük kızı olan bir anne olarak yazıyorum bunları. Endişeliyim. Şaşkınım. Elbette ki her kız, annesine özenir. Onun ayakkabılarını giymek, rujundan ojesinden sürmek ister. Benim 2 yaşındaki kızım da oje sürmek, parfümlerinden kullanmak istiyor. Önemli olan bu istekleri kızlarımızı kırmadan, üzmeden dengelemek. Geçenlerde, doktorumuzun muayenehanesinde beklerken uluslararası bir derginin "kids" ekini karıştırırken karşılaşmıştım bu seksi küçük kızlarla. Küçük bir kadın gördüm. Sinirlendim ve çok üzüldüm. Neresinden baksan 10 yaşlarında bir kız çocuğu vardı o fotoğrafta ama makyajı, saçı, kıyafetleri derken son derece şuh pozlarda bir kadındı. İşin en acısı da o dergi, bunu pazarlayarak para kazanıyordu. Korkunç!

'Küçük kadınlar' durumunu pompalayan çok fazla endüstri var malesef. En başta da moda endüstrisi ve ardından medya. Küçücük kızlar için topuklu ayakkabılar, taşlı çantalar, abartılı kıyafetler üreten markaları görüyoruz. Bunları yayınlayanların çoğu da çocuk dergileri ve çocuk kanalları. Çocuklar elbette talep edeceklerdir bu ışıltılı kıyafetleri. Zaten moda endüstrisi de bundan besleniyor ancak bunları alıp almamak, o tarz bir hayatı yaşamalarına izin vermek ya da vermemek bizim elimizde. Burada en büyük görev anne ve babalarda. Kızlar için tabi ki en önemli rol model anneler. Bu tip kıyafet ve aksesuarların çok özel zamanlarda ve çok kısa sürelerle kullanılabileceğini anlatmalı, çocukların yaşlarına göre davranmaları konusunda gerekli yaptırımları da mutlaka uygulamalıyız.

Büyük kızım 7 yaşında. Büyüdü, serpildi diye internete fotoğrafını bile korkudan koymazken, annelerin o küçücük kızlara topuklu ayakkabı giydirip, pullu taşlı kıyafetlerle fotoğraflarını paylaşmalarını anlayamıyorum! Her çocuk, kız erkek fark etmez, yaşının gerektiğini yaşamalı. Yaşına uygun giyinmeli, yaşına uygun davranmalı. İş annelere düşüyor.

Unutmayalım!

****

Irem Erdilek

Slingomom.com

Yazının devamı...

‘Doğal Ebeveynlik’ dengeleri bozuyor olabilir mi?

Doğal ebeveynlik veya artık herkesin bildiği ve bir şekilde bir yerlerde duyduğu orjinal ingilizce terim hali Attachment Parenting ile ilgili bir sürü yazı yazdım. Sevdiğim ama bir o kadar da eleştirdiğim tarafları var. Yine de çocuğa yakın olmak, onun ihtiyaçlarını anlayabilecek mesafede olmak, kokusunu içime çeke çeke uyumak tarif edilemez bir haz. Anne de çocuk da mutlu.

Peki hep devam ediyor mu bu ideal(!) ilişki? İkisinden biri gün gelip de ”off sıkıldım” diyebilir mi? Yoksa diyen var da dile mi getirmiyor kimse?

Esas soruya geliyorum: Oyunu ilk bozan anne olabilir mi?

İnsan çocuğu için dünyayı karşısına alır ama kendi benliğini, kişiliğini, kadınlığını geride de bırakmamalı. İpin ucunu kaçırınca evde denge, düzen, disiplin ve en sonunda da huzur kalmaz çünkü. Doğal ebeveynliğe fazla takılıp kalmanın iki sonucu olur diye düşünüyorum. Ya ‘aşırı’ ebeveyn olursunuz işi iyice ileriye götürüp ya da ebeveyn olmaktan çıkıp çocuğun oyuncağı haline gelirsiniz.

Bebeğiyle uyuyan, sling kullanan, çocuğuna bakmak için işini gücünü bırakan bir anne olarak ilk bakışta tipik bir doğal ebeveynliğin savunucusu gibi görünüyor olabilirim. Açıkçası ben kendimi daha çok ‘deneysel anne’ olarak görüyorum. Elime geçen her türlü kitabı okuyan, herkese akıl danışan ve bunları kendime göre uygulamaya çalışan bir anneyim. Deneme yanılma yoluyla doğrulara ulaşıyorum. Ne Sears’çıyım ne Tracy Hogg’cu ne de tam olarak Ferber’ci.

Tek bir doğru yok. Hamilelik, doğum, çocuk herkeste aynı değil ki. Herkesin hikayesi farklı. Bazı durumlarda doğal olmak, içinden geldiği gibi davranmak gerekebilir; bazen de bilimsel bir kaynaktan okuyup öğrendiğimiz bir taktiği uygulamak iyi olabiliyor. Ancak ben annelik yolunda her geçen gün tecrübe kazandıkça bu doğal ebeveynlik kavramının gereksizce önümüze sunulduğuna inanıyorum. Çünkü anne sadece ev annesi olmalı, çocuğunu her şeyin, herkesin önüne konmalı, mümkünse sebzesini meyvesini kendi yetiştirmeli gibi bir algı var. Bence en büyük sıkıntı sınırların çizilmiyor olması.

Attachment Parenting savunucusu annelerin bir süre sonra çocuklu hayatlarıyla ilgili endişeleri ortaya çıkıyormuş. Nasıl çıkmasın. Bir anda bu kadar çok kendinden verince, gün gelip de ‘ya hep böyle devam ederse’ farkındalığına varırsın. Düzelt bakalım, çiz şimdi sınırları.

Elbette ilk zamanlar böyle olmuyor. Minicik bebeğin göğsünde uyurken kendinden emin şekilde ‘ben doğal ebeveynliği savunuyorum’ diyebilirsin. Bazen devam eder ama çocuğun doğumuyla işinden, sosyal yaşantısından uzaklaşmış, kadın olduğunu unutmuş bir kadının kriz anları yaşamasından daha doğal bir şey olamaz.

O yüzden diyorum ki bırakalım ona buna takılmayı. Aile yaşantımız, kendi yapımız, ekonomik gücümüz, çocuğun karakteri ve biraz da bizim hayallerimizin harmanlandığı bir ebeveynlikle çocuklarımızı büyütelim.

Anne olmak hiç kolay değil. Hiç!

Irem Erdilek

Slingomom.com

Yazının devamı...

Tuvalet Eğitimi için Kısa Kısa Notlar

Bu işi de atlattığımıza göre ben de havalı havalı yazı yazabilirim. Hatta diyebilirim ki ¨Aaa çok kolay çok, bir bakmışsın bez gitmiş.¨ Böyle demeyeceğim tabi ki. Evet, son aşamayı çok kısa sürede ve çok kolay atlattık ama bizim bezden nasıl kurtulduğumuzu anlamak için resme biraz daha geriden bakmak gerekiyor.

ve SlingoMOM’ın notları…

* Koray geçen sene Mayıs ayında 18.ayını doldurduğunda denemeye yapmaya karar verdim. Anneanne yazlığına gittiğimizde 20.ayına giriyordu ve bir gün alt temizliğinden sonra bezi takmadım. Sonuç oracığa çiş yaptı. Olsun, daha küçük. O da oyuna daldı, ben de unuttum. Her yer çiş.

* Lazımlıkla alıştırayım, dedim. Koray’a lazımlık diye aldığım yeşil alet bizim Luca’nın mama kabına çok benziyordu. Koray da aradaki farkı anında anlamış olacak ki içine su doldurdu ve Luca’nın önüne koydu. Başka bir tane aldım, istemedi, oturmadı.

* Bir kaç kere daha denedim, altı açık gezdirdim. İtiraz üstüne itiraz. Lazımlık istemez, tuvalete oturmaz, çiş geldiğini söylemez ve en sonunda zorlamanın bir anlamı olmadığını kabul ederek vazgeçtim.

* Ben vazgeçtim ama bizim küçük, havuzda veya denizdeyken çişi geldiğinde çıkıyordu. Biz daha duruma müdahale edemeden çişini yapıyordu. Ama bu iyi bir şeydi. Çişinin geldiğini anlıyordu ve uygun ana kadar tutuyordu.

* Koray’a çişin var mı demekten hiç vazgeçmedim.

* Biz tuvalete giderken onun yanımızda olmasına dikkat ettik.

* iki yaşını geçtiği günlerde küçük bir tuvalet görünümünde olan lazımlıklardan birini alıp eve getirdim. Bizim tuvaletin karşısına yerleştirdim. Koray’ın ilgisini çekti. Beziyle oturdu kalktı. Çiş yapıyormuş gibi ses çıkardı.

* Bir sonraki aşama bezsiz olarak oturtmaktı. Önce her akşam banyo öncesi ‘bir oturalım bakalım, çiş var mı?’ dedim. Önce itiraz etti ama oturur oturmaz çiş yapınca biz de anormal bir sevinç gösterisiyle bunu kutlayınca çok sevindi. Bundan böyle kendisi soyunur soyunmaz gitti çişini yaptı.

* Üçüncü aşama sabah kalkar kalkmaz çişe götürmek oldu. Beraber çiş yapıldı, dişler fırçalandı. Bu rutini de sevdi.

* Dördüncü aşama her bez değişiminde gidip lazımlığa oturtup biraz çiş yapmasını sağlamak oldu. Oyun oynamaya dönmek istediği bazı zamanlar yapmak istemedi.

* Beşinci aşama sabahın kör karanlığında uyandığında, ben tekrar uyutmayayım veya kızmayayım diye kendine bir çözüm buldu: ‘Anne çiş var’. Gerçekten de çişini yapıyordu. Ne zaman ki bu sabah ritüeli başladı Koray’ın bezindeki çiş miktarı azalmaya başladı ama kupkuru bulduğum bez sayısı 3-4 olmuştur en fazla.

* Altıncı aşama kaka. İmkansıza yakın bir durum. Lazımlığa çişini yapmaya başladığı andan itibaren kakalı bezini altından almak o kadar zorlaştı. Anladı ki sıra en değerli şeye(!) geliyordu. Ağlaya zırlaya banyoya götürüyordum temizlemek için.

* Kakasını yapacağını anladığımda ‘istersen bezini çıkar, tuvaletine yap’ dedim. Yemedi tabi. ‘Beze yapacağım’ dedi.

* Bir seferinde ‘anne çıkar kaka yapacağım’ dedi. Oturdu lazımlığına kakasını yaptı. Kalıntıları tuvalete döküp ‘güle güle kakalar’ dedik. Sevinçten deliye döndüm ben tabi ki. Bütün sülale arandı, tebrikleri aldık. Bir daha yok.

* Lazımlığı her yere taşıyacak halimiz yok. Sağa sola giderken kullanmak üzere bir adaptör almak istedim. ‘Koray mami al’ dedi. Mavi tuvalet adaptörünü de beğendi ve çişini yapmaya itiraz etmedi. Kaka? Mümkün değil. Ona daha zaman var.

Kış boyunca çok büyük aşamalar geçirdik anlayacağınız. Belki doğru belki yanlış ama ben oğlumun ömrü boyunca psikolojik bir sıkıntı çekmesini engellemek istedim ve zamanı bol bol kullandım. Her adımda ona sordum. Hayır, dedi bir daha sordum. Onu uzun süre takip ettim. Bu arada hayatımızda çok büyük bir değişiklik oldu: Emziği bıraktık. Çocuk için iki travmaya arka arkaya gerek yok öyle değil mi?

Her bir aşama Koray’ı bezden kurtulmaya hazırladı. Önce konsepti kafasına yerleştirdi. Kabullendi, rahatsız olduğunu fark etti. Bir kere ben artık ‘takmayalım’ dedim, en sonunda da kendi ‘takma bez’ dedi. Gerisini zaten Giriş – Gelişme – Sonuç olarak biliyorsunuz.

Son söz olarak,

* Hiç bir zaman çok geç değil, ki ben bir ara panik olmuştum ve ‘Geç mi kalıyorum?’ diye de yazı yazmıştım.

* Bir sefer denediniz, olmadı. Konuyu kapatın. Bir süre sonra tekrar deneyin.

* Çocuğunuzu çok iyi gözlemleyin. Bütün bir gün hem de. Zaten hemen alışıyorsunuz odağa.

* İlk bir kaç gün önce yarım saatte bir çişe götürün.

* Ufaklık ‘çişim yok’ dese bile siz gözlemleriniz sonucu çişi olabileceğini düşünüyorsanız hemen lazımlığına/tuvaletine götürün. Yüzde doksan vardır.

* Kaka konusunda çok üzerine gitmeyin.

* Ufak kazalar olabilir.

* Beklentinizi büyük tutmayın.

* Üç günde mucizelere inanmayın.

* Ancak üç dört gündür başarıyla giden bir tuvalet eğitimi beşinci gün başarısızlığa uğrar gibi olursa da asla vazgeçmeyin.

* Kakasını bazen tuvalete bazen de bezine yapıyorsa bezinden kurtulması an meselesi demektir. Ben ‘bez evde yok’ diye salak bir bahaneyle bir de eline tutuşturduğum silikon tabancasıyla tuvalete oturtup kakasını yaptırmıştım.

* Kaka işini çözmeye çalışırken kimilerine göre gaddarca gelebilir ama ben bağırsaklarını çalıştıracak gıdalara dayandım ki en sonunda tutamasın ve yapmak zorunda kalsın. Aynen de öyle oldu. Çünkü kabızlık yüzünden bir de canı yanarsa uzun süre kakasını beze yapmaya devam eder, diye düşündüm.

Irem Erdilek

www.slingomom.com

Yazının devamı...

Ana - oğul arasında

Oğlum büyüyor.

Kitapları açıp açıp tekrar okuyorum. Meğer 'yok bizimkine benzemiyor' dediğim dönemleri atlatıyormuşuz da bir türlü anlayamıyormuşum.

2 yaş sendromunu atlattık mı yoksa hala bir parça kalıntıları var mı bilmiyorum ama ben artık Koray'ın da seçme hakkı olduğunu, bazı konularda onun isteklerinin yerine getirilmesini kabul ettim. Zorlamaya, üste çıkmaya, dominant anne olmaya gerek yok. Normal olan, sağlıklı olan da bu değil midir zaten.

Son bir kaç haftadır aramızdaki sorunların bu kabullenme eksikliğinden kaynaklandığını itiraf etmeliyim. Karşılıklı inatlaşma gibi saçma sapan bir duruma girdik. Ben, koskoca 32 yaşındaki anne olacak kadın, sen tut henüz 3 yaşını bitirmemiş olan oğlunla tartış. Yeterli olgunluğu gösteremediğim ortada. Eee hani o kadar bilgiliydim, bir sürü kitap okuyordum, blog yazıyordum... ne oldu? Neyi unuttum? Oğlumun doğal sürecinde olduğunu, her şeye 'hayır' demesinin normal olduğunu.

Ben de kendime bir söz verdim. 'Sakin ol, anlayışlı ol ve en önemlisi anne ol'.

Yani karşımdakinin rakibi değil annesi olduğumu hatırlattım kendime. Şimdi aramız daha iyi. Bazen gerçekten çok sinirlendiğimde 1'den 10'a kadar başlıyorum saymaya. Sakinleşmemde yardımcı oluyor ve Koray'a sesimi yükseltme ihtimalim o kadar azalıyor. Zaten iki gündür sesimi hiç yükseltmiyorum, bizimki de bana 'aşkım, tatlım' diyor.

Bir çocuğun aradığı tek şeyin kendini güvende hissedeceği sıcacık bir kucak ve huzurlu bir ev olduğunu her gün hatırlatıyorum kendime ve dua ediyorum hiç bir çocuğun gözünde tek bir damla yaş olmasın diye.

* * * *

Elimde mini mini sevimli, içi sıcacık sözlerle dolu bir kitap var:

MOTHER to SON

Melissa Harrison & Harry H.Harrison, Jr tarafından kaleme alınmış bu başucu kitabının ilk sayfasında şu beş madde var:

Oğlunuzla olan ilişkinizde mükemmelliğe yaklaşmak için…

1. Onun sağlığı ve mutluluğu için her gün dua edin.

2. Babasına saygı gösterin

3. Huzur dolu bir ev için elinizden ne geliyorsa yapın.

4. Onu her gün sevgi, ahlak, toplumsal değerler ve dürüstlük ile besleyin.

Ben artık ezberledim bu maddeleri. Oğluma her kızdığımda aklıma önce bunları getiriyorum. Deneyin, faydasını göreceksiniz.

Irem Erdilek

Slingomom.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.