SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

"Nefret etsinler diye elimden geleni yapıyorum"

Erhan Alpay, Sefirin Kızı dizisinde canlandırdığı Akın karakteriyle dikkatleri üzerine çekiyor. Dizinin kötü adamı Alpay aslında performansa dayalı tiyatro oyunlarına gönül vermiş usta bir oyuncu. Akın rolüyle ise kötü adam karakterine yeni bir yorum getiren bir isim. Erhan Alpay canlandırdığı roldeki gibi kötü karakterlerin dişi ve oynaması çok keyifli roller olduğunu belirtiyor. “Seyirciye karşı görevim Akın’dan nefret etsinler diye elimden geleni yapmak” diyen Alpay, oyunculukta kötü karakterlerin akılda daha kalıcı olması konusuna ise şöyle bir yorum getiriyor; “Bir şeyi iyi yapıyor olmak karşılığını bulmak için yeterli. Başrol veya yan rol olmak, akılda kalan kötüyü oynamak mesele değil. Mesele o rolü nasıl en iyi şekilde hayata geçirdiğinle ilgili…”


Sefirin Kızı dizisinde yine dikkat çekici bir roldesin bu deneyimi sen nasıl anlatırsın nasıl gidiyor?

Her rolün benim için ayrı bir yeri oldu bu zamana kadar. Ama şuan oynadığım karakter diğerlerinden çok farklı. Ters köşe bir karakter oynuyorum . Burada oynadığım ve canlandırdığım karakter sosyopat ve kötü. Dolayısıyla bir oyuncu için kötü karakteri iyi çıkartabilmek başka bir keyif ve deneyim. Bu deneyimi tadıyor olmak benim için çok özel.

Akın hayatındaki diğer karakterlere göre nasıl bir yer ediniyor kariyerinde?

Daha önce tiyatro sahnesinde kötü bir karakter canlandırdım ama televizyonda benim için böyle bir karakter ilk oluyor. Bu durum beni olumlu anlamda etkiledi çünkü bu tarz karakterler dişli karakterlerdir. Bunları bir oyuncu olarak oynamak çok keyiflidir.

Akın özelinde gelen tepkiler nasıl? Seni en çok şaşırtan yorumlar geri dönüşler hangileri oldu ?

Bu soruya canlandırdığım karakter Akın olarak cevap verirsem olumlu ama Erhan olarak bakarsam tabii seyircinin öfkesi olumsuz… Ama olumsuz gelen bu tepkiler aslında karakteri doğru bir yerden verdiğimizi gösteriyor. Bu bir süreç ve uzun bir yol. Bu yolda hep daha iyisini nasıl yaparım diye çalışmam gerekiyor. Kötü bir karakteri oynamanın sonuçları elbette seyirciden yana ilk bakışta olumsuz olacaktı. Seyirci daha ne kadar kızar, öfkelenir akına bilmem ama benim Erhan Alpay olarak görevim Akın’dan daha da nefret etsinler diye üzerime düşeni yapmak. Kötüyü iyi oynayabilmek sektörel ve kariyer anlamında çok kıymetli. Umarım bunu başarabilirim.

Ekranda kötü karakterler sence daha mı kalıcı oluyor?

Bu tamamen aslında izleyenin seni konumlandırdığı yerle bağlı bir şey. Bence burada bir şeyi iyi yapıyor olmak karşılığını bulmak için yeterli. Başrol veya yan rol olmak, akılda kalan kötüyü oynamak mesele değil. Mesele o rolü nasıl en iyi şekilde hayata geçirdiğinle ilgili.

“Performansa yönelik tiyatro yapmayı seviyorum”

Tiyatroda performansa yönelik oyunlara daha sıcak bakıyorsun. Bunun özel bir nedeni var mı?

Performansa yönelik tiyatro yapmamın sebebi kendi arzu ve isteğimle ilgili bir şeydi. Klasik oyunları severim ama genelde benim tercihim değişik akrobatik hareketler yapabileceğin ve bu yolla derdini anlatabileceğin biçimdeki oyunlar oluyor. Dünyada buna vereceğim örneklerden biri Bertolt Brecht olur. Ben biraz aklın bedende buluşma halini tercih ettim. Çünkü bu şekil beni daha çok cezp etti. Hikayesi, girişi, gelişmesi ve sonucu olan bir şeyi bu şekilde seyirciyle kavuşturma hali beni daha çok mutlu ediyor. Çünkü bu şekilde kendimi daha doğru ifade ettiğimi düşünüyorum. Buna benzer oyunlar içinde de yer aldım. Mesela 2012’de Sabahattin Ali’nin cinayetini konu alan bir oyun olan Ağaç İrfan’da canlandırdığım Ali Ertekin karakteriyle ödül almıştım. O oyunda ışık gösterisi ve performatik oyunculuklarla sunduğumuz bir oyundu ve çok da beğenilmişti.

Enerjini ve bu dinçliğini nereden alıyorsun?

1,5 yaşında bir oğlum var. Onun keyfi ve heyecanını yaşıyoruz. Yaptığım işin de olumlu geri dönüşlerini alınca güzel şeyler yaşıyor ve yansıtıyorum.

Yer aldığın Babalar Günü reklamı büyük ses getirdi ve sen Twitter’da Trend Topic listesine girdin. Bu reklamın bu kadar ses getirmesine şaşırdın mı?

Performans olarak bu reklamı bu kadar içselleştireceğimi hiç düşünmüyordum. Aslında yer aldığım işlerde bu patlama yapar diye bir beklenti ve düşünce içine girmiyorum. Ama benim için çok manidar bir durum oldu çünkü kendim de gerçekte babalığı yeni tatmış ve yaşayan biriydim. Aslında daha önce böyle bir şey hiç yaşamamıştım ama bu iş bende şöyle bir hassasiyet yarattı. Yaşadığım bir duyguyu aktarabildim. Belki de bu reklam benim oğluma bir armağanım.

“Herkes mesleğinin en iyisini yapmak zorunda”

Oyunculuğu hangi prensipler doğrultusunda yapıyorsun?

Bu konuda çok ağdalı ve şaşalı sözcükler söylemek istemiyorum. Herkes mesleğinin en iyisini yapmak zorunda. Diğer mesleklere göre oyunculuk daha duygusal bir iş, genelleme yaparsak mekanik bir iş değil. Oyunculuk serüvenimde kat ettiğim her yolda daha çok güçlendim ve hep daha zoru için kendimi zorladım ve zorluyorum.

Neden oyuncu olmak istedin?

Her insanın bir derdi olduğunu düşünüyorum. Benim derdim de doğru insan olabilmek ve doğru şeyleri paylaşmak. İnsan kendini bu coğrafyada biraz geç keşfediyor. Bir dönem karikatür çizdiğim de oldu ki zaten lisede de yapı ressamlığı okudum. İçimde her zaman oynamak ve bir şeyleri göstermeye yönelik aksiyonlar yapmak vardı.

Kariyerinde planlı ilerleyenlerden misin?

Oyunculukta daha toy bir adamım daha çok şey göreceğim. Yer yer planlayarak geldiğim, yer yer şans eseri geldiğim yerler oldu. Bu konuda dürüst olacağım. İnsan bazen çok sıkıştığında bunu söyleyemez çünkü bu çok gizli bir şeydir. Ama ben bunu söyleme taraftarıyım. İnsan sıkışık olduğu dönemlerde bazı şeylere maddi manevi evet diyebiliyor. O an hayat onu gerektiriyor. Hayatımda böyle şeyler yaşadığım zamanlar oldu ama asla pişman olmadım. Sonuçta benim kararımdı. Bundan sonrasına gelince artık daha sağlıklı, daha dingin ve kariyer odaklı bir yolculuğun içindeyim.

Yazının devamı...

“Memurluk ve fenomenlik ayna anda olmuyor”

Memurluk ve fenomenlik aynı anda olmuyor

Instagram’ın önde gelen fenomenlerinden Ömer Başdoğan, namı diğer Nalet Bebe sevenlerinin karşısına bu kez kendi yazıp oynadığı Şahane Hayaller filmiyle çıkıyor. 7 Şubat’ta vizyona girmeye hazırlanan filmde şair olmak isteyen Ömer karakterine hayat veren Başdoğan bu filmi takipçilerinden gelen talep üzerine çektiğini söylüyor.


2014 yılında Vine uygulamasında çektiği komik videolarla dikkatleri üzerine çeken ve kısa süre sonra tamamen sosyal medyaya içerik üretmek için belediyedeki işinden istifa eden Ömer Başdoğan bu kararı büyük bir risk alarak verdiğini anlatıyor. “Eğer beklediğim şeyler olmazsa tekrar memurluğa geri dönmek kafamda vardı ama o kapıdan çıktıktan sonra geri dönmek de bir başarısızlık olurdu. Bunun kaygılarını yaşadım ama Allah’a şükür hiç böyle şeyler olmadı” diyen Başdoğan memurluktan istifa etmesine çevresinin tepki gösterdiğini de sözlerine ekliyor. “Memlekette herkes memur olmak istiyor. Sonuçta garantili bir iş kapısı bu. Ben istifa edeceğim zaman herkes ‘Memurluk bırakılır mı?’ dedi ama hem memurluk hem de fenomenlik aynı anda olmuyor. Zaten bu etik bir durum da değil” şeklinde bu duruma açıklık getiriyor. Tanınmaya başladıktan sonra değişmediğini de anlatan Ömer Başdoğan “Öyle havalanacak bir adam değilim. Çünkü sokaktan geldiğimiz için öyle bir dünyaya girmek istemiyorum” diyor.

Bundan sonrası içinse sinemaya devam edeceğini ve her sene bir film çekmek istediğini belirten Başdoğan, sinemada tekrara düşmek istemediğini Instagram’da yarattığı 30 karakterden, 10 tanesinin zaten sinemaya hazır uyarlanacak karakter olduğunu da sözlerine ekliyor.

Bu alemin kralı Nalet Bebe diyorlar öyle mi?

Alemin kralıyım diye bir şeyim yok. Ama insanların birbirine hitap şekli olarak, hacı, kanka, kanki, baba gibi ortaya çıkan bir hitap şekli bu da. Bana karşı böyle hitap ettiklerinden dolayı üzerime yapıştı ama alemin kralı benim gibi bir iddiam kesinlikle yok.

Sosyal medyada durmaksızın çoğalan bir Nalet Bebe rüzgarı var. Yarattığın komedi tiplemeleriyle çok sevildin ve fenomen oldun. Ama hayatımıza nasıl girdin anlatır mısınız?

2014 yıllarında Vine diye bir uyguluma vardı. Kendi kendime Vine videolarını izlerken, bende videolar atmaya başladım. Düşün orada saçma sapan bir Tarkan dansım bile var. Bunlardan sonra takipçi sayısı artmaya, binler, 10 binler olmayı başladı. Etkileşimin artmaya başladığını görünce de içerik anlamında kendimize çeki düzen verip daha iyi adımlar atmaya başladık. Karşılığını da bulduk. Genelde toplumun içinden, gözleme dayalı videolar çekiyoruz. Bu da insanlara çok güzel geliyor. İki insanın birbirlerine söyleyemediği şeyi ben onlara videoda söyleyince “Aaa aynısı bizde var” dedikleri için güzel bir etkileşim oluyor.

Peki bu durum nereye doğru gidiyor?

Nereye doğru gittiğini bilmiyorum. Çünkü öyle programlı biri de değilim. Biraz akışına bırakmayı seviyorum. Şimdi kendi filmim Şahane Hayaller vizyona girecek. Bundan önce iki filmde oynadım. Bu şekilde devam edecek. Ama gönlüm oyunculuk yapmaktan yana.

“9 sene devlet memuru olarak çalıştım”

Oyunculuk adına öncesinde yaptığın şeyler var mı eğitimini aldın mı? Mesela fenomen olmadan önce ne yapıyordun?

Oyunculukla ilgili önceden hiçbir girişimim olmadı. Konservatuar okumak çok istedim ama annem “Oğlum bize yakışmaz” dedi. Bende anneme, “Biz neyiz ki yakışmasın?” dedim ama neticede olmadı. Bu nedenle 2014’e kadar belediyede kamu sektöründe devlet memuruydum. 9 sene kadar memurluk hizmetim oldu. 2014’ten sonra Vine ve Instagram ilerleyince 2017’de istifa ettim. İstifa ettikten sonrası zaten benim için daha profesyonel bir süreç oldu. Öyle de devam ediyor…

Eğer işler beklediğin gibi gitmeseydi geri dönmeyi düşünerek mi istifa ettin?

Tabii bir risk alarak istifa ettim. Eğer beklediğim şeyler olmazsa tekrar geri dönmek kafamda vardı ama o kapıdan çıktıktan sonra geri dönmek de bir başarısızlık olurdu. Bunun kaygılarını yaşadım ama Allah’a şükür hiç böyle şeyler olmadı. Memurluktan istifa edip sosyal medyada yönelmek çok büyük bir riskti. Çünkü memlekette herkes memur olmak istiyor. Sonuçta garantili bir iş kapısı bu. Ben istifa edeceğim zaman herkes “Memurluk bırakılır mı?” dedi ama hem memurluk hem de fenomenlik aynı anda olmuyor. Zaten bu etik bir durum da değil. Bir de 2014’te evlenmiştim ve evin de üzerimde bir sorumluluğu vardı. Bunların hepsini göze alarak riske girdim. Sağ olsun eşimle beraber bu süreci de çok güzel atlattık.

Fenomen olma halini ailene nasıl açıkladın?

Öyle bir anlatma, açıklama durumu olmadı çünkü onlar da süreci benimle beraber yaşadılar. “Anne ben artık fenomen olmaya karar verdim” diye bir şey demedim. Zaten bu işin bir karar verme aşaması yok. Belli bir yere geldikten ve toplum sizi kabul ettikten sonra, sokak ve sosyal medya etkileşimi sizi bir yola girmeye itiyor. Bu nedenle ailem de bu süreci benimle yaşadı.

Neden Nalet Bebe?

Aslında hiç de özel bir durumu yok bu ismin. Ben 87 doğumluyum ve bizim zamanımızda Hotmail ve msn çok ünlüydü. O dönemlerde bizde bir Hotmail alma sapıklığı vardı. Bilmiyorum sizde var mıydı ama benim mesela 32 tane Hotmail adresim vardı. Karanlıkgeceler@hotmail.com, yanlizmisin@hotmail.com, adinne@hotmail.com gibi saçma sapan adresler alıyorduk. Vine’ı da başlarda aynı Hotmail gibi sanıyordum böyle günlük isim değiştiriyordum. Bir gün Vine adımı Nalet Bebe yaptım ve baktım öyle de iyi yürüyor kaldı. Bir daha da Ömer Başdoğan’a dönmek istemedim.

“İnsanlar beni canımın sıkkınlığını görmek için takip etmiyor”

İlk ne zaman ünlü olduğunu anladın ve sonrasında bir havaya girdin mi?

Hava değil de sokakta insanlar yanına gelip fotoğraf çektirmek isteyince ister istemez şımarıyorsun. Ama bizim memlekette oldu diye bir şey yok. İlk günkü gibi samimiyetine devam etmesi gerekiyor. Bu yüzden tam oldum diyemem. Ancak etkileşimim artmaya başlayıp popüler olmaya başlayınca daha çok insanın bizi tanıması lazım ki daha iyilerini yapabilelim dedim. Bunun dışında öyle havalanacak bir adam değilim. Çünkü sokaktan geldiğimiz için öyle bir dünyaya girmek istemiyorum.

“Sen artık çok değiştin” yorumları aldığın oldu mu?

Oluyor tabii… Sosyal medyada ben hep komedi yapıyorum ve hep neşeli hallerimi gösteriyorum. Canım sıkkın bir hikayemi ya da paylaşımımı göremezsiniz. Çünkü insanlar beni canımın sıkkınlığını görmek için takip etmiyor, gülmek için takip ediyor. Bundan dolayı insanlar beni 7/24 ağzı açık geze geze şaka yaparak yaşıyor sanıyor. Ama dışarıda ben yüzüm asık gezerim, sürekli şaka yapmam. Karşımdakini samimi gördüysem ya da enerjim varsa şaka yapabiliyorum. Ama sokakta beni asık suratlı gördüklerinde insanlar “Şuna bak tanınırım diye etrafına bakmıyor” diyor. Ya da biri gelip “Abi seni sokakta gördüm enerjimi aldın” diyor. Mesela bir gün adliyeye gittim orada beni gören biri, “Seni gördüm yüzün beton gibiydi” diyor. Adliyede ne yapabilirdim takla mı atmalıydım bilmiyorum.

Aldığın bu yorumlar seni yıpratıyor mu?

Çok yıpratıyor… Sosyal medya inanılmaz bir mecra. İkili ilişkilerde kadınların trip atma konusu vardır ya sosyal medyada trip atanlar takipçilerin oluyor ve takipçine göre yaşıyorsun. Takipçine göre yaşamamayı öğrendiğin zaman mutlu oluyorsun ama ben zaman zaman takipçilerime göre yaşıyorum. Her şeye ve her konuya bir muhalefet ve yanlış anlama durumu var. Seni çok seven bir adamın bütün sevgisini tam tersi nefrete dönüştürecek durumlar oluyor. Bu da insanı üzüyor. Bu yüzden takipçilerimden trip yememek için hep ortada işler yapmaya çalışıyorum. Yani 2014’ten bu yana siyasi hiçbir olaya müdahil olmuyorum, olmak da istemiyorum ve toplumun ikiye bölünmesinden nefret ediyorum. Bir gün bir takipçim bana mesaj atmış öyle şeyler yazmış ki ve ona “Senin bu nefretini hak edecek ne yaptım” diye sordum. Bana “Hanımla kavga ettik. Sosyal medyada önüme çıktın içimi sana döktüm, sövdüm” dedi. Bu tarz şeyleri görmezden gelemediğin durumlar oluyor ama bir süre sonra da aşıyorsun.

“Paraya ihtiyacım varsa reklam yaparım”

Herkesin seni gördüğünde videoya çekmesinden ya da fotoğraf çektirmesinden sıkıldın mı? Daha mahrem bir alan ihtiyacı hissetmeye başladın mı?

Bazen hissediyorum. İnsanlarla fotoğraf çektirmeyi seviyorum bu konuda hiç kimseyi kırmam. Çünkü onlar olduğu için biz varız.

Sosyal medyada senden talep edilen her şeyin bir ücreti var mı?

Çok nadir reklam yaparım. Paraya ihtiyacım varsa reklam yapıyorum. Ama reklam yaparken şunlara dikkat ediyorum; kurumsal bir markaysa ve topluma hiçbir şekilde zararı olmayacak reklamlar yapıyorum. Saçma sapan zayıflama çayı reklamı gibi şeyler yapmıyorum. Çekiliş de yapmıyorum hatta nefret ediyorum. Bu çekilişi yapmayan 10 adam varsa onlardan biri benimdir. Reklamda kurumsal çalışıyorum ama baktığında en son dört ay önce bir reklam yapmışım. Mesela başka biri beş video çekiyor beş reklam yapıyor ve 20 bin TL kazanıyor. Ben giderim bir markayla çalışırım tek bir reklamla 20 bin TL kazanırım. Para göz bir adam olmadığım için bu şekil beni idare ediyor. Bir de sosyal medyayı para anlamında pek kullanmadım. Herkes kesesini doldururken ben kesemi doldurmadım. Hep içerik çalıştım. Böylesinin de bana daha güzel bir şekilde döndüğünü fark ettim. Yani sosyal medyadaki kaliteli bir duruş sana bir kitle oluşturuyor. Seni insanların gözünde, bu adam paracı değil, içerik üreticisi tarzında yaklaşıyor. Bu da benim daha çok hoşuma gidiyor. Mesela arkadaşımın kafesine gidiyorum hoşuma gidiyor story atıyorum ve ondan tabii ki para almıyorum. Ama insanlar attığı her adımdan para alıyor sanıyor halbuki öyle bir dünya yok. Öyle bir dünya olsa işler bambaşka bir yere gider.

“Herkese hitap ediyorum, herkes tarafından seviliyorum”

Toplumun her kesimden mizah çıkartıyor ve bunu hiç kimseyi rencide etmeden yapıyorsun. Bu dikkat ederek yaptığın bir şey mi yoksa kendiliğinde gelişen bir durum mu?

Genelde videolarda tek olduğum için söylemlerim doğaçlama gidiyor ama video çektikten sonraki montaj kısmı çok uzun sürüyor. Çünkü ağzımdan çıkan her kelimeye çok dikkat ederim. Toplumun bir bölümüne dokunuyor mu, insanları rencide edecek bir şey var mı, gündemde bu konuyla ilgili bir şey var mı ona laf çakıyor muyum gibi şeylere çok dikkat ederim. Hiçbirinin olmasını istemem. Yani video çekmek çok kolay yayınlaması zor. Bu yayınlama kısmında videoyu kare, kare 20 defa izliyorum. Çünkü benim bir kitlem yok. Herkese hitap ediyorum, herkes beni çok seviyor. Sokağa çıktığım zaman birbirinden farklı görüşteki insanların seni sevmesi çok güzel bir şey. Bu yüzden bu bölünmesin diye hiçbir duygu ve düşüncemi yansıtmıyorum.

Toplumsal bir linçle karşılaşmak gibi bir fobin var mı?

Evet var… Buna da çok dikkat ediyorum. Böyle de bir durumla karşılaşsam ne yaparım bilmiyorum. Aslında sinirli bir adamım. Çok gülen insanlar çok sinirli olurlar, korkuyorum…

“Şahane Hayaller bizim bizim mizahımızı içeren bir film”

Peki filmin Şahane Hayaller, bu kalıptan çıkıp başka bir kimliğe bürünüp kendini öyle kabul ettirme çabasıyla ortaya çıkan bir film mi?

Hayır aslında bundan iki sene öncede bana çok film yap deniyordu. Hatta tekliflerde geldi ama o an kendimi hiç hazır hissetmiyordum. Gelen işler zaten pek bize uymayan işlerdi. En sonunda kardeşim Furkan’a gel biz bir tane yazalım, bizim dünyamız olsun, onu yapalım dedim. Böylece Furkan senaryoyu yazdı belli bir bölümünden sonra ben dahil oldum ve güzel bir film ortaya çıktı. Tamamen bizim mizahımızı içeren içime sinen güzel bir film oldu.

Çekim aşaması nasıl geçti?

Her aşaması benim için çok zordu. Her gün hastaydım mesela setten çıkınca hemen hastaneye gidiyorduk. Bu filmin çekiminde bir insanın başına gelmemesi gereken her şey benim başıma geldi. Her aşaması çok zorluydu, ağlaya ağlaya geçti… 3 haftada çektik filmi ve en sonunda artık bitsin diye dua ettim. Ama zorlu geçen şeylerin sonunun iyi olduğuna inanıyorum. Sonucunun güzel olacağına inanıyorum ama gişede bir rakam vermem söz konusu değil.

Şahan-Togan Gökbakar, Cem-Can Yılmaz gibi sizde iki kardeş Ömer ve Furkan olarak sinemanın dahi ikililerinden olacaksınız diyebilir miyiz?

İnşallah diyelim…

“Şahan Gökbakar’la kıyaslanmak çok güzel bir şey”

Filmin fragmanı dönmeye başladığından beri Şahan Gökbakar’la kıyaslanmaya başladın ki filmden sonra bu kıyas daha da artacak gibi… Bu kıyaslanma hali seni rahatsız ediyor mu?

Şahan Gökbakar’la kıyaslanmak güzel bir şey çünkü kendini ispatlamış ve filmleri en yüksek gişeyi yapmış bir oyuncu. Sinemada bir Recep İvedik gerçeği var. Kilolu, İç Anadolu aksanıyla konuşan hangi karakter varsa zaten Recep İvedik’le kıyaslanacaktır.

Komedide Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, Yılmaz Erdoğan ve Ata Demirer arasında nasıl bir yerde konumluyorsun kendini?

Sinemada hepsinin ayrı bir yeri var. Bende aralarında kendi yerimi oluşturabilirsem ne ala. Ömer diye bir adam naçizane içerikler üreterek sosyal medyadan çıktı, film yaptı insanlar beğendi, sevdi yenisini çekti şeklinde hayallerim var. Kendi yolumda, kendi halimde bu yolda yürümek istiyorum.

“Takipçilerimden gelen talepler beni film yapmaya itti”

Şahane Hayaller’deki Ömer karakteri de bir seri mi olacak yoksa her tiplemeye ayrı bir film mi çekeceksin?

Senaryo olarak Ömer’in hikayesi devam ettirilebilir nitelikte. Ama farklı bir şey de olabilir. Çünkü aynı şey üzerinden çok devam etmeyi pek sevmiyorum. Mesela Instagram’da yarattığım 30 karakter var ve bunlardan 10 tanesi rahatlıkla üzerinde yürünecek, film karakteri olabilecek tiplemeler. Bir şey tuttuysa sadece onun peşinden gideyim kafasında değilim, farklı şeyler denemeyi seviyorum.

Peki insanlar seni izlemek için neden para versin?

İnsanlar bir yerden sonra seni bir dakikadan fazla uzun metraj bir filmin içinde de görmek istiyor. Bu konuda çok talep var. Zaten bu talepler bizi bu yola itti ve çok heyecanlandırdı. Beni takip eden ve görmek isteyen insanların talepleri doğrultusunda bu iş çıktı. Bu yüzden kendileri istedikleri için de para verip beni izlerler. Ama artık oyuncu olmak da istiyorum. Oyunculuk eğitimi almadım ama birkaç eğitim alıp her sene bir film yapma niyetindeyim.

Yazının devamı...

"Oyunculuk pembe bir düş değil"

Kurtlar Vadisi’nde canlandırdığı Laz Ziya’nın kızı ve Çakır’ın baldızı Asiye Yılmaz karakteriyle tanıdığımız Müge Ulusoy oyunculuktan menajeriliğe doğru evrilen kariyer yolculuğunu anlattı. “Menajer olma hayaliyle konservatuar okumadım” diyen Ulusoy bu konuya şöyle açıklık getiriyor; “Bir başarıya sahip olduysanız onun altına inmemeniz ve bu başarıyı korumanız lazım. Bu düşünce bende hep vardı. Menajerlikte de kendimden yola çıktım. Çünkü ben oyuncu olarak, iyiyi, kötüyü ve bir işin nasıl olması gerektiğini düşünüyorsam aynı şekilde empati kurarak, çalıştığım oyunculara da bunu uygulamak için çabaladım. Menajerlik benim için bu fikirle doğdu ve bugüne kadar süregeldi.”

“Ünlü veya popüler olmak çok kolay. Asıl iş ünlü olduktan sonra başlıyor” diyen Müge Ulusoy oyunculuk sektöründe herkesin sandığı gibi kolaylıkla çok para kazanılmadığını belirtiyor ve şöyle diyor; “Bu işin çok kolay olduğu ve çok para kazanıldığı anlaşılabilir ama bu çok az kişinin başına gelen bir durum. Yani uzaktan görüldüğü gibi çok paralar kazanılıp herkesin büyük hayranlıkla yıllar boyu peşinden koştuğu bir rüya yok.” Şöhret olduktan ve para kazanmaya başladıktan sonra oyuncuların daha dikkatli olmasının da altını çizen Ulusoy sözlerine; “Yetenek rutubet gibidir, üzerini ne kadar kapatsan da mutlaka bir yerden çıkar.” Eğer sende bir yetenek varsa illa ki çıkar. Ama zamanında çok para kazanıp, kendini kaybeden, şimdilerde ise adı dahi geçmeyen gençleri de gördüm bu 24 yılda. Oyunculuk bir rüya veya pembe düş değil, aksine çok önemli ve ciddi bir iş” diyerek devam ediyor. Yakın zamanda kamera karşısına geçmesi konusuna da açıklık getiren Müge Ulusoy, sinema filmi için her an bir sürpriz yapabileceğini, dizi konusunda ise daha temkinli davrandığını söylüyor.

Sizi Kurtlar Vadisi dizisinde Laz Ziya’nın kızı, Çakır’ın baldızı olarak tanıdık hala da canlandırdığınız rolle akıllardasınız. Ancak oyunculuktan menajerliğe geçiş hikayeniz nasıl oldu onu merak ediyorum?

Eskişehir Konservatuvar Tiyatro bölümünden mezun olduktan sonra İzmir Devlet Tiyatrosu’nda bir sezon konuk sanatçı olarak oynadım ve 1996’da İstanbul’a yerleştim. Türkiye’nin büyük bir çoğunluğunu ekranlara kilitleyen Kurtlar Vadisi gibi büyük bir prodüksiyona dahil oldum ve rüzgarı bugünlere kadar esen Asiye Yılmaz ile Meral Yılmaz gibi muhteşem karakterlere hayat vererek projede iki sezon 55 bölüm oynadım. Saygı, özlem ve rahmetle andığım İstemi Betil, Tarık Ünlüoğlu gibi büyük ustalarla çalışma şansını elde etmiştim. Böylesi güçlü isimlerle tiyatroda sahne almak bile her yiğidin harcı değilken, televizyonda karşılıklı oynamak müthiş bir duyguydu. Benim için çok büyük bir şanstı. Bu başarı elbette yapım şirketinin, Osman Sınav’ın ve ekibinin başarısıydı. Ben de bu başarıya ortak olmuştum. Tabii menajer olma gibi bir hayal ile konservatuvarı bitirmedim. Böyle bir plan aklımda bile yoktu. Oyunculukta şöyle bir şey var; bir başarıya sahip olduysanız onun altına inmemeniz ve bu başarıyı korumanız lazım. Bu düşünce bende hep vardı. Menajerlikte de kendimden yola çıktım. Çünkü ben oyuncu olarak, iyiyi, kötüyü ve bir işin nasıl olması gerektiğini düşünüyorsam aynı şekilde empati kurarak, çalıştığım oyunculara da bunu uygulamak için çabaladım. Menajerlik benim için bu fikirle doğdu ve bugüne kadar süregeldi.

Şu an ünlülerin kariyer yönetimini yapıyorsunuz ama geriye dönüp baktığınızda o dönem için kendi kariyerinizin yönetiminizi doğru yaptığınızı düşünüyor musunuz?

O dönem menajerlik, marka veya medya iletişim danışmanlığı, basın, PR gibi alanlar oyuncular için söz konusu değildi. Yapım şirketleri bünyesinde çalışan cast direktörler vardı ki en sağlıklısı bu bence. Yapım şirketi ile oyuncular direkt iletişim kurar, TV dizilerinde oynarlardı. Bu kadar fazla oyuncu veya dizi de yoktu zaten. Sadece şarkıcıların bir menajer ile çalışmasının olağan olduğu ancak oyuncular için böyle bir gerekliliğin düşünülmediği bir dönemdi. Dünyadaki menajerlik anlayışının tam tersine Türkiye’de maalesef yakın tarihte başlamış hatta ciddiyeti ve önemi daha yeni yeni anlaşılmaya başlamış ama anlamı itibariyle tam olarak kavranamamış bir meslek menajerlik. Ünlü olmayan cast oyuncuları doğal olarak cast ajansları ile çalışırdı. 15 sene öncesini düşündüğümüzde ünlü oyuncular ise profesyonel bir menajerle değil, kendisi yapım şirketleri ile tanışarak bu işi yürütüyordu. Kurtlar Vadisi’nden sonra 2007’de Zeki Demirkubuz’un “Kader” filmi ile ödül almış ödüllü bir oyuncu olarak biraz bekledim, araştırdım ama kendime doğru bir menajer bulamadım bari ben menajer olayım dedim.

“Asıl iş ünlü olduktan sonra başlıyor”

Menajerlik asıl hangi noktadan sonra başlıyor ve bunun için ne gerekiyor?

Ünlü veya popüler olmak çok kolay. Asıl iş ünlü olduktan sonra başlıyor. Zaten karakteri oturmuş, kendini eğitmiş, eğitmeye devam eden ve olağanüstü yeteneğe sahip bir oyuncu ile çalışmak kaydıyla tabii… En önemlisi, o oyuncu için doğru projeyi seçmek gerek... Ayrıca ilk etapta doğru projeyi seçmiş olabilirsiniz ama sonrasında yine en doğrusunu seçebilmeli ya da beklemeyi de bilmelisiniz. Eğer bir sanatçının kariyer yönetimini yapıyorsanız oyunculuk eğitiminiz de varsa edindiğiniz bilgilerle ve yaşadığınız tecrübeyle sanatçınızla birlikte her zaman zirvede kalırsınız. Burada sanatçı da mutlaka menajerinin geçmişine, bugüne kadar neler yaptığına, bilgi ve tecrübesine kesinlikle bakmalı, iyi araştırmalı. Bu mesleği, işin mutfağından gelirseniz anlayabilir, anlatabilir ve uygulayabilirsiniz. Kulaktan dolma bilgilerle birilerinin yanında bir süre çalışıp sonra da amip gibi bölünerek o anda bulduğun oyuncularla çalışarak menajer olunmaz. Yani, okuduğu senaryoyu anlamayan birinin çalıştığı celebrity’nin (ünlü) kariyerini yönetmesi gibi bir durum söz konusu olamaz bana göre. Buna biz muhasebe menajerliği diyoruz…

Herkes sizinle çalışabiliyor mu?

Maalesef hayır… Herkesle çalışamam çünkü, önce tanımam, sevmem, güvenmem, inanmam ve enerjimizin uyuşması lazım. Yeteneğinden, oyunculuğuna, duruşundan neler yapabileceğine kadar pek çok etkenden emin olmam gerekiyor. Bu ukalalık asla değil, tam tersine ben o oyuncuya fayda sağlayabileceksem onunla çalışırım. Çünkü bu işe sevgimi, emeğimi, zamanımı, tecrübemi ve yüreğimi katıyorum. Ezberini yapamıyor, bir şeyleri başaramıyor durumunu göze alamam. Bu yüzden herkesle çalışamam ki zaten genelde çalıştığım kişiler arkadaşlarım olur. Ama iş konusunda anlaşamadığım noktalar olacağını sezersem de hemen “Arkadaşlığımız bozulmasın” der ve bırakırım ki çalışmayı bıraktığım arkadaşlarım da olmuştur. Çünkü ben emek verdiğim kadar keyfine de düşkün biriyim. Çalışırken iş gibi değil de hobi gibi gördüğüm bir iş hayatım var. Bu yüzden aksi durumlarla uğraşarak zaman harcamak istemem.

“Bende promosyon oyuncu yok”

“Menajerler asistan değildir” cümlesini üzerine basa basa söylüyorsunuz. Bunun özel bir sebebi var mı?

Geçmişte bunu karıştıran arkadaşlar olmuş demek ki… Bildiğiniz üzere asistan dediğiniz kişi size her alanda yardımcı olan, notlar tutan, ileten vs.. kişidir. Ama kariyerinizi oluşturan, strateji planlayan veya duruşunuzu sergileyen iş hayatınız ile ortak olduğunuz beyin takımı değildir. Bu karıştırılmasın. Burada bir tarafı küçümseyip diğer tarafı yüceltmek gibi bir durumum yok, sakın yanlış anlaşılmasın. Sadece iş bölümü açısından böyle bir fark var bu gözden kaçmamalı diye düşünüyorum.

Sektörde son zamanlarda cast yapılırken sıkça yapılan bir şey var... Bazı menajerler belli isimleri isteyen yapımcılara şart koşup, sundukları yan karakterlerin de kabul olması halinde anlaşacaklarını söylüyor. Buna ne diyorsunuz?

Yapımcıları projelerindeki özgürlüğünü kısıtlayarak mecbur bırakmak gibi mi anlamadım? Ya da reklamda gördüğümüz “iki tane alana üçüncüsü indirimli” promosyonu gibi bir şey mi? Şaka bir yana, hep aynı isimler dönüp dolaşıp hiç ara vermeden televizyon dizilerinde oynadıkları zaman inandırıcılıkları kalmıyor. Bir diziden ayrılıyor, o dizi devam ederken hemen başka dizide neredeyse aynı tarz oyunculukla izliyoruz. Sonra bir bakıyoruz ki dizi final yapmış. Bu tüketim sektörümüz için başarıyı da düşürüyor. Her oyuncu çok kıymetli ve hepsinin yeri çok ayrı. Ama oyuncular da seçici olursa bir duruşa sahip olmazlar mı? Bu sebeple ben bu kadar aşağılara çeken bir bakış açısına ya da fabrikasyon yöntemlere sıcak bakamıyorum. Neyse ki bizde promosyon oyuncu yok.

Peki, sanıldığı gibi oyunculukta büyük para kazanmak kolay mı?

Bu bir senaryo olsaydı çok güzel izlerdik. Çünkü izlenmesi için çok büyük bir gösteriş ve illüzyon içinde sunulurdu ki zaman zaman sunuluyor. İzlediğimiz dizilerden, filmlerden, yeni ünlenmiş isimlerden bu işin çok kolay olduğu ve çok para kazanıldığı anlaşılabilir ama bu çok az kişinin başına gelen bir durum. Yani uzaktan görüldüğü gibi çok paralar kazanılıp herkesin büyük hayranlıkla yıllar boyu peşinden koştuğu bir rüya yok. Eğer başarılı olmak ve para kazanmak istiyorsan yapılacak tek şey var çok çalışmak ve kendini geliştirmek. Eğer bir üne kavuştuysan da onun altındaki sebeplerin farkına vararak onu sürdürmen lazım. Bir de çok sevdiğim bir söz var: “Yetenek rutubet gibidir, üzerini ne kadar kapatsan da mutlaka bir yerden çıkar.” Eğer sende bir yetenek varsa illa ki çıkar. Ama zamanında çok para kazanıp, kendini kaybeden, beni de unutup bir hülyalara dalan ama şimdilerde adı dahi geçmeyen gençleri de gördüm bu 24 yılda. Oyunculuk bir rüya veya pembe düş değil, aksine çok önemli ve ciddi bir iş.

Oyunculukta önemli olan şey ne?

Önemli olan dizi oyunculuğu değil önemli olan aktör- aktris olabilmek. Er meydanı denilen tiyatro sahnesinde de beyaz perdede de seyirciye başarıyla ulaşabilmek… Eğer aktör ise kalıcılığını sürdürebilir, ölene kadar da mesleğini yapabilir. Dolayısıyla aktörlerle çalışmayı hem gurur duyarak tercih ediyorum, hem de çok seviyorum.

“Menajerin görevi oyunculara iş bulmak değildir”

İyi bir menajeri olan oyuncu hiç işsiz kalmaz mı ya da işsiz kalan oyuncunun kariyer yönetimi eksik veya yanlış mıdır?

İyi bir menajeri olan oyuncu yükselerek geldiği noktayı iyi korur ve o noktanın daha ötesine geçmeyi garantiler. İşsiz kalmak kalmamak ile ilgili konular cast ajanslarına bağlı çalışan cast oyuncularının (ünlü olmayan oyuncuların) konularıdır. Menajerin görevi oyunculara iş bulmak değildir. Kısaca menajer; talep edilen ve kendisine iş teklifleri gelen ünlülerin işlerini organize eden, iş hayatında başarı haritası çizen ve uygulamada yardımcı olan kişidir. Sözleşmelerini hazırlayacak, hukuk desteğini sağlayacak, basın PR’ını yönetecek, kariyer planlamasını yapacak bir donanıma sahip olan yetkin birinin olması lazım talep edilen oyunculara. Çünkü haliyle bir oyuncu tüm bunları tek başına yapamaz. Şöyle düşünün, oyuncuya gelen iş yoksa, talep edilmiyorsa neden menajere ihtiyaç duysun ki? Menajer ile cast ajansını karıştırmamak lazım.

Sizi tekrar ekranda görebilecek miyiz böyle bir sürpriz yapma durumunuz var mı?

Bu hayatta her şey olur. Bir oyuncum için senaryo okuduğumda “Keşke bunu ben oynasam” diye bir şey asla aklıma gelmez. Çünkü onu oyuncum adına okuyorum. Ama bana gelip de “Müge harika bir proje bu veya bir dönem işi mutlaka sen olmalısın ” gibi bir yaklaşım karşısında bir düşünürüm. O dizi içinde oyunculuk yapabileceksem, gerçekten içinde olmam gerekiyorsa yapabilirim. Ama iyi bir sinema filmi için her zaman sürpriz yapabilirim.

Yazının devamı...

"Gülmeyi ve güldürmeyi seviyorum"

Mucize 2: Aşk filminde canlandırdığı Elvis Ali karakteriyle izleyenlerden tam not alan Sinan Çalışkanoğlu kendi hayatındaki en büyük mucizenin köpeği Kral’ın hayatını kurtarmak olduğunu söylüyor. Hem komedide hem de dramda başarılı oyunculuğuyla her seferinde ön plana çıkan Çalışkanoğlu etrafında mutsuz yüzler görmeyi sevmediğini anlatıyor e şöyle diyor; “Komedinin, hayatı değiştirmekle ilgili potansiyelinin çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Etrafında mutsuz yüzler görmeyi çok seven biri değilim. Gülmeyi ve güldürmeyi seviyorum.”

Mucize 2 filmiyle yollarınız nasıl kesişti neden bu filmde olmak istediniz?

Boyut Film'le daha önce bir takım projeler için görüşmüştük ancak kısmet bu filme oldu. Başta, filmde olmakla ilgili ön yargılarım vardı çünkü senaryoyu bilmiyordum. Mahsun hoca, oyunculara senaryo vermiyor. Şirkette bir toplantı ayarlanmıştı. Belki de anlattığı yüzüncü kişi olmama rağmen, bana bütün senaryoyu en baştan sona kadar anlattı. Onun inancı ve samimiyeti karşısında çok etkilendim. O görüşme sonucunda kafamda hiçbir soru işareti kalmadı ve filmde olmaya karar verdim.

Bu karakterle nasıl bir şeye dikkat çektiğinizi düşünüyorsunuz?

Benim için bu karakter, ‘İnsanlara, yardım ederek dünyayı değiştirebilirsin’ Öğretisinin vücut bulmuş hali. Hiçbir karşılık beklemeden, yardıma ihtiyacı olan, tamamen yabancı bir insana, elinden geldiği kadar yardım etmeye çalışıyor. Benim için çok değerli bir şey bu. Elvis Ali, hoşgörü, yardımseverlik, saygı, dostluk, sevgi ve emek gibi insani değerleri olan biri ve bu karakteri oynamanın bu değerlere dikkat çektiğini düşünüyorum.

Mucizelere inanır mısınız? Hayatınızda yaşadığınız ya da tanık olduğunuz en büyük mucize neydi?

Mucizelere inanırım. Benim mucizem, sokakta bulduğumda, ölmek üzere olan terkedilmiş bir köpek yavrusudur. Benim dışımda herkesin, “Kesin ölür, bırak uğraşma, yaşaması imkansız” dediği o köpek yavrusu şu anda 9 yaşında gayet sağlıklı ve çok mutlu. Filmde, Elvis Ali ve Aziz arasında kurduğum empatinin alt metninde yer alan, o azmin sebebi köpeğim Kral’dır. Vazgeçmedik, pes etmedik. Kendi mucizemizi yarattık.

“Mülkiyet kavramıyla ilgili fikirlerim değişti”

Peki ya aşkın gücü ve büyüsü size ne kadar etki ediyor? Aşkın hayatınızdaki yeri ve ayrıcalığı nedir desem ne dersiniz?

İçinde aşkın olduğu, her türlü eylemin, sihirli olduğunu düşünüyorum. Mesleğim, hayatım, hayatıma seçtiğim insanla aramdaki kavramdır benim için aşk.

Bu aralar yapmayı düşündüğünüz hayatınıza yeni kattığınız alışkanlıklar fikirler var mı?

Klarnet çalmayı öğreniyordum ancak yoğun iş programım sebebiyle ara vermiştim en kısa zamanda kaldığım yerden derslerime devam etmeyi planlıyorum. Bunun dışında sekiz tane sokak kedimiz ve kafası esince evimize uyumaya ve yemeğe gelen bir sokak köpeğimizle, çok geniş bir aile olduk ve onlarla beraberken her gün yeni bir şeyler öğreniyorum. Bu beni çok mutlu ediyor.

Sön dönemde en çok fikriniz neye karşı değişti?

Mülkiyet kavramıyla ilgili fikirlerim değişti. Sana ait olan şey, sadece sana ait değildir. Örneğin, evimizin bahçesi sadece bizim değil, orada yaşayan başka canlılar da var. Onları görmezden gelemeyiz. Özellikle bu son bir sene içinde, saygı kavramıyla ilgili fikirlerim değişti. Farkındalıklarım arttı. Dünya ve yaşadığımız çevre sadece bize ait değil doğaya ve tüm canlılara karşı hem duyarlı hem de saygılı olmalıyız.

“Etrafımda mutsuz yüzler görmeyi sevmiyorum”

Hem dram hem komedide çok başarılısınız. Buradan bakınca ikisi de aynı oranda çok başarılı bulunuyor ama siz kendinizi en çok hangisinde başarılı ve yakın buluyorsunuz?

Öncelikle teşekkür ederim. Bence her ikisi çok iç içe geçmiş durumlardır. Yaşamın absürtlüğü içerisinde, dünyanın en komik diyalogları siz tercih etmeseniz de, bir cenazede bile karşınıza çıkabilir veya lunaparkta çok trajik bir olay yaşayabilirsiniz. Ben dramı da komediyi de bu anlamda birbirine çok yakın buluyorum. Tıpkı hayatın kendisi gibi.

Güldür Güldür macerası nasıl gidiyor?

Çok güzel gidiyor. Dizi konsepti içerisinde, tam zamanlı olarak biletli seyirciye tiyatro sunuyoruz. Profesyonel ve tiyatro kökenli bir kadroyla, her hafta farklı karakterler oynamak, mutluluk ve heyecan verici. Umarım uzun yıllar devam eder.

İnsanları güldürmek size nasıl bir motivasyon ve ilham veriyor?
Komedinin, hayatı değiştirmekle ilgili potansiyelinin çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Etrafında mutsuz yüzler görmeyi çok seven biri değilim. Gülmeyi ve güldürmeyi seviyorum.

Yazının devamı...

"Aşkımı Kalbime Gömerim Vazifemi Yaparım"

Gökhan Keser kasım ayında vizyona girmeye hazırlanan Mahsusa filminde seyirci karşısına bu kez bir Osmanlı ajanı olarak çıkacak. Mahsusa filminde vatanıyla aşkı arasında kalan Ali Reşat Çavuş’un konu edileceği film için Keser bugüne kadar yapılmış en yüksek prodüksiyonlu ve görsel efektli film olacak diyor. Filmdeki gibi aşkıyla görevi arasında kalacak olsa ne yapacağını anlatan Gökhan Keser şöyle diyor; “Aşk çok önemli ve değerli bir duygu ama bir yandan da milyonlarca sorumlu olduğun insan varsa, o noktada kendimi yakarım, aşkımı kalbime gömer, vazifemi yaparım.” Bir yandan da müzik kariyerine hız kesmeden devam eden Gökhan Keser yaza doğru yeni şarkılarını dinleyicileriyle buluşturacağının müjdesini veriyor.

Mahsusa adında yeni bir film çektin. Yoğun bir çekim temposundan çıktın nasıl bir film oldu?

Söylediğin gibi yoğun bir tempo oldu. Çekimler öncesi almam gereken eğitimler vardı. Atış poligonuna gittim, binicilik eğitimleri, yakın dövüş kareografileri ve karakter üzerine birçok çalışmam oldu. Çekimlerimiz ve setimiz çok keyifliydi. Filmde Ali Reşat Çavuş diye bir ajanı canlandırıyorum. 1908’de geçen gerçek bir hikaye. Teşkilat-ı Mahsusa şu anki MİT’in temellerinin atıldığı bir teşkilat çevresinde, Osmanlı’nın çetin savaşlarının sürdüğü günlerden günümüze gelen bir sandık hikayesini anlatan bir dönem filmi. Partnerim Gizem Karaca ile bir yandan imkansız bir aşkın iki karakterini oynadık bir yandan da sandık için verilen mücadeleyi anlattık.

Bu rol sana sonrasında neleri getirecektir?

Her rolün hikayesi farklı. Burada oynadığım karakterin gerçek ve yaşamış biri olması benim için çok önemli ve değerli. Kurtuluş Savaşında vermiş olduğumuz mücadeleyi anlatmasının yanı sıra olmadığın bir kişi, bulunmadığın bir döneme ışınlanıyorsun. Bu anlamda benim için çok kıymetli. Hem bir ajan filmi hem de bir dönem filmi. Osmanlı döneminde 40 kişiyle bin kişiyi devirmiş ve tarihimizde olan bir hikaye Teşkilat-ı Mahsusa’yı da anlatması açısından çok önemli. Bu teşkilatta olan kişiler birçok dil bilmesi, her konuda eğitilmesi, görgü kurallarına hakim, müthiş dans eden üstün yetenekli ajanlar olması çok etkileyici. Bu yapı içindeki önemli bir karaktere can veriyor olmam benim için ayrı bir önem taşıyor. Bir de bu zamana kadar çekilmiş en büyük prodüksiyonlu ve görsel efektleri çok yüksek olacak bir iş. Beş ülkede efektleri yapılacak bir film. Şimdiden efektlerin yapılması için filmimiz Los Angeles, Bulgaristan, Hindistan ve Pakistan’a gönderildi. Kimsenin bugüne kadar görmediği efektlerin izleneceği, Hollywood filmi gibi ya da ondan daha iyi olabilecek bir film diyebilirim.

“Yanlış bir dönemde yaşıyorum”

Partner olarak Gizem Karaca’yla iyi bir ikili olmuş gibi duruyorsunuz…

Kadromuz zaten birbirinden profesyonel isimlerden oluşuyor. Gizem’le de (Karaca) iyi bir ikili olduk. Çünkü bunu oynarken de yansıtmak ve o enerjiyi hissettirmek gerekiyor. Elimizden geldiği kadar bunu yansıtmaya çalıştık. Bu arada film ekim ya da kasım ayında vizyona girecek. Elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalıştık ve başardık diye düşünüyorum.

Her oyuncunun hayalinde bir ajanı oynamak vardır. Senin de böyle bir hayalin var mıydı?

Fantastik bir işte oynamak istiyorum. Bilimkurgu tadında bir işte olmak isterim. Ama bunun dışında hepsi bir bütün. Şu rolü isterim böyle oynarım demekten ziyade, senaryo, karakter, oyuncu kadrosu, yapımcı ve yönetmeni netleşirse ve karakteri de çıkartabileceğime inanırsam işin içine giriyorum. Herkes aksiyonu yüksek bir rol diye ajan gibi rolleri ister ama bende pek öyle olmuyor.

O dönemin, o devrin adamı olmak ister miydin?

Şuan zaten yanlış bir zamanda yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Ama o dönemde mi yoksa bir başka dönemde mi yaşamalıyım ondan emin değilim. Teknolojinin getirdiği konfor şartları muazzam bunu kimse inkar edemez. Ama bunun yanında geçmişten kalan o değerlerin de yavaş yavaş yozlaştığını ve yok olduğunu görüyoruz. O geçmiş zamanlarda yaşamak ve hayatı doya doya yaşamak isterdim.

“Yaşadığım aşkın hakkını veririm”

Filmde görev icabı başlayan ama sonradan gerçek ve tutkulu bir aşka dönüşen bir ilişki var. Sen günümüzde böyle bir ikilemde kalsan ne yaparsın?

Filmdeki hikaye içinde vatan sevgisinin de içinde olduğu ve vatanınla aşkın arasında kaldığın bir hikaye düşün. Aşk çok önemli ve değerli bir duygu ama bir yandan da milyonlarca sorumlu olduğun insanlar var. O noktada kendimi yakardım artık karşımdaki kimse kusura bakmasın. Aşkımı kalbime gömerim vazifemi yaparım.

Peki seninle aşk yaşamak nasıldır?

Onu benimle aşk yaşayana sormak lazım. Hem özel hem de arkadaş ilişkilerimde çok duygusalımdır. Yaşadığım duygunun hakkını vermeye çalışırım.

Nasıl insanlar senin hayatında barınabilir hangileri barınamaz?

Herkesin olduğu gibi benim için de bir insanın samimi ve içten olması çok önemli. Güvensizlik ve yalan olmaması lazım. Benim kardeşim, dostum dediğim birinin bana açık yüreklilikle her şeyi anlatmasını isterim. Bunun aksini hissedersem zaten yavaş yavaş uzaklaşırım. Zaten bütün yakın dostlarım 15 yıllık arkadaşlarım. Birçoğu çocukluk yıllarıma dayanır. Çok sosyal ve kalabalık bir çevrem vardır ama dostum dediğim kişiler bir elin parmaklarını geçmez.

“Ailem en büyük şansım”

Şanslı biri olduğunu düşünüyor musun?

Bugüne kadar isteyip de başaramadığım bir şey olmadı. Zaten bence her şey önce inanmakla başlıyor. Bunun için de elimden gelen her şeyi yapıyorum. Ama hayattaki en büyük şansım ailem. Allah onları başımdan eksik etmesin. Çok güzel bir ailede büyüdüm ve mutlu bir çocukluk geçirdim buna şükrediyorum.

Peki yeni şarkı hazırlıkları var mı?

Evet var yakın zamanda bir şeyler olacak. Elimde birçok şarkı var yaza çıkmayı planlıyorum ama onun öncesinde bir tane single da yapabilirim.

Her yıl bir şarkı yapıyorsun ama aynı zamanda sinemaya dair de mutlaka bir üretimin oluyor. Sinemayla bağını bu anlamda nasıl açıklıyorsun?

Sinema çok kıymetli geliyor bana. Dizide de görüştüğüm projeler oldu ama sevdiğim karakter olmadı açıkçası. Bu anlamda sinemada önüme gelen karakterler beni daha çok cezp etti.

Yazının devamı...

"Ben Oyuncuyum, Her Rolü Oynuyorum"

Bugün vizyona giren Şuursuz Aşk filminde kamera karşısına geçen Ruhi Sarı seyirci karşısına iddialı bir rolle çıkıyor. Filmin en nefret edilecek adamını canlandırdığını ve oynadığı sahnelerde çok zorlandığını anlatan oyuncu filmde çekmek istemediği sahneler olduğunu anlatıyor. Üç sezondan beri Barut Fıçısı oyunuyla da sahnede izlediğimiz oyuncu bugünlerde yeni bir oyun hazırlığı içinde… Kariyeri boyunca birçok farklı karaktere hayat veren Sarı buna rağmen hep komedi yaptığının hatırlandığını da belirterek şöyle diyor; “En son ne yapmış olursam olayım herkes komedi yaptığımı hatırlıyor. Her sene kariyerimde bir komedi, bir dram yaptım. Ama hep komedi yapmışım gibi hatırlanmak da hoşuma gidiyor. Demek ki her seferinde doğru bir şey yapmışım.”


Yeni yıla yaklaşırken, 2020 için yaptığın planlar var mı?

Evet var… Her yeni yılın bir önceki yılları aratmamasını diliyorum. Bu yüzden geçmiş olan bu yıl Türkiye gibi geçti bana da. Yılın bu son günleri bir sinema filmimiz vizyona girdi. Dijital platformda bir dizi çektim. Yeni bir oyuna başladım ki üç seneden beri devam eden Barut Fıçısı oyunum hala devam ediyor. Bu yüzden 2019’u 2020’ye güzel teslim ediyorum.

Şuursuz Aşk filmiyle beyaz perdedesin… Duygusal yoğunluğu ve etkisi büyük bir film ancak sen bu filmde ters köşe yapıyorsun diyebilir miyiz? Böyle bir rolle izledik mi seni daha önce?

Aslında buna benzer ters köşe roller oynadım. Her zaman oyunculuğunun adının değişebilmek olduğunu düşünüyorum. Aktörlere değişebilenler demeyi seviyorum ve değişmeyi tercih ediyorum. Burada da biraz filmin en nefret edilecek karakterini oynuyorum. İnşallah becerebilmişimdir. Ama gerçekten zor bir karakterdi. Hatta öyle sahneler vardı ki, keşke yapmasam, çekmesem olmaz mı dediğim anlar oldu. Her ne kadar oyuncu da olsak, bir acıyı gösterirken o acının sebebini oynuyorsanız, çok daha büyük bir acı çekiyorsunuz. Bu yüzden sette bu kadarı fazla bana dediğimi hatırlıyorum. Sonrasında tabii iyi ki yaptık dedim çünkü filmin en önemli sahnelerinden biriydi. Herkesin bu filmde kendinden bir şey bulacağını düşünüyorum. Çünkü gerçekten masum bir aşk üzerine kurulu bir film. Tertemiz hesapsız bir sevginin nelere kadir olduğunu gösterebilecek bir film. Biraz da bunu göstermenin peşinde koştuk.

“Ben oyuncuyum her rolü oynarım”

Daha naif ve güldürü üzerine yazılan roller senin üzerine mi yapıştı, böyle bir algı olmasına ne diyorsun?

En son ne yapmış olursam olayım herkes komedi yaptığımı hatırlıyor. Her sene kariyerimde bir komedi, bir dram yaptım. Ama hep komedi yapmışım gibi hatırlanmak da hoşuma gidiyor. Demek ki her seferinde doğru bir şey yapmışım. Tabii dediğim gibi sürekli değişiyorum. Mesela geçen sezon Söz dizisinde de çok kötü birini oynadım. O dizide de çok sevildim ama komedide de unutulmadım. Hayatımda bir defa Karadenizli oynadım o da çok sevildi. Hepsini ben oynadım ve hepsine ben can verdim. Hiç dram ya da komedi oyuncusuyum diye ayırt etmiyorum. Ben oyuncuyum her rolü oynuyorum.

Yapmak istediğin bir şey kaldı mı?

Yapmak istediğim tek şey, yaptığım şeyden çok daha iyisini yapmak. Ben oynarken çok mutluyum. Oynayabildiğim sürece de oynamak istiyorum. Umarım hayatla oynarken vedalaşırım. Başka bir derdim yok.

Şuurunu kolay kolay kaybettiğin anlar oluyor mu yoksa kontrol altında tutabiliyor musun?

Çok beceremiyorum. Çünkü duygularıyla yaşayan biriyim. Karadenizli olmanın da verdiği bir heyecanla bir anda parlayan, bir anda sönen, parlamaktan pişman olup olayı çok daha başka noktalara getirebilen bir insanım. Gerçekten duygusal yaşıyorum. Çok mantıklı hareket edemiyorum, şuurumu yetirdiğim anlar oluyor ama tabii başıma bela açacak şuursuzluklardan bahsetmiyorum. Ancak duyguları bir tarafa bırakıp mantıkla hareket etmeyi tercih etmiyorum. Böyle bir huyum var. Keşke bunu eğitebilsem.

Bu durum aşkta nasıl işliyor?

Hissettiğim şeyin peşinde koşmayı sevenlerdenim. Bunu sadece aşk için söylemiyorum ama olmak istediğim yerde olmak için yapamayacağım hiçbir şey yok.

Bu aynı zamanda hırslı olmak değil mi?

Alakası yok… Orada olmak zorunda değil ama ben bir şeyi seviyorsam, onu sevmenin keyfini çıkartabilmeyi isterim. İlla her şey bir sonuca varmak zorunda değil, onu sevmesi de güzel.

“Tekrar eden şeylerde heyecanımızı yitiriyoruz”

Son dönemde fikirlerini değiştirmene sebep olan şeyler yaşadın mı?

Aslında okuduğumuz ve gün içinde yaşadığımız her şey size belli şeyler katıyor. Ama uzun süredir hayatımda Şuursuz Aşk kadar beni heyecanlandıran bir şey olmamıştı. Bir de yeni dizim ve oyunum da beni çok heyecanlandırdı. Hayatın içinde oynamaya ve işimizi yapmaya çalışırken tekrara düşmemek adına çok çaba sarf ediyorum. Çünkü tekrar eden şeylerde heyecanımızı yitiriyoruz. Ne kattın hayatına dersen ezber bozan şeyleri hayatıma dahil ettim. Zor bir sene geçirdim ama bu da çok şey kattı bana. Mesela eskisi kadar karamsar değilim. Şimdiyse hayırlısı buymuş diyorum.

Ezber bozan şeyler neler oldu?

Mesela bir internet dizisi girdi hayatıma. Hile dizisi benim için çok değişik bir deneyim oldu. Gençleri yakaladığım bir işti. Gerçekten internet dünyası bilmediğim bir alandı. Yaptığım iş aynıydı ama farklı bir mecrada yeni şeyler öğrenmek beni diri tutuyor. Bilmediğim bir dünyada aslında çok bilinen adamlarla hayata merhaba dedim. Dijital platformda da yapmak istediğim ve hayatıma katacağım şeyler var… Dijital için mutlaka bir şeyler yapacağım ama henüz tam detaylandırmış ve hazır değilim.

Dijital dünyanın doğurduğu isimlerin sinemaya adım atmasına ne diyorsun. İnternet fenomenleri sinemada tıklanmalarının karşılığını aldı mı?

Karşılık olarak bekledikleri şeylere bağlı. Kısa bir süre içinde şöyle bir kaos yaşandı; fenomen arkadaşlarımız sinemaya geçip kendi hikayelerini çekmek istediler ama aralarında bazıları çektikleri o videoları sinemayla karıştırdı. Çektikleri 1,5 dakikalık videolarla bir hikaye kurgusu içinde hikayelendiremediler. Bu yüzden sıkıntı yaşadılar. Oyunculuk da başka bir şey. Kamera önünde, kendi hayatları içinde çok da değişmeden yaptıkları şeyin maalesef oyunculukla pek de alakası yok. Ama çabaları çok güzel, üretmeye ve var olmaya çalışıyorlar, öğreniyorlar. Böyle böyle düşe kalka öğrenecekler. Ama şu anda bir geçiş kaosu yaşıyorlar. İlk çıkan fenomen filmleri ilk çıktıkları zaman gişe yaptı ama bir sonrakinin önüne de set koydu. Herkesin cep telefonuyla kolaylıkla izlediği adamlar sinema perdesinde çok da öyle karşılık bulamadı. Ama bu bulamayacak anlamına gelmiyor.

Yazının devamı...

"Otizm görülme sıklığı arttı"

Tohum Otizm Vakfı 17 yıldır otizm konusunda yaptığı 36 büyük ulusal ve uluslararası proje ile bugüne kadar 463 bine yakın otizmli çocuk ve ailenin hayatlarına dokundu. Özellikle eğitim ve sağlık alanında verdiği destekle otizmli bireylerin daha iyi ve sağlıklı şartlarda yaşaması için çalışmalarını yürüten vakıf, düzenlediği etkinliklerle elde edilen gelirle çalışmalarına hız kesmeden devam ediyor. Gelenekselleşen etkinliklerinden biri olan Tohum Otizm Vakfı Alışveriş Festivali de bu etkinlerin başında geliyor. Bu yıl 18-19 Aralık tarihleri arasında Four Seasons Hotel at the Bosphorus’da düzenlenecek festivalden elde edilecek gelir bir kez daha otizimli çocukların eğitimi için kullanılacak. Tohum Otizm Vakfı Başkanı Mine Narin yapılan çalışmalarla bugüne kadar neleri değiştirdiklerini anlatırken aynı zamanda otizm görülme sıklığının günümüzde artmaya devam ettiğini söylüyor. Son yıllarda otizmi duydum diyenlerin sayısında da ciddi artışlar olduğunun altını çizen Narin, “Vakfımızın yaptığı otizm farkındalık araştırmasının sonucu 2015’te otizm duyanların oranı yüzde 29 iken bu oran 2019’da yüzde 83’e yükseldi” diyor.


Tohum Otizm Vakfı olarak çocukların eğitimlerine verdiğiniz destekle bugüne kadar neleri değiştirdiniz, aldığınız somut sonuçları paylaşmanızı rica etsem neler söylersiniz?

Tohum Otizm Vakfı olarak 2003 yılından beri birçok ilke ve farklı projeye imza attık. Otizm ile ilgili tarama & erken tanılama çalışmaları, özel eğitimin otizm özelinde materyal ve müfredat olarak güçlendirilmesi, öğretmenlerin otizm konusunda eğitilmeleri ve mesleki kapasitelerinin artırılması, ailelerin ve kamunun otizm konusunda bilgi ve farkındalık düzeylerinde artış sağlanması, otizm konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarının kurumsal kapasitesini ve savunuculuğunu güçlendirmek gibi pek çok konuyu temeline alan 36 büyük ulusal ve uluslararası proje yürüttük, yürütmeye de devam ediyoruz. Kuruluş yılımız 2003’den bugüne yaptığımız tüm çalışmalar sonucunda 462 bin 936 otizmli çocuk ve ailenin hayatına dokunduk. Ülkemize otizm konusunda model ve örnek bir okul kazandırdık. Okulumuzda bugüne kadar toplam 2 bin 184 otizmli çocuk eğitim aldı; 1.014 çocuğa burs desteği sağlandı. 1.969 sağlık personeline, 13 bin 479 öğretmene eğitim verdik.

Sağlık alanında da sanırım birçok çalışmanız oldu. Kaç çocuğa sağlık taramasından geçirdiniz?

Sağlık Bakanlığıyla yaptığımız projeler kapsamında 55 bin 010 çocuğu otizm taramasından geçirdik. Rehberlik birimimizde 11 bin 693 kişiye ücretsiz danışmanlık ve eğitsel değerlendirme yaptık. 32 bin 569 kullanıcısı olan otizm eğitim portalını ve ilk Türkçe iOS/Android uygulamalarını geliştirdik ve ücretsiz kullanıma sunduk. Otizmli çocuklara eğitim veren 112 devlet okuluna öğretmen eğitimleri, müfredat ve materyal desteği sağladık. Aile ve uzmanlar eğitici eğitimleri için verdiğimiz seminer ve eğitimlerin Türkiye çapında yaygınlaştırılabilmesi, yeni teknolojik uygulamaların geliştirilmesi için 2015 yılında Sürekli Eğitim Birimini kurduk ve yapılan eğitimlerle toplam 23 bin 606 aile, eğitimci ve üniversite öğrencisine ulaştık. Ailelere, eğitmenlere ve alanda çalışan diğer uzmanlara yönelik hazırlanan 198 bin 800 adet otizm eğitim kiti ve kitapçığı, Türkiye’nin tüm illerine ücretsiz gönderimini sağladık. Türkiye’de ilk kez otizmli gençler için iş ve yaşam müfredatını vakıf olarak geliştirdik ve Beylikdüzü Özel Eğitim İş Uygulama Merkezi’nde uygulanmaya devam etmesini sağladık. Otizmli bireyler ve ailelerin hayatlarında fark yaratacak çalışmalarımıza bu çerçevede hız kesmeden devam ediyoruz.

Dünyada her 20 dakikada 1 çocuk otizm tanısı alıyor

Bu konuya ve otizmli çocuklara dair artan bilinç eskiye göre nasıl, insanların bu konuda bilinçlendiğini düşünüyor musunuz?

Öncelikle belirmek isterim ki otizmin görülme sıklığı günümüzde çok büyük bir hızla artıyor. Otizm görülme sıklığı 1985 yılında 2 bin 500 çocuktan 1 iken, bugün her 59 çocuktan 1’e kadar yükseldi. Dünyada her 20 dakikada bir çocuk otizm tanısı alıyor. Ancak ülkemizde hala otizmin ne olduğu tam anlamı ile bilinmiyor. Vakfımızı kurduğumuz 2003 yıllarında ülkemizde otizm diğer engel gruplarıyla karıştırılıyordu. Türkiye’nin ilk ve tek otizm farkındalık araştırmasını 2015 yılında Tohum Otizm Vakfı yaptı. O yıllarda otizmi duyduğunu söyleyenlerin oranı sadece yüzde 29 iken 2017’de bu oran yüzde 58’e kadar çıktı. Bu sonucun elde edilmesindeki en büyük etken vakıf olarak rotamızı otizm farkındalığına çevirmiş olmamız. 2019 Haziran ayında ise “Otizmi duydum” diyenlerin oranı yüzde 83’e kadar yükseldi. Son araştırmanın sonuçları umut verici olsa da otizmin belirtileri ile erken tanı ve eğitimin önemi konusunda farkındalık çalışmaları artırılmalıdır.

Yakın zamanda çok büyük bir etkinliğiniz var; Tohum Otizm Vakfı Alışveriş Festivali. Bu sene 12’ncisi düzenleniyor. Katılımcıları nasıl bir etkinlik bekliyor?

Türkiye’deki vakıf ve derneklerin en önemli sorunu çalışmalarının devamlılığını, sürdürülebilirliğini sağlamak ve genişletebilmek için kaynağa ihtiyaç duymalarıdır. Faaliyetlerimizi devam ettirebilmek için birçok kaynak yaratma etkinliklerini hayata geçirdik. Bunlardan en önemlisi belki de kesintisiz olarak düzenlediğimiz Tohum Otizm Vakfı Alışveriş Festivalimiz. Gelirlerimizin önemli bir kısmını da etkinlikten kaynak sağlayarak yaratıyoruz. Otizmli çocuklar yararına 2006 yılından beri geleneksel olarak düzenlediğimiz ve büyük ilgi gören Tohum Otizm Vakfı Alışveriş Festivali’miz, bu sene 12’nci yaşını kutluyor. 18 – 19 Aralık tarihlerinde saat 10:00 – 21:00 arasında düzenlediğimiz etkinlik Four Seasons Hotel Bosphorus’ta gerçekleşecek. Alışveriş Festivali’mizde ziyaretçiler, yılbaşı öncesi sevdiklerine pek çok farklı seçenek arasından hediyeler alırken aynı zamanda otizmli çocukları da sevindirecek ve onların eğitimine de katkıda bulunmuş olacaklar. Bu sene ana sloganımız “Otizme Destek Alışveriş Festivali ile Büyüyor”. Etkinlik giriş ücreti, katılımcı firmalardan sağlanan gelir, yılbaşı alışveriş sepetleri, seminer ve çekiliş bileti ücretlerinin tamamı Tohum Otizm Vakfı’nın projelerine ve eğitim bursuna ihtiyaç duyan otizmli çocuklara aktarılacak. Geçtiğimiz yıl 3 bini aşkın kişinin katıldığı bu renkli festivale, bu yıl 4 bini aşkın kişi bekliyoruz.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.