SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Disiplin kimden sorulur?

Ya da şöyle sorayım, evdeki otorite ikonu kim olmalıdır? Geçen gün bir arkadaşım sordu. 'Sizin ailede otorite kimdi?' diye. Ben, düşünmeden “annem” cevabını verdim. Disiplini annem sağlıyordu gibi görünüyordu. O daha sert mizaçlıdır. Çok düzenlidir, titizdir. Kulaklarımızdan çekmişliği bile vardır. Şimdi düşünüyorum, öyle kedi-köpek gibi kavga ediyorduk ki az bile yapmış. Babam sakin ve soğukkanlıdır. Rahat görünür, sessizdir. Kızdığında iyice sessizleşir ve bizi görmezden gelir. İşte en çok o üzerdi bizi. Anne on kere kulak çeksin ama baba küsmesin isterdik.

Daha doğrusu bizim evde tam bir kuvvetler ayrılığı yoktur. Otorite tek elde toplanmıştı. Günlük olayların polisi annemdi. Demek ki emniyet müdürü babammış. Her şeyi görür duyar, bilmiyormuş gibi yapardı. Bizimkiler birbirlerine paslardı bizi. Anneden izin istenir, “babana sor”. Babaya gidilir “annene sor”.

- Eee sordum sana gönderdi.

- Ben de geri gönderiyorum annene o zaman.

Bir ümit anneye yaklaşılır, usulca. Bir mucize olur, anne bıkar, çocuklarının çenesinden daha doğrusu kızınınkinden kurtulmak için ‘iyi ne halin varsa gör’ falan der. ”Anneciğim…” ile başlayan cümleye ben genelde ağdalı, biraz kafa karıştırıcı şekilde devam ederdim.

- Babam aslında konuya sıcak bakıyor da yine de son kararı senin vermeni istiyor…

Yemez tabi. Lafı hemen yapıştırırdı?

- Baban ‘hayır’ dememek, kötü ebeveyn olmamak için bana gönderiyor.

- Yani???

- Hayır.

Babamı yalnız yakaladığım nadir zamanların çoğunda izni koparmışımdır. Neyse o izin? Ortaokuldayken arkadaşta kalmak en büyük olaydı benim için mesela. Babadan korkmadık biz. Daha doğrusu ebeveynlerimizden korkmadık. Tam olarak arkadaş da olmadık. Ama güvendik, sırtımızı ne olursa onlara dayayabileceğimizi öğrendik. Başka ne öğrendik kardeşimle biliyor musunuz?

Bu dünyada, bizi başka hiç kimsenin onlar kadar çok sevmeyeceğini, düşünmeyeceğini öğrendik.

Anne ve babamızdan korkmadık ama onları kızdırmamız gerektiğini öğrendik.

Yıllar geçtikçe onların her zaman haklı olduğunu öğrendik.

Bize izin vermemelerinin daima bir sebebi olduğunu öğrendik.

Kısacası dengeli bir otoriter yapı içinde büyüdük. Disiplinimiz oybirliği verilen kararların bütünüydü. Şimdi bunun ne kadar önemli olduğunu anlayabiliyorum. Hem çocukla ilişki de hem de anne-baba arasındaki ilişkinin uyumlu olmasını sağlıyor. Biz henüz yolun başındayız. Ben evde ciddi bir otorite unsuruyum. Sarp çok yumuşak bir baba ve asla Koray’ın canını sıkacak bir harekette bulunmuyor. İlaç mı içirilecek, yatağa mı gönderilecek, havuzdan denizden mi çıkarılacak??? Hepsi benim görevim. Sarp’a kalsa Koray’ı saatlerce bir şey yapması için ikna etmeye çalışabilir. Benim sabrım zaten az, kaptığım gibi bizim bücürü olayı kapatıyorum. Evet o an benim istediğim oluyor ama Koray bu sefer babasını kurtarıcı gibi gördüğünden ”babaaaaa….” diye böğürüyor. Duyan çocuğu tartakladığımı sanır. Ha bir iki sefer annem, babam hatta kocam ”yoksa Koray’ı tartakladın mı?” diye sorabildiler. Koray’ı değil ama oracıkta onlara girişecektim az daha.

Geçen gün ”annemi istemiyoruuum, baba gelsin” diye ağlıyordu yatakta. Neden? Babasıyla uykuya geçmesi saatler alıyor, anne hemen uyutuyor çünkü. Ben anlamadım bu işi. Karı-koca olarak eğitilmemiz gerekiyor sanırım. Ben sakinleşmem, Sarp’ın da Koray’a karşı biraz olsun direnç göstermeyi öğrenmesi gerekiyor. Neyse elimde bir sürü kitapla yurda döneceğim. Sadece kitap işi değil ama bir yerden başlamak gerekiyor, öyle değil mi?

Irem Erdilek

Slingomom.com

Yazının devamı...

Tuvalet Eğitiminde Mutlu Son

Geldik son dönemece. Her şey bitti ve biz arkamızda bıraktık ya bezleri... Oysa birkaç hafta önce hala marketten bez alıyorduk. En son alışverişimizi hatırlıyorum. Evde 7-8 adet bez kalmıştı sanırım. Sarp ile markette dolanırken demiştim ki ”bir iki güne tuvalet eğitimine başlayacağız, acaba almasak mı?” O da ”olsun olsun al sen. Bakarsın hemen bitmez veya ishal falan olur. Gece yarısı bez aramakla uğraşmayalım.” Ne oldu biliyor musunuz? Ben, o kırksekizlik hazır bez ambalajını açmadım.

5 gün gibi kısa bir sürede gündüz çişini ve hatta kakasını halletmiştik. Geriye gece bezi kalmıştı. Bir yandan her türlü kaynağı okuyordum, diğer yandan da tuvalet eğitimini tamamlamış olan tecrübeli annelere soruyordum. Bir kısmı ”gece devam ettirme, onu da çıkart aklı karışmasın” diyorlardı. Bir kısmı da, özellikle annem ve kuzenler ”aman zorlama, daha yeni başladınız. Gündüzü iyice öğrensin geceyi bir iki hafta sonra atarsın” diyorlardı. Ben emin olamıyordum açıkçası. Sonuç olarak tek bir doğru yol yok bu işte. Kimi çocuk aylarca bezinden ayrılmıyormuş, kimi de daha ilk günden bezi atıyormuş. Doğrudan çocuğun yapısıyla ilgili bir durum.

Bu arada gündüz uykularından kuru kalkan ve gün içind bez görmeyen Koray rahatlığa alışmış olacak ki bir gece banyodan sonra ”bez takma anne” dedi. ”Emin misin?” gibi salak bir soru sordum. O da annesine lafı yapıştırırcasına ”bez takma istemiyorum, don giycem” dedi. ‘Don’ kelimesini nereden duydu bilmiyorum bu arada? Müthiş bir sevinç ve azıcık da endişeyle mavi donunu(!) giydirdim. Yatacağı yere sızdırmaz bir örtü koymaya kalktım ki kıyamet koptu. Vay efendim çarşafın üstüne konmazmış!(Babası kılıklı, bunu sonra anlatacağım) Neyse… bu sefer gerçek bir endişe ile yatırdım. O hemen uyudu ama ben ne zaman çişe kaldırsam derdine düştüm bu sefer. Bir saat, iki saat… üç saate yaklaşırken kendisi uyandı. Hemen kaldırıp çişe götürdüm. Biraz söylendi ama yaptı. Sonra sabaha kadar mışıl mışıl uyudu. Kupkuru kalktık.

Bundan sonraki geceler, Koray’ı kendi kalktığı zamanlarda çişe götürmeye karar verdim. Uyanmadığında da ben yatarken kaldırdım. Bir akşam onu uyuturken nasıl olduysa uyuya kaldım ve sabahın dördünde ”anne çiş var” diye uyandı. Anladım ki bu iş bitmiş.

İki haftadan daha kısa bir sürede bezden tamamen kurtulduk biz. Hala gözümde nasıl o kadar büyüttüğüme inanamıyorum. Artık tavsiyede bulunabilirim demek oluyor bu. Baştan sona kısa kısa notlarla tavsiyelerimi toparlayıp yakında yazacağım.

Irem Erdilek

Slingomom.com

Yazının devamı...

Tuvalet Eğitimi - Gelişme

24 Haziran’da başladığımız tuvalet eğitimi daha doğrusu hazır bezden kurtulma girişimimizi 7 Temmuz’da başarıyla sonlandırdık ama ben yazmakta biraz geciktim.

Gelişme kısmı bizim için gündüz uykusuna da bezsiz yatması ve kakanın tuvalete yapılmasıydı. Zorlamadan, kendi isteğiyle ve haber verdiğinde. Çişi çok kolay hallettik.

BEZSİZ GÜNDÜZ UYKUSU

İlk 3-4 gün ağır bir gripten yeni kalktığı için gündüz uykularında da bezini takmıştım ama 5.gün öğle uykusuna bezsiz yatırdım. Yatağa da alez yerleştirdim. Bir saat sonra ağlayarak uyandı, çişini kaçırmış altına ve o ıslaklıkla uyanmıştı. Gittik tuvalete kalanı da yaptı ve benim biraz zorlamamla bir saat daha horul horul uyudu. 6.gün de öğlen hafif çapta bir kaçırma durumuyla uyandı ama 2 saat sonra yani zaten öğle uykusunu bitirmek üzereymiş. 7.gün sokakta otomobil içinde uyuya kaldı ve ben panik halindeydim. 45 dakika-1 saat dolandım arabayla. Kupkuru kalktı. Kocaman bir BRAVO eşliğinde sevdiği çikolatadan bir parça verdim. Çok hoşuna gitti. Bir daha gündüz altına kaçırmadı.

KAKA İÇİN İKNA TURLARI

Gündüz bezini çıkardığımız andan itibaren biraz sıkıntı yaşayacağımızı tahmin ediyordum. Koray’ın sıkıntılı sıkıntılı dolandığını gördüğüm her an ¨tuvalate gitmek ister misin?¨diye sordum. Cevap: ¨Bez tak¨oldu. Duymazlıktan geldim ya da ¨hava çok sıcak, bez popoda yara yapabilir¨dedim. İkna olmuş gibi göründü ama yine de yapmadı. Ama tuvalete oturmakta itiraz etmedi. İlk gün sabah ve akşam abartmıyorum en az yarım saat oturduk. Oyuncaklar, hikayeler hatta oturmasını sağlamak için çıkarıp bitmiş silikon tabancası bile verdim eline. Yok gelen, giden olmadı ama benim için bu da bir aşamaydı çünkü ‘kaka’ için tuvalete oturuyordu. İkinci gün de aynı şekilde geçti. Bu arada hastalıktan yeni kalktığı için de doğru dürüst yemek yemiyordu. Bir de öyle bir malzeme(!) sıkıtnımız vardı. Neyse ki bahçemizdeki kayısıları tıkıyorduk ağzına. Üçüncü gün havuzda yüzerken can hıraş çıktı ve ben daha tuvalete götüremeden çimlere bırakıverdi kendini. Bir sonraki gün tuvalete oturmaya itiraz etti. Beşinci gün yine bir ikna turu sayesinde tuvalete oturdu ve işte… Sonunda da kendi kendine ¨Güle güle Kakalaaar¨demeyi de ihmal etmeden sifonu çekti. Pek bir mesut olduk sülalecek. Herkeslere telefonlar açıldı, tebrikler alındı.

kaka yaparken ellerimi tutmak istiyor! Eski kötü ve acılı günleri mi geliyor aklına nedir? Benden güç alıyor. Sanırım o beni bırakana kadar böyle devam edecek.

Bu arada elimizde Elmo’nun Tuvalet Eğitimi kitabı ile geziyoruz. Bayılıyoruz.

Çocukların görsel olarak da kitap veya çizgi film gibi bir kaynaktan bu bez bırakma hikayesiyle karşılaşması ikna olmaları açısından faydalı olabilir. İki kızı olan bir arkadaşım küçüğe tuvalet eğitimini ablasının verdiğini söyledi:) Ya da ikinci çocuk yapmam için beni ikna etmeye çalışıyor!

Anlayacağınız 5 günün sonunda hem gündüz çiş durumu hem de kaka derdini hallettik. Geriye gece bezini çıkarmak kalmıştı. Onu son bölüme saklıyorum. Arkası yarın!

Irem Erdilek

Slingomom.com

Yazının devamı...

Tatil Burnunuzdan Gelmesin

Bundan bir kaç sene önce aklına eseni yapan, sabahlara kadar eğlenip öğle saatlerine kadar tembel tembel uyuyan, bir saat içinde seyahat programına dahil olmaya alışmış çift için çocuklu hayat kendini en iyi tatillerde gösteriyor. Bu konuda oldukça tecrübeli olduğumdan bir kaç önerim olacak:

1. Beklentilerinizi azaltın. Çekirdek aile olarak çıkacağınız ilk tatilin filmlerdeki gibi bol neşe ve kucaklaşma ile geçeceğini zannetmeyin yoksa hayal kırıklığına uğrarsınız. İş, evliliğinizi gözden geçirmeye kadar varabilir.

2. Ormanın derinliklerinde, medeniyetten uzakta bir yere gitmiyorsanız valizlerinizi ve el çantalarınızı tıka basa mama, bez, ıslak mendil ve kremlerle doldurmayın. Kendiniz için de bir şeyler almayı unutmayın. Sonra 'ben anneyim, önemli değil ne giydiğim' düşüncesiyle tatil beldesine vardığınızda yeniden kadın gibi görünmek istediğiniz fark edip valizin sağında solunda sıkışma ihtimali olan eteklerinizi arar durursunuz. İyisi mi siz önceden gideceğiniz yerin yakınlarında market, eczane gibi acil durumda ihtiyaçlarınızı karşılayacak kilit noktaların olup olmadığını araştırın. Gerçekten yoksa, sadece gideceğiniz gün kadar ihtiyacınız olan eşyayı götürün.

3. Tamam yukarıda bebeğe ait her şeyi götürmeyin dedim ama öyle eli boş da gitmeyin. Daha doğrusu detaylı bir plan yapın. Gideceğiniz yerin çevresini araştırın. Valizlere koyacaklarınızın listesini yapın.

4. Uyku düzeni diye inat etmeyin. Bebeğiniz veya çocuğunuz için başka bir oda tutmayacağınıza göre aynı odada kalacaksınız. Bizim akıllı ufaklıklar bu durumu çok iyi kullanırlar. Çocuk yatağı veya seyahat boyu beşiğiniz hazırda bulunuyor olsa bile çekirdek aile olarak aynı yatakta uyanma ihtimaliniz çok yüksek. ''Tatil dönüşü bu işi nasıl düzelteceğim?'' derdine düşmeyin. Kriz anları yaşamayın, yaşatmayın. Çünkü siz ilk anda ''yok, olmaz, herkes yatağına'' deseniz bile, kocanız ''aman boşver uyuyalım işte, sinir krizi geçirme'' diyecek ve siz de tırnaklarınızı göstereceksiniz. Boşuna.

5. Çocukla maceraya atılmayın. Yok olmuyor. ''Oğlanı/kızı alırım sırtıma, dere tepe gezeriz. Hatta çadır kurarız. Benim çocuğum uyumludur'' demeyin. Mümkünse medeniyetin içinde rahat edebileceğiniz bir yerde tatil yapın.

6. Tatil planı yaparken kızgın kumlardan serin sulara atlayacağınızı, havalı güneş gözlüğünüz vücudunuzun bir parçasıymış gibi gezeceğinizi zannetmeyin. Ayaklarınızı uzatabileceğiniz tek an, ufaklık iyilik yapar da sahilde uyuyakalırsa işte o. Moral bozmak gibi olmasın ama evde daha çok dinlediğiniz zamanlar oluyor.

7. Baba, her ne kadar eşine yardımcı olmayı can-ı gönülden(!) istese de arada kaçamak yapmaya yeltenecektir. Kavga etmeyin.

8. Çocuğunuz denizden veya havuzdan hoşlanmayabilir, kuma ayaklarını basmak istemeyebilir ve bunları size oldukça gürültülü bir ağlama kriziyle anlatabilir. Hazırlıklı olun. Kızmayın, söylenmeyin. ''Bütün çocuklar suda oynuyor, sen ne istiyorsun?'' diye anlamsız cümlelerle ufaklığı korkutmayın. Bir haftalık tatilin ancak son günü ayaklarını suya sokmaya ikna edebilirsiniz. Fazla üstüne gidecek olursanız bu sefer banyoya da itiraz etmeye başlayabilir. Sudan korkmamasına uğraşın.

9. Yolculukta veya tatil boyunca yanınızda mutlaka atıştıracak bir şeyler bulundurun.

10. Sahilde veya havuz başında gördüğünüz, günde sekiz bikini değiştiren mükemmel(!) vücutlu kadınlara bakıp bir de kendinize BAKMAYIN. Moralinizi bozmayın. Kimse sizden öyle bir performans beklemiyor. Bir anda tatilin ortasında diyete başlamaya kalkmayın.

11. Tatilde olduğunuzu, kuralları biraz olsun esnetebileceğinizi unutmayın.

İyisi mi boşverin. Uyku rutini önemli çok iyi biliyorum. Hatta tatillerde bile uymaya çalışıyorum ama ortam müsaitse. Değilse bırakın bir kaç gün herkes kendi kafasına göre takılsın. Anne-baba-çocuk olarak çıkılan ilk tatilin albümlerde bir an önce yerini alması için uğraşın. Bol bol gülümseyin, bebeğiniz ve eşinizle geçireceğiniz her dakikanın tadını çıkarın.

Irem Erdilek

www.slingomom.com

Yazının devamı...

İkinci Çocuk Şart Mı?

Koray 3 yaşını bitirmek üzere. Emzikti, tuvaletti derken bir sürü büyüme aşamasını kolayca tamamladık. Çocuklu hayata iyice alıştım ben de. O yanımda olmayınca kendimi eksik hissediyorum. Şimdi bir de bıcır bıcır, susmadan konuşmuyor mu, çok eğleniyoruz. Bol bol geziyoruz, ana-oğul yemeğe çıkıyoruz, ailecek seyahat ediyoruz. Artık hiç bir şey zor değil. Eylül’de okula da başlayacak. Kendime ait yarım günüm olacak diye saat saat detaylı program yapıyorum. Anlayacağınız iyiyim.

Ancak bir sorun var ortada: İkinci çocuk meselesi.

Koray doğduğu günden beri ‘kardeş ne zaman yapacaksın?’ sorularına maruz kalıyorum. Hele son aylarda üzerimdeki baskı gittikçe hissedilir oldu. Tuvalet derdimiz de bitti ya kaçacak yerim yok. ‘Bi durun’ diyorum. Hemen tepeme çullanılıyor. Cevap da veremiyorum. Bahanem kalmamış. Öyle diyorlar. Peki ben şimdi mecbur muyum ikinci kere aynı sıkıntıları yaşamaya?

Sıkıntı?!?! Evet itiraf ediyorum. O ilk 6 hatta 9 ay yüzünden bir çocuk daha sahibi olmak istemiyorum. Koray bana çok mu kötü günler geçirtti? Çok değil. Sağlıklı her yeni doğanın çektirdiği kadar ama işte bana fazla geldi. Gecede 12 kere uyanmak, dakikalarca canın yana yana emzirmek hem de ‘anneyim ben, bu memeler niye var?’ gururu ile mamayı reddederek ağlaya ağlaya emzirmek sonra uyku düzeni sağlayacağım diye Ferber yüzünden koca ve anne ile tartışmak, tam her şey yoluna girdi derken tepetaklak oluvermek…

… korkuyorum.

Akıl sağlığımı kaybetmekten korkuyorum.

Daha fazla bağıran anne olmaktan korkuyorum.

Kocamla aram bozulacak diye korkuyorum.

Kendime ayıracak beş dakika bulamayacağım diye korkuyorum.

Gece de 12 kere daha uyanmaktan korkuyorum.

İtiraf ediyorum işte. Benim hala ikinciye cesaret edemememin sebebi bunlar.

Zaten birden fazla çocuk genelde neden yapılır ki? Çok fazla çocuk sevildiği için mi yoksa ‘kardeş’ olsun diye mi? Nerede duydum veya okudum hatırlamıyorum ama aklımda kalan bir cümle var: İlk çocuğu kendiniz için, ikinciyi ‘kardeş’ olsun diye yaparsınız!

Sanırım benim ruh halimi anlatıyor. Kendimi iki çocuklu düşünemiyorum mesela. Tabi bu arada ‘ikinciyi yapmadan birinci hep zor gelecek’ diyenler de yok değil. İkincinin daha kolay büyüdüğünü söylüyor çoğu anne. İyi de ikinci de emiyor, gecede 55 kere uyanıyor, emeklemesi yürümesi derken tüm bu aşamalardan geçiliyor. Benim kalbimi sıkıştıran o ilk aylar zaten. Sonrası bir şekilde gelip geçecek nasıl olsa. Öyle değil mi?

Bugün biz Koray ile uğraşırken, üç çocuklu bir aile ile yan yana geldik. 3-4 yaşlarında ikizler ve 6 aylık bir bebek. Tam tımarhanelik benim için. Bakıyorum anne yorgun ama sinirleri alınmış gibi. Belki de gerçekten aldırmıştır. Baba deseniz, o da öyle. Alışmışlar mı, çocuklar mı çok uslu anlayamadım. Hem korktum hem imrendim. Kalabalık ailenin neşesi başka oluyor.

Bir itiraf daha: ikinciyi yapmak için sabırsızlanıyorum. Normal değilim sanırım. Gerçek bu ama. Korkularımdan biraz olsun arınabilirsem hamilelik hazırlıklarına başlayacağım.

Anne olunca böyle oluyor.

Irem Erdilek

www.slingomom.com

Yazının devamı...

Çevreye verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz!

Şimdi biz bir tatil beldesindeyiz ya… anneanne-dede ve diğer kuzen gruplarıyla birlikteyiz ya… çocuklu ve çocuksuz olarak değişik değişik aktivitelere katılıp hem bekar, hem çocuklu çift hem de çocuksuz çift karakterlerine bürünebiliyoruz. Bu da bana bir sürü konu hakkında gözlem ve analiz yapma şansı veriyor.

Tüm kışı deniz, güneş, kum yani tatil hayalleriyle geçiren Türk insanı havaların iyice ısınmasıyla kendini sahil kasabalarına atar. Ege ve Akdeniz kıyılarındaki nüfus bir kaç hafta içinde 8 katına ulaşır. Çoluk çocuk herkeste bir gevşeklik, bir neşe. Planlar günler öncesinden yapılır. Önce bir veya bir kaç nokta belirlenir. Oralardaki otel/pansiyon ayarlamaları, gidilecek olan plajlar, yeni açılan restaurantlar ve varsa değişik aktiviteler, hepsi belirlenir ve programlanır. Çocuklu aile daha titiz ve detaylı bir çalışma yapmalı. Zira karşılaşılacak en ufak terslikle tüm dünya terse döner ve ‘çocukla tatile çıkanın…’ ile başlayan cümleler duyulur.

Buraya kadar her şey ‘tamam’ diyelim. Evli, bekar, çocuklu herkes uçağa* BİRLİKTE bindi ve tatile çıktı. Uçaktan inip de havaalanından dışarı adım atar atmaz çocuklu – çocuksuz sınırının çizilmesi gerekiyor. Malesef çocuklu yaşamı hazmetmek, çevreye ve doğaya karşı saygılı olmak bir kültür. Ve anladım ki bu kültür bizde yeteri kadar gelişmemiş.

Öyleyse.... Sınırları Çizelim!

Otellerde. Bazı otellere veya tatil köylerine zaten çocuk alınmıyor. Bu durumu garipseyenleri de ben garipsiyorum. Millet, büyükşehrin bunalımlı havasından kaçıp gelmiş kafa dinlemeye. Sabahın altısında ciyak ciyak bebek ağlaması veya uykusunu almış, yeni güne hazır bir fırlamanın gürültüsüne maruz kalmak zorunda değil kimse. İşin kötüsü çocuklu olduğu için kendini çok önemli zanneden bir grup da var. Her an her yerde özel ilgi bekliyorlar. Doğrudur, yardıma ve hoşgörüye ihtiyacımız var ama çevreye karşı sorumluluklarımız da var. Bizden olmayanların da bazı beklentileri olabileceğini bilmemiz ve işte tam burada sınırımızı çizmemiz gerekiyor. Biz kendi evimizde olduğumuz halde Koray sabahın körü uyandığı zamanlarda ses çıkarmasın diye türlü türlü şaklabanlıklarla onu oyalamaya çalışıyorum. İşte bu yüzden çocukların veya belli bir yaşın altındaki çocukların alınmadığı otellere ihtiyaç var. Hatta ayrım yapılmayan büyük otellerde çocuksuz katlar bile olabilir. Elbette her türlü şartta çocuğumuzun gürültü kirliliğine yol açmasını engellememiz gerekiyor. Belki de yan odada sabah 9′a kadar mışıl mışıl uyuyan bir bebek vardır. Kim bilir?!?

Restoranlarda. Çocuklu, çekirdek aile bir restorana gittiğinde nispeten daha az çevreye rahatsızlık veriyor. Fakat ne zaman ki bir kaç aile birlikte dışarı çıksın, aynı yaşlarda iki üç çocuk buluşsun. Aman Allahım!! Yemek mi yeniyor, kavga mı ediliyor belli değil. Bir tanesi oturur, diğeri kalkar başınız döner. Anneler birbirleriyle konuşmak için yoğun çaba harcarken kocalarına da en tersinden bi’bakış atarlar ki veletlerle ilginsinler. Kimi restoranlar halden anlayıp bir köşeye çocuklar için oyun odası da düzenliyorlar. Fakat 1.5-2 yaş grubunu tek başına oralarda bırakamazsın. Yine birisinin başlarında durması gerekir. Masada oturması gereken ancak yürüme kabiliyetine erişmiş olanlar da anı kollarlar ve kaçıverirler ortamdan. Masaların arasında bir koşuşturmaca başlar. Hele ki daracık bir alanda dip dibe masalar varsa… anne çocuğun arkasında kan ter içinde utana sıkıla ilerler. Çocuğunu kaptığı gibi masaya götürür ve ‘bize bu aktivite yeter, hadi eve’ diye çemkirir. Evet, tipik Türk ailesi.

Plajlarda. Valla oteli, restoranı geçtim de plajlarda gerçekten de bir ayrım olmalı. Hem biz çocuklular yayıla yayıla kumdan kale yapalım, denize taş atalım, ufaklıkların rahat rahat sahilde suları sıçrata sıçrata koşturmasına izin verelim, hem de kafa dinlemeye gelenler bu veletlerin kum savaşına maruz kalmadan huzur içinde güneşlensinler. Hem onlara yazık, hem bize.

Bizzat şahit olduğum bir iki olayı anlatmak istiyorum:

1.Öğlen yemeği için gittiğimiz mekanda karşımızdaki masada oturan büyük bir grup vardı. 3-4 çocuklu son derece gürültülü bu ekip kalktığında oturdukları masanın altında kirli çocuk bezi bıraktıklarını gördük. Ağzımız açık kaldı. Garsonlar ‘yuhhh’ diyerek etrafı temizlediler. Yemin ediyorum ben utandım.

2. Kumsaldaki dip dibe şezlonlarda annesi güç bela güneşlenmeye çalışan ufaklığın biri elindeki kumları önlerindeki şezlongta yatanların sırtına serpiyordu(!) Annesi onu engelledi bir şekilde. Beş dakika geçmedi yine önde oturanların saçlarını çekmeye çalıştı. Anne, bu sefer aldı kuma götürdü. Evet, doğru tahmin bunlar İrem ve Koray ve bizimkinin azgınlıklarına maruz kalanlar da öyle hoşgörülüydüler ki iki kere utandım.

3. Yine plaj. Bu sefer biz değiliz ama:) Yeni bebekleri olmuş bir çift gelmişler çöl sıcağında denizin kenarına. Herkesin suratı asık zaten ama işte tatil yapıyorlar. Minik bebek uyumuş yolda, ona orada bir yatak yapmaya çalıştılar. Yan taraftaki iki şezlongu aldılar. Birini yan çevirip çadır gibi bir şey inşa ettiler. Daha sonra anne baba ayrı ayrı şezlonglarda güneşlenmeye devam ettiler. Plaj görevlileri diğer iki şezlongun parasını isteyince olay oldu. Vay efendim, bebekleri varmış da, insan biraz yardımcı olurmuş da, bebek nerede uyuyacakmış da. Görevli, ”hanımefendi ben şezlongu kullanamazsınız demiyorum, sadece parasını istiyorum. Verin dört tanesinin parasını, sonra ne yaparsanız yapın” dedi. Kadın asabi zaten, söylendi de söylendi. Bu ufak çaplı tartışma herkesi rahatsız etti. Sonra diğer yanımdaki çocuksuz bir başka grup başladı bu sefer ”bebekle gelme madem ya da otur kumda” demeye. Allahtan sadece ben duydum.

4. Yine plaj. 9 aylık bir bebek, annesi ve anneannesi. Zar zor ağlaya ağlaya uyudu bebek. Usulca yerleştirdiler bir köşeye. Buraya kadar her şey iyi. Ama plaj burası. Koşanlar, konuşanlar, tavla oynayanlar, şakalaşanlar, gülenler… Herkese müdahale başladı. ”Yavaş çocuk uyuyor”, ”cık cık cık”, ”hiç saygı yok” Buna bir şey demek istemiyorum.

Sonuç olarak herkes kendince haklı. Herkes tatilde rahat etmek ister. Herkes karşı taraftan saygı bekler. Malesef çocuklular daha fazlasını bekliyorlar üstelik de karşı tarafın ihtiyaçlarını görmezden gelerek. Bunaldığım, tek başıma uğraşmak zorunda kaldığım anlarda malesef ben de bu fazla anlayışı bekleyebiliyorum. Yanlış olduğunu fark etsem de içimden geçiyor. İşte biz bunu öğrenene kadar çocuklu – çocuksuz ayrı yarı takılalım . En iyisi bu!

Irem Erdilek

www.slingomom.com

Yazının devamı...

Çocuklu Evde Her Şey Mümkün

Eskiden her an düzenli, toplu olan eviniz artık sadece temizlikten sonra 1 saat derli toplu kalıyorsa;

koltuk minderleri aralarından arabalar, emzikler çıkıyorsa;

otomobilde direksiyon dahil dört bir yerde renkli renkli çıkartmalar varsa;

çantanızda kadın pedinden önce hazır bez çıkıyorsa;

çivi çakıp süs püs asmaya kıyamadığınız pırıl pırıl bembeyaz duvarlarınızda empresyonist akımın izleri varsa;

daha önce karakalem nü tabloların asılı olduğu yatak odanızın duvarlarında winnie the pooh, mickey mouse çıkartmaları varsa;

‘hayatta mutfağıma sokmam’ dediğiniz plastik bardaklardan çeşit çeşit, boy boy varsa;

banyoda klozetin hemen yanında oyuncak olarak slikon tabancası varsa;

çantanın ön gözüne sıkıştırılmış 23 numara ayakkabılar varsa;

salonun ortasında toplu gözüken bir oyuncak yığını her zaman duruyorsa;

biblolar, çerçeveler, süsler arasına itinayla yerleştirilmiş plastik bir kürek varsa;

masanın ortasında duran süs meyve tabağındaki meyvelerin her birinde diş izleri varsa;

buzdolabında mıncık mıncık kaplarda yemekler bulunuyorsa;

evin içinde devamlı bir telaş, bir koşturmaca varsa;

geniş bir şarkı, türkü, ninni repertuarınız oluşmuşsa;

sabahın altısında arabalar, legolar, figür hayvanlar küvetin içinde yıkanıyorsa;

o evde hayat var demektir.

Belki birazcık(!) yorucu ama neşeli, hareketli, mutlu bir hayat…

Irem Erdilek

www.slingomom.com

Yazının devamı...

Tek Çocuk Neyimize Yetmiyor?

Bugün diğer blogları tararken annelik halleriyle ilgili bir yazıya gelen yoruma takıldım. İki çocuklu bir anne, sahip olduğu tek çocuğunun yemesinden, uykusundan şikayet eden annelere sesleniyordu. ”Neden şikayet ediyorsunuz ki? Madem öyle ikinciyi asla düşünmeyin.”e benzer cümleler kurmuştu. İçimden ‘niye ki?’ dedim. Elimizde olan bir tanesi gerçekten uykusuzsa, yemek yemiyorsa, zaman zaman yoğun inatlaşmalara giriyorsa ve bunlardan dolayı bunalan anne ”off” diyemez mi? Elbette iki çocuğun ne denli zor ve yorucu olduğunun farkındayız. Anlamak için iki taneye sahip olmak gerekmiyor. Evdekinden bir tane daha olduğunu hayal etmek yetiyor durumu kavramaya.

Ayrıca soruyorum buradan çok çocuklu annelere:

Gerçekten de böyleyse ben ikinciyi düşünmemeliyim. Çünkü gecenin bi’körü yanıma gelmesinden tutun da iki yaş sendromu hallerine, iştah sorunlarımıza kadar şikayet edebiliyorum. Hayır, pişman değilim ama yorgun olduğumda dilime vuruyor işte. Üstelik öyle aileler biliyorum ki evde kedi mi var yoksa iki tane çocuk mu, belli değil. Tam tersine üç çocuğa bedel çocuklar da var. Biz iki gruba da girmiyoruz. Koray hareketli bir çocuk ama öyle bana saç baş yolduran cinsten yaramaz ve huysuz değil. Bu aralar tek derdimiz Luca’ya olan hırçın davranışları.

Ama evet, geçen akşam sık uyandığından ve bir önceki sabah da 5.45′te kalkıyor olduğundan şikayet ettim. Hatta bu sabah ”Bu sıcakta mızmızlanan çocuk hiç çekilmiyor” dedim. Anne refleksi işte. Bunun üzerine birinin çıkıp da ‘peki ya iki tane olsaydı ne yapacaktın? Tek çocuk çok kolay’ gibi durumu önemsizleştiren sözler komik geliyor. Çocuk büyütmek başlı başına iş. Yorulmak için iki tane, üç tane, ikiz veya üçüz sahibi olmaya gerek yok ki. Ha bu arada, hayal bile edemiyorum üç tane Koray olduğundan evde o ayrı.

Benim anladığım,

çocuklular çocuksuzlara;

çalışan anneler çalışmayanlara;

çalışmayan anneler çalışanlara;

çok çocuklular tek çocuklulara;

ikizleri olanlar herkese;

tek parmağını kaldırıyor ve ”Hooop sen orada dur. Ben ne kadar yoruluyorum, haberin var mı?” diyor. Sanırım bu hep böyle olacak. Belli mi olur, yarın öbür gün ikinci bebek kucağımda tek çocuklu birine çemkirebilirim. O zaman biridi bana hatırlatır bu satırları.

Irem Erdilek

www.slingomom.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.