SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Çocuklar kurallara nasıl uyar?

Bir otorite figürü, karşımıza aniden bir kuralla geldiğinde ilk yaptığımız şey; “Nedenmiş?” diye karşı çıkmak oluyor, değil mi? Eğer ki bizim mantığımıza uygun bir açıklaması varsa, çıkarımıza olmasa dahi o kurala uymayı tercih edebiliyoruz ama bize bir anlam ifade etmiyorsa sinirleniyor, bazen kuralları ihlal edip, karşı geliyoruz, bazen de o kurala mecburen boyun eğiyoruz ama başka bir yerden (gücümüzün yettiği noktada) öfkemizi çıkarabiliyoruz.

Mesela trafik kuralları hepimiz için gerekli. Eğer ki yeşil ve kırmızı ışık hayatımızda olmasaydı hem kaosun içinde bulurduk kendimizi, hem de kazalardan kurtulamazdık.

Çocuklara da ev kurallarını böyle açıklamak gerekiyor işte. “Ben bu kuralı koydum, sen de uygulayacaksın.” demekle, iki tip çocuk yaratabiliyoruz…

01- Ya susup boyun eğen ve ömrü boyunca okulda-işte-eşine bağımlı veya evde sustuğu için toplumdan sinirini çıkaracak, şiddete meyilli bir birey,

02- Veya daha çocukluktan, dediğimizi uygulamayıp, asilikleriyle ebeveynlerini zorlayan bir çocuk.

Kısaca, korku yönetimi her türlü karşımıza olumsuz sonuçlar doğuruyor: Özgüveni eksik bireyler yetiştirerek, ya silik (toplumda görünmeyi tercih etmeyen kişilikler) veya asi, (evdeki başı ezilmişliği belli olmasın diye, korkunun şişirdiği ego ile) her an sivrilen tipler.

Tamam gelecekte nasıl olacaksa olacak, sonuçta onu yaşamaya çok var, değil mi? Değil. Çocuğumuzun geleceğini de sağlıkla inşa etmeliyiz. Günümüzü kurtarırken, geleceğini de emniyete alabileceğimizi söylesem? Bir hamleyle, iki kazanç... Hangimiz istemeyiz ki?

-Öncelikle çocuğunuzu, “o çocuk ya/çocuk işte” diye görmeyi bırakmak gerekiyor çünkü o bir birey. Sizin kadar. Kendiyle ilgili de fikirleri var, yaşadığı ortamla ilgili de.

-Çocuğunuzun bireyliğini kabul ettikten sonra ikinci madde: Çocuğunuz size aitmiş gibi davranmak yerine, bir arkadaşınızı incitmemek için nasıl hassasiyet gösteriyorsanız öyle bir ilişki kurmanız gerekiyor ki; arkadaşınız sizin (muhtemelen) çocuğunuz gibi birinci çemberinizde değildir. Önce en yakınlarımıza nezaketli-şefkatli davranmamız gerektiğini unutabiliyoruz. Nasıl olsa elimizde mantığıyla, en sevdiklerimize en zorlu yüzümüzü gösterebiliyoruz. Oysa ne demişler, ‘‘Evdeki huzur, zenginlik budur.’’

-Tamam çocuk birey ve evet en çok onu sevdiğimiz için nezaketli, sabırlı, anlayışlı davranıyoruz. Peki üç? Saygı! Ona saygı duyun. Yetişkin birine duyduğunuz kadar büyük/eşit saygıyı hak ediyorlar. Karşılıklı saygı...

-Ve son olarak, en önemli madde koşulsuz sevgi. Eğersiz-amasız-çıkarsız-amaçsız. Evdeki vazoyu kırsa da, derslerinde sizin beklentinizi karşılayamasa da, iş yerinden kovulsa da, hiç haz etmediğiniz birini koluna takıp, gezse de tavırlarınızla/davranışlarınızla onu her haliyle sevdiğinizi söylemeniz ve göstermeniz onun iç huzuru için çok önemli. Biz çocuklarımız için seçimler yapamayız, biz onlara ancak yol gösterebiliriz. Tavsiye vermeden, olabileceklerin olumlu-olumsuz taraflarını anlatırız, gerisini ona bırakırız. Bize göre yanlış yolu seçerse ve bir şekilde üzülürse de o üzüntüyle nasıl başa çıkabileceğini, alternatiflerini gösterebiliriz.

Aklınızın bir köşesinden “o çocuk” düşüncesini sildiğiniz andan itibaren, çocukların ev kurallarına uyumlandığını görebilirsiniz çünkü artık siz onlara değer veriyorsunuz, onlar da size kendilerini fark ettirmeye çalışmak zorunda kalmıyorlardır.

Neler yapabilirsiniz?

01- Haftalık aile toplantıları. Bu toplantılar sizin önderliğinizde ve sizin koyduğunuz kurallar otoritesinde değil, herkesin fikir beyan edebileceği ve kuralı neden istediğine dair açıklamalarda bulunduğu bir toplantı olmalı. Aksi halde sizin hükümdarlığınız devam ediyor demektir ki; bizler sadece evi paylaşan, birbirlerini çok seven bireyleriz.

02- Haftalık ‘en mutlu olduğum an ve en üzüldüğüm an’ farkındalık kavanozları. O hafta evde yaşanılanlara dair sizi mutlu eden ve üzen anıları yazıp, :) gülücük, üzgün surat :( kavanozlarına atıp, onlar hakkında konuşmak. Neşeli anları çoğaltmak için ne yapabilirsiniz, birbirinizi üzmemek için nasıl çözümler bulabilirsiniz birlikte konuşmak. Bu konuşmalar nasihat veya tavsiyeden çok içinizdeki duyguları şeffaflıkla çocuğunuza anlatmak ve onun da duygularını anlamlandırmasına yardım etmek amacıyla yapılıyor.

03- Ev kurallarınızı belirleyen görsel çizelgeler hazırlanır, hatta bu görsellerde çocuklarınız yer alır ise daha eğlenceli olabilir. (Instagram hesabımda örnek görseli bulabilirsiniz) Evin gerekli yerlerine asılır. Mesela; tuvaletle ilgili bir çizelgeyse (tuvalete gir, sifonu çek, elini yıka, ışığı kapa) tuvaletlere asılır. Mutfakla ilgili kurallar mutfağa, odalarıyla ilgili kurallar odalarına gibi. Çocuk gördükçe, kurallar pekiştirir ve zihnine yer eder.

04- Evinizin rutin kurallarının çizelgesi. Mesela, gündüzleri ekran yoksa ve çocuğunuz gündüz çizgi film izlemek istiyorsa, önceden yaptığınız resimli (Klinik Psikolog Pınar Mermer, Pozitif Disiplin I eğitimlerinde güzel bir tablo örneği paylaşır.) veya yine kendisinin olduğu fotoğraflardan oluşan rutin tablosunu göstererek, çatışmaya girmeden “Seninle birlikte hazırladığımız, kurallara birlikte karar verdiğimiz, bu kuralların sebeplerini konuştuğumuz tabloya bak da gel bakalım, gündüzleri ipad dışında neler yapabilirmişsin, başka ne alternatiflerin varmış, arasından seçebilirsin.” gibi bir yaklaşımla daha sorunsuz halledebilirsiniz.

Elbette her zaman “peki” deyip, yoluna gitmeyecektir ama birlikte karar vermenin, önceden biliyor olmanın, hatta aslında kendi seçimini uyguluyor olmanın değerlilik hissini çocuğunuz yaşarken, yavaş yavaş geliştirdiği uyumlu tavırlarıyla da siz ferahlıyor olacaksınız. Zamanla... Sabırla... Emekle. Evdeki işleyişe en başından beri dahil olmanın gururuyla, sizin de sakince ve istikrarla karşısında durmanızla sular durulacak, kurallar tıkır tıkır işleyecek. Tabii yukarıdaki saygı, sevgi maddelerini atlamadığımız sürece çünkü nasıl ki “reklamın iyisi kötüsü olmaz” diye bir söz hayatımıza girmişse, ilginin de iyisi kötüsü olmaz çocuklara göre, yeter ki ilgi olsun ama ilmik ilmik işlenen kötü ebeveyn tutumları, onlar farkına varmazken istemedikleri (istemeyeceğiniz) bir kişiliğe, davranış kalıplarına hapseder çocuklarınızı. O yüzden bizler, ilginin sevgi yönüyle olanını verelim onlara.

https://www.instagram.com/melissonkaya/

Yazının devamı...

Çocuklarla pozitif iletişim

Disiplin kelimesi size ne çağrıştırıyor?

Benim için yukarıdan bakan çatık kaşlar, çocuğa doğru yöneltilmiş sallanan bir baş parmak, çocuğa faydası olmasa da sırf bir büyük istediği için uygulanan kurallar, yapılması gereken zorunluluklar, kurallara uyulmadığı taktirde, odasına gönderilen çocuklar, sevdiği eylemden mahrum bırakılan evlatlar, yani ceza için hayatlar… Hep olumsuz duygular hissettirir; korku, endişe, üzüntü, yalnızlık, özgüven eksikliği. O yüzden, günümüzde ‘pozitif disiplin’ kelimeleri çok popüler bir yaklaşım olsa da, ben onu pozitif iletişim diye duymayı tercih ediyorum. Aksi taktirde, içimdeki negatif hisler uyandığından, disiplin pozitifine bile kanalize olamıyorum. Aslında pozitif disiplinden de kastedilen, çocuklarla şiddetsiz iletişim kurmak. Klinik Psikolog Pınar Mermer’in Pozitif Disiplin Seminerleri oluyor, katılmanızı tavsiye ederim.

Şu pandemi dolayısıyla eve kapandığımız günlerde ve bir süre daha kapalı kalmamız gerekecek zaman diliminde size bazı önerilerde bulunmak istiyorum...

Çocuğunuz kaç yaşında olursa, olsun uygulamaya sabırla niyet ettiğiniz sürece hem ebeveyn çocuk ilişkiniz olumlu anlamda gelişecek, hem de vakti zamanında kopan bağlar zamanla onarılabilecektir.

· Pozitif iletişimin en önemli sorusu, hiçbir zaman aklınızdan çıkarmadan aksiyon almanız gereken konu: Amacınız ne? Çocuğunuza güçlü olduğunuzu kanıtlamak mı? Yoksa ona destek olmak mı? Bazen güç savaşına girebiliyoruz çocuklarımızla, değil mi? Bize saygı duymalarını istiyoruz, bizim sözümüzü dinlemelerini… Çünkü bu durum işimize geliyor, rahatımıza gidiyor. Ama sizinle küçük bir sır paylaşayım; ebeveynlik kabul etmek gerekir ki; pek de kolay bir iş değil. Emek ve sabır istiyor. Bazen geçmişimizden gelen, bizi sarıp sarmalamış düşünce kalıplarımıza baş kaldırmayı gerektiriyor. Ezber bozan bir iş. ‘‘Ben annem-babam gibi olmayacağım.’’ dediğimiz her an ya onların tamamen kopyası olup, çıkıveriyoruz, ya da tam zıttı kişiliklere bürünüyoruz. Eh iki seçim de sağlıklı olmayabiliyor çünkü merkezde kalabilmek en dengeli yol. O yüzden kendimize sormamız gerekiyor; ‘‘Peki biz, onlara (çocuklarımıza) saygı duyuyor muyuz? Ve onların hem fiziksel, hem de bilişsel olarak bizim kadar gelişmiş olmadıklarını kendimize hatırlatabiliyor muyuz? Bunun için Pınar’ın çok güzel bir önerisi var… ‘‘Avcunuza O ÇOCUK yazabilirsiniz.’’ diyor. Bazen aklımızdan çıkabiliyor gerçekten ve tam öfke patlaması anında, gözümüze soktuğumuz yazı, karşımızdakinin çocuğumuz olduğunu, en sevdiğimiz varlıkla göz göze olduğumuzu bize hatırlatabilir. (Öfke patlamaları genellikle, kendimizin neye ihtiyacı olduğunu göz ardı ettiğimiz anlarda çıkabiliyor. Bunun için de bir önceki yazım olan ‘Pandemide Ebeveynlere Öneriler’ yazıma bir göz atmanızı tavsiye ederim.

· Unutmayın, bizim çocuğumuz olması, bizim bir eşyamızcasına, ona hükmedebileceğimiz anlamına gelmiyor. Çocuğumuza karşı hem saygılı, hem de şefkatli yaklaşmalıyız. Bu yaklaşım tabii ki karşılıklı ama iyi bir haberim var ki; çocuklar zaten size bakarak öğreniyorlar. Siz onlara şefkatli ve saygılı yaklaşırsanız, onlar da zaman içerisinde hem size öyle karşılık verecekler, hem de kendilerine öyle davranan kişileri hayatlarına dahil edecekler çünkü kendilerinin değerini bilecekler. Zaten çocuğumuz için en çok istediğimiz şey de bu değil mi? Ben sevdiğim bir arkadaşımı düşünürüm hep çünkü en yakın arkadaşımıza karşı bile sınırları çok aşabiliyoruz bazen, değil mi? O yüzden saygı duyduğunuz, iyi niyetli bulduğunuz bir arkadaşınıza nasıl davranıyorsanız, çocuğunuza da o kelime, bakışlar, beden diliyle yaklaşabilirsiniz. Mesafeden bahsetmiyorum. Sonsuz sevgiyle ama saygı sınırlarını aşmadan yaklaşmak… Emir vermeden, hükmetmeden, kısıtlamadan, cezayı hayatınızda dahil etmeden.

· Hep deriz ya… ‘‘Ama kaç kere söyledim ya çocuğum sana!” deriz ya, “YETMEZ!” diyor Pınar. “1000 kere söyleyin, çok kez tekrar edin, oyunla pekiştirin. Anca idrak edecekler.” O yüzden o kafanızda dönüp, dolaşan nine cümlelerini bırakın lütfen ve sadece söylemeye değil, davranışlarınız ve oyunlarla da oturtmaya çalışın, çocuğunuzun istediğiniz davranışları hayatına katabilmesi için. Mesela her yemek öncesi, yüksek sesle ellerinizi yıkadığınızı kendi kendinize söyleyin, o da özenip, yapacaktır. Oyun sırasında, uyku öncesi bebeklerinize diş fırçalatın. Kavga eden iki arkadaş kuklası oynatın ve doğru davranışı tiyatro sahnesinde izlemesini sağlayın. (Ne öğretmeye ihtiyacınız varsa…)

· Çocuklar su, kum, çamurla uzun süre keyifli vakit geçirebiliyorlar. Çok mu işiniz var, batsın salon, mantığıyla bir kova dolusu su. Oh mis… Islansın, eğlensin, gülsün bir sürü ihtiyacını karşılasın, siz de yemeğinizi yapın. Evi de aile bireyleri birlikte temizler, kurularsınız artık çünkü evde işe yarıyor hissetmek de çocuklarınızın ihtiyacı. “Çocukları ev işlerine dahil edin.” Mesela, benim 3 ve 5 yaşındaki oğullarım, sofrayı kurarlar, odalarını toplarlar, kıyafetlerini kirliye atar, salonu yerle bir ettikten sonra bütün koltukları-yastıkları yerlerine yerleştirirler, elektrik süpürgesi tutarlar ve bunu yaparken çok eğlenirler. Büyük oğlum, evde sucu başıdır. Küçük oğlumun boyu yetişmediği için kardeşine su koyma konusunda ona destek olur ve meyvelerin nasıl yıkandığını ona öğretir. Mutfakta çıraklığımı üstlenirler, yumurta kırarken her yeri yumurta yapabilirler ama yumurtaları ben kırarsam çok güzel mikser tutarlar. Burada dikkat etmeniz gereken konu; çocuğunuz hangi işi yaparsa yapsın, yaptığı kadarına teşekkür etmeniz, onu değil ama yaptığı işi takdir etmeniz. ‘‘Bıçakları sağa koymuşsun, artık hiç karıştırmıyorsun, seni tebrik ederim. Oğlumun elinden çıkan kek de ayrı bir lezzetli. Odan derli toplu gözüküyor, artık oyun oynama hazır hale gelmiş. Kıyafetlerini kirliye attığın için teşekkür ederim işimi kolaylaştırıp, seninle oyun oynama süremi uzatmama destek olduğun için çok şanslıyım.’’ gibi geri bildirimler onları size destek olmaya teşvik edecektir. Yere su döktü ve yerleri sildi ama yerler hala ıslak ve sizi o yaptığı için memnun etmedi mi? Siz yine de teşekkür edin, eksikliği ona söylemeyin ve onun yaptığı işi gözü önünde düzeltmeyin. O gittikten sonra çaktırmadan üstünden siz yine bezle silin ama bunu onun bilmesine gerek yok. Hevesini kırmanız, onu utandırmanız bir daha sizinle işbirliği yapmayacağı anlamına gelir. Bu durum ona yalan söylemek de değildir. Yaptığı kadarıyla onu beğendiğiniz anlamına gelir.

· Birlikte günlük rutin tablosu oluşturun. Çocuklar küçükse resimlisini, büyükse birlikte yazdığınız, gün içinde sırasıyla yapılan aktiviteler tablosu yapın. Benim burada ruhuma dokunan bir soru sordu Pınar; “Çocukluğunuzun (ebeveynlerinizle) olumlu hatıraları neler? Pazar yemekleri, toplu oyunlar? Pozitif rutinler oluşturun ve bu rutinlere doktor randevusu kadar sadık kalın.” diye ekledi. Bu rutinler, birlikte geçirdiğiniz akşam yemekleri de olabilir, yemek sonrası ailecek oynanan oyunlar da… Yeter ki elinizde telefon, aklınızda işleriniz olmasın. Orada olun, o anda, çocuğunuzla. Eğlenin onlarla ki; onlar da tadına varsın sizinle geçirdikleri zamanın.

· ‘…dan sonra’ çok güzel bir öneri. Çocuklarınıza ‘‘Hayır, olmaz.’’ demek yerine, ‘‘Tabii, öğle yemeğinden sonra dondurmanı yiyebilirsin. / Tabii, ödevlerini bitirdikten sonra parka gidebiliriz. / Tabii, dişlerini fırçaladıktan sonra kitap okuyabiliriz. / Tabii, ellerini yıkadıktan sonra yemekte size o hikayeyi anlatabilirim.’’ diyerek, hem olumlu cümle kurmuş oluyorsunuz, hem istediğinizi yaptırıyorsunuz, hem de onun istediğini yaparak onu mutlu etmiş oluyorsunuz. Bir taşla birçok kuş. Tabii her seferinde ‘‘Peki.’’ demeyeceklerdir, o kadar kolay olsaydı, herhalde hiçbir eğitime, hiçbir psikoloğa, hiçbir danışmana ihtiyacımız olmazdı değil mi? Ama sabırla, istikrarla bu kadar kolay bir noktaya gelebileceksiniz. Çocuklar en çok, onları en sevdiklerinin sınırlarını zorlamayı severler, adete kendilerini ne kadar sevdiğimizi, kendilerine ne kadar katlanabileceğimizi sınarlar gibi… İşte bir iki kere sınavı geçebilirsek, ardından işler çok daha kolay işleyebiliyor.

· “10-20-10 yöntemi uygulayın. Yani sabahları 10 dakika, öğleden (okul) sonra 20dk, akşam uyku saati haricinde 10 dakika kaliteli, baş başa, verimli, eğlenceli vakit geçirin.” diyor Pozitif Disiplin Eğitimleri. Bu zaman diliminde yine, sadece çocuğumuzla olmamız gerekiyor. Zaten kısıtlı-kısacık zamanda aklımız o anda olmaz ise, o andan ne çocuğumuz ne de biz verim alabiliriz. Öğretmeye çok odaklı yaşayabiliyoruz. Oyunda bile öğretme derdiyle oyunun eğlencesini kaçırabiliyoruz bazen. Bırakın, eğlenin, gülün. Çünkü çocukların günlük ihtiyaçlarından biri de gülmek. Ve Pınar’ın zaten sayfasında da sürekli paylaştığı ihtiyaç listesi şöyle: Gülmek, ağlamak, terlemek, sıkılmak, sarılmak. Bu beşliye dikkat! Hem kendi hayatınızdan, hem de çocuklarınızın her gününden mutlaka eksik etmemeniz gereken bu beşli hayat kurtarır. Her gün birlikte gülün, eğlenin. Ağlamasına izin verin ki; içindeki stresi dışına akıtabilsin. Koşsun, dans etsin, terlesin. Terlesin ki; enerjisini atabilsin. Sarılın, sevginizi gösterin ki; enerjiniz olumlu yönde karşılıklı değişsin. Biz ebeveynler çocuklarımızın sıkılmasından çok korkarız çünkü kendimiz de sıkılmayı sevmeyiz. Sıkılmak yerine her anımızı doldurmayı tercih ederiz, en olmadı televizyonu açarız veya telefonu elimize alırız. Halbuki sıkıldığınız anlarda aklınıza gelen fikirler kadar ufkunuzu açabilecek projeler hiçbir zaman üretemezsiniz. Gandi, Hindistan’ı İngiliz İmparatorluğu’nun boyunduruğundan kurtarmaya çalıştığı yıllarda haftada bir gününü sessizliğe ayırırmış. Doğru eylemin ancak bu sessizlikten doğacağına inanırmış. Şiddetsiz, aksine şefkatli politik mücadelesini bu şekilde hayata geçirmiş. O yüzden, bırakın sıkılsın, insan en çok sıkıldığı anlardan verim alır.


Tabii ki daha birçok öneri var. Ve herkesin geçmişine, şimdiki yaşantısına göre ön plana çıkanlar değişebilir. Yaratıcılığınızı kullandığınız, üretken olduğunuz sürece, içinizdeki çocuğu canlandırdığınız, sesine kulak verdiğiniz zaman çözümler ününüze çıkacaktır. En büyük destekçiniz sabrınız, güler yüzünüz sizinle olsun. (Bu yazı biraz olsun bakış açınızda aydınlatma yarattıysa, ‘Özgüvenli Çocuk İçin Küçük-Kısa Tüyolar’ yazıma göz atmanızı tavsiye ederim.)

Sabrımızın zorlanmadığı günlerde buluşmak dileğiyle…

https://www.instagram.com/melissonkaya/

Yazının devamı...

Pandemide ebeveynlere öneriler

Hiç bu kadar zorlamamıştı değil mi?

Artık hepimizin dışarıda ve evde tahammül süresi, artı sınırı çok düştü.

Sabrımız tükeniyor, sinirlerimiz geriliyor, patlamalar artıyor, ardından suçluluk duygusu çöküyor, sanki ‘doluya koyuyoruz almıyor, boşa koyuyoruz dolmuyor’ yetersizliğinde savruluyoruz.

Çok normal…

Önce çabaladık, sonra yorulduk.

İlk sabrettik, ardından bıktık.

Başlarda şaşırdık-korktuk-anlamlandıramadık, şimdilerde kanıksadık-yıldık-bıktık.

Avazımız çıktığı kadar ‘‘Yeter!’’ diye bağırasımız var.

Pandemi herkesin kendi içinde büyük sarsıntılar yaşadığı bir süreç. Duygu geçişlerimizin aniden yaşandığı, içimizdeki ruh halimizle barışmamızın zorladığı bir dönem.

Biz yetişkinlerde hal böyleyken, siz bir de çocukları düşünün… Duygularını henüz anlamlandırmayı öğrenmeye çalışırken, kimsenin süresini koyamadığı bir belirsizlik halinde salınmanın nasıl da karmaşık olduğunu görmeye çalışın.

Çocuklar için bir öneri listesi yazacağım ama ilk önce, çocukların bakımını üstlenen biz yetişkinler için bir yol haritasına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Eskiden (uzun zamandır seyahat etmiyorum) uçaklardaki anonslara çok gülerdim, ‘‘Nasıl ya, önce kendimi nasıl düşünebilirim, olası bir tehlike anında önce onu kurtarmayı önemserim.’’ derdim. Ama bugünlerde tüm uzmanların ısrarla anlatmaya çalıştığı şeyi iliklerime kadar hissedebiliyorum... (Hal Edward Runkel’in Bağırmayan Anne Baba Olmak kitabını öneririm.) Kendim nefes alamazken, onlara nasıl oksijen olabilirim?

Çocuk yetiştirmek, bir ekip işi.

Tek başınıza sağlıklı bir birey yetiştirmek imkansız. Soluklanmaya, durulmaya, bazen de orada olmamaya ihtiyacınız var. O yüzden yardım istemekten çekinmeyin! Evet, pandemi döneminde en çözümsüz durum bu. Yardımcısı olanlar, yardımcılarını alamamaya başladılar, aile büyükleriyle bir arada olanlar, aile büyüklerini göremedikleri zaman dilimine girdiler, anneler-babalar evde bir yandan çalışıp, bir yandan da çocuklarla ilgilenmek zorunda kaldılar. Çocuklar online eğitime bir adapte oldular, iki sıkıldılar, deşarj olamadıkça ebeveynlerinin sınırlarını zorladılar. Ebeveynler yorgun, bıkkın, halsiz. İşe bu yüzden…

1. Önce bir bilin ki; yalnız değilsiniz! Siz kendi durumunuzu anlatmaya başladığınızda, cümlenizi tamamlayabilecek bir güruh var arkanızda. Ve bilin ki; ne kadar belirsiz de olsa ge-çe-cek.

2. Evde çocuklarla yalnız değilseniz mutlaka çocuklarla farklı zaman dilimlerinde ilgilenin. Oyun işini eşlerinizle, büyüklerinizle, eşlikçilerinizle bölüşün. Online eğitim sürecinde birbirinizden destek alın. Evde tek bir kişi (genellikle bu anneler oluyor, değil mi) tüm sorumluluğu üstlenmesin. Her gün olmasa da, haftanın bir günü çocukların sorumluluğunu üstlenen kişi, üzerindeki çocuk okul işlerini evdeki diğer yetişkine bıraksın.

3. Hemen şimdi kendinize bir liste yapın. Ne zaman, ne için, neden, ne kadar sinirleniyorsunuz? Sizde bardak taşmadan, nasıl doluyor? Ne zaman doluyor? Son noktaya gelmeden önce içinizdeki gerginlik nasıl eksiltilebilir? Her sinirlenme anında ne yapabilirsiniz değil, her patlama ÖNCEsi nasıl bir çözüm bulabilirsiniz de sinirler yatışabilir?

Duygu durumunuzun sakinleşmesi için bazı öneriler bulacaksınız aşağıda.

Ama bilin ki; herkese iyi gelen şeyler farklıdır. Siz kendinizi gerçekten görürseniz, sizi sizden iyi tanıyan-bilen birisi olamaz. Lütfen kendinizle yalnız kalıp, içinize sorun, ‘‘Benim neye ihtiyacım var? Bu sıkışmışlık hissinde, bu ihtiyacımı nasıl karşılayabilirim?’’ Mutlaka cevaplar gelecektir, kendinize güvenin… Kendinize iyi bakabilme yetiniz sizde. Durun, bir derin nefes alın, gözlerinizi kapatın, kendinize bir sarılın, omuzlarınızı sıvazlayın, kendinize gülümseyin ve sorun… ‘‘Ben kendim için ne yapabilirim?’’

Size bana iyi gelen birkaç taktiği yazıyorum…

· Çok gerildiğimde; gidip, yastığı ağzıma kapatıp, avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Hiç ses çıkmıyor, biraz boğazlar hırpalanıyor ama iyi geliyor. Çocuklara yüksek ses uygulamaktan iyidir. Sadece filmlerde olur sanıyordum, hayır hayatın içinde de işe yarıyormuş meğer. Ayrıca çocuklara yakalanırsanız, onlar da deniyor ve “Anne ne yapıyorsun ya, ben de yapacağım, çok saçmaymış, çok komikmiş.” diye kahkahalar atmaya başlıyorlar, siz de gülmeye başlıyorsunuz, hoop duygu durumunuz bir anda değişiyor. Sinir yerini, huzura bırakıyor.

· Yastık yumruklamak bana iyi gelmiyor (kimisine çok iyi gelir, deneyebilirsiniz, hatta çocuklarınızın denemesine de izin verebilirsiniz) ama ne geliyor biliyor musunuz? Topuklarla yatağa vurmak. Yatağa yatın, bacaklarınızı sırayla doksan dereceden yatağa doğru hızla bırakın ve ardından sertçe vurun. Yorulana kadar, enerjiniz tükene dek devam edin. İnanılmaz bir rahatlama oluyor, sanki içinize sığdıramadığınız enerjiniz birden puf diye uçup, gitmiş. Özellikle yürüyüşsüz, doğasız kaldığımız bu dönemlerde en büyük ihtiyaç spor. Ama ‘‘Spora da vakit ve enerji yok.’’ Diyorsanız, küçük aralıklarla bu tarz hareketler çok faydalı. Kolları-bacakları çalıştırın.

· Banyo yapmak! O nasıl bir ferahlamaktır. Su her şeye iyi geliyor. Bütün negatif enerjimi alıp, nerelere götürüyorsa götürüyor ama benden çoook uzaklara. Parıldayarak dönüyorum aralarına. Geniş bir banyo zamanınız mı yok, yüzünüzü de yıkamak bir çözüm olabilir. Suratınıza çarpan soğuk bir suyun ferahlığını size kimse kazandıramaz. Veya ılık suyu yüzünüzde hissetmek kadar sizi yumuşatabilecek bir an yoktur.

· Sıkı durun en iyi öneriye geldi sıra: Ağlamak! Bol bol. Böğüre böğüre… Aman çocuklar duymasın mı… O zaman yine kapatın yastığı suratınıza, girin banyoya, oturun tuvalete ağlayın. Ayrıca, ağlamanın kaçılacak bir yanı da yok. Çocuklarınıza da her gün ağlamaları ve enerjilerini, içlerindeki sıkışmışlığı çözümleyebilmeleri için ağlamalarına fırsat verin.

· Şimdi de aile halkının beni deli sandığı çözüm önerilerine geldik. Avazım çıktığı kadar bağırarak şarkı söylüyorum. (O zaman şarkı söylemek lazım avaz avaaaz diye başlayabilirsiniz.) Bazen de şarkı söyler gibi; melodili konuşuyorum ama yüksek sesle, ‘‘Bağnaaa sofrayııı kim kuuurar, akşam yemeğiiiine ha-zır-lar? Çatallar solaaa, bıçaklar sağaaa, bir de yoğurt sofrayaaa.’’ diye melodili, hatta ezgili konuşmalar iyi geliyor. Bazen çocuklar bundan hoşlanmıyor, ‘‘Yapma, sus.’’ diyorlar, o zaman uzatmıyorum, onların da sinirlerini gerip, daha sonraki krize ön ayak olmaya hiç gerek yok ama bazen onlar da çok eğleniyorlar, o zaman tam gaz devam. Oh bi rahatlama, bi ferahlama benden iyisi yok o dakikadan sonra.

· Çocukların çok güldüğü, bazen bana katıldıkları bir diğer çözümüm ise çalmadan oynar bizim evdekiler! Müziksiz başladığım saçmalama danslarıma, göbek atmalar, halay çekmeler, bale figürlerine, evden biri imdadıma yetişip, müzik açıyor, o sırada ne telden çalarsa, benim içimden nasıl dans etmek gelirse… Terleyinceye kadar döktürüyorum. Saçları savuruyorum. Tam şantaj videoları saçıyorum ortalığa anlayacağınız ama kim takar, 0 km hayatıma devam ediyorum. Utanmayın, içinizdeki cevheri ortaya çıkarın, ağlamaktan sonra en çok işe yarayan madde bile olabilir.

· Gülme krizine giriyorum. Ama bu bilinçli olmuyor. Saçma sapan bir şeye o kadar çok gülüyorum ki; gözümden yaşlar geliyor. En sonunda evdekiler de dayanamıyor benimle gülmeye başlıyorlar ve o gülüşler hiç bitmiyor, ta ki karına ağrı girene dek. ‘‘Offf aman tamam, yeter.’’ diye sonuçlanırken o gülüşmeler, bir bakmışsınız ki lokum.

Anlayacağınız hepimizin, gülmeye-ağlamaya, harekete-enerjimizi atmaya ve yalnızlığa-sakinliğe-sıkılmaya ihtiyacımız var. Dört duvar arasında kalmak zorunda olsanız da, o dört duvarı kendinizin ihtiyaçlarına göre yuva haline getirebilirsiniz.

Sakin günler, bağırışsız ebeveynlikler dilerim.

https://www.instagram.com/melissonkaya/

 

Yazının devamı...

Çocuklarda konuşma bozukluğu

Çocuklarda konuşma takılması ebeveynleri çok endişelendiren bir konu. Daha önce oğlumun 2 yaş civarı yaşadığı ‘kelime veya hece tekrarlı konuşma’ şeklini yazmıştım. Bu konuyla ilgili o kadar çok geri dönüş aldım ki; tekrar daha detaylı bir rehber yazmaya karar verdim.

‘Hece veya kelime tekrarı, bazı harflerde zorlanma, bazı kelimeleri telaffuzda zorluk veya tekrar’ gibi bir sürü şekilde karşımıza çıkabiliyor.

Bir sabah kalkıyorsunuz ve bir bakıyorsunuz çocuğunuz eskisi gibi akıcı konuşamıyor. Oysa konuşmaya da çok erken başlamıştı. Gayet de seri ve düzgün konuşuyordu. Tabii kafanızdan kaynar sular dökülüyor. ‘‘Acaba hiç geçmeyecek mi? Bu çocuk kekeme mi oldu? Kekeme kalırsa insanlarla iletişim problemi yaşar mı?’’ soruları beyninizde dönüp, duruyor. (Biz ebeveynler her türlü konuşma problemlerine kekemelik desek de uzmanlar hepsine kekemelik adını vermiyorlar bu arada.)

Öncelikle sakin olun…

Kekemelik neyse ki; çok da büyük bir sağlık sorunu değil düşünüldüğünde. Evet, iletişim kurmakta zorluk yaşanan bir sağlık durumu olabilir ama birçok hastalığa göre sizi endişelerden, endişelere sürüklemesine gerek yok. Çocuğunuz, sağlıkla sizinle bir arada kalacak.

Ayrıca, çoğunlukla ve zamanında müdahaleyle çözümü de var.

Ve sıkı durun, en iyi haberi henüz vermedim: Çocuğunuz 5-6 yaşından küçükse, büyük bir olasılıkla, geçici bir süreç yaşıyorsunuz. Çocuğunuzun konuşma hızı, düşünme hızına yetişemiyor.

Tabii ki böyle bir dönemden geçerken, uygulamanız gereken elzem kurallar var:

01- ‘Çocuğunuzda bu süreç ne zaman başladı?’ ve ‘Herhangi bir başlama sebebi var mı? Kayıp, kaza, taşınma, şiddet vs.’ bunları not alın.

02- Bu durumlarda ilk olarak danışacağınız uzman ‘Dil ve Konuşma Terapistleri’ Eğer ki; kendileri sizi psikolog/psikiyatrist/duyu bütünleme uzmanı gibi bir uzmana yönlendirirlerse, ona göre yolunuzu çizersiniz ama öncelikle durumu paylaşacağınız doktorlar, dil ve konuşma terapistleri.

03- Eğer ki, ani bir gelişme yaşandıysa hayatınızda, o zaman bir uzmana danışmanızda yarar var. Ama eğer ki; herhangi bir değişiklik yok ise ve çocuğunuz 5 yaşından küçükse ilk günden itibaren kendisine çaktırmadan çektiğiniz sesli videolarla elinizde bir süre veri oluşturup, bir uzmana danışmanızda fayda var.

04- Benim danıştığım Dil ve Konuşma Terapisti Dr. Sertan Özdemir’in önerilerini size iletiyorum… Bu öneriler, çok önemli ve faydalı olmakla birlikte, her çocuğun konuşma takılması kendine hastır, o yüzden çocuğunuz için özel danışmanlık almanız gerekmektedir. Çocuğunuzun yaşından tutun, konuşma bozukluğunun süresine, konuşma bozukluğunun başlangıç sebebinden, ilerleme derecesine kadar hepsi çocuğunuza has ve özeldir. Tıpkı her hastalık ve tedavide olduğu gibi…

05- En önce siz sakin kalacaksınız. Bu durumun büyük ihtimalle geçici olduğunu düşünerek kendinizi rahatlatacaksınız. Endişenizi asla çocuğunuza belli etmeyeceksiniz. Aldığınız bütün kararları çocuğunuzla görüşen herkesle (aile büyükleriniz ve etrafındaki yetişkinler) paylaşacaksınız. Tabii hiçbir konuşmanızı çocuğunuzun yanında veya duyabileceği uzaklıkta yapmayacaksınız çünkü çocuklar mutlaka dinlerler!

06- Çocuğunuz konuşurken, ağzına değil gözlerinin içine bakmalısınız.

07- Çocuğunuzun kelimelerini-cümlelerini tamamlamayıp, sabırla konuşmasını kendisinin bitirmesini beklemeniz gerekiyor. Sakince, gayet normal (eskisi gibi-her zamanki gibi) konuşuyormuş gibi onu rahat bırakın. Aslında bu sakinliğimizi hayatımızın her alanında korumamız çocukların sağlıklı gelişimleri için çok önemli. Onları bizim hızımıza yetiştirmeye çalışmak yerine, onların gelişim hızlarını kabullenip, onlara ayak uydurmamız çok önemli. Mesela, ‘haydi haydi’leri hayatımızdan çıkarmaya bugünden itibaren başlayabilir miyiz?

08- Eğer ki; çocuğunuz konuşma takılmalarını fark eder ve ‘‘Ben konuşamıyorum, niye böyle konuşuyorum?’’ gibi bir endişeye kapılırsa, onu rahatlatmanız çok önemli çünkü sizin onu onayladığınızı görürse, konuşmaktan ve denemekten vazgeçmeyecektir. Ama siz onun konuşma şeklini eleştirir, ‘‘Haydi ama biraz çaba sarf et, daha seri konuşmaya çalış, eskisi gibi konuşamıyorsun.’’ gibi cümleleri sizden duyarsa, o zaman konuşmaktan korkup, konuşmayı ve denemeyi bırakıp, kalıcı bir kekemelik yaşayabilir. Eğer size kendindeki değişiklikten rahatsız olduğu bir geri bildirimle gelirse ona, ‘‘Çok normal, çocukluğumda bir dönem ben de böyle konuşmuştum, herkesin başına gelebilir, geçici bir şey, sen hiç merak etme, önemli bir durum yok.’’ sakinliğinde, hatta durumu umursamazlığında bir konuşma yapabilirsiniz kendisiyle.

09- Genellikle böyle durumlarda Dil ve Konuşma Terapistleri 6 yaş sonrası terapilere başlıyorlarmış ama her zaman bireysel danışmanlık alıp, doktorun yönlendirmesi ve zamanlamasıyla ilerlemek önemli bir durum.

Sorularınıza gelince…

Benim oğlumun konuşma takılması, kendiliğinden bence yavaş yavaş azalarak ama yine de birden diyebileceğimiz bir hızda 8 hafta içinde düzeldi. Yaklaşık 8 ay sonra ise çok daha kötü bir şekilde geri geldi. Neyse ki; ikinci yaşadığımız konuşma zorluğu ilki kadar uzun sürmedi, 3-4 hafta içinde yine kendiliğinden ve aniden geçti. Bir sabah uyandığımızda tamamen düzelmişti. Şimdi kendisi 5 yaşında ve bir daha yaşamadık, gayet düzgün konuşan, kendisini ve duygularını ciddi bir kelime dağarcığıyla ifade edebilen bir çocuk. Şunu da ilave etmeliyim ki; iki konuşma takılmasının ardından hem kullandığı kelimelerin çeşitliliği çok artmıştı, hem de konuşması çok gelişmiş olarak geri dönmüştü.

Ailelerin, çocuklarının küçücük bir sağlık sorununda nasıl korktuğunu ve paniklediğini biliyorum, kendim yaşıyorum. Ne dersiniz, öncelikle durumu anlayıp, sonra uzmanına danışıp ve elimizden geleni uygulayıp, biraz daha sakin kalarak onlara daha sağlıklı ebeveyn figürü olabilir miyiz?

Bu yazıyı okuyorsanız, muhtemelen çocuğunuzun konuşma bozukluğuyla yüz yüzesiniz demektir. Şimdi lütfen derin bir nefes alın, kendinize gülümseyin ve bu ebeveynlik serüveninde size destek olan tüm yakınlarınıza yukarıda yazılanları anlatın ve el birliğiyle çocuğunuza destek olun.

Sağlıkla görüşmek üzere…

https://www.instagram.com/melissonkaya/

Yazının devamı...

Uyku Meditasyonu

Hayat koşturmaca... Dertler-umutlar, işler-partiler, yorgunluk-dinçlik, mutluluk-keder, olumlu-olumsuz heyecanlar... Pozitif veya negatif, her durumda uyumak zor. Bazen çok yorgunluktan uykuya dalmak kolay olmuyor, bazen dinginlikten. Ama iyi bir uyku çekmek, dinç olarak güne başlamak için kritik bir nokta. Şimdi size hayatınıza sokabileceğiniz en iyi dinlenme yöntemini vereceğim.

Uyku öncesi kendine komut:

Öncelikle evrenden, Allah’tan, doğadaki enerjiden (her neye inanıyorsanız) izin isteyecek ve yardım talep edeceksiniz. Örneğin; Allah’ım vücudumu gevşetip, huzurlu bir uykuya dalmak için senden önce izin, sonra yardım istiyorum. Ardından kendinize; “Şimdi vücudumu gevşetecek ve gevşemem biter bitmez huzurlu bir uykuya dalacağım. Yarın şu (07:07 gibi herhangi bir saat verebilirsiniz) saatte mutlu-dinlenmiş-uykumu almış-dinç-huzurlu bir şekilde uyanacağım.”

Uyku öncesi gevşeme:

En rahat ettiğiniz pozisyonu alın. Ama bütün vücudunuzun yatağa değiyor olması önemli. Mesela bacağınız kırılmış şekilde, diziniz havada duramaz çünkü amacımız; bütün vücut hücrelerini rölantiye almak.

Ayak parmak ucundan, ayak bileğinize kadar gevşediğinizi hissedin.

Ayak bileğinden, dizlere kadar,

Dizlerden kalçanıza kadar gevşeyin.

Kalçadan göbeğe,

Göbekten göğüse kadar gevşeyin.

Göğüsten boyuna geçmiyorsunuz!

El parmak uçlarınızdan bileğinize kadar gevşeyin.

Bilekten dirseğinize,

Dirseğinizden omuzlarınıza kadar gevşeyin.

Şimdi göğüs ve omuzları birleştirme vakti geldi. Boynunuzdan aşağısı zaten gevşemiş durumda. Artık hücrelerin dinlenme vakti başladı, tüm gün çok yorulmuşlardı, onlara mola...

Göğsünüzle, omuzlarınızı gevşetip, boyunda buluştuktan sonra boynunuzu da gevşetebilirsiniz.

Ardından çeneden başlayarak, kafa tasınızın en üstüne kadar gevşemenizi tamamlıyorsunuz. Yüzünüz, saç dipleriniz, kafanızın içi...

Tüm gevşemeleri sindire, sindire yapın. Vücudunuzun uykuya gönderdiğiniz bölümünü artık hareket ettirmeyin; gün boyu işlevleri için teşekkür edip, onları dinlenmeye aldınız.

Gevşemediğini hissettiğiniz bir yer olursa, gevşemeye baştan o bölgeden başlayın. Mesela göğsünüze kadar gevşediğinizi düşünüyorsunuz ama diziniz gevşemedi, sil baştan dize dönüyorsunuz, ayaklara inmeye gerek yok. Tüm saydığım sıralamayı uygulayarak, baştan vücudunuzu rahatlatıyor, hücrelerinizi uykuya gönderiyorsunuz. En nihayetinde de zihninize sıra geliyor...

Uykuya geçiş:

Bütün vücudunuz gevşediği an, uykuya dalış anıdır. Beyninize bu komutu verdiğiniz için artık derin bir uykudasınız. Ama eğer ki; gevşeme sırasında aklınız gevşeyen bölgenizde değil ise asla uykuya dalamazsınız. ‘Anda’, orada olmalısınız. İşinizde, eşinizde, ailenizde, eski sevgilinizde, evladınızda, ertesi günkü eğlencede, duruşmada, toplantıda olursanız bu iş olmaz. Anda kalmak en önemli kural. Düşünceleriniz her daim bir yerlere gidebilir. Farkına varın ve kendinizi engelleyin, gevşemeye geri dönün. En zor kısım bu ama bunun için de bir sistemim elbet var! Yine inancınıza göre bir cümleyi kendinize seçebilirsiniz. Söylediğiniz kelimelere odaklanacaksınız, sadece ne dediğinizi düşüneceksiniz ve vücut sıralamanızı aklınızdan geçireceksiniz. Eskiler “Kuzuları sayın.” derlerdi ya, öyle bir durum aslında, sadece beyninizde kuzu canlandırması yapmamanız, vücudunuza odaklanıp, kelimeleri görselsiz aklınızdan geçirebilmeniz için başka bir önerim olacak. “Kendimi seviyorum.” ya da “Kendimi seviyorum ve onaylıyorum.” Veya benim kelimelerim: “Ya Men Hu Allah” Tüm vücut gevşemesi boyunca içinizden tekrar edin. Aklınız sadece bu kelimelerde olsun. Başınızı (kafa tasınızın tamamını) da gevşetmenizle... Çat, şalter indi, tebrikler uykudasınız.

Güne başlayış:

Söylediklerimi yılmadan, sırasıyla uyguladığınız sürece, günün birinde çalar saatsiz, istediğiniz saatte, dinç-mutlu-huzurlu-uykunuzu almış şekilde uyanacağınıza garanti veririm. Bazı kişiler bir haftada bu işi çözerken, bazılarında bir kaç ayı bulabilir ama bir gün mutlaka olacağına eminim ve olduğu gün, inanın çok büyük bir şaşkınlık, artı mutlulukla kalkacaksınız. Ve daha da önemlisi, bir kere başardıktan sonra her zaman yapabileceğinizi göreceksiniz ki; bu sizin vücudunuza söz geçirebildiğiniz kazancınız olacak. Şifa içimizde, bizde.

kitabımda daha ayrıntılı bir anlatımını bulabilirsiniz ve benim neden aylarca beceremediğimi, sonra bir ay içinde düzeni oturttuğumu göreceksiniz.

Komutları sırasıyla uygulamak gerek. Ve yılmadan en az 21 gün boyunca ara vermeden denerseniz, başarıya ulaşmanız çok daha kolay olacak çünkü siz inanmasanız da beyniniz söylediklerinizi-uyguladıklarınızı kabul edip, vücudunuza yaptıracak.

Not: Bana bu uykuya geçiş tekniğini öğreten kişi (kitapta da anlattığım gibi) ’m. Kendisi ‘meditasyon’ kelimesini kullanmazdı. Ona göre ‘güçten izin ve yardım alınarak, vücudun uykuya geçiş şekliydi.’ Günümüzde meditasyon adıyla yapıldığı için bu başlığı kullandım.

https://www.instagram.com/melissonkaya/

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Sınav Sonucu Ebeveyn Tutumu

Tam da mezuniyetler yapılıyor, kimileri üniversitede istediği bölüme girebilecek, kimiyse kazanamamanın üzüntüsünü yaşayacakken... Bu sırada liseler için öğrenciler tercihlerini dolduracakken... Mir de okulunu geçen hafta sonlandırmışken birkaç lafım olacak.

Bizim yatak odamızın duvarı, Mir’in kendi seçimiyle, bu sene okulda yaptığı aktivite ganimetleriyle doldu. Muhtemelen yaptığı çizimi, kesimini-yapıştırmasını veya ortaya çıkan işin ne kadar iyi olup-olmadığını değil de; hissini sevdiği, o andan keyif aldığı, arkadaşlarıyla bir arada olma duygusunu içinde yaşattığı etkinliklerin kağıtlarını seçti. Benim için hepsi kıymetli, hepsi onun minik ellerinin emeği, şimdi de evimizin en değerli eserleri... Muhtemelen arkadaşları tarafından daha iyi tamamlanmışlar da vardır. Belki daha kötüleri de... Hiç sormadım öğretmenine; “Sınıfa göre nerede?” Beni tek ilgilendiren onun çabası, yapabildiği kadarıyla mutlu olması. Öğretmenleri anlatıyor; “İngilizce’ye şöyle hevesli, böyle matematiği iyi, o kadar güzel bilmem ne yapıyor ki...” Bu tarz övgüler duymak, elbet insanın hoşuna gidiyor ama bugüne kadar duyduğum en şahane şey; arkadaşlarıyla sandalye kapmaca oynarken, dans etmesi, müziğe kendini kaptırmasıydı. Yarıştan çok, o ana odaklanabildiğini, oynadığı oyundan keyif aldığını bilmekti.

Benim okul hayatım, sınavlardan doksan alarak geçti ve eve bu notu ilettiğimde “Sınıfta yüz alan var mı?” sorusunu duyarak... Sadece tebrik beklerken, en yüksek notu aldığım için ‘aferin’ kelimesini duymanın şaşkınlığı yaşayarak... Belki de tam bu yüzden farkındalığım arttı. “Bir bebek konuşmaya çabalarken, kelimeyi nasıl telaffuz ettiğine değil, ne dediğine odaklanın.” derler ya, işte o andan itibaren çocukların yapabildikleriyle değil, yapmaya olan istekleriyle ilgilenmemiz gerektiğini anlamıştım.

Henüz hamileyken, karnımdaki oğullarıma “Sen beni hiçbir şekilde hayal kırıklığına uğratamazsın, seni her koşulda çok seviyorum.” demekle geçti. Ve fakat, bunu uygulayıp, uygulayamayacağımı bilemiyordum çünkü bilinçaltım tam tersiyle doldurulmuş bilgilerle doluydu. Zamanla anladım ki; farkındalık, yaşama tarzımızı değiştirebilmek için ilk kural, ikincisi yarısı ise pratikle oluyor.

Şimdilerde ebeveynler çocukları sınıftaki başarılarıyla, not ortalamalarıyla, sınav sonucu dereceleriyle ölçümlediklerinde tüm aile için çok üzülüyorum. ‘‘Kim bilir o anne-baba ne yaşadı da bu hale geldi, kim bilir o çocuk nasıl kendi değerini bir notla ölçümlüyor olacak?’’ diye içim içimi yiyor. Henüz bebeklikten itibaren çocuğumuzun gelişim hızını (yürüme, konuşma, tuvalet eğitimi, kendi kendine yiyebilme-giyinebilme) kabul edemezsek, sonralarda da çocuklarımızı ortamdaki diğer herkesle kıyaslayacağımızın göstergesi oluyor. Kardeşiyle, aileden başka çocuklarla, sınıf arkadaşlarıyla, iş yaşamında... ‘‘Sizinki kaçıncı ayda yürüdü? Benim evladım çok hızlı konuştu. Kendi yaş gruplarına göre önde gidiyor, önde.’’ cümleleri kime göre? Okulda çok başarılı olup, iş hayatında başarı elde edemeyen bireyler duymadınız mı hiç? Veya okulda silik bir öğrenciyken, sonralarda adını herkesin bildiği birinin hikayesine denk gelmediniz mi?

Bunun sonu yok. Evlatlarımızı başarılarıyla değil, oldukları kadarıyla-beklentisiz sevebildiğimizde mutlu bireyler ve neticesinde huzurlu bir toplum olabileceğiz çünkü koşulsuz sevgi; özgüvenli, ego problemlerinden sıyrılmış, benlik bilincini oturtmuş kuşaklar yetiştirecek.

Küçük bir tüyo: Çocuğunuzun yaş gruplarına göre daha eksik yönlerinin olması (sınav başarısızlığı gibi), sizi neden bu kadar sinirlendiriyor, üzüyor? Temelinde yatan sebebi bulabilirseniz, çözmeniz gereken sorunun çocuğunuzla ilgili olmadığını da kavrayabileceksiniz.

https://www.instagram.com/melissonkaya/

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Çocukla Tatil Planı

Çocuklarla tatile giderken, daha uçağa binmeden bir anlaşma yapıyoruz: “Tatil eğlenmek içindir. Birbirimizin isteklerine saygı duyacağız ve birbirimizi ne olursa olsun kırmayacağız. Kimse kimseyi üzmeyecek. Herkes paylaşımcı, anlayışlı ve sabırlı olacak.” Bu bizim eşimle altın kuralımız ve elimizden geldiğince her seyahat uygularız.

Çocuklu olunca somut yükler artıyor. Valizi, bebek arabası, bezi-ıslak mendili, ilacı ve tüm ebeveynlerin tahmin edebileceği bir sürü ıvır zıvır. Ama şuna karar vermek gerekiyor; onlarla keyifli vakit geçirmek mi- kafa dinleyip, evliliği beslemek mi? Eğer ki; sakinliği tercih ediyorsanız, o zaman bebekli-çocuklu tatil sizin isteğinizi karşılamayacak. Ama “Çocuklarımla olmak istiyorum.” diyorsanız, buyurun taktiklere...

Çocuklar küçüklerse, zaten tatili gün ve yapılanlar olarak hatırlamayacaklar. Geriye fotoğraflar, ebeveynlere anılar ve hepinize sevgi dolu hissiyatlar kalacak ki; bu bizim için çok kıymetli olduğundan tatillerimizi çocuklarla organize ediyoruz.

1- Günün programı: Her günün yarısını onların keyif alacağı aktivitelere ayırmanız adaletli olacaktır. Şehri gezmek mi istiyorsunuz, sabah hazır onlar dinçken, eğlenmeye açken, onların seveceği yerlere gidin. Müze, deniz, havuz, renkli sokaklar vs. Şehirde onlarla sohbet edebileceğiniz, onların da ilgisini çekebilecek mekanları birlikte (çocuklarla) seçerseniz, onlar da kendilerini değerli hisseder ve yaptıkları etkinlikten keyif alırlar. (İlk başta onların enerjilerini tükettirin, günün gerisi size kalsın.)

2- Oyuncak ve kitaplar: Yemek yerken, kahve molasında, arabada veya bebek arabasında ilgilenebilecekleri, uzun süre onları oyalayabilecek oyuncak ve kitaplar yanınızda mutlaka olsun. Böylelikle molalarda hem sıkılmazlar, hem de size dinlenme fırsatı kalır.

3- Tablet: Bazen tabletlere başvurabilirsiniz. Şehir değiştirirken; uzun bir yolculukta veya artık sizin onlarla ilgilenmeye gerçekten gücünüz kalmadığında, kısıtlı ulaşımla (önceden indirilmiş filmler gibi), zamanlama sınırıyla kendinize zaman, onlara da bir çizgi film hediye edebilirsiniz. Böylelikle kahvenizi yudumlarken, şehrin dokusuna dalabilme imkanınız olur.

4- Beslenme: Genellikle ebeveynlerin en büyük problemlerinden biri de yemek oluyor. Kaç günlük bir tatil olduğu önemli tabii ama bir kaç gün eksik beslenmekten zarar gelmez. Güzel bir kahvaltı sonrası gün içinde hızlı ve onların sevdiği besinlerle (pizza, burger, makarna gibi) zaman kazanabilir, gereksiz aile tartışmalarına girmemiş, canınızı sıkmamış olursunuz. Yurtiçi zaten çok kolay, alıştığınız tatlar ama yurtdışında da bir marketten alınan çeşitli meyveler, kuruyemişler gün içinde onlara eğlenceli atıştırmalıklar olacaktır. Eve döndüğünüzde dilediğiniz sebze-et-sağlıklı düşündüğünüz ne var ise önüne yığarsınız, açığı kapatırsınız.

5- Güzel anılar için: En önemlisi didişmesiz, kavga-gürültüsüz, stressiz anılar-hisler-duygular biriktirmek. Bunun için de ebeveynleri olarak sizin rahat olmanız, sıcak günlerde, yorgunluğu atıp, can sıkıntılarına şifa olacak bir dondurma partisi vermek güzel olabilir mesela. Veya nasıl ki siz, farklı bir şey gördüğünüzde almak istiyorsunuz, ara ara onaların da bu haklarının olduğunu bilmek ve değişik oyuncaklarla tatile daha keyifli devam edebilmelerini sağlamak bir seçenek olabilir. İlgi alanlarına göre gün gün programları bölerek, hem onların-hem sizin eğlenmenize olanak sağlamak iyi bir tercih olacaktır. Gün içinde gördüğünüz çimlik alanda veya çocuk parklarında molalar vermek, günün devamı için daha doğru bir soluk alma yöntemi olabilir. Çocukla tatil yaptığınızı unutmadan, hızlı hareket etmeye çalışmak yerine, daha yavaş ve sakin kalmak, her yeri görmeye çalışmak yerine, görebildiğinizle mutlu olmayı başarmak ailecek güzel bir tatil için doğru bir düşünce şekli olabilir.

6- Olumsuzluklara dikkat! Siz yorulduğunuzda, onlar sizden çok yorulmuş olacak. Sizin tahammülünüz azaldığında, onlar daha çok sıkılmış ve arızaya bağlama potansiyelleri daha yüksek olacak. Siz acıkabilirsiniz, onlar tok hissedebilir. Siz üşüyebilirsiniz, onlar üşümediğini düşünebilir. Siz gezmeye devam etmek isterken, onlar mola vermeyi tercih edebilir. Tüm sinirlendiğiniz, gerildiğiniz, yorulduğunuz, “artık yeter ama” diye düşündüğünüz anlarda, lütfen hatırlayın; oraya güzel duygular biriktirmek için, o anı birlikte paylaşabilmek için gittiniz. Belki sizinle tatile gelmek isteyip, istemediklerini sormadınız bile. Ne kadar çocuk olsalar da bireyler. Kendi duygu, düşünce, duyu ve hisleri var. Arkadaşınızla tatile gitmişsiniz gibi fikirlerine, isteklerine saygı duyun ve sanki arkadaşınızla konuşuyormuşsunuz gibi bir üslupla konuşun. Bazen ebeveyn olmak, ‘sınırları aşabiliriz’ düşüncesini getiriyor olsa bile, onların da sevginin yanında, saygıya ihtiyaçları ve hakları olduğunu unutmamamız gerekiyor.

Keyifli tatiller. Yaz geldi; çıkın çıkın gezin.

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

https://www.instagram.com/melissonkaya/

Yazının devamı...

Bir Pediatrist Gözüyle Çocuklarımıza Aşı Yaptırmalı mıyız?

Çocuk yetiştirmek, ekip işi. Ekibiniz ne kadar kalabalık olursa, o kadar rahat edersiniz. Ben ilk oğlumla ailemize’ı katmıştım. Çocuk doktoru seçerken, görüşlerinizin uyuşması çok önemli ama bir de sizi hekimliğiyle doğru yönlendiren birine ihtiyaç duyuyorsunuz çünkü anneliğin en zor dönemleri; çocukların sağlık problemleriyle boğuştuğunuz anları oluyor. Benim Sinan Bey’in (birçok özelliği dışında) sevdiğim-güvendiğim tutumu ‘gerektiği kadar müdahalesi’. Çocuğu uzaktan takip edebileceğini düşünse, hastaneye bile çağırmaz. Semptomlardan şüphelendiği bir durum olursa da hemen görmek ister. İlaç gerekmediği sürece, önce vücudun direnç göstermesini bekler, ilaç gereken durumda ise daha kötü bir sonuçla karşılaşmamak için derhal ilaca başlar. Bu yüzden fikirlerine güvenir ve önemserim. Geçen haftaki yazımda enfeksiyon hastalıkları profesörü bakış açısıyla ‘‘Neden aşı yaptırmalıyız?’’ sorusuna cevap bulduk, bu sefer de çocuk doktoru görüşüne danışalım istedim. Sinan Bey’in sorumlarıma verdiği cevaplar için buyurun...

Aşı toplum için neden gereklidir?
‘‘İnsanlık; avcı-toplayıcı-tarım dönemlerinden, bilim çağına ulaşmıştır. Bilimin ışığında ilerleyen toplumlar, yaptığı buluşlarla diğerlerine göre daha çok gelişmiş ve başarılı bir yaşam seviyesini yakalamıştır. Aşı, insanlığın sağlık alanında yaptığı en önemli buluştur. Mikrobik enfeksiyon hastalıklarından ve de kanserden korunmak amacıyla geliştirilen çok sayıda aşı sayesinde, sağlığımızı tehdit eden birçok hastalık dünyadan silinmiş (örneğin çiçek hastalığı 1977) ya da çok az görülür hale gelmiştir.

Aşıların tüm teknolojik gelişmelere rağmen uygulandığı herkesi hastalıktan koruyamayacağı, bağışıklık sistemini uyarmak için aşının içine ölü veya zayıflatılmış mikroorganizma konulduğu ve kişinin bağışıklık sistemi ile ilgili nedenlerden hiçbir aşının %100 etkili olamadığı bilinmektedir. Ancak aşılananların ortalama %90-95’i korunurken, %10-15’inde aşıya rağmen hastalık gelişebilmektedir. Şüphesiz ki; bu oran çok yüksek bir koruma anlamına gelir.

Bunun yanında aşıların toplumun büyük çoğunluğunun hastalıktan korunuyor olması, hastalığın yayılmasını engelleyerek aşılanamayan veya aşılandığı halde bağışıklık yanıtı oluşmayanların da hastalıktan korunmasını sağlar. Buna da ‘toplumsal bağışıklık’ diyebiliriz. Dolayısıyla aşı hem aşılanan kişiyi, hem de toplumu korumaktadır. Yani siz çocuğunuzu aşılatmadığınızda diğer çocukları da risk altında bırakıyorsunuz.’’

Toplumda kimler aşıyı desteklemiyor?
‘‘Aşıların herhangi bir yararı olmadığını, hatta zarar verdiğini iddia eden, farklı gerekçeler öne sürerek aşılar konusunda toplumda kafa karışıklığı oluşmasına neden olan kişilere ‘aşı karşıtı’ diyoruz. Aşı karşıtlığı ne yazık ki son zamanlarda daha çok taraftar bulmaktadır. Modernleşmeye-bilimsel ilerlemeye karşı olan kesimler haricinde, post-modern akımların etkisinde kalan, eğitimli-şehirli-çağdaş yaşam süren ve sosyokültürel gelişmeleri destekleyen toplum kesimlerinde de aşılanma konusunda soru işaretleri oluşmaktadır. Özellikle sosyal medya sayesinde aşı karşıtları, daha geniş kitlelere ulaşarak, iddialarını dile getirme ve taraftarlarını artırma şansı yakalamışlardır. Düşünen-sorgulayan-araştıran insan yerine, sorgulamadan inanan toplum, bilimsel düşünceden uzaklaşıp, metafizik ve akıl dışı düşüncelerin etkisine giriyor ve aşı karşıtlığının yayılmasını kolaylaştırıyor. Ne gariptir ki; buna çanak tutan bir hekim grubu da kongreler, bilimsel gerçekler yerine hurafelerle ateşe körükle gitmektedirler. Kanıta dayalı değil de, herkesin kendi tıbbını oluşturduğu bir yaklaşım mevcuttur. Bu bağlamda söylemeliyim ki, artık hastalar da okuyan araştıran, kongreleri ve bilimsel gerçekleri takip eden hekimleri değil, kendi gibi düşünen ya da duymak istediklerini söyleyen hekimlere yönelmektedirler.’’

Toplum olarak aşılanmadan neden korkuyoruz?
‘‘Aşı karşıtlığının etkisini azaltabilmek, iddiaları çürütebilmek, toplumu koruyabilmek ancak bilimle mümkündür. En önemli iddialardan birisi, ‘hastalığı geçirmenin daha iyi olduğu’ görüşüdür. Hastalıklar dünyadaki göçmen krizi (ülkemizdeki 5 milyon Suriyeli gibi) sayesinde kol gezmektedir. O zaman hasta olalım ama sonuçlarına da katlanalım mı? Çok gariptir ki; bu iddiaya sahip kişilere sorduğumuzda, o hastalıkları geçirmenin ağır bedelleri olabileceğinden dahi haberleri olmadığını görüyoruz.’’

Peki neden aşılanmalıyız?
‘‘Örneğin çocuk felci olduğunuzda sakat kalıyorsunuz, tedavisi yok. Kendim karşılaştığım bir iki vakayı da örnek vermek istiyorum... Zatürre geçiren ve akciğerinin yarısı kapanan, haftalarca yoğun bakımda izlediğimiz bir hastamızın zatürre aşısı dahil olmak üzere aşılarının çoğunun yapılmadığını, benzer şekilde boğmaca aşısı yapılmayan bir hastamızın ağır öksürük krizleri içinde nerdeyse zatürre ve ensefalopati dediğimiz beyinde sorunlar gelişmesi ile yüz yüze kaldığını gördüm. Böyle bir durumda, bu hastanın aile bireyleri hemen aşılanma gibi bir çaba içine girmişlerdi. Hani hastalık geçirmek daha doğaldı? Böyle bağışıklık daha iyiydi?

Benzer şekilde, kızamık sonrası beyin iltihaplanması, zatürre ve özellikle hamilelikte geçirilen kızamıkçık sonrası doğumsal anomaliler vb. birçok geri dönüşü olmayan bedeller ödetebilmektedir. Ne için? Bilimsel olarak ispat edilmiş, faydası onaylanmış, tecrübe edilmiş aşılar yerine, hiçbir şekilde fikirden öteye gitmeyen, insanların gerçek dışı iddiaları nedeniyle.

Ayrıca aşıların sıklıkla otizmle ilişkilendirilmesi sorunu var. Benim 24 yıllık hekimlik tecrübemde, aşıdan sonra otizm olan hiçbir çocuk görmedim. Dahası gören bilimsel bir yayın-makale de okumadım.’’

Aşı doğallığa müdahale olarak düşünülebilir mi?
‘‘Evet, ‘ben doğalım, organikçiyim’ görüşleri ileri sürenler var. İyi de biz, ‘aşı yaptıralım’ deyince şimdi ‘yapay’ mı oluyoruz? Konu bu noktaya gelmişken, hemen açıklamak isterim ki; aşı karşıtlığının ne alternatif tıp (artık tamamlayıcı tıp diyoruz), ne de organik ya da doğallıkla ilgisi var. Bu insanlar kimyasal maddelerden uzak durmak istiyorlarsa, öncelikle cep telefonundan tutun, kozmetik ürünlere kadar günlük yaşam pratiğinde kullandıkları birçok maddeyi yaşamlarından çıkarmayı denemelidirler. Ben hekim olarak, modern ve tamamlayıcı tıbbın bir bütün görülmesi ve insan sağlığı için kullanılması gerektiğini düşünüyorum.’’

Aynı anda birden çok aşı uygulaması zararlı mı?
‘‘Aşılama ile immün sisteme (bağışıklık sistemine) kontrollü bir antijenik uyarım gönderilmektedir. Bilimsel araştırmalar, aynı anda vücuda farklı aşılar yapmanın bağışıklık sistemine zararlı bir etkiye neden olmadığını, olası bir yan etkinin de artmadığını göstermektedir. Bu nedenle çok uzun yıllardır bebeklere aynı anda çoklu aşılar uygulanmaktadır.’’

Anne sütü çok mucizevi bir şey. Aşı yerine geçebilir mi?
‘‘Biz hekimler, anne sütünün içeriğindeki birçok antikor nedeniyle, anne sütünün bebeğin ilk aşısı olduğunu kabul eder ve iki yaşına kadar anne sütünün verilmesini teşvik ederiz. Ancak bu, ‘‘anne sütü tüm enfeksiyonlardan korur’’ düşüncesini getirmemeli çünkü anne sütü kesinlikle tam koruma sağlayamayacağı gibi hastalıklar anne sütü bittikten, etkisini yitirdikten yani iki yaşından sonra da görülebilir. Aşılar ise tekrarlanarak ömür boyu etkisini sürdürür.’’

Aşılar gerçekten güvenli mi?
‘‘Aşıların güvenli olmadığı da ayrı bir yalandır. Avrupa’da bu aşıların üretiminin yapıldığı merkezde bulunmuş bir hekim olarak söyleyebilirim ki, lisanslı onay almış bir aşı yıllarca süren titiz araştırma ve geliştirmelerin bir ürünüdür. Piyasaya sürülen aşı, yıllarca izlenir, düzenli olarak kontrolleri yapılır. Çoğu aşının yan etikleri aşı yerinde hafif ağrı, ateş, huzursuzluk gibi geçici önemsiz reaksiyonlardır. Çok nadir yan etkiler olabilir. Milyonda bir diyebileceğimiz anaflaksi gibi alerjik reaksiyonlardır. Ancak aşının faydaları yanında rahatlıkla ihmal edilebilir.’’

Bundan sonra aşı konusu tartışılmaya devam edecek...
‘‘Bilimsel platformda aşılarla ilgili tartışılacak çok konu var. Ama bu tartışma aşıların gerekli olup-olmadığı değil; daha az yan etkisi olan, çok daha etkili ve daha ucuz aşıların (daha çok kişiye ulaşılabilirliğini hedefleyerek) nasıl geliştirilebileceğine ve aşılanma oranlarının nasıl artırılabileceğine ilişkindir. Kurtuluş Savaşı’nda, işgal altındaki İstanbul’da aşı üreten ve hatta ihraç eden bir ülke konumundan, aşı ithal eden, dışa bağımlı bir toplum haline gelmemiz üzücüdür. İvedilikle aşı üretir hale gelmemiz gerekmektedir.

Aşıların, çağımızın üretim modelinde kendini ispat etmiş kuruluşlar tarafından üretilmesi, satılması ve kullanılması da aşılara karşı olmak için bir gerekçe olmamalıdır. Yapılması gereken; insanların aşı olmaması için değil, tam tersine aşıların tüm dünyada aynı miktarda ve kolaylıkla temin edilmesi, her gelir grubuna ücretsiz şekilde yapılması için mücadele edilmesidir çünkü komşunuzun çocuğu aşılı değilse, siz ve çocuğunuz aşılı bile olsanız risk altındasınız demektir.’’

Konuyu toparlamak gerekirse, eklemek istediğiniz bir şey var mı?
‘‘Sonuç olarak; çocuklarınıza aşı yaptırınız, hatta kendiniz de aşılarınızı olunuz. Aşı bir tedavi değildir. Atalarımızın zamanında bu ülkede yaptığı, ürettiği ve hatta ihraç ettiği koruyucu hekimlik hizmetidir. Kişisel görüşüm; aşı yaptırmamak, günümüzde en önemli çocuk istismarı ve ihmalidir. Aşılar hepimiz için.’’

Birçok doktorun ısrarla aşı yaptırılmasını söylemelerinin sebebi, aşı yaptırılmama durumunda karşılaştıkları, ciddi, çoğu zaman geriye dönüşü olmayan hastalık komplikasyonları. Yirmi dört yıl, bir fiil hastanelerde, sayısız çocuk ve vaka görmüş bir çocuk hekiminin aşı hakkındaki görüşleri böyle. Neden çocuklarıma aşı yaptırdığımı ve aşının toplum sağlığı için ne kadar gerekli olduğu konusuna geçen hafta ve bu haftaki yazılarımla açıklık getirmiş olduğumu düşünüyorum. Aşıyla kalın, sevgili ebeveynler.

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.