SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

"Aşkı Bilmeyen Acısını da Bilmez"

"Yatsın Yanıma”, “Unutamam Dedin”, “Bye Bye” gibi birçok hit şarkıya imza atan başarılı şarkıcı Gülden’in, yine sözü ve müziği kendisine ait olan “Yakarım İstanbul’u” isimli son şarkısı bir kez daha listelere hızlı bir giriş yaptı. Gülden, "Yatsın Yanıma" şarkısı başta olmak üzere peşi sıra yayınladığı slow şarkılarıyla aşkı ve aşk acısını en güçlü şekilde anlatan ve aktaran isimlerden biri oldu. Öyle ki dinleyenler tarafından acıklı aşk şarkılarının melankolik sesi şeklinde yorumlanmaya başladı. Ancak şarkıcı böyle dense de aslında bunun tam tersi biri olduğunu söylüyor. “Şarkılarım öyleydi ve öyle anıldım” diyerek bu konuya açıklık getiren şarkıcı, aslında çok gülen, eğlenceli biri olduğunu anlatarak, hiç sanıldığı gibi soğuk biri olmadığını da sözlerine ekliyor.

Müzik kariyerine uzun süre Londra’da devam eden ve Türkiye’ye dönmeden önce Londra’nın ilk Türk kadın koro şefliğini yapan şarkıcı Türkiye’ye bu gururu yaşatmasının yanında parlementoda da sahne almış bir isim. Ancak bu durumun değerinin diğer başarılı olaylarda olduğu gibi sınırlı değerde kaldığını söyleyerek şöyle diyor; “İçi boş bir popüleritenin çok daha önemli olduğu bir zaman diliminde kültürel değerler içinde müziğini duyurma çabasının değil değer göreceğinden, haberdar olunacağından bile şüpheliyim. Yaptığım şey Türk olmak adına çok gurur vericiydi. Yapmış olabilmek başlı başına bir mutluluk zaten, gerisi diğer gurur verici olaylarda olduğu gibi sınırlı bir değerde kalıyor, bildiğiniz gibi işte…”

Aşk, aşk acısı ve hüzün üzerine yazdığınız güçlü şarkılar ve yorumunuzla büyük beğeni topluyorsunuz. Sizi ve şarkılarınızı bu kadar güçlü kılan ne?

Empati. Konuşma sırası ne zaman bana gelecek diye acele etmeden sonuna kadar dinlemek, gözlemlemek ve yaşanan olaylar çok benzer olsa da tepkilerin farklı olabileceğini kabul ederek o duyguyu yaşayanın ne hissettiğini anlayabilmek... Anlatabilmek için yaşaman şart değil ama anlamış olman çok gerekli. Eğer eminsen doğru anladığından ve hissettiğinden, şarkı zaten o an oluşmuş oluyor, ben de dillendiriyorum.

Şarkılarınızın yanında çektiğiniz klipler de çok dikkat çekici. Şarkılarınızın başarısında kliplerinizin de etkisi var diyebilir miyiz?

Şarkının oluşum sürecinden tutun da dinleyiciye ulaştığı ana kadar her aşamanın aslında bir bütünü oluşturduğunu düşünüyorum. Bu yüzden hepsi ayrı ayrı ama tek bir amacı destekleyen çalışmalar.

Öncelikle Gülden, mutlu mu diyerek başlamak istiyorum?

Her şey yolunda. Bütün enerjimi sevdiğim şeylerin sayısını arttırmaya, onlarla daha iç içe olabilmeye kullanıyorum. Böylelikle günümde de gönlümde de çiçekler açıyor.

Sizi mutlu etmek heyecanlandırmak ya da etkilemek kolay mıdır?

Kendi kendimi mutlu etmek için de küçük şeylerden besleniyorum, dolayısıyla beni mutlu etmek isteyen birinin gülümsemesi bile yeterli benim için. Küçük şeyler insanı etkilemek için değil de, içten geldiği için yapılanlardır. Yapanı da kaşı tarafı da mutlu etmek ya da heyecanlandırmak için en azından kendi adıma fazlasıyla yeterli oluyor diyebilirim.

“Çok gülerim, çok eğlenirim, soğuk bir kadın değilim”

Klipleriniz ve sizin için melankolik, mesafeli, soğuk hatta acıların kadını diyenler bile oldu... Bu konuda neler söylemek istersiniz, öyle misiniz?

Şarkılar acıklı olunca, doğal olarak sunumunda da destekleyici bir durum söz konusu oluyor. Çok gülerim, çok eğlenirim, hiç soğuk bir kadın değilim mesela. Hatta tanıştığım insanlar çok ters köşe oluyorlar bu halime. Ama şarkılar öyleydi ve ben öyle anıldım. Rahatsız değilim, enerjimi bunu değiştirmeye değil, daha çok üretmeye harcamak isterim. Sonuçta insan ne yapsa insana yaranmaz ama yaptıkları unutulmaz.

Peki siz aşk kadını mısınız, acıların kadını mısınız?

Aşkı bilmeyen acısını hiç bilmez. Aşkın bir sınırı var mı bilmem ama acının önünü hemen keserim. Ait olmadığım, ait görülmediğim bir duygunun acısını çekmek kendi hayatımdan çalar ve ben hayatımın tek bir gününü bile haksız bir acının içinde geçirmek istemem.

Şarkılarınızı empatiyle yazdığınızı söylüyorsunuz fakat hiç kendi duygularınızdan çıkan bir şarkı olmadı mı? Buna örnek vereceğiniz bir şarkınız var mı?

Empati demek; kendin yaşamış kadar oldun demek. Başkasının derdini kendi derdim gibi bellemiş ve yazmışım. Şimdi benim kendimden yazmadığımı kim söyleyebilir.

“Eli eline değmeden sevenleri anlarım”

Yatsın yanıma en çok sahiplenilen şarkılardan biri oldu. Bu şarkı nasıl bir empati veya yaşanmışlıkla ortaya çıktı? Siz gerçekte şarkıdaki gibi bir durumu yapabilir miydiniz?

Dokunmadan sevemeye razı gelenlerin hikayesi o. Beklentiyi minimumda tutan, rahatsızlığı karşı tarafa belli etmeden kendi içinde savrulup duran ama sevmekten ve hayal etmekten vazgeçmeyenlerin hikayesi. Aşık deyince hep mi el ele tutuşanlar gelir gözümüzün önüne, oysa eli ele değmeden sevenler hatta sevmekten bitap düşüp yine de sevmeye devam edenler var. İşte onların hikayesi. Ben öyle bir durum içinde bulunmadım ama bulunanı anlarım.

Peki son şarkınız Yakarım İstanbul'u için neler söylemek istersiniz? İstanbul yakacak bir şarkı dersek çok mu iddialı olur?

Bir duygunun eyleme dönüşmesinden daha önemli bir şey varsa o da duygunun insana onu yaptırabilecek kadar kuvvetli bir durumda olmasıdır. Hiçbir yer yanmasın tabii ki, ama insan sevdiğini o kadar sevsin, o kadar önemsesin, onun da iddiası olmaz bravosu olur.

Peki Gülden şuan hayallerindeki hikayesini yaşıyor mu yoksa daha hikayesi başlamadı mı?

Hikayem henüz başlamadı dersem yaşadığım onca yaşıma haksızlık etmiş olurum. Ama bir kademe üstü varsa yaşananların onlar da hayattaki umudumun karşılığı olarak gelsin bakalım.

Peki ya özel hayatınız, kızınız, anneliğiniz? Kızınızla aranız nasıl onun da müziğe ilgisi var mı ?

İnsan yetiştirmek dünyanın en meşakkatli durumu. İnanılmaz keyifli ama bir o kadar da kendi isteklerinizin de dışına çıkarak objektif olarak hareket etmeniz gerektiğini unutmamanız gereken bir sürü anlar oluyor. Birey olarak isteklere keşiflere, hayallere saygı duymak, dinlemek, anlamaya çalışmak ve doğru yönlendirmek gerek. Çok memnun olduğumuz bir ilişkimiz var kızımla, o beni ben onu anlıyorum. Müziğe ilgisi ve yeteneği var evet, keman çalıyor, ingilizce sözler yazarak besteler yapıyor. Henüz ne olmak istediğine karar verebilecek çağda değil çünkü her şeyi minik minik keşfetmekten hoşlanıyor. Harika bir söz var onu söylüyorum hep evde ‘’Her şeyin bir şeyini, bir şeyin her şeyini bileceksin.” Mutlu olsun, keyif alsın hayattan.

“Gerçek olmayan istatislikler birçok insanı kırdı ve küstürdü”

Adınızı ve kendinizi taşıdığınız bu noktadan memnun musunuz yoksa daha iyisi olabilir miydi, olacak mı?

Üreten insanın doyum noktası olur mu bilmiyorum. Hep daha çok yazayım daha çok paylaşayım, daha çok dinlensin derdindeyim. Bizim mesleğimizdeki geri dönüşüm popülarite haricinde ne kadar dinlendiğimiz ve ne kadar konser yapabildiğimizle ölçülüyor. Şu an her şey bir telefon aracılığı ile elimizin altında ve erişilebilir durumda olduğu için, yapılan etkinlik sayıları düşüşte maalesef. Yani gerçeğin önüne sanal geçtiği an, biz de mesleğimizi icra ederken hem üretirken hem ulaştırırken sıkıntı yaşıyoruz. Dolayısıyla kısır bir döngünün içinde gerçek olmayan istatistiklerle kıyaslanmaya düşürülmek birçok insanı kırdı küstürdü ve vazgeçme noktasına getirdi. Bu gönül işi ve gönül işinde doyum olmuyor maalesef, mutlaka hepimiz daha iyi olsun istiyoruz.

Londra'nın ilk Türk kadın koro şefliğini yapıp hem de parlementoda sahneler almış biri olmanız gurur verici. Bunun değerinin bilindiğini düşünüyor musunuz?

İçi boş bir popüleritenin çok daha önemli olduğu bir zaman diliminde kültürel değerler içinde müziğini duyurma çabasının değil değer göreceğinden, haberdar olunacağından bile şüpheliyim. Yaptığım şey Türk olmak adına çok gurur vericiydi, yaptım, hissettim.. Yapmış olabilmek başlı başına bir mutluluk zaten, gerisi başka başarı ve gurur verici olaylara tepki ne kadarsa o kadar sınırlı bir değerde kalıyor, bildiğiniz gibi işte…

Kariyerinizde ve hayatınızda özellikle yapmak istediğini neler var?

Mümkün olduğu kadar devam etmek… Bu meslek benim hayalimdi ve çok temizdi, üzerine toz gelmesin öyle devam etsin benim için en büyük hedef bu. Film müzikleriyle ilgileniyorum bir süredir, bununla ilgili de güzel projelerim var. Güzel şarkılar yazayım, anlamlı projeler içinde bulunayım, çok dinleyicime ulaşabileyim, sevgimiz ve saygımız daim olsun, fazlası da kim istiyorsa onun olsun, hepsi bu.

Yazının devamı...

"Eşlerin Aynı İşte Oynaması Bir Risk"

Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olamaz dizisinde Ömür karakteriyle izlediğimiz Ceren Benderlioğlu bu kez beyazperdede seyirci karşısına sürpriz bir hikayeyle çıkıyor. Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olamaz’ın oyuncu kadrosuyla çekilen ‘Aman Reis Duymasın’da başrolü üstlenen Benderlioğlu ekrandakinin aksine bir komedi hikayesiyle seyirciyle buluşacak. 13 Aralık’ta vizyona girmeye hazırlanan film heyecanını anlatan Benderlioğlu, “ diyerek, “ diyor.

Kendisi gibi oyuncu olan Emir Benderlioğlu’yla mutlu bir evliliği olan başarılı oyuncu birçok dizi ve filmde partner olarak eşiyle kamera karşısına geçen sayılı oyunculardan da biri. Birçok dizi ve filmde partner olarak başrolleri paylaşan Benderlioğlu çifti bu anlamda en beğenilen ve yapımcılar tarafından tercih edilen bir ikili. Eski bir cast direktörü olan Ceren Benderlioğlu, eşiyle aynı işlerde başrolleri paylaşmış olsa da, yapımlarda eşlerin partner olmalarının bir risk olduğunu söylüyor ve oyuncu çiftlerin kamera karşısında partner olmalarına şöyle bir yorum getiriyor;

Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olamaz dizisinde canlandırdığın Ömür karakteri ilgiyle takip ediliyor. Bu dizi ve rol sana nasıl hissettirdi? Karakterin sezon içinde yeni sürprizleri olacak mı?

Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz gerek kadrosuyla gerek yapım ve senaryo ekibiyle kült diziler arasına giren bir iş. Sonradan bir işe dahil olmaktan tedirgindim ama bütün ekip sanki ilk günden beri onlarla birlikteymişim gibi sarıp sarmaladı. Karakterin bu kadar tutulacağını hiç düşünmemiştim benim için büyük bir sürpriz ve mutluluk kaynağı oldu. Bütün ekip güzel bir iş çıkartmak ve onu keyifle izlemek için çalışıyor. Yaptığı işten keyif alan bir ekiple çalışmanın keyfi paha biçilmez.

Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisinin oyuncuları olarak bu yaz boş durmadınız ve ‘Aman Reis Duymasın’ filmini çektiniz. Filmden bahseder misin, nasıl bir film oldu?

Evet çok samimi ve sıcak bir iş oldu filmimiz 13 Aralık’ta vizyona giriyor. Diziden de tanıdığınız bildiğiniz ve sevilen karakterlerin içinde bulunduğu bir yol hikayesi. Filmin çekimleri Erdek’te dört haftada yapıldı. İlk fragmanımız yayınlandı oldukça güzel yorumlar aldık mutluyuz. Geçtiğimiz sezon dizide İlyas’la (Ozan Akbaba) Ömür’ün nişanında kalmıştık. Filmde de Ömür’le İlyas’ın düğün öncesi çiçeği burnunda nişanlılar olarak tatile çıkmalarını anlatan ve arkalarına aile üyelerinin de takılmasıyla başlayan bir komedi filmi. Başlarına o kadar komik olaylar geliyor ki iş içinden çıkılamaz bir aşamaya geliyor. Senaryoyu okurken kahkahalarımı tutamadığım, oynarken doyamadığım bir iş oldu. Filmde Ömür’ün farklı bir yönü ortaya çıkıyor. Behzat’a rağmen aşkına kavuşmuş ayakları yerden kesilmiş mutlu bir Ömür var karşımızda ne kötü gidebilir ki bundan sonra… 17 yaşından beri yelpazeme eklediğim karakterlerden farkı bir rolü iki farklı yorumla oynuyorum. Dizide astığım astık kestiğim kestik Ömür’dense filmde yeni nişanlı ağzı kulaklarında bir Ömür var. Beyaz perdede izlemek için sabırsızlanıyorum. Filmin aynı zamanda yurtdışı galaları da olacak heyecanla bekliyoruz bundan sonra söz seyircinin.

Bugüne kadar hem dram hem komedi birçok yapımda farklı karakterlerle izledik seni. Ama özellikle beklediğin bir karakter, rol var mı?

Özellikle beklediğim ve şunu yapmak istiyorum dersem yalan olur. Çok roman okurum ve her okuduğum kitapta bir karakter ben olurum onu yaşamaya hissettiklerini düşlemeye çalışırım. Eğer son okuduğum kitaplardaki karakterlerden birini canlandırmak nasip olsaydı Deniz Erbulak'ın ''Adak'' kitabındaki Nehir Efser olmak isterdim.

Oyunculuğu hangi bilinçle ve amaçla yapıyorsun?

Kendimi bildim bileli içimdeki en büyük tutku oyunculuk. Düşlerim, hayallerim, yaratımlarım hep onun üzerine. Çalışmadığım zamanlarda bile hep işime yatırım yaparım daha iyisi olabilmem için ne mümkün diye. Sınırsız ve sonsuz bir yolculuk öğrenmenin ve deneyimlemenin, metodların, textlerin, hikayelerin bittiği yerde hayat biter. Uçsuz bucaksız bir denizde yüzmek gibi. Kolay değil bazen nefesini keser, kalbin çok hızlı atar, bazen soluksuz bırakır, korkutur, heyecanlandırır. Bazen sabaha karşı sen güneşe karşı gece sahnesi için zamanla yarışırken ben deli miyim burada ne işim var dedirtir sonra da kendi kendine gülersin. Delisindir çünkü… Sevdiğin işi yapıyorsan ve onun için gözünü karartmışsan delisindir ve sanıldığının aksine delilik güzeldir, cesaret ister.

Son birkaç sezondur sektörün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsun. Hem oyunculuklar hem işleyen sisteme bir eleştirin veya övgün var mı?

Eleştirmek dünyanın en basit işidir. Ama sanırım bana göre değil. İzlediğim ve deneyimlediğim kadarıyla değerlendireceksem yeni bir döneme girdik. Seyirciye artık bir şeyi izletebilmek için doğru matematiği kurmak lazım çünkü izler kitle artık daha seçici ne izlemek istediğine, hangi mecradan ve saatine kadar kendi karar verebiliyor ve anında geri dönüş yapabiliyor. Bu yüzden de dengeler biraz değişti. Bu dengelere ayak uyduranların zamanı. Seyircinin ilgisini ve merakını iyi tayin etmek ve doğru görseli onlara sunan beyinlerin sektörü yönettiği bir zaman.

Genç anne olmanın ayrıcalığını yaşayanlardansın nasıl bir tecrübe genç anne olmak ve hem işe hem eşe, hem de anneliğe yetişmek?

Çok da genç değilim. Bence tam yaşında anne oldum, 30 bana Nur'u getirdi. Sorumluluk büyük, küçükken her şey daha kolaydı. Artık bu sene ilkokula başladı. Kendine ait bir hayatı olmaya başladı. Bazen yetişemediğim zamanlar oluyor kimse dört dörtlük değil . Bir şekilde akışta her şey halloluyor ve ben bir şekilde yetişiyorum .

Bir kız annesi olarak toplumsal olayları da göz önünde bulundurarak umutlarını ve kaygılarını dile getirmeni istesem neler söylersin?

Her zaman toplumda olaylar vardı sadece sosyal medyanın gelişmesi ile artık bazı şeylerden daha hızlı ve sansürsüz haberdar oluyoruz. Bir algı kırıldı, kol kırılsa da yel içinde bırakmıyoruz daha cesur ve korkusuzuz . Tabi ki anne olarak insan olarak korkularım var ama onları büyütmek ve takıntı haline getirmek yerine daha özgüvenli, düşüncelere saygı duyan ve kendi düşüncesini irdeleyen farkında olan bir birey yetiştirmeye çalışıyorum. Kız erkek ayırmaksızın toplum için özgüvenli saygılı çocuklar yetiştirmeliyiz.

Eşin Emir Benderlioğlu ile örnek bir çift ve aile olarak gösteriliyorsunuz. İlişkinizin bu kadar uzun soluklu olmasını neye borçlusunuz. Sence uzun ve mutlu ilişkinin sırrı ne?

Öncelikle teşekkür ederiz. Biz birbirimizi ilk gördüğümüz andan beri çok sevdik. Başka bir tanışıklıktı bizimkisi sanki çok uzun zamandır tanışıyormuşuz gibi. 11 yıldır arkadaşız 9 yıldır evliyiz. Eş arkadaşlık bir yana anne baba olmak ve Nur çok iyi geldi bize. Evde olmak, birlikte olmak kendi alanlarımızın olması arada yalnız kalmanın doğallığı saygısı var bizde. Üretmekten ve paylaşmaktan keyif alıyoruz. Önce sadece biz varız. Bizde herkes yaşadığı olaydan çok yaşadıklarının ona hissettirdikleriyle ilgilenir. Güzel duyguları besler kötüleri irdeleyip faydalı yerlerini aldıktan sonra çöpe atarız. Deli gibi sohbet eder bazen de günlerce susarız . Konuşmak ve dinlemek anlamaya çalışmak sanırım bu işin anahtarı.

Çiftlerin aynı işi yapması bu konuda ne kadar belirleyici bir unsur ve avantaj oluyor sana göre?

Kesinlikle çok büyük bir avantaj. Hep derim Emir benim öğretmenim diye. Oynama ihtimalim olan ya da oynadığım bir karakteri onunla yorumlamak ve fikirleri çatıştırmak olasılıkları hesaplamak, sürekli fikir alışverişi yapabilmek ve tüm saf düşünülmüş duyguları sanki kendinle konuşur gibi biriyle konuşmak çok özel.

Çift olarak kamera karşısına geçmek oyunculukta bir cesaret mi sence? Mesela sizin gibi Halit Ergenç ve Berguzar Korel çift olarak kamera karşısında da çok sevildi. Ama Kenan İmirzalıoğlu ve Sinem Kobal'ın ekranda partner olmasının büyük hata olacağı yorumları yapılıyor. Zamanında cast direktörlüğü de yapmış biri olarak bu açıdan değerlendirdiğinde sen neler söylersin?

Çiftin kim olduğuna ve oyunculuğa bakış açılarına göre değişir. Ama bence oyuncudan çok kanal ve yapım için büyük bir cesaret. Hatta risk. İlişkilerde denge hemen değişebiliyor. Profesyonelliğin doğru kullanılması gereken ev ve işi ayırabilen yaptığı işin farkında, duygularını yönetebilen insanlar olmak lazım biraz. Neticede insanız. Bunu biraz da olsa yapabildiğimiz ve çift olarak birçok işte beraber tercih edildiğimiz için çok mutluyum. Ne mutlu bize. Bergüzar Korel ve Halit Ergenç’e bayılıyorum. Kaldı ki Sinem Kobal’la Kenan İmirzalıoğlu da çok başarılı ve popüler isimler. Bence bu biraz algı meselesi. Öyle bir senaryoda, öyle iki güzel karakter yazılır ve doğru çekilirse bence onlar da muhteşem olurlar. Bazı algıları kırmak lazım ya da biraz esnetmek. Öyle olmaz dediğimiz castlar öyle iyi oldu ki ben dahil birçok insan şaşırdı. Bu yüzden asla olmaz demem. Doğru iş ve doğru zaman derim.

Son dönemde sırrını yeni yeni çözdüğün, daha iyi anlamaya başladığın şeyler oldu mu?

Olmaz mı? İnsan kendini tanımaya doğasını çözmeye ve felsefesini oturtmaya bir niyet edince neler öğreniyormuş o yolda ... Özellikle aldığım nefes eğitiminden sonra çok daha farkında yaşıyorum her şeyi. Sindire sindire sakinlikle kabul ediyorum ya da etmeye çabalıyorum.

Peki ya hayatına kattığın yeni şeyler var mı?

Her sene aralık ayında yaptığım ve bütün sene duvarımda duran sabah kalktığımda ilk iş onu okumak olan bir listem var. Veda etmem gereken duygular, düşünceler, alışkanlıklar hayatımda olmasını istediğim alışkanlıklar rutinler duygular, hedeflerim, hayallerim ve onlar için öğrenmem yapmam gerekenleri listelediğim bir liste. Kendime kendim ve hayallerim için yapabileceklerimi hatırlatıyorum. Böylelikle zamanımı olumsuz duygulardan çok işime daha faydalı bir şekilde kullanmayı öğrendiğim bir sistem geliştirdim.

En büyük hobilerinden biri ata binmek. Bu hobin nerede nasıl başladı hikayesi nedir?

Aslında çocukluğumdan beri bir sürü spor dalı ile uğraştım. Binicilik hep istediğim ara ara denediğim bir spordu. Zamansızlık ve korkularım bahanem olmuştu. Aslında ailem at yetiştiriyor ama ben sadece atları sevmek onları dinlemek ve onlarla vakit geçirmek kısmından ileri gidemiyordum. Sanırım düşmekten korkuyordum. Geçtiğimiz sene set bir at çiftliğinde olunca bunu bir işaret olarak aldım ve korkularımla zamanı tersine çevirip güzel bir hobi edindim.

Çiftlik ve doğa hayatına sık sık kaçan birisin. Bir süre sonra tamamen şehir hayatından kaçıp doğa içinde bir yaşam sürmek gibi bir planın var mı?

Hayatımın en yoğun dönemlerinden birini yaşıyorum rahatlamak için ve yorgunluğumu atmak için kısa aralıklar bulduğumda şehirden kaçmak benim meditasyon tekniklerimden bir tanesi . Çocukluğumda yazların bir kısmını Akçakoca’da anneannemin yanında toprakla bir kısmını da ailemle İzmir’in güzel kasabalarından biri olan Dikili’de geçirdim. Deniz, toprak, doğa benim için başka bir anlam taşır mutluluk gibidir. Ayaklarım toprağa değince zaman durur daha sindirerek yaşarım hayatı. Henüz şehirden kaçmak gibi bir planım yok ama hayat ne getirir ne götürür bilinmez. Gelecekte bir gün belki de bahçemde domates yetiştirir ve domatesin kokusunu içime çekersem mutlu olurum.

Yazının devamı...

"İşin şovunda değilim stilimden vazgeçmem"

Youtube’a yüklediği ‘Bu benim öyküm’ şarkısıyla milyonlarca tıklanma rakamlarına ulaşan ve yaptığı ilk paylaşımla şöhreti yakalayan Tuğçe Kandemir yeni şarkısı Yelkovan ile de yine listeleri zorluyor. İlk üç günde 3 milyon izlenme elde eden Kandemir başarısının sırrını ise “şeklinde açıklıyor.

Türkçe öğretmeni olan ve sosyoloji üzerine yüksek lisans yapmaya da devam eden Tuğçe Kandemir akademik kariyerinden ise asla vazgeçmeyeceğini ve müziği hobi olarak yaptığının altını çiziyor. Bir roman yazmaya başladığını da anlatan Kandemir kitabını yaz aylarında çıkarmayı planlıyor.

Sahne imajına ve stiline gelen eleştirilere ise şöyle cevap veriyor;

Yeni şarkın Yelkovan hayırlı olsun. Yine iyi bir çıkış yakaladığın bir şarkı… Üç günde 3 milyon izlenme elde ettin. Sence bu başarının sırrı ne?

Ekip olarak benim dilime dolanmayan şarkıları paylaşmıyoruz. Yelkovan da öyle oldu. Çıkmadan önce aylarca dilimize dolanan bir şarkıydı. Aslında bir nevi totem yapıyorum. Eğer benim dilime dolanıyorsa herkesin diline dolanır diye düşünüyorum ki öyle de oldu. Bence başarının sırrı bu…

Peki şarkının gidişatı sana başarıyı ve şöhreti getiren ‘Bu benim öyküm’ gibi mi?

Aynen öyle… İlk şarkım nasıl çıkıp, paylaşımları arttıysa bu da aynı şekilde yükselmeye devam ediyor. Tıklanmaları ve izlenmeleri aynı oranda devam ediyor.

İlk şarkın bu kadar büyük çıkış yakaladığında kendini geri çekmiştin, sosyal medya hesaplarını kapatmıştın ve kimse seni bulmasın istiyordun aynı çekimserlik kısmen hala devam ediyor mu?

İlk başta kendimi geri çektim çünkü içine girdiğiniz bilmediğiniz ve her yöne savrulabileceğiniz bir dünya. Ama baktım kendimi korumayı beceriyorum, hayatımı değiştirmeme gerek kalmıyor bu duruma kendimi alıştırdım. Başta çok çekingendim ama şimdi çok iyi durumdayım kesinlikle daha sosyalim.

Peki şarkın bu kadar ilgi gördüğünde bu kadar büyük kitlelere ulaşacağını ve daha fazlasını yapacağını hayal ediyor muydun?

İlk başta sadece tek şarkı yaparım yoluma bakarım, müzikle alakam olmaz diye düşünüyordum. Sonra insanların bana çok güvendiğini gördüm ve müzik defterini açmanın zamanı geldi dedim. Ve diğer şarkılarımı çıkardık.

Devam eden şarkılarda aynı başarı ve istikrarı sürdüremezsem ne yaparım diye bir kaygın ve korkun oldu mu?

Başlarda tabii ilkinin başarısını devam ettirir miyim diye tedirginlik hissettim. Ama korkmadım çünkü elimde daha iyi şarkılarım ve bestelerim vardı.

İşler bir yerde istediğin gibi gitmezse ne yapacaksın?

Şuan yüksek lisans öğrenciyim aynı zamanda sosyoloji okuyorum. Bu sistemi bozmadığı sürece müzik de bir yandan hep devam eder diye düşünüyorum. Ama zaten kolumda bir altın bileziğim var. Edebiyat mezunuyum ve Türkçe öğretmeniyim. Bu taraf iyi gitmezse diğer tarafa yönelirim.

Müziği sanki hobi olarak yapıyorsun gibi öyle mi?

Çok doğru… Böyle olunca hayatında maddi manevi her şey daha kolay oluyor. Bu yüzden müzik hayatımda olmasa da beni çok etkileyeceğini sanmıyorum.

Böyle bir tempodan ve böyle ivme kazandığın bir yolculuktan sonra akademisyen olma fikrinden uzaklaşma ihtimalin var mı?

Yanılıyorsun hem de çok yanılıyorsun. Çünkü o yollarda, konser koşuşturmasında bildiğin ödev yetiştiriyorum. Hocaların makalelerini okuyup, analizini yapıp, öğrencilere nasıl yansıtılabilir onu çalışıyorum. Bu şekilde zorlanıyorum, zor oluyor ama zoru seviyorum.

Neden akademik kariyere yapmak istiyorsun?

Çünkü akademi hayatı bir şeylerin daha üstüdür. Mesela edebiyatta dört yıl lisans eğitimi alırsın. Bu dört yıl seni sadece basit bir edebiyatçı yapar. Sadece cümle kökü ya da tamlama anlatırsın. Ama akademik dünyada bir derya deniz var ve lisansla asla alakası yok. Bu yüzden sonsuz bir içerik olduğu için beni cezp ediyor ve kendine çekiyor.

Peki ya bir noktada pes edersen ne olacak?

Pes etmek mi? Böyle bir şey benim dünyamda yok. Kolay kolay pes etmem inatçıyımdır. İstediğimi alana kadar, yapana kadar peşini bırakmam. Bir işin sonunu getirmezsem kendimi asla affetmem.

Bu şekilde büyük çıkışlarla şöhrete ve başarıya kavuşanlar genelde bu kadar başarı elde etmişken her şeyi bırakır bütün enerjisini bu yöne verir ama sen ısrarla buna karşı çıkıyorsun. Bu duruma karşı senin tutunduğun sebep ne?

Aslında ailemin bütün beklentisi öğretmenliğin dışında tamamen müziğe yönelmem. Ama bu ailemi dinlemediğim tek konudur. Bu sektöre girdiğimde değişmekten ve ayak uyduramamaktan çok korkuyordum çünkü bilmediğim ve farklı bir dünyaydı. Bu yüzden mesafemi koruyorum ama şimdi alıştım ve adapte oldum daha rahatım diyebilirim.

En çok zorlandığın konu ne oldu?

Geç saatteki işler beni çok zorladı. Gece kulüpleri, oradaki sigaralı ortam, gece yarısından sonra sahneye çıkmakta zorlandım. Çünkü alışkın olmadığım bir hayat ve hep uyuduğum rüya gördüğüm saatlerin çalışma saatim olması problem yarattı bende. Bir de bu süreçte çok doğru insanlarla yolumun kesiştiğine inanıyorum. Eğer Ece’den (Filiz) başka bir menajerim olsaydı herhalde harcanıp, kaybolup giderdim. Çünkü bütün programımda öncelik benim istek ve arzularım. Bir şeyi yapmak istemiyorsam yapmıyorum. Kimse bana bunu yapacaksın diye diretmiyor. Başkaları olsa eminim birçok şey için beni zorlardı. Bu yüzden de şanslı olduğumu düşünüyorum.

Yazdığın şarkı sözlerinin bu kadar etkileyici olmasını nasıl anlatıyorsun. Bu edebiyatçı olmanın etkisi mi yoksa yaşadığın şeylerin etkisi mi?

Edebiyatçı olmamın da etkisi var. Ama yaşanmışlıklar daha ağır basıyor. İnsan yaşamadığı şeyi kolay kolay anlatamaz. Ben de duygusal olarak her şeyi çok hassas bir şekilde yaşadığım için hissediliyor.

23 yaşındaki bir kadın ne yaşamış olabilir de bu şarkı sözleri ortaya çıkmış diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum…

Hiç öyle deme, bu hiç belli olmuyor. Benim olaylardan etkilenişim biraz daha farklı. Bu belki yapı ve huy meselesi ama ben her şeye karşı çok hassas ve duygusalım. Mesela senin sadece bakıp geçtiğin bir şeye ben bakıp geçemem orada kalırım, karşısına geçip ağlarım. Yaşadıklarımdan ya da çevremde gördüklerimden böyle etkilenen bir insanım.

Peki hem bu kadar hassas olup hem de her şeyi yaşama çabası seni zorluyor mu?

Tabii ki her zaman çok zorluyor. Hiçbir şeyi üstünkörü yapamam mesela hep derinlemesine irdelerim, üzerine çok düşünürüm. Bu beni çok zorlar. Ama artık bu duruma alıştım.

İsmine ve şarkılarına gelen olumlu yorumlar son dönemde eleştiriye dönüşmüş buna ne diyorsun?

İnsanlara bu maceranın çok kısa olacağını düşündürdüm. Bunu onlara o kadar çok sezdirdim ki baktılar devamı geliyor ve yol uzuyor onlar da şaşırdı. Sonra eleştirmeye başladılar ve aşağı çekmeye çalıştılar.

Stylingin, saçın, makyajın, fiziğin de eleştirildi ve senden hep daha farklı bir sahne imajı beklendi bu beklentiye cevabın nedir?

Bütün gece kulüplerinde ceketle sahne aldım. Bildiğin öğretmen ceketi giydim, normal günlük hayatta giydiğim pantolonumla çıktım. Ben buyum ve beni böyle kabul edeceksiniz edin dedim. Şimdi kısa bir etek giydiğimde şaşırmaya başladılar. Ama benim stilim belli insanlar bunu eleştirebilir ama bunun dışına çıkmam. İnsanlar sahnede genelde gösterişli, iddialı şov imajına sahip kişileri gördükleri ve buna alışık oldukları için sade ve spor, sıradan stile şaşırıyorlar. Ama ben böyle çok mutluyum hiç yapılan eleştirilere de üzülmüyorum. Herkes 90-60-90 olmak zorunda değil. Tuğçe dendiğinde benim görüntüm değil sesim ve şarkımla akıllarına geleyim derdindeyim. İşin şov değil üretim kısmındayım.

Peki bir edebiyatçı olarak yazmayı ve yayınlamayı düşündüğün bir kitap var mı?

Evet bir roman yazmaya başladım. Bir sonraki yıla çıkartırım diye düşünüyorum. Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik Abasıyanık romanlarını çok severim ve onlar kadar tabii ki olamaz ama onların izinde bir kurgu roman olmasını planlıyorum. Bu yönümü de herkesin görmesini istiyorum.

Yazının devamı...

"Cool ve Seksi Bulunmak Gibi Bir Takıntım Yok Benim Kulvarım Farklı"

Türkiye’nin jön denince akla gelen ilk isimlerinden biri Serhat Teoman. Şimdilerde Çocuk dizisinde Ali Kemal karakteriyle izlediğimiz oyuncu karşımıza bu kez de ayakları yere sağlam basan şefkatli, sevgi dolu bir baba ve güçlü bir adam olarak çıkıyor. Kariyerindeki başarıyı adım adım ilerleyerek elde eden ve “ diyen Teoman oyunculukta kalıcı olduğunun altını çiziyor. Zirvede olsa da daha çok gelmek istediği nokta olduğundan bahseden başarılı oyuncu sözlerine şöyle devam ediyor;

Serhat Teoman, her zaman her konuda netliğini koruyan ve bunu her şartta ve her ortamda sağlamayı başaran bir isim. Net biri olduğunu, sözleriyle anlatan Teoman, diyor. Oyunculukta kulvarının farklı olduğunu anlatan başarılı oyuncu canlandırdığı her rolde cool ve seksi bulunduğu yönündeki yorumlara ise şu şekilde cevap veriyor; "

Çocuk dizisinde seni yine güçlü ayakları yere sağlam basan iyi bir adam rolüyle izliyoruz. Nasıl bir deneyim oluyor senin için?

Çocuk dizisine ilk teklif geldiği zaman elimizde üç bölüm senaryomuz ve hikayemiz vardı. Senaryoyu ve hikayeyi okudum ve İrfan Bey’le görüşmeye gittim. Hikayeyi ve kurulacak dünyayı bana çok güzel anlattılar, çok etkilendim. Ali Kemal oynamak istediğim bir karakterdi. Çünkü saf kahraman, sadece iyi, sadece her şeyi doğru yapan bir karakter değil. Beyazı olduğu kadar siyahı da olan biri. Bence gri bir karakter. Ama Çocuk dizisinin en masumlarından. Çünkü kendisinden saklanan çok büyük bir sır var ve büyük bir yalanın içinde yaşıyor. Onun bu çetrefilli hayatı açıkçası beni cezp etti ve Ali Kemal’i oynamak için bu projeye evet dedim. Güzel bir deneyim de oluyor. Ayakları yere sağlam basan, gösterdiği tavrın arkasında sağlam duran karakterleri seviyorum.

Dizide sevgi dolu bir babayı oynuyorsun ve babalığın sana çok yakıştığı şeklinde yorumlar var. Gerçek hayatta babalığa ne kadar yakınsın?

Ali Kemal evet iyi bir baba, iyi bir abi ve iyi bir eş. Çok şefkatli ve sevgi dolu bir baba. Baba olmadığım için bilmiyorum ama babalık eminim çok güzel bir duygudur. Çok çok iyi bir babam var ve babalığın nasıl yapılacağını ondan çok iyi öğrendiğimi düşünüyorum. Çünkü gerçekten A’dan Z’ye babalık kelimesinin karşılığı olan bir adam benim babam. Bu yüzden umarım bende bir gün baba olurum ve hayatta babamdan en iyi öğrendiğim şeylerden bir tanesi olan babalığı oğluma veya kızıma yapabilirim.

Buğra Gülsoy ve Emre Erkan ile Mahalle filmine senarist, yapımcı, yönetmen ve oyuncu olarak imzanızı attınız. Filmin geri dönüşlerinden tatmin oldunuz mu, devamı gelecek mi?

Kafamızda hikayeyi ilk olarak tiyatro projesi olarak yapmak vardı ama daha sonra bu fikrin film olması gerektiğini düşünduk. geri dönüşleri de güzel oldu. Tabii bunlar çok uzun zaman içinde gelişen şeyler oldu… Film yapmaya karar verdikten sonra yapımcılığını da kendimiz yapmaya karar verdik çünkü zaten senaryo bizimdi. Buğra’yla (Gülsoy) beraber yönetmenliğini de yapmak istedik ve filmi ikimiz çektik. Güzel geri dönüşler aldık. Derdimizi anlatabildiğimizi düşünüyorum. Devamı gelecek mi dersek bence gelecek… Çünkü anlatmak istediğimiz dertlerimiz var ve bunu yapabildiğimiz yerler tiyatro ve sinema.

Televizyona, sinemaya ve tiyatroya dair üretimlerin her zaman devam ediyor. Farklı sunmak istediğin, göstermek istediğin neler var?

Televizyona devam edeceğim, onun yanında da sinema ve tiyatroda üretimlerim durmayacak, Çünkü bu üretimin içinde olmayı ve aklımdakini düşündüklerimi derdimi ve hikayelerimi bu şekilde anlatmayı seviyorum ve bundan besleniyorum. Önümüzdeki dönemlerde sahnelemek istediğim oyunlar var. Şuan senaryo aşamasında olduğum bir de film senaryom var. Onu da belki ileride paylaşırım çünkü şuan anlatmak çok doğru olmaz. Sadece isminin Tamirhane olduğunu söyleyebilirim..

Kariyerine belli bir zaman sonra sadece senarist ve yönetmen olarak devam etme fikrine sıcak bakıyor musun?

Kesinlikle hayır, kariyerime belli bir zaman sonra sadece senarist ve yönetmen olarak devam etmeyi düşünmüyorum. Eğitimini aldığım işi mesleğimi yani oyunculuğu bırakmak gibi düşüncem asla yok. Ama mutlaka kariyerimde senaristlik ve yönetmenlik olacaktır. Bir film çektim bundan sonra da devamının geleceğini düşünüyorum. Dizi yönetmenliği olarak da şöyle söyleyebilirim; çok sevdiğim ve baştan sona bütününü gördüğüm bir hikayede koltuğa oturmaktan kaçınmam.

Hayata karşı her zaman açık ve net biri olduğunu söyleyebilir miyiz? Hiç kendini ve fikirlerini gizleme ihtiyacı duydun mu?

Her zaman için net bir insan oldum. Kendimi gizlemeye de hiç gerek duymadım. Duysaydım derdimi ve kendimi anlatmak için filmle, tiyatroyla anlatma yoluna da gitmezdim. Şeffaf bir insanım ve böyle olmasını seviyorum.

Hangi konuda ya da nasıl bir olay karşısında duygularını ve tavrını kontrol etmekte zorlanırsın? Hiç böyle bir şey yaşadın mı?

Tavrımı ve duygularımı kontrolünü sağlamakta zorlandığım anlar mutlaka yaşamışımdır. Ancak bunları açıklamak her zaman kolay olmuyor .

Oyunculuktaki kulvarının farklı olduğunu söylüyorsun. Bunu biraz açabilir misin? Senin kulvarın ne?

Yıllarca bu işin eğitimini aldım ve hocalarım tarafından bir aktör olarak yetiştirildim. Yeteneğim, şansım, fiziğim ve birikimim dahilinde bir noktaya geldim. Ama daha da gelmek istediğim çok fazla üst nokta var. Kalıcıyım. Genç oynadım, kardeş oynadım, jön diye tabir ettiğimiz rolleri oynadım. Şimdi iki çocuk babası bir adamı oynuyorum. Umarım bundan yıllar sonra da torunları olan bir adamı oynarım. Ben bir oyuncuyum benim için önemli olan projeye inanmam, rolümü sevmem ve heyecan duymam . Yani kulvarım farklı derken söylemek istediğim şey bir oyuncu her zaman, her yaşta bu mesleği yapabiliri anlatmaktı. Bunu söylerken derdim buydu.

Bugüne kadar seni izlediğim her rolünde ortak tek bir şey vardı. Her birinde her zaman cool, çekici ve hep çok seksisin bunun farkında mısın? Ya da sen bunun aksine insanlar tarafından nasıl görülmek istersin?

Geçen sezon Kızım dizisinde bambaşka bir karakter oynadım oradaki Cemal karakterinde farklı bir Serhat vardı. Bu dizide ise oynadığım Ali Kemal onun tam tersi. Biri salon bey efendisi diğeri hapishaneden çıkmış çok sert bir adam. Ama bunların her birini oynarken coolum, çekiciyim ya da seksiyim diye nitelendirmek çok doğru olmaz diye düşünüyorum. İnsanlar tarafından nasıl görülmek istediğime gelince de, insanlar oynadığım role inansın bana yeter. Rolü okuduktan sonra tüm çalışmalarımızın amacı bu. İnandırıcı olabilmek... Onun ötesinde ben her rolü oynadığımda insanlar beni hep cool, seksi ya da çekici bulacak gibi bir takıntım asla yok. Az öncede söylediğim gibi benim kulvarım farklı.

Yazının devamı...

Sınır Varsa Sanat Olmaz

TRT1’in sevilen dizisi Kalk Gidelim’de canlandırdığı Sevda karakteriyle çok sevilen Mehtap Bayri özünde olan güldürme ve sevme halinin bir kez daha bu rolle ortaya çıktığını anlatıyor. Oyunculukta bugüne kadar kendine sınır koymadığını anlatan başarılı oyuncu “Sanatta kalıp ve sınırlar olursa sanat, sanat olma özelliğini yitirir” diyor ve ekliyor; “Gerçek oyuncu, her oyunda aynı rol olmaktansa aynı oyunda her rolü olabilmeli.”

İki sezondan beri çekimleri Muğla’da gerçekleştirilen Kalk Gidelim dizisi için şehir dışında olan Mehtap Bayri bu durumun yaratıcılığını arttırdığını ve kendine dair yeni şeyler keşfettiğini söylüyor. Resim yeteneğini keşfettiğini anlatan Bayri yaptığı çizimlerden oluşan bir sergi açmayı planlıyor. Aynı zamanda doğayla iç içe olmanın avantajlarını da değerlendirip kendi zeytin yağını, çaylarını ve hatta kremlerini kendi yapmaya başladığını da belirten oyuncu bu ürünler üzerine de küçük bir butik açma düşüncesi olduğunu paylaşıyor.

TRT1’in sevilen dizisi Kalk Gidelim dizisi ve Sevda hayatınıza neler kattı, neler kazandırdı size?

Yaşam bir armağansa insana Sevda da bu armağanın özü bence. Kalkıp gitmek, gidebilmek sıkıntıların çorağından sevdanın vahalarına, saf temiz tarafımızla biraz gülmeye güldürmeye olan susuzluğumuzu gidermeye “Kalk gidelim” diyebilmek hesapsızca… Yani bir parça huzura sığınmak sorumluluklarımızın anaçlığımızın ailemizin dostluklarımızın gölgesine sığınmak ve sığdırabilmek sevdayı… Sevda karakterinde aslında özümde olan o gülmek ve güldürmek isteyen, sevgisini en saf haliyle yaşayan benle bir kez daha buluşmuş oldum. Sevda benim yaşantıma bana bendeki beni armağan etti ve “Kalk gidelim” dedi özlemini duyduğum vahaya diyebilirim. Staff Film yapımcımız Eyüp Üstün’e bu muhteşem ekiple olduğum için çok teşekkür ediyorum.

Şehir dışında çekim yapmak, çalışmak zorlamadı mı? Nasıl ikna oldunuz bu tempoya ve bu sürece?

Bir şehirden bir başka şehre gitmek, farklı çevrelere uyum sağlamak memur anne babanın çocuğu olarak aslında çok da yabancı değil bana; tabi bir de yatılı okumuş olmamın avantajı var zoru kolaylaştırma konusunda. Kalk Gidelim şehir dışında hatta Muğla’da çalıştığım ilk dizi değil. Daha önce de burada dizi ve sinema filmi projeleriyle Muğla’da oyunculuk yapma fırsatı buldum. Yani alışığım bu tarz şehir dışı projelerine. Ama dizinin kadrosu, işin kalitesi ve tabi ki Muğla’da oluşu daha da çekti beni. Çünkü Muğla, Ege hem doğasıyla hem de insanıyla bambaşka bir yer, bambaşka bir ruh. Gelenin kopamadığı, uzak kalınca Sezen Aksu’nun da dediği gibi “Kalbim Ege’de kaldı…” denilen bir yer burası.

Artık Muğla’ya yerleştiğiniz doğru mu?

Şu an Muğla’da iş amaçlı bulunuyorum, asıl evim hala İstanbul’da yani. Çok yoğun çalışıyoruz ama elimden geldiğince her fırsatta İstanbul’a, kedilerime gitmeye çalışıyorum. Muğla bambaşka bir yer evet ama İstanbul benim büyüdüğüm ve beni büyüten yer. Oradan kopmam da çok mümkün değil.

Üç sezondur Kalk Gidelim ekranlarda, siz seyircinin bu sevgisini neye bağlıyorsunuz, farkı nedir?

Bana insanın en ayırıcı özelliklerinden ikisini söyler misiniz deseler, paylaşma ve mutlu olma gereksinimi duymasıdır derim. Bence insan paylaşabildikçe mutlu olur özellikle de içtenliği sevgiyi iyilik ve güzellikleri paylaştıkça artar mutluluğu. Yorgunluğu sıcacık bir dost gülüşüyle buharlaşıverir ve emek ve saygı bizi birbirimize yakınlaştırır. Yabancılaşmayı ortadan kaldırır. O nedenle bizim kültürümüzde emeğe sevgiye saygıya içtenliğe dayalı her şey kutsaldır ve bizi birbirimize bağlar. Bizler Kalk Gidelim ekibi olarak emek ve yürek koyarak sevgiyi, iyiliği, güzellikleri, saygıyı, içtenliği paylaşıyoruz hem çalışma ekibi olarak kendi aramızda hem de izleyenlerimizle. Durum böyle olunca işimize de yansıyor. Öncelikle dizide gördükleri tüm karakterler, evin Çimdikçi Sevda’sı ve meyve emüklediği Seyfo’su bizim içimizde, evimizde, yan kapımızda sevgiyi, iyiliği, güzellikleri, içtenliği, saygıyı, emeği paylaşabileceğimiz gerçeklikte kişiler. Sahiciler yani. Emek, sevgi, saygı ve uyum bunların hepsi bir arada olunca ve paylaşılınca izleyicilerimizin sevgisi de gülümsüyor bize ve gülümsetiyor bizleri. Ayrıca bizler setteki enerjimizi ekran başındaki izleyicilerimize çok iyi iletebildiğimize inanıyoruz. E inanmak da bir işi başarmanın yarısı değil mi?

Türk televizyonlarının en pozitif, cesur ve neşeli oyuncularından biri olarak kendinize ve oyunculuğunuza dair kırmak istediğiniz kalıplar var mı mesela?

Sanatta kalıp ve sınırlar olursa sanat, sanat olma özelliğini yitirir. Bu sınırlar ve kalıplar sanatın özü ile ilgili ama benim özümün yani oyuncu olarak benim elbette kendimce sınırlarım ve kalıplarım var. Fakat bu kalıplar yıkılır mı ya da sınırlar aşılır mı buna şimdiden net yanıt vermem çok da kolay değil çünkü bugüne kadar yer aldığım projelerde böyle bir ikilem yaşamadım.

Mizah yönünüzü göstermeyi daha çok mu seviyorsunuz yer aldığınız oyunlar ve projeler içinde mizah da barındıran karakter ve işler… Komedi bilinçli bir tercih mi sizin için?

Komedi de dram gibi hayatın içinden. Bir oyuncu olarak en büyük şansım, hayatın içinde barındırdığı her durum ve duygunun işlendiği işlerde yer almış olmam. Gerçek oyuncu, her oyunda aynı rol olmaktansa aynı oyunda her rolü olabilmeli bence.

Peki ya oyunculuk son nokta mı sizin için? Oyunculuk dışında hayatımda bir şey yapamam diyenlerden misiniz?

Yaşam bize sunulan bir armağan demiştim ilk sorunuzun yanıtını verirken. Evet, yaşam bir armağan. Aynı zamanda yaşamak da sonsuz perdesi olan bir oyun ve herkes bu oyunda kendi yaşamının başrol oyuncusu. Ben şanslı gruptayım bu doğal oyunun yansımasını sahnede de sürdürüyor, hatta bir sahne eğitmeni olarak çocuklarla, yetişkinlerle çalışırken de keyif alıyorum... Oyuncuyum, hem kendi özel sahnemde hem de izleyenlerim karşısında. Ben birçok ben yaratıyor ve yaşatıyorum zaman akışı içinde. Beni birken bin yapan bu meslek olmadan yaşayabilir miyim? Yaşam bir sahneyse herkes gibi ben de bu sahnede mutlaka bana düşeni yaşarım, yine başka başka benler yaratabilirim ama izleyenlerim olmadan suyun altında nefessiz kalmak gibi olur sanırım bu.

Kendinize ve hayata dair yeni yeni keşfettiğiniz şeyler var mı?

Her doğan gün yeniliklere yolculuğun adıdır diye düşünüyorum. Yeryüzüne vuran ilk gün ışığı yaşamak müjdecisi ise yaşamak yalnızca nefes almak değilse o zaman yapılacak çok şey var demektir. İşte bunun için ilk gün ışığı ile içimde bir merak uyanır benden önce, bu gün neler getirecek… Bu soru her gün yeni keşiflere sürükler, önce dünkü benden başka bugünkü beni keşfe çıkarım. Örneğin gülmek, ne çok severmişim, hele güldürmek… Sonra doğa iyileştiriyormuş. Meğer ne çok severmişim yağmurun kokusunu. Dostluk, dostlarım, ailem yani anlam katanlar yaşantıma... Yorgunluk, emekle yaptığın her neyse bir anda uçup gidiveren bir vızıltıymış. Ağlayan çocuk, acı çeken yürek mutlaka senin ya da yakının olan birinin olmasına gerek yok yakarmış canını. Yeni mi bu keşifler hayır elbet. Ama yok mu yeni olanlar var tabii, resim yeteneğimi keşfettim.. Kâşif olmayı sevdiğimi de keşfettim…

Bu aralar üzerine kafa yorduğunuz, yapmak istediğiniz ve planladığınız neler var?

Kafam hep dolu, yeni işler, yeni uğraşlar… Kendimi geliştirebildiğim, beni besleyeceğini, bana farklı bir bakış sağlayacağını düşündüğüm çok planım var. Muğla’da olmamın en büyük artısı toprakla, doğayla daha fazla zaman geçirebilmek oldu. Burada ufak bir zeytinliğim var, kendi yağımı kendim yapıyorum. Yalnızca zeytin değil buradaki doğanın size sunduğu güzellik. Çok çeşitli otlar sayesinde çaylarımı, kremlerimi de kendim yapıyorum. Hatta bununla ilgili de ufak, butik bir yer açma planım var. Ege’de olup sanatla uğraşmamak, ilham bulmamak da çok zor. Bol bol yazma ve çizme fırsatım oldu burada. Çizimlerimle ilgili bir sergi açma planım var. Bir taraftan da kitap çalışmalarım… Muğla’nın temiz havası, bereketli toprakları iç dünyamı ve üretkenliğimi de besliyor.

Yazının devamı...

Düşünceler kaderi değiştirir

Düşüncen değişirse kaderin değişir nasıl kitap, neyi anlatıyor?

Öncelikle Düşüncen Değişirse Kaderin Değişir kitabı, içinde spiritüel bilgileri de barındıran samimi bir dille yazılmış bir kişisel gelişim kitabıdır. Düşünce gücümüzün farkına vararak duygularımızı nasıl yönetebileceğimizi, olumsuz duygulardan nasıl kurtulacağımızı anlattığım kitabımda, öncelikle insanların kendilerini sevmesini öğreterek etrafındaki olayları, kişileri nasıl değiştirebileceklerini anlatıyorum. Uzun zamandır verdiğim Bilinç Altı (NLP) ve Reiki danışmanlığında hep şunu gözlemledim insanlar kendilerini sevmeyi bilmedikleri için veya ailelerinden yeteri kadar sevgi alamadıkları için bir çok rahatsızlığa veya bir çok sorunla baş etmek durumunda kalıyorlar.

Hayatta önemli olan yaşanılan sorunun farkına varmak ve o soruna nasıl tepki vereceğimizi ve bu tepkinin tüm kaderimizi nasıl değiştirip dönüştüreceğini bilmektir. Aslında başınıza ne gelirse gelsin önemli olan sizin ona vereceğiniz tepkidir. Çoğunlukla duygusal karakterimizin izdüşümleri olarak birtakım tepkiler verdiğimizi, kararlarımızı da yine duygusal karakterimize bağlı olarak aldığımızı düşünsek de, aslında herşeyin yaratıcı tohumları çocukluktan itibaren zihnimize ekilen düşüncelerdir.




Bütün tepkilerin oluşumunun çekirdeğinde ne vardır peki?

Düşüncelerimiz bizim karşılaştığımız durumlar karşısındaki esas tutumumuzu belirleyen ana çekirdeklerimizdir. Bu çekirdeklerin çoğu içimize gömülü halde olsa da onları bulup keşfetmek ve dönüştürmek imkânsız değildir. İnsan, hayat serüveninde kendi kendisini anlama ve gerçeği bulma yolunda ilerlediğinde düşüncelerini, dolayısıyla duygu ve davranışlarını sonuç olarak da hayatını değiştirebilir. O halde kaderin yönünü değiştirebilme, yeniden tasarlayabilme ve arzu edileni inşa edebilme yetisi zihinsel olarak yönetilebilen bir sistemle zaten mümkündür. Bu kitapta tamamen bu sistemi ve nasıl kullanacağınızı anlatıyorum. Tepkiler duygu durumumuzla alakalıdır. Tepkimizi değiştirirsek her zaman bir çözüm yolu buluruz diyorum.

Olumsuz duygulardan kurtulmanın bir formülü var mı? Sıralayabilir misiniz?

Evet var. Şöyle ki;

1- Parazit düşünceyi yakala: Olumsuz hisler yaratan, dolayısıyla olumsuz ve yıkıcı tepkiler vermene yol açan tohum düşüncelerinin izini sür. Hayatına baktığında “keşke” diye başlayan cümlelerinin içinde, senin adına yanlış olduğunu düşündüğün tepkilerini fark et. “Keşke öfkeme kapılıp o kararı vermeseydim.” “Beni sevmediğini düşündüğüm için keşke onu terk etmeseydim.” “Aslında doğru olmadığını biliyordum ama heyecanıma kapılıp gittim. Keşke öyle olmasaydı, bugün belki başka olurdu...” “Bugün belki başka olurdu...” cümlesi bizim kilit cümlemiz. Hangi tepkini, hangi kararını değiştirme hakkın olsaydı bugünkü hayatın çok daha iyi olurdu senin nazarında. “O davete gitseydim bugün hayalimi gerçekleştirmiş olurdum...” “Sevgilimi terk etseydim, bugün daha mutlu bir ilişkim olurdu...” “Yurtdışına gitseydim daha çabuk yabancı dil öğrenirdim, iş hayatım bambaşka olurdu ama tek başıma yurtdışında olmaya cesaret edemedim...” Sonucunu sevmediğin kararlarını tarafsızca ve yargılamadan izle. Sevmediğin hislere neden olan tepkilerin, reaksiyonların hangileri?

Bütün bunlara neden olan, zihnindeki düşünce sistemi... Ne düşündüğün için sana iyi gelmeyen hisler yaşadın ve tepkiler verdin?

2- Karar ver: Parazit düşüncelerini yakaladıktan sonra bunların kendiliğinden değişmesini beklemek yersiz elbette. Bir düşünceyi değiştirmenin en etkili yolu önce bu değişime karar vermektir. Kökleri çocukluğuna dek uzanan eski ve yaygın bir düşünceyi bile ancak değiştirmeye karar verdiğinde fark yaratmaya başlarsın. Evet, bu bir mesai işi... İyi bir takip ve kararlılık ister. Sosyal medyada harcadığın emeğe karşılık burada kendin için vereceğin mesainin çok daha değerli ve kazançlı olacağını düşün.

3- Adım at: Bir düşünceyi yok etmek yerine onu dönüştürmek ya da yerine bir başkasını yerleştirmek önemli. Zihin boşluk kabul etmez. Elinden aldığın her şeyin yerine bir yenisini koymak zorundasın. Değiştirmek istediğin düşüncenle ilgili harekete geçmen çok önemli... Yeni düşüncen otomatikleşene kadar uyanık kalmak zorundasın ki eski düşüncene geri dönme ihtimalin çok yüksek. Köklü bir düşünceyle baş ettiğini unutma. Yerine yeni ve köklü olmaya aday başka bir düşünce sistemi oluşturuyorsun. Düşündüğün gibi hareket etmeye özen göster. Yeni düşüncen eğer mutlu ve aktif bir insan olduğun düşüncesiyse günü yatakta geçirmeye hakkın olmadığını hatırla mesela.

4- Takipçisi ol: Yeni düşünce zihinde kabul görüp kökleninceye kadar takipçisi olmak zorundasın. Çünkü zihin alışkın olduğu eski düşünceye derhal geri dönebilir. Düşüncelerin üzerinde düşünmeyi ihmal etme. Düşüncelerinin takipçisi ol. Zihnini kontrol altında tut...


İnsanlar düşünce gücünün ne kadar farkında? Ya da fark etmeye başladı mı?

Bende hala daha olması gereken seviye de bir farkındalık yaşanmıyor.

Peki hayatımızın önüne hangi düşüncelerle duvar örüyoruz?

Hayatımızda ki herkes, kaynağını çocukluktan aldığı tohum inanç ve düşüncelerle filizlenerek gelişiyor. Evet aslında hepimiz çocukluğumuzdan itibaren farklı anne babaların, aile yapılarının, kültürlerin ve eğitim sistemlerinin etkisinde büyüyoruz. Bu büyüme serüveninde pek çok dudak tarafından sürekli olarak kulağımıza fısıldanan sözcüklerle düşünme biçimimizi de inşa ediyoruz. Hepimizin dünyaya, olaylara, tavırlara verdiği tepkiler işte bu yüzden çok farklı oluyor. Kimimiz en ufak bir hayal kırıklığında yıkılırken kimimiz için aynı hayal kırıklığı bir motivasyon kaynağına dönüşebiliyor. Aslında her gün bir çoğumuz sayısız olumsuz düşünceyi zihnimizde döndürüp dururuz. Bunu her gün yaptığımızda bu olumsuz düşünce kalıplarımızla zihnimizde bir alışkanlık yaratırız. Geçmişte yaşadığımız kötü bir ilişkiyi, anıyı düşünüp içimiz sıkılırken, bir anda geçmişte başarısızlıkla sonuçlanmış bir işi ve şu anda yeni bir atılım yapmak için yeterli miktarda paramızın olmadığını akla getirip zihnimizi sonu olmayan bir çıkmaz yola doğru sürükler dururuz. Bu duygu durumu bizi daha çok kaygılı, korkuları endişeleri olan ve mutsuz bir insan haline dönüştürür. İşte tüm bu zehirli duygu durumu hayatımızın önüne kocaman bir duvar örer. Burada görmemiz gereken tek şey, düşüncelerimizi yönetebilirsek hayatımızın akışını da değiştirebiliriz. Düşüncelerimiz o kadar güçlüdür ki fark ettiğimizde onu kullanarak gizli güçlerimizi de keşfedebiliriz. Onun içinde düşüncelerimizi daha verimli kullanmalıyız, düşünce gücünün neleri başarabileceğini ancak verimli kullanınca görebiliriz.
“Artık her şey tek boyutta yaşanıyor ve tek boyutta harcanıyor”

Negatif ve olumsuz duygu ve düşüncelerden kurtulmak için siz hangi öğretilerden yola çıkarak çözümler öneriyorsunuz? Nelerden besleniyorsunuz ve öğrenmeye devam ediyorsunuz?

Gündelik hayatın acımasız çarkları dönerken kimsenin bir başkasının ruhuna ya da duygularına dokunduğu yok artık diye düşünüyorum. Herkes günü kurtarmanın derdinde. Artık her şey tek boyutta yaşanıyor ve tek boyutta harcanıyor hayatlarımız. Oysa ruhumuz var bir de. Ne olursa olsun inandığımız, sığındığımız değerler, inançlarımız, ritüellerimiz var; hepsi bizi yaşıyor. Bunlar olmadan yaşamak çok daha zor, her ne kadar bir şeyler hissedebilmek adına sığındığımız başka limanlarımız olsa da. İnanmak, ruhun varlığına sığınmak, hayatta kalmak adına olmazsa olmaz benim için.. Çünkü şuna inanıyorum, ruhumuz en yorulduğumuz zamanda yardımımıza koşar. Hiç bir zaman dostunu hiç yalnız bırakmaz o. Ben ağrılıklı olarak ruhumu beslemeyi tercih ediyorum. Onu aşkla, inançla, sevgiyle besliyorum.

Çoğu kişi ruhunu beslemiyor sizce?

Şimdiye dek hep bedeninin ihtiyaçlarına odaklanmayı seçmiş olabilirsin. Para, cinsellik, sahip olma, fiziksel doyum ve haz peşinde koşmuş olabilirsin. İki boyutlu bir yaşamın gerekleri olan bu ihtiyaçlar senin de sadece belli boyutlarda ilerlemene izin verecektir. Getirileri de sınırlı olacağından, gelişimin bir noktadan sonra daha fazlasına izin vermeyecek ve bir kısır döngünün içine hapsolman da kaçınılmaz olacaktır. Aslında hepimiz beden-zihin-ruhtan ibaretiz. Hepsi birbirleriyle uyumla çalıştığında ancak ilerleyebilir ve tekamüle erebiliriz.

Faydalandığınız öğretileri biraz açar mısınız?

Zen ve Budizim felsefelerinde çok faydalanıyorum Özellikle de Japon yaşam felsefesi olan Buşido’dan. Sanıyorum bu Reiki Master’ı olmamdan dolayıda kendimi Zen ve Budizm felsefesine daha yakın hissediyorum. Aslında, birçok insan yaşadığımız hayatı gözlerinde bir savaş gibi değerlendirdiklerinden, Buşido ile bu nokta da iyi bir paralellik yakaladığını düşünüyorum. Bu yaşam felsefesi, özellikle batı dünyasında geçerli olan, savaşçılık ve teknikten oluşan bir mücadele kavramına dayanmakta olan Buşido felsefesi, Batılı anlayıştaki savaşçılığın tam tersi olarak, kişi gelişiminin ruhsal olgunlaşma bakımından ele alındığı bir felsefedir. Çok çalışmakla birlikte kişiye sabrı ve inanmayı da aşılayan felsefede kişinin kendi özüne inmesine de olanak sağlamaktadır.

Onun için de bu yaşam felsefesinde dürüstlük, adalet, cesaret, gözü peklik, iyilikseverlik ve acıma duygusu, nezaket, doğruluk ve açıksözlülük, onur ve sadakat gibi birçok etik değerlere sahip olmak fiziki olarak savaşı kazanmaktan hep daha önemli olmuştur. Sanıyorum ki yukarıda saydığımız değerler benimde yaşam felsefemin en temel değerleri arasında. Birçok insan için günümüzde önemini yitiren bu değerler yaşadığımız dünyada ki insanları daha fazla şiddete, acımasızlığa ve fiziksel savaşmaya doğru sürüklüyor. Sanıyorum kendimi bu misyonu temsil ederek insanlara sevgiyi aşılabileceğime inanıyorum. Buşido felsefesi hep ortak bir ruhtan hareket eder. O ruh da düşüncelerimizden geçer. Bu felsefede, düşüncelerimizin ruhsal anlamda hepimizi tekrardan birleştireceği savunulmaktadır. Ben de bu kitapta düşüncelerimizi iyileştirsek insan olarak sevgiyi ve barışı evrende arttırabileceğimize inanıyorum. Tıpkı Buşido yaşam felsefesinde olduğu gibi, kendi özümüze ve ruhumuza hâkim olduğumuzda, olaylara ve kendimize biraz olsun dışarıdan bakmayı denediğimizde huzuru bulmamız ya da huzura ulaşmamız daha da kolaylaşacaktır. Çünkü asıl düşman, değerlerimizi bilmemektir. Asıl düşman içimizdeki cahillik, bilgisizlik ve iradenin kaybolduğu tutkulardan oluşmaktadır.

“Marka olmak isteyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor”

Marka danışmanlığıyla ve kişisel gelişim kitabıyla devam eden hikayeniz nedir? Hangi noktaya varmayı amaçlıyorsunuz bu yolda?

Benim için bu bir yol değil açıkcası bir yolculuk. Kendi tekamül yolculuğum. Bu yolculukta karşılaştığım insanlar da benim için birer öğreti. Her öğreti benim yolculuğuma daha fazla güzellik ve değer kattığına inanıyorum. Kendi tekamül yolculuğumda daha katedilecek çok şey olduğunu biliyorum bu da beni çok heyecanlandırıyor çünkü şuna inanıyorum tekâmülümüzde yol katettikçe evreni ve yaratılışı daha geniş açıdan görebileceğiz.

Marka olma bilincini nasıl değerlendiriyorsunuz? Herkes marka olma arzusunda mı yoksa bununda mı değeri hala anlaşılmadı?

Marka olma bilinci son 5 sene de epey bir ilerleme kaydetti diye düşünüyorum. Bu ilerlemenin ilk adımlarını oluşturan bir kişi olarak artık marka olmak isteyen bireylerin sayısı gün geçtikçe arttığını gözlemlemek beni açıkcası oldukça mutlu ediyor. Marka olmak aslında kendi içinde ki özü de keşfetmek kendi yapabileceklerini yapamayacaklarının farkına varmak da demektir. Aslında tamamen farkındalık süreci olan marka olma bilinci umarım ki daha fazla insana ulaşır ve daha fazla insana dokunur. Bu bana göre her çalışanın hayatına veya eğitim sürecine dahil etmesi gereken kişisel gelişimdir.

Herkesin istediği işi ve kariyeri yakalaması mümkün mü bunun için hangi adımlar atılmalı nelere dikkat edilmeli?

Tabi ki de mümkün. Ama burada kişinin kişilik analizine ve güçlü ve zayıf yönlerine bakmak gerekir. Örneğin anlatımsal olarak zayıf olan bir kişinin satış işinde başarılı olması için bu yönünü geliştirmesi gerekir. Ya da kişilik özelliği daha çekingen, pasif olan bir bireyin hizmet sektöründe başarılı olması için kendine güven ve başarı odaklı çalışması gerekir. Aslında önemli olan neyi istediğimiz veya hangi kariyeri seçtiğimizdir. Hayatımız tamamen seçimlerden ibarettir.

Yazının devamı...

Aşk Haber Vermeden Geliyor

Merve Çağıran kısa bir aranın ardından bu kez Çocuk dizisinde seyircinin karşısına, çocuğunun daha iyi bir hayat yaşaması için onu başkasına veren bir anne rolüyle çıkıyor. Dizide Akça karakteriyle izleyeceğimiz Çağıran, çocuklarından uzak kalmaya mecbur olan annelerin durumuna dramatik değil sosyolojik bakmak gerektiğini söylüyor. Çocuklarla duygusal bağının çok güçlü olduğunu anlatan Çağıran çocuk sahibi olmakla ilgili ise anneliği hazır olmadan bunu düşünmesinin zor olduğunu söylüyor.


İlk teklif geldiğinde hikayeden gerçekten çok etkilendim, beni hemen içine çekti diyebilirim. Çünkü bütün karakterlerin bir hikayesi ve hepsinin buluştuğu ortak bir hikaye var. Akça’nın yaşadıkları ve içinde bulunduğu durum açıkçası beni derinden etkiledi. Sadece Akça’nın değil, hikayedeki diğer ebeveyn çocuk ilişkilerinde yaşananları sevdim.


Akça, hayat kadını bir annenin kızı. Annesi gibi olmamak için mücadele eden, bir anne. Çocuğuna daha iyi bir gelecek verebilmek adına onu terk etmek zorunda kalan Akça’nın yaşadıkları ve hikayedeki aile çocuk ilişkileri beni çok etkiledi.


Akça,mecburen çocuğunu vermek zorunda kalıyor, içinde bulunduğu koşullar o çocuk için asla uygun değil. Bana benzeyen yönü, hayatındaki durumlar onu başka bir yaşam şekline ya da amaçlara itiyorsa,ben de onun gibi bir noktada evet şimdi zamanı deyip gözümü karartabilirim. Tabii onun yaşadığı durumlar çok daha radikal diyebilirim.


Fedakarlıktan ziyade mecburiyet buradaki. Akça gibi annelerin durumları,hikayeleri birbirinden o kadar farklı olabilir ki, genelleme yapamam bu konuda. Sadece kendi çocuğunu başkasına vermek zorunda kalan insanların, o çocukların travmalarını düşünmek lazım. Çok zor bir konu. Yani bunu dramatik yönünden çok sosyolojik yönünden düşünebiliyorum.


Gerçekten çocuklarla duygusal bağım çok güçlü ama bu anne olmak için asla yeterli değil. O sorumluluğa hazır olmadan düşünmem zor.


Haber vermeden geliyor yerini yapamıyorum.

“Hassasiyet konusu o kadar garip ki sanki daha duyarlı oldukça,tepkimiz kayboluyor”


Değişsin zaten. Hastalıklı ilişki olmasın. Ben kendi adıma hayatımda artık sakin insanlarla uzun süre vakit geçirebiliyorum, diğerleriyle değil. Hastalık ancak hissettiğin duygunun kestiği iştah ve mide bulantısı olsun. Kendi kendine beyninde büyütürsen,başka insan için hastalıklı biçimde “o benim” dersen bunun kimseye faydası olmuyor.

Dizi dışında son dönemde yaptığınız neler var? kendinize ve hayatınıza kattığınız neler var?
Arkadaşımla birlikte bir şeyler yazıyoruz..onun dışında müziğe tam başlamışken yoğun bir dizi temposuna girdim, tüm enerjimi ve dikkatimi Çocuk’a veriyorum


Niyete karşı hassasiyetim arttı. İnsanların bana verdiği veya vermeye çalıştığı enerjiyi daha iyi görmeye başlıyorum. Bana neyin iyi geldiğini de aslında pek bilmiyormuşum, daha dengeli hissediyorum. Hassasiyet konusu o kadar garip ki sanki daha duyarlı oldukça,tepkimiz kayboluyor günümüzde. Kendi dünyamızda hassasiyet göstermek maalesef gerçek bir değer taşımıyor, birlik olduğumuz yerde değerleniriz.


Doğum günüm 1 Ocak değil, 13 Temmuz.

Yazının devamı...

"Ünlülerde Ruhsal Bozukluk Var"

Ünlülerin kariyer, şöhret ve kriz yönetimini üstlenen ve yıllardır birçok ünlü ismin kariyerine yön vermesiyle tanınan Psikoterapist Çağatay Öztürk beşinci kitabı Sen Bilirsin ile okurlarını kendileriyle yüzleşmeye davet ediyor. Sen Bilirsin kitabı kapsamında, başarılı oyuncu Didem Balçın’la yaptığı Yüzleşme singel'ı ile de büyük beğeni toplayan Çağatay Öztürk ilişkiler ve travmalar üzerine yaptığı tespitlerle de yine ezber bozmaya devam ediyor.

Kariyer, şöhret ve kriz yönetimleri konusunda sayısız ünlüye danışmanlık yapan ve yaşadıkları krizleri fırsata dönüştürmeleri konusunda yardımcı olan Öztürk ünlüler dünyasına dair çarpıcı tespitlerde bulunarak, profesyonel yardım almanın önemine dikkat çekiyor ve şöyle diyor;

Didem Balçın’la Yüzleşme adında bir düetle sesli kitap çıkardınız. Bu düet ve bu fikir nerden ortaya çıktı?

Bu sesli kitap single’ı yaptığım işten çok bağımsız bir şey değil. Şarkıcı, türkücü olmak için böyle şeyler yapmıyorum. Didem artık benim kader birliği yaptığım çok eski ve çok sevdiğim bir dostum, hatta kan bağımın olmadığı en yakın akrabam. Bu yüzden onunla insanlara yaşamın kıymetini ve aslında ne kadar kısa olduğunu hatırlatmak, hayatlarının değerini bilmeleri gerektiğini ve şükretmelerini hatırlatmak için yaptığımız bir düetti. Bu amaç uğruna baş koydum diyebilirim. Bu çalışmada seslendirdiğimiz bölüm son kitabım Sen Bilirsin’in en arkasındaki Yüzleşme bölümü...

Sen Bilirsin kitabınız çok cesur ve çarpıcı bir kitap olmuş. Siz yazarı olarak bu kitabı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sen Bilirsin bir yüzleşme kitabı. Kendi hayatımla yüzleştiğim, başka insanların da kendi hayatlarıyla yüzleşmelerini istediğim, yaşamda gerçekle hakikatin birbirinden farklı olduğunun altını çizdiğim bir kitap oldu.

Gerçekle hakikat arasındaki fark nedir?

Gerçek buz dağının görünen kısmı, hakikat ise altında görünmeyen yüzü. Bizim yaptığımız iş malum birazcık insanların maskelerini indirmek, özel hayatlarını aralamak, kişiliklerini analiz ederken yaşamış oldukları travmaları onararak yaşamlarını bambaşka bir noktaya taşımak. Bu yüzden bu kitapta insanlar biraz kendilerini bulsun, kendilerini açsın istedim. Ama bir yandan bu artık benim beşinci kitabım olduğu için insanlara da kendimi açmak istedim.

“Her psikoterapist kendi yaşamıyla yüzleşmek ve analiz etmek zorundadır” diyorsunuz. Siz bu süreçten geçtiniz mi ve zor bir yüzleşme oldu mu?

Ben hala yüzleşmeye devam ediyorum. 20 yıldır terapistimle görüşmelerim haftada bir kez olmak üzere devam ediyor. Çok zor bir süreçti diyemem çünkü zaten kendimle yüzleşmeye çok hazırdım. Bu insanı iyileştiren bir şey. Terapistinizle aranızda kurduğunuz bağ size yaşam adına çok şey katıyor. Middlesex Üniversitesi mezunuyum ve bizim okulun bir zorunluluğu bu yüzleşme. Yani terapiye ya da analize gidemem demek gibi bir lüksünüz yok.

Bir insanın psikoterapisti olması neden hayati önem taşıyor?

Çünkü insan sadece bedenden ibaret bir varlık değil. İnsan bio kimya ve sosyal bir varlık. Dolayısıyla hem zihnini rahatlatmak, hem ruhunu dinginleştirmek ve iyileştirmek için şart ki özellikle biz psikoterapistlerin daha çok terapiye ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum.

Neden?

Herkes bize sorun anlatmaya geliyor ve negatif enerji aktarıyorlar. Dolayısıyla ben de o negatif enerjiyi başka yöntemlerle boşaltmak durumundayım.

İnsan yaşadığı acıları, yıkımları, krizleri fırsata çevirebilir mi? Bunun bir yöntemi var mı?

Bununla ilgili benim bir duam var ve herkese de öneriyorum. O da şu; Tanrıya verdiği veya vermediği her şey için şükrediyorum. Allah’ın verdiğinin de bir anlamı var, vermediğinin de… Hayatında en ufak bir olumsuzluk olduğunda mutlaka karşındaki kişiyle konuşmak, sebebini anlamak için çaba gösterirsin. Mesela bir kadın veya bir adam eşini neden aldatır? Bir kişi ünlü olmak için kendini neden ortalara atar? Sorularının tek bir cevabı var; çünkü yok sayılmışlar. Ben de çok yok sayıldım bu hayatta ve insanların beni kolay kolay yok sayamayacakları bir meslek ve görüntü seçtim kendime.

Neden insanlar birbirini bu kadar çok ve kolay aldatmaya başladı?

Aldatmaları genelde herkes eşine bağlıyor. Kadın ben yeterince güzel değilim ya da erkek ben yeterince karımı mutlu edemedim diye düşünebilir. Ama bazen aldatmanın sırrı çocukluktaki bir travmaya bile dayanabilir. Örneğin, siz beş yaşındayken dünyaya gelen kardeşinize bütün ilginin kaymasıyla kıskançlık sendromunuz başlar ve siz hayatınız boyunca benim yerimi, sevgimi kiminle değiştirecekler diye kaygı dolu bir bilinçaltına geçiş yaparsınız. Yani farkına varmadan ne zaman aldatılacağım diyerek kendinizi yer değiştiren bir nesne haline koyuyorsunuz ve bunu bekliyorsunuz. Çünkü kardeşiniz doğduğunda sizle yer değiştirildi. Yeni doğan bebeğe gösterilen ilgi ve sevgi size gösterilmediğine kadar aldatmaların sebebi derin olabiliyor.

10 yılın altındaki kısa süreli evliliklerin bitmesine alıştık artık şaşırtmıyor. Ama artık 20-30 yıllık evliliklerde de bir ayrılık ve boşanma durumu görülmeye başladı buna ne diyorsunuz?

Artık sadece ilişkilerde değil her şeyde çok çabuk tüketim söz konusu. Her şey çok hızlı ve çabuk yaşanıyor oldu. İşin açıkçası sosyal medyanın da bu kadar elimizin altında olması işimizi çok kolaylaştırdı. İlişkilerimiz bir boyut kazandı. Global bir köy oldu dünya ve bir takım şeyler geleneksel olmaktan çıktı. Duygusallığın yerini artık cinsellik, anlık zevkler ve haz ilkesine dayanan bireysellikler aldı. Bireysellik arttıkça aidiyet azalıyor, aidiyet azaldıkça da gelenek görenekler yerini bireyselliğe bırakıyor.

Bazı insanlar da sadece sevilmeyi seviyor. Hatta sadece sahiplenilmek bile yetiyor bazılarına. Böyle bir ilişki yaşama halini nasıl yorumluyorsunuz?

Burada ilişki içinde olanlara birkaç tüyo vereyim; Bir anne düşünün bebeğini doyurmak için sürekli memesini çocuğunun ağzında tutuyor. Bu durum iyi niyetli sadece beslemek için olsa bile sonunda bebeği nefessiz bırakıyor. Bu durumun aynısı sevgi için de geçerli. Bu yüzden bir insanı sevginizle boğmamalısınız. Ne kadar çok serbest bırakırsanız o kişi o kadar çok size ait olacak ve sizi isteyecektir. Özellikle erkekler için böyledir. Erkekler ise kadınlara daha yakın ve duygusal davranmalı. Bir kadının kalbine giden yol duygusallığından geçiyor. Bu yüzden erkekler kadınlara ne kadar duygusal ve sahiplenici yaklaşırsa o kadar kendine bağlar. Kadınlar da erkekleri ne kadar serbest bırakırsa o kadar kendine bağlar.

Bence çoğu kişi duygulara dokunmak konusunda sıkıntı yaşıyor… Sizce?

Evet bunda da sevgi transferinin rolü çok büyük. Burada herkes dönsün anne ve babasının ilişkisine baksın. Çünkü sevgi transferini onlardan öğreniyoruz. Farkında olmadan kendi ilişkinizde hiç sevmediğiniz ve tasvip etmediğiniz bir ilişkiyi bile taklit edebiliyorsunuz. Anne babanız birbirine bağıran kişilerse siz de bağırabiliyorsunuz ya da tam tersini seçiyorsunuz.

Peki gerçekten kız çocukları babalarına, erkek çocukları annelerine benzeyen kişilerimi eş olarak seçiyor?

Burada bir yanlış var bunu düzeltmek istiyorum. Kız çocukları babalarına benzeyenlerden yola çıkarak ya çok sert bir koca seçiyor ya da tam tersi çok pısırık birini seçiyor. Yani ortası yok. Seçimleri hep uçlarda oluyor. Erkekler için de aynı şey geçerli. Bu yüzden anne babalar çocuk yetiştirirken çok dikkatli olsun.

İlişkide insanlar en çok ne arıyor?

Bir ilişkide herkesin aradığı en önemli şey değerli hissetmek.

İlişkilerdeki yaş farkına ne diyorsunuz?

Erkek kadından büyük olduğunda o ilişki dengeli görünse de aslında öyle değil. Yaş farkı olan ilişkilerde kadının erkekten daha büyük olduğu zaman o ilişki daha dengeli oluyor. Tanrı bu konuda kadınlara daha cömert davrandığı için yaşça kendinden küçük bir erkekle daha iyi bir uyum içinde oluyor.

Ünlülerin şöhret ve kriz yönetimleri konusunda da danışmanlık yapıyorsunuz. Size göre sanatçıların ilişkilerini ve kariyerindeki dalgalanmaların sebebi ne?

Ünlüleri ikiye ayırıyorum. Birincisi sanatı ve işiyle ünlü olanlar, ikincisi ise ünlü olduktan sonra kendilerini iş sahibi yapanlar. Bana göre sanatçı demek arızaları olan insan demektir. Çünkü duygu dengelemesi içinde olmadıkları için eleştirilirler. Ama bir duyguyu sıradan bir insan gibi dengeleyebilse zaten sanatçı olmaz. Dolayısıyla sanatçıların ilişkilerini alışılmışın dışında, kaba deyişiyle dengesiz yaşamalarının sebebi bu. Çünkü duygu dünyalarında birçok sanatçının duygu durum bozukluğu var. Bunu yatırıma dönüştürenler zaten hayatlarında çok başarılı evlilikler ve kariyerler yaşıyorlar. Ama dönüştüremeyenler, hayatlarıyla yüzleşmeyenler, travmatik olanlar kimden azıcık sevgi ya da konfor alanı görse kendini hemen ona yapıştırıyor. Ama bunun geçici olduğunu o an anlayamıyor. Bu durum içine girmesinin duygu durum bozukluğu ilişkisinin dengesiz yaşanmasıyla çok büyük ilgisi var. Ama üretkenliğini bir şekilde duygusallıkla birleştirenler, yaratıcı enerjiye dönüştürenler dengesiz olmuyorlar. Ama yaratıcı enerjiyi üretken enerjiye dönüştüremeyen birçok sanatçı özel hayatında çok problemli oluyor.

Bir anda beklenmedik bir şöhrete kavuşan kişiler geçmişlerini ve geçmişten gelen ilişkilerini siliyor ve yok sayıyor. Kendisine eskiyi hatırlatan hiçbir arkadaşıyla görüşmeyen çok kişi tanıdım neden böyleler sizce?

Çok büyük bir lokmayı ağzınıza attığınızda nasıl kolay sindiremez ve zorlanırsanız, her meslek için yaşanan sıçramalar da aynen böyle sindirilemiyor. Eski dostluklarını, hayatından silen kişilerde kontrolsüz bir narsizim oluyor. Narsizim herkeste vardır ama narsizimin kişilik bozukluğu boyutu olan kişilerde böyle görülür. Birçok kişi yüksek bir noktaya hazımsız bir şekilde geldiği zaman geçmiştekileri siliyor. Çünkü geçmişini bilenlerle bir arada olmak istemiyor. Adeta kendini yeni bambaşka biri olarak görüyor. Oysa ki o hamurdan yoğrulmuş. Bence kimse geldiği yeri unutmamalı.

Eskiye göre ünüler her şeyleriyle kendilerini çok ideal olarak gösteriyorlar. Skandalları da ideal, aşkları da, kavgaları da öyle mi gerçekten?

Artık her konuyla ilgili yardım alacağınız bir profesyonel var. Kariyeri geçtim insanlar bebeklerini bile uyutabilmek için uyku konusunda uzman kişilerden destek alıyor. Bu yüzden bunun günümüzde meslek dallarının artmasına ve insanların her konuda bir bilene danışma alışkanlığı ortaya çıkmasına bağlıyorum.

Peki ünlülerin en büyük problem yaşadığı konu ne?

Bence ne isteyip ne istemediklerini tam bilememek en büyük problemleri. Ünlü ve tanınır olmak için her şeylerini ortaya koyuyorlar ama şöhret olup her ortamda insanlar fotoğraf çektirmek istediklerinde sıkılıyorlar. Ne istediklerini tam bilmiyorlar. Kişisel alanına fazla girildiği için bunalıma giren ünlüler oluyor, gizli ilişki yaşadığı için ya da evli biriyle ilişki yaşadığı için kişisel alanında bile rahat edemediğini söyleyerek bunalıma girenler var. Bu ilgiden çok bunalanları yurt dışına gönderdiğimde bu sefer bana “Kimse beni tanımıyor bu da bana iyi gelmiyor” diyenler de var. Bu yüzden buna yavaş yavaş hazırlık yapmak gerek. Şöhrete yavaş yavaş adım atan isimlerin şöhret yönetimi konusunda yardım aldıklarını ve çok bilinçli adım attıklarını görüyorum. Bu tarz hazırlıklar yaşayanlar diğerleri gibi büyük sorunlar yaşamıyor.

Oyuncular kayıp insanlar mıdır?

Buna katılmıyorum. Bazı ünlüler şöhreti kazanınca kendilerini kaybediyorlar. Ama kendini, kariyerini, şöhretini çok sağlam yürüten çok başarılı oyuncular var. Oyunculuğun doğru yönetilirse çok kutsal, kalıcı ve özel bir meslek olduğunu düşünüyorum.

Peki sizce yüzde kaçı ruhsal bozukluğa sahip?

Ünlülerin yüzde 100’ünde ruhsal bozukluk var. Ama bunların az olanı var çok olanı var. Yüzde oranı 3 olan da var, 30 olan da, yüzde 100 olan da ama mutlaka bir ruh bozukluğu var. Hepsinde az, orta ve ileri hasarlı olanları var. Ruhsal bozukluklarının farkında olan ve önlemini olan daha az hasarlı olanlar oluyor ama bunu kabul etmeyenlerin oranı yükseliyor.

Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Tarkan, Kenan Doğulu, Türkan Şoray, Hülya Avşar gibi isimler kariyer yönetimlerini nasıl bu kadar iyi yapabilmiş?

Çünkü şaşırttılar. Mesela Ajda Pekkan üç yıl önce katıldığı bir konferansta 60 yıllık kariyer hayatının başarısını sırrının her seferinde dinleyenleri şaşırtması olduğunu söyledi. Yani bu isimlerin hepsi her seferinde şaşırttı ve yenilik yaptı. Uzun yıllar ayakta kalmanın ve kalıcı olmanın yolu şaşırtmakta. Herkes şaşırttığı ölçüde başarılı oluyor. Bu yüzden insanları eleştirirken önce bir baksınlar kendileri başkalarını şaşırtabilmiş mi…

Şöhretini doğru yöneten ve yönetemeyen isimleri kim?

Tamer Karadağlı, Ali Kırca, Sıla, Mustafa Ceceli şöhretini iyi yönetemedi. Tarkan, Sezen Aksu, Selin-Şahan Gökbakar, Bengü, Neslihan Atagül-Kadir Doğulu, Sinem Kobal-Kenan İmirzalıoğlu, Defne Samyeli, Cem Yılmaz, Burcu Esmersoy, Kıvanç Tatlıtuğ, Serenay Sarıkaya, Ebru Gündeş, Linet, Fatih Terim şöhretini iyi yönetenler. Son dönemin sıkça bahsedilen ismi Şeyma Subaşı Acun Ilıcalı’ya gelecek olursak; Şeyma duygusal biri. Duygularını değil zekasını kullansaydı Türkiye’nin Paris Hilton’u olurdu. Şeyma’ya yüklenenlerin onu kıskandığını düşünüyorum. Acun ise tam bir strateji adamı ve Türk halkının nabzını çok iyi tutan biri.

Şöhreti iyi yönetmenin sırrı ne?

Bunun sırrı sessizlikten geçiyor. Sessizliğin de bir sesi vardır hem de sesten daha yüksektir. Dolayısıyla ünlülere tavsiyem skandalları çıktığında biraz sessiz kalmayı öğrensinler ve özür dilemesini bilsinler.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.