SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Boğaz çakrası nasıl arınır?

Geçen yazımda boğaz çakrasında enerji akışının rahat olmamasının, deneyimlerimiz üzerindeki etkisinden bahsetmiştim. Bu yazımda ise boğaz çakrasını arındıracak uygulamalardan bahsetmek istiyorum.

Boğaz çakrasının arınması için öncelikle duyguları anlamakla başlamalısınız. Bunun için özel bir şey yapmanız gerekmez. Duygularınızı değiştirmek ya da geliştirmek zorunda değilsiniz. Başlangıç olarak aşağıdaki sorular üzerinde çalışabilirsiniz. Soruları sordukça içinizden gelen yanıtları bir kâğıda ya da günlüğünüze yazmayı unutmayın.

-En çok neler seni korkutur?

-En çok neler seni öfkelendirir?

-En çok neler seni üzüntü ve ıstıraba sevk eder?

Başka bir uygulamada ise; canını en çok neler acıtır? Neyi/Neleri kıskanıyorsun? gibi zorlu konularla ilgili hissettiklerinizi kabul etmeyi deneyin. Bunu yaparken duygularınızı reaksiyon vermeden ifade edin. Üzerinde çalışabileceğiniz bazı örnek durumlar şunlardır;

-Kendimi güvende hissetmiyorum. Çünkü kendimi diğerleriyle karşılaştırıyorum

-İstediğim pozisyonu alamadığım için üzgünüm.

-İstediğim onayı, övgüyü alamamak beni çok üzüyor.

Kendi başınıza yürüyüşe çıktığınızda duygularınızı bu şekilde ifade edebilirsiniz.

Bunun dışında şarkı söyleyebilirsiniz. Şarkı söylemek boğaz çarkınızı rahatlatacaktır. Kendinize 6-10 şarkılık bir liste hazırlayın. Sonuncu şarkı mutluluk veren bir şarkı olsun. Kalbiniz koruma haline alınca boğazınız kendiliğinden kapanır, zihninizde kalırsınız. Şarkı söylemek bu bağlantıyı açar. Sizi zihninizden uzaklaştırır.

Diğer uygulamalardan biri de elinizi, kalp, boğaz ve 3.gözünüz üzerine koyarak birkaç kez hımm sesi çıkartmaktır. Bir başka uygulama ise gözleriniz kapalı ellerinizle resim yapmaktır. Burada amaç güzel bir resim yapmaktan ziyade kendinizi ifade etmekle ilgilidir

Size önereceğim son uygulama ise nefes çalışmalarıdır. Uygulamasını yaptığım Transformal Nefes® tekniği, hücresel seviyede kaydedilmiş eski ve ifade edilmeyen duyguları (genellikle baskılanmış olarak tanımlanır) bütünleştirmek için beden haritalama tekniğini kullanır. 5 ya da 6 seanstan sonra danışanlarımın boğaz bölgesinde enerjinin akmasını engelleyen noktalar üzerinde çalışırız. Boğaz seansı bayağı zorlu geçse de seans sonrasında danışanlarımız kendilerini çok rahatlamış hissederler. Bir şeylerin çözüldüğünü hissederler. Daha sevgi dolu olurlar. Bu da kalp çakrasıyla boğaz çakrası arasında dengenin sağlanmış olduğunun bir göstergesidir.

Bütün bu uygulamaları yapmak değer mi? derseniz. Bence değer. Boğaz çakranızda enerji akışı rahat olduğunda kendinizi açıkça ifade etmeye başlarsınız. İnsanların gerçekte neler söylemek istediklerini anlarsınız. Özellikle de ağzından iyi şeyler çıkmayan insanları daha iyi anlamaya başlarsınız. Yalan söyleyen insanların neden yalan söylediklerini anlarsınız. Sezgileriniz güçlenir. Telepati geliştirirsiniz. Daha az düşünmeye başlarsınız. En önemlisi de kendinize bir sürü anda kalma anları yaratırsınız.

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Yazının devamı...

Kafamın içindeki sesler II

Geçen yazımda başladığım kafamın içindeki sesler konusuna devam ediyorum.

Psikoloji dalında araştırmacı Julian Jaynes, bir makalesinde kafamızdaki seslerin beynin sağ yarım küresinde üretilerek, sol yarım küre tarafından algılandığını, ancak geçmiş zamanlarda bunun ‘’tanrı ile iletişimde olmak’’ şeklinde tanımlandığını, sonraki yıllarda bu seslerin gerçekte iç sesimiz olduğuna karar verildiğinden bahsetmektedir. Bence Julian Jaynes çok haklı. Kafamızdaki sesler tanrıdan gelmiş olsaydı, hep birlikte mutlu mesut yaşardık.

Hintli bir yoga gurusu ve yazarı, Sadhguru da aynı şekilde iç sesler için ‘ diyor. Sadhguru’nun İç seslerle ilgili yaptığı bir konuşma içeriğini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Konuşmaya katılanların hepsi de ‘’der. Ve bunun üzerine SADHGURU konuşmasına şöyle devam eder;

.

Bence SADHGURU’nun söyledikleri çok gerçekçi. Kafamızdaki sesler, hayatımıza sürekli müdahale ediyorlar. Bir an evvel keskin zekamızı kullanmayı öğrenmeliyiz. Bunun için de zihin konusunda uzmanlık kazanmak gerekiyor. Zihni anlarsak kafamızdaki sesleri fark edebilir ve onlarla ilgili bir şeyler yapabiliriz. Fakat önce şu gerçeği kabul etmek gerekir.?

Diyelim ki şu an bir odadasınız, yanınızda hiç kimse yok. Kendinizi mutsuz hissediyorsunuz. Bu ne anlama geliyor?

Kafanızdaki sesler sizi mutsuz ediyor, acıya sevk ediyor. Bu durumu düzeltmek için ne yapabilirsiniz?

Çözüm Çok basit, fakat yapması kolay değil,

diyebilir misiniz?

Eğer bu gerçeği kabul etmezseniz, sizinle konuşan şeytan da olabilir, tanrı da.

Bunun için ben neler mi yapıyorum?

Zihnimi tanımak içinde Budist öğretilere başvuruyorum. Bunun için illa Budist olmak gerekmiyor. Oradaki bilgilerden faydalanabilirsiniz. Batı dünyasının çoğu kullanıyor. Meditasyon ve mindfullnes üzerine uygulanan tüm tekniklerin kaynağı Hintli kadim bilgiler.. Kafamdaki sesleri azaltmama yardımcı olan en güçlü teknik nefes, kafamdaki sesleri izlediğim en güçlü teknik de meditasyon.

İsterseniz önce kafanızdaki ses sizinle nasıl konuştuğunu bularak başlayın. İçinizdeki ses sizinle ‘’SEN’ mi ‘’BEN’’mi diye konuşuyor? Arada bir üçüncü bir ses ortaya çıkıyor mu?

Sonrasında bakın bakalım; bu sesler hayatınıza nasıl müdahale ediyorlar?

Her Daim Sevgi Ve Işıkla

Sibel Kavunoğlu

Yazının devamı...

Kafamın içindeki sesler

Herkesin kafasının içinde sesler vardır. Bazılarımız bu seslerin farkında, bazılarımız ise farkında değil. Kafasındaki seslerin farkında olmayanlar için bu sesleri bir örnekle açıklamak istiyorum.

Gecenin bir saatinde uyanır, bir sorun hakkında düşünmeye başlarsınız. O an sorunla ilgili bir sürü düşünce gelir. Bir düşünce başka bir düşünceyi, başka bir düşünce farklı bir düşünceyi getirir ve düşünceler sürekli birbirini kovalar. Peki, o sırada bedende neler olur?

Beden, kafanızdan geçen düşüncelerin o anda gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırmaksızın o düşüncelere uygun olarak reaksiyon verir. Örneğin, korkulu bir düşünce ya da durum hakkında düşünüyorsanız, bedeniniz korkulu düşüncenin duygusuna göre reaksiyon gösterir, gerçek bir tehlike olduğunu var sayar. Endişe ve kaygı ortaya çıkar. Bu durum devam ettikçe her şeye karşı endişeli kaygılı bir şekilde reaksiyon vermeye başlarsınız. Tüm bunlar ileriki bir tarihte rahatsızlık olarak kendisini gösterecektir.

Kafanızdaki seslerle ilgili enteresan olan, güzel bir anınızı hatırladığınızda onunla ilgili de konuşur. Ancak negatif bir olay söz konusu olduğunda daha uzun süre konuşur.

Kafamızdaki sesler hiçbirimizin işine yaramaz. Bu yüzden önemli olan kafamızdaki sesi fark etmek, ‘’Evet kendi kendine konuşan sesim var.’’ diyebilmektir.

Peki, Bu sesler bize neye mal olurlar?

Kafamızdaki seslere uygun yerlerde bulunur, uygun kişilerle bağlantıya geçeriz. Mutsuz bir insansak bunun sebebi kafamızdaki seslerdir. Düşünceler her zaman bizimle olacaklar, onlardan kurtulamayız. Fakat istersek bu düşüncelerin gerisinde neler olduğunu fark edebilir ve çözüm üretebiliriz.

Eckhart Tolle’un kafamızdaki seslerle ilgili şunları söylüyor. Benim çok hoşuma gitti. Onu da sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sizi yargılayan, her konuda fikri olan seslerle ilgili bir şeyler yapmak istiyorum derseniz bir sonraki yazıma da göz atın. O zamana kadar kafanızda düşünceler belirdiğinde kendinize şu soruları sorabilir misiniz?

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Kaynak: Kafamdaki sesler Eckhart tolle

Yazının devamı...

Diyafram kası hakkında

Nefes almakla ilgili en önemli konu, nefes alıp verirken doğru kasların kullanılmasıdır. Kendi deneyimlerime bakarak söyleyebilirim ki nefes alıp verirken bel ve sırt kaslarını, boyun ve göğsünü hatta popo kaslarını kullananlar dahi olabiliyor. Sizin de bildiğiniz gibi nefes alıp verirken kullanılması gereken kas, Diyafram kasıdır.

Nefes alıp verirken, diyafram kası dışındaki kaslardan yardım alırsanız, solunum sisteminizi kapatırsınız. Diyafram yerine göğüs kaslarınızı kullandığınızda diyaframın bulunduğu bölge sertleşir. Bu da fiziksel ve duygusal anlamda gerginliğe sebep olur.

Diyaframınızı kullanarak nefes aldığınızda, bedende nefes alma işlevi için daha fazla alan yaratılmış olur. Geçmiş travmalar sebebiyle enerjisel olarak kapalı olan bölgelerdeki enerjiler tekrardan düzenlenir. Solunum sisteminin kapalı olan bölgeleri açılır. Solunum sisteminin açılmasıyla solunum kaynaklı rahatsızlıklarda gözle görünür iyileşmeler görülür.

Diyafram kası dışında bedenimizde iki farklı diyafram kası daha bulunur. Bunlardan biri pelvik diğeri de vokal diyafram kaslarıdır. Tam bir nefes için bu iki diyaframında, nefese dâhil edilmesi önemlidir.

Vokal diyafram kası boğaz, pelvik diyafram kası ise bedenin pelvik bölümündedir. Diyaframla birlikte bu iki diyafram kası, bedende birbirine paralel olarak yatay konumda yerleşmişlerdir. Pelvik diyafram, bedenin aşağı konumundaki organların beden içindeki duruşunu destekleyerek kolayca işlevlerini gerçekleştirmelerini sağlar. Vokal diyafram ise sesin çıkartılmasında rol oynar. Nefes alışveriş derinleştiği ölçüde çıkarılan seste derinleşip güzelleşecektir. Bu üç diyafram kasını birbirine açılan kapılar olarak düşünebiliriz. Bir kapı açıldığında diğer kapılar da hareket etmeye başlar.

Karın kısmı çok sıkı olanların pelvik diyafram kası, kısa ve büzülmüş bir konumdadır. Böyle bir durumda derin nefes alma söz konusu olamaz. Bu da kişinin hayatındaki endişenin varlığını gösterir. Ana diyafram kası, nefes alırken aşağıya doğru olan hareketini tamamlayamayınca vokal diyafram tüm görevi üstlenir ki bu da bir çatal ile çukur kazmaya benzer. Nefes almak çok yorucu hale gelir. Nefes tamamlanamadığı sürece beden, ihtiyacı olan nefesi alabilmek için nefes verişini tamamlamadan hızla bir sonraki nefese yönelir. İşte o zaman imkânsız olan bir gerçekleştirilmeye çalıştırılır. Doğru olan nefes verişi kısaltıp bir sonraki nefese koşmak yerine ilk nefesi derinleştirmeye odaklanmaktır.

Yanlış yaptığınızı farkında olmadığımız sürece kendinizi sürekli çabalayan bir nefes alıp verme modeli içinde bulursunuz.

Artık gerçekleri öğrendiniz. Mutlu ve huzurlu bir hayat için fiziksel anlamda doğru nefes almayı önceliğiniz hale getirmek sizin elinizde….

Her Daim Sevgi Işıkla

Nefestr.com

Sibel KAVUNOGLU.

(*) Diyafram kasları ile ilgili teknik bilgi Donna Farhi’nın “ Breathing Book” kitabından alınmıştır

Yazının devamı...

"Ben yaptım" diyebilir misin?

Bir şeyi çok beğendiğinizde, bütününün çok iyi olduğunu düşünürsünüz. Bu düşünceyi fazlaca benimsediğinizde onunla ilgili beklentiniz yükselir. Ona sahip olmak için ne gerekiyorsa yapmak istersiniz. Beklentiniz gerçekleşmediğinde yaptığınız seçimle ilgili kendinizi suçlamaya başlarsınız. Suçluluk duygusu öylece sessiz, sakin bir kenarda durmaz, öfkeyi ortaya çıkartır. Öfke de aynı şekilde öylece durmaz, sizi paralize eder. Gün içinde karşınıza çıkan bir sürü şeyle ilgili benzer deneyimi yaşadığınızda, öfke hayatınızdaki vazgeçilmezler grubuna dahil olur.

Öfke, ‘ sorusunu sorandır. Kendi deneyimlerime bakarak söylüyorum; Bu soru üzerinde zaman geçirdiğinizde, önce kötü insan olduğunuzu varsayar sonrasında ise bu varsayıma inanarak yaşantınızı sürdürürsünüz.

Sizce ‘ sorusunun gerisindeki esas problem nedir?

Esas problem, mevcut durumun gereğinden fazla abartılmasıdır. Kötü bir şey yaptığımızda ya da hatalı davrandığımızda çoğunlukla olanları abartırız. Halbuki böyle bir durumda verilebilecek en sağlıklı tepki; ’’ şeklinde olmalıdır. Gerçek şu ki, demek bir gecede gerçekleşmez. Sebebi öfke ve suçluluğun bağımlılık haline gelmiş olmasıdır.

Şimdiye kadar fark ettiniz mi bilmiyorum ama her ne olursa olsun haklı da olsak haksız da bu durumdan etkilenen tek kişi biziz. Öfke ve suçluluğun önünü kesebilmek için, kötü bir şey olduğunda, bir daha yapmayacağımıza dair söz verme cesaretini gösterebilmeliyiz. Kendimizi suçlu hissetmeye bağımlı olmanın en derindeki sebebinin ne olduğunu biliyor musunuz?

Başkalarından onay beklemek...

Başkalarından onay beklemek, bağımlılık haline geldiğinde, gerçekleşmeyen her şey için kendimizi suçlarız. Ufak bir hata yapmış olsak dahi kabul edilmeyeceğimizi, reddedileceğimizi düşünürüz. Bu düşünceyi o kadar çok benimser ve abartırız ki kendimize karşı tavır takınmaya başlar. İşte bu çok gereksiz bir seçimdir.

Kendimize karşı tavır takındığımızda öfkenin pençesine düşeriz. Dışarıdaki her şeyden insanlar da dahil olmak üzere mutsuz olmaya başlarız. Huysuz, sabırsız bir insan haline geliriz ki diğerlerinin kabul etmedikleri kişi tipi, huysuz, sabırsız, öfkeli olanlardır. Hata yapmış olanlar değil!

''İyi güzel de bunlardan bana ne! yaşayıp gidiyoruz işte'' diyenlerdenseniz, bu konuya bir de şu açıdan bakmanızı öneririm. İlişkide olduğunuz kişiler öfkelendiklerinde konunun sizden çok kendileriyle ilgili olduğunu anlarsınız. Bu şekilde gereksiz tepkiler vererek kendi öfkenize güç vermemiş olursunuz. Böylece mutlu ve mesut olarak yaşantınıza devam edersiniz. Diğer insanların gözünde anlayışlı ve hoşgörülü bir insan haline gelirsiniz

Bunun dışında beğendiğiniz şeyleri olduğundan fazlaca abarttığınızı fark ettiğinizde, abartı-beklenti-öfke üçlüsünün hayatınızda yaratacağı negatif etkiyi kendinize hatırlatarak geri çekilmeyi seçebilirsiniz. Bu durum çoğunlukla sevdiklerimizle olan ilişkilerimizde söz konusu olur. Örneğin anne ve babamızın özelliklerini öyle çok abartırız ki onlarla ilgili gereksiz bir beklenti içine gireriz. Beklentimiz gerçekleşmeyince de onlara öfkeleniriz. Halbuki onlar da bizim gibi insanlar, onlar da hata yapabilirler. Benzeri durumlarda mevcut durumu olduğundan fazla abarttığınızı fark ederek geri çekildiğinizde bir de bakmışsınız öfke, vazgeçilmezler listenizden çıkmış, gitmiş.

Bu konuda neler yapabilirim diyenler için minik bir uygulama paylaşmak istiyorum.

Kendinizi suçladığınızda, öfkelendiğinizde zarar gören ilk kişinin kendiniz olacağı gerçeğini kabul edin. ( Önce kendi kendinize ‘eyin. Sonrasında ise kendinize şu soruyu sorun.

Bunu düzeltmek için ne yapabilirim?

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Kaynak: Budist Öğretiler

Yazının devamı...

Soyuttan somut çıkar mı?

Geçenlerde bir danışanım, ‘’’ şeklinde bir paylaşımda bulundu. O an ona söylemedim ama bundan 17 yıl önce, ben de aynı kafadaydım. O zamanlar enerjiler ve meleksi konuşmalar bana çok garip gelirdi. Hiçbir fiziksel yapısı olmadığı halde soyut zihnimden dışarıya yansıyan somut görüntüye inanırdım. Bu inanç, beni fiziksel hayatta karşıma çıkan her şeyin soyut zihnin ürünü olduğu gerçeğinden uzaklaştırmıştı. En nihayetinde soyut aklımdan dışarıya yansıyan somut görüntülere güvenemeyeceğimi anladım. Fakat illüzyonundan kopabilmek için daha zamana ihtiyacım olduğunu çok iyi biliyorum.

Zihninize bir anda düşen içerisinde bir sürü fikri barındıran düşüncelere güvenemezsiniz. Hiçbirisinin fiziksel yapısı yoktur. Benzer şekilde duygularınıza da güvenemezsiniz. Onlar da soyut zihnin ürünüdür. Bu yüzdendir ki, bir sürü insan aynı şeye baktıkları halde farklı düşünür, farklı hissederler. Sadece düşünce ve duygular değil, istek ve arzularınıza da güvenemezsiniz. Onların da kaynağı soyut zihindir. Örneğin, birilerinin sizi sevmesini istiyorsunuz diyelim. Bu isteğin kaynağı ne?

Soyut zihin!

Soyut zihin ne yapıyor?

‘’Birilerinin sizi sevmesi’’ kavramının gerçekleşmesi için sizi harekete geçiriyor. Birileri, her şunu yap ya da bunu yap dediğinde, otomatik olarak somut hareketler yapmaya başlıyorsunuz. Peki, bu hareketler, diğerlerinin sürekli olarak sizi sevmesini sağlayabiliyor mu?

Ne yazık ki hayır. Peki, Neden?

olgusuna öyle bir takılıyorsunuz ki, yaptıklarınız ile sonuçları arasında bağlantıyı analiz edemiyorsunuz. Sebep sonuç ilişkisini analiz etmeksizin ‘’Birilerinin sizi sevmesi ‘’ olgusunu odaklanarak onu gerçekleştirmeye çalışıyorsunuz. Birilerinin sizi sevmesi için yaşantınızda kökten değişiklik yaratacak bir sürü somut şey yapıyorsunuz. Örneğin, Birileri sizi sevmediğinde, sizi sevmelerini engelleyecek kusurlarınız olduğunu var sayarak onları yok etmek için bir sürü konuda uzmanlık kazanıyorsunuz. Kazandığınız tüm uzmanlıklar sizi becerikli bir insan haline getiriyor. Karşınıza her ne çıkarsa o konuda otomatik uzmanlaşmaya başlıyorsunuz. Öyle ki, diğer insanlar hakkınızda ‘’çok yetenekli, bir elinde 10 marifet’’ şeklinde konuşmaya başlıyorlar. Bu çok yeteneklilik özünüzden mi geliyor?

Tabii ki Hayır.

Tüm bu süreç mükemmel olmaktan ziyade, sizi olduğunuz kişi, olmaktan uzaklaştırıyor. Hatta gerçekte var olduğunuz kişiden nefret etmeye başlıyorsunuz. Kendinize acımasızca davranıyorsunuz. Kendinizi sevmiyor, belki de kendinizden utanıyorsunuz. Halbuki, sizi gerçekten mutlu edecek olanlar, sevdiğiniz şeyler, eksiklikleriniz, hatalarınız, sahip olduğunuz boşluklar. Aslında onlar olduğu için tam ve bütünsünüz. Peki ne yapacağız?

Tam ve bütün olduğumuzu, soyut zihne kabul ettirebilmek için topraklanmanın bir yolunu bulacağız. Bunun içinde, minderin üzerine oturarak soyut zihnini izlemeye başlayacağız.

Soyut zihni izlemeye başladığımızda adım adım kendimize yaklaşırız. Soyut zihnin yarattığı somut şeyleri fark ederiz. Bu somut şeylerin hayatımızda yarattığı acıyı fark ederiz. Acıyı izleyerek, ters köşelerimizle buluşuruz. Ters köşeleri gördüğümüzde önümüzde iki seçenek belirir. Ya kendimizden nefret eder ya da kendimizi kucaklarız. İşte bu konuda alacağınız karar, bundan sonraki hayatınızda neleri somutlaştırmak istediğinizle ilgili olacaktır.

Bu hafta kendinize ve hayatınıza bu açıdan bakmanızı öneririm.

Paylaşmak isterseniz ben buralardayım.

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Yazının devamı...

Ve sonbahar geldi

Sonbahar geldi. Eski kültürler, bilim ve astroloji, bu güzel mevsimin birçok yönünü, insan yaşamıyla ilişkilendirdiler. Bu sembolik çağrışımlar, en derinden Doğa Ana'nın hayatımız üzerindeki inanılmaz etkisini hatırlatırlar. Sonbahar mevsimi, kişinin kendini yansıtması ve farkındalık kazanması için en iyi zamanlardan biridir.

Sonbahar mevsiminin yedi sembolik anlamı olduğu söylenir. Sonbaharın 7 sembolik anlamının ilki Değişimdir. Sonbahar, bedenlerimizin, zihinlerimizin ve çevremizin sürekli değişip, geliştiğini hatırlatır. Bu hatırlamayı içselleştirdiğimizde şimdiki zamanı kucaklayarak hayatın geçiciliğine odaklanma şansını elde ederiz. Böylelikle sahip olduklarımızdan ve kim olduğumuzdan memnun olma hali daha çok hissedilmeye başlar.

Kendinden memnun olma, modern dünyada uygulanması en zor değerlerden biri. Evimizi, bahçemizi her neye sahipsek hepsini sürekli olarak daha üst seviyeye getirmek istiyoruz. Yeni yerlere seyahat etmek istiyoruz. Vücudumuzun şeklini değiştirmek istiyoruz. Tüm bunlar daha fazla tüketmeye teşvik ediyor bizi. Her neyi aklımıza takarsak onu gerçekleştirdiğimizde daha mutlu olacağımızı düşünüyoruz. Aslında bu düşünceye nasıl geldik, o bile belli değil. Memnuniyet aslında garip bir kavram. Memnuniyet, değişimden ya da keyif almaktan uzaklaşmak ya da sorunları ve haksızlığı görmezden gelmek şeklinde algılanmamalı. Daha ziyade, kim olduğumuzla, şu anda sahip olduğumuz en iyi hayatı yaşamak için nasıl denge kurabileceğimiz ve kurduğumuz bu dengeden dolayı gönül rahatlığı içinde olmakla ilgilidir. Yaşamın geçiciliğini içselleştirdiğimizde şu anki kendimizden memnun olmak kaçınılmaz olacaktır.

Sonbaharın ikinci sembolik anlamı, Gizemdir. Hayatın değişen doğası sayesinde her gün yeni bir bilinmeyenle karşı karşıya kalırız. Yaprakların değişen renkleri, bir anda çıplak kalan ağaçlar vb. gibi bilinmeyenleri kabul ettiğimizde, hayatı dolu dolu yaşamak adına sınırlarımızı genişletmiş oluruz. Sonuçta, hepimizin aynı gemide olduğunu anlamak her zaman çok rahatlatıcı olur.

Üçüncü sembolik anlam Yaşamın korunmasıdır. Sonbahar, yaşamın korunmasını ve temel gereksinimleri temsil eder. Bu süre zarfında hayvanlar yiyecek depolayarak, rahat kış uykusu alanları oluşturarak kışa hazırlanırlar. Çiftçiler, bir ürün rezervi toplayarak sonbaharda hasat üzerinde çalışırlar. İç mekanlara çekilme, güvenli ve rahatlatıcı bir ev oluşturma eğilimine geçeriz. Kendimizle yeniden bağlantı kurma şansı elde ederiz.

Dördüncü sembolik anlam Korunmadır: Yaz sonbahara dönüştüğünde, daha kalın kumaşlar giyerek kendimizi koruma altına alırız. Alışkanlıklar ve beslenme yoluyla bağışıklığımızı güçlendirerek sağlığımıza daha çok odaklanırız. Nihayetinde sonbahar, benliğimiz ve çevremiz hakkında yüksek farkındalık kazandırır.

Beşinci sembolik anlam Konfordur: Düşen sıcaklıkların ortasında rahatlık aramak için en iyi zamandır. Sonuçta, sakin ve rahat bir alan yaratmak, sonbaharın en iyi avantajlarından biridir. Ayrıca, bizleri neyin sıcak ve güvende hissettirdiğini öğrenme şansını verir.

Altıncı sembolik anlam Dengedir: Bildiğiniz gibi 21 Eylül, sonbahar ekinoksunda gece ve gündüz aynı uzunluktaydı. Eski kültürler bugünü her zaman denge kavramıyla ilişkilendirmiştir. Sonbahar bize Dünya ile uyum sağlama ve içimizdeki dengeye ulaşma fırsatını verir.

Sonuncu sembolik anlam Bırakmaktır. Sıcaklık düştükçe, yapraklar da düşmeye başlar. Yaprakların düşmesini temsil eden sonbahar, bu anlamda bırakmanın güzelliğini gösterir. Bu sembolü, içsel egolarımıza, açgözlülük ve gurur kalıplarımıza adapte edebiliriz. Bırakma fikrini benimsediğimizde, etrafımızdaki her şeyin geçici doğasını da kabullenmek kendiliğinden doğal olarak hissedilmeye başlar

Şimdi dilerseniz, sonbaharın 7 sembolik anlamını kendiniz için yeniden değerlendirin ve size en uygun olan sembolünü belirleyin. Bakalım sonbaharın sembolleri sizi nerelere götürecek?

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Kaynak: Bustle

Yazının devamı...

Değişmeyen gerçekler

Her an, her şeyin değiştiği söylense de değişmeyen bazı gerçekler vardır. Buddha, binlerce yıl önce değişmeyecek gerçekleri dünyevi olaylar üzerinden anlatmıştır. Dünyevi olayların değişmeyecek üç özelliği şunlardır;

İlki süreksizliktir. Var olan her nesne, her olay olduğu gibi kalmaz, sürekli değişip, dönüşür ve başkalaşır. Bu özelliğin hayatımızdaki yansıması şöyledir;

Diyelim ki, birisi size haksızlık yaptı. Bir sonraki karşılaşmanıza kadar ne yaparsınız?

Bir sonraki kötülük atağına karşı kendinizi konumlandırırsınız.

Bunun tam aksi, iyi davranan bir kişi olduğunda ise bir sonraki karşılaşmanız da benzer şekilde davranacağından emin olarak kendinizi konumlandırırsınız. İçinde bulunduğumuz sonbahar mevsimi, nasıl bir gün sona erecekse insanların davranışları da an ve an değir. Mesela, sahip olduğunuz arkadaşlarınızın hepsine sürekli iyi davranacağınıza dair garanti veremezsiniz. Garantilemek istediğinizde ise üzülen tek kişi siz olursunuz. Bu yüzden de her kim olursa olsun iyi, kötü ya da nötr davranırsa davransın olanları abartmamak gerekir.

Dünyevi olayların başka bir özelliği ise ıstıraba, acıya sebep olmalarıdır. Hayatımızın her anında acı ve ıstırap hissedilir. Acı kaçınılmazdır. Mesela, güneşe çıkar, ‘ deriz. Aradan zaman geçer, terlemeye başlarız. Gölgeye geçmek için can atarız. Gölgede çok fazla kaldığımızda ise güneşi özleriz. Güneşi sürekli sevmeye karar vermiş olsak dahi, güneş her zaman aynı faydayı göstermeyecektir. Bizlere verdiği fayda ya da zarardan haberi dahi yoktur Bu onun tercihi değildir. Doğası gereği böyledir. Sürekli aynı hizmeti verir ve ileri de bir tarihte de bu durum değişmeyecektir. Güneşin her an istediğimizi vereceğini düşündüğümüz sürece acı ve ıstırap kaçınılmaz olacaktır.

Dünyevi olayların üçüncü özelliği, var olduğunu düşündüğümüz gibi bir BEN’liğin olmamasıdır. Diyelim ki isminiz Ali. Bedeninizi oluşturan tüm parçalar arasında tam ve bütün bir Ali’ye rastlayamazsınız. Ali, bir sürü parçadan oluşur. Fiziksel ve manevi parçaları olan bir Ali var. Ali’nin fiziksel ve manevi parçaları içerisinde deneyimleri, öğrendikleri ve sürekli değişen inançları vardır. Bu parçaların her birine derinden bakarsanız, gözle görülmeyen atomik parçalara ulaşırsınız. Atomik parçaların da ötesine gittiğinizde geriye sadece bir hiç kalır. Ali’yi var eden hiçbir parçaya güvenemezsiniz.

İnsanlık var olduğundan beri tam ve bütün bir ’BEN’’ olduğuna inandık. Halbuki bu inancın hiçbir dayanağı yok. Olmayan bir ‘’BEN’’ in var olduğuna, her şeyin kalıcı olduğuna, değişmeyeceğine inanıyoruz. Buna inanmaya devam ettiğimiz sürece de acı ve ıstırabı deneyimlemeye devam edeceğiz.

Ne yazık ki şu an yaşadığımız dış dünya, yaşamın kendisi değil, dışarıyı yorumlama biçimimiz!

Nasıl yorumluyorsak, bu yorumu referans alarak dışarıyı yargılıyor ya da sevgiyle kucaklıyoruz. Her birimiz kendi içinde yarattığı dünya içinde yaşıyor. Üstüne üstlük aynı dünyanın gerçeklerine göre yaşadığımızı savunuyoruz ki bu hiç doğru değil. Aslında en derinden bu gerçeğin farkındayız. Günlük olayların yarattığı karmaşa bu gerçeği hatırlamayı zorlaştırıyor.

Gerçek şu ki, dünyevi olayların bu 3 özelliğini göz ardı ettiğimiz sürece kaç üniversite bitirmiş olsak da cahilce bir yaşam sürdürmeye devam edeceğiz.

Hayatınızın bundan sonrası için size bir sorum olacak.

Gerçeğin doğasıyla birlikte mi? Yoksa bir rüyanın içinde mi? Yaşamak istersiniz?

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel Kavunoğlu.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.