SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Mutluluk zihninizde

İşten eve döndüğünüzde eşiniz ya da anneniz diye sorduğunda şöyle bir yanıt verdiğinizi düşünelim. ‘

‘’Mutluluğun’’ Peşinde isimli yazımın içeriği ile bu örnekten de anlaşılacağı gibi kendimizin için yapabileceğimiz en iyi şey, mutluluğumuzun ya da mutsuzluğumuzun kontrolümüzün dışındaki bir takım olay ve insanların elinden almak olacaktır.

Mutluluk ve mutsuzluk ikisi de zihnin bir seviyesidir. Mutluluk, zihnin her ne olursa olsun dışarıda olanlardan etkilenmediği sükûnet ve huzurun olduğu zihin seviyesidir. Bu yüzden zihni, bu tarz bir mutluluk seviyesine getirebilmek için zihinsel aktivite yapmak gerekir.

Zihinsel aktivitenin kaynağı dışarısı değildir. Bunun için de tıpkı kas geliştirir gibi meditasyon yaparak zihni pozitif seviyeye getirme aktivitesi yapmak gerekir. Pozitif seviyede kalma anlarını biriktirdikçe belli bir zaman sonra pozitif seviyeyi hayatımıza yansıtmak giderek kolaylaşacaktır.

Huzur ve sükûnetin var olduğu bir hayata adım atmak isterseniz küçük adımlar şeklinde zihinsel aktivite yapmaya başlayabilirsiniz. Mesela günde 3 ya da 5 dakika kadar. İstersiniz şimdi şu an birlikte minik bir uygulama yapabiliriz.

Birkaç derin nefes alın. Nefes alıp verirken nefesin bedeninizdeki hareketini izleyin. Bu hareket nefes alırken burnunuzdan içeriye doğru giren serin hava şeklinde ya da diyaframın hareketiyle karnınızın yükselmesi şeklinde olabilir. Nefes alıp verirken bu hareketlerden herhangi birine zihninizle odaklanarak izleyin.

Nefes verirken şu an hayatınızda var olan karmaşanın siyah bir duman şeklinde dışarıya çıktığını hayal edin. Hayal ederken gerçekten karmaşanın çıktığını hissedin. Nefes alırken de iç huzurunuzu temsil eden pas parlak ışığın bedeninizden içeriye girdiğini hayal edin. Pas parlak, saf bir ışık. Bu şekilde bir süre devam ettikten sonra iç huzurun içinizde bir yerden geldiğini hayal edin ve yine bu hayali sanki gerçekmiş gibi hissedin.

Bu hissi sürekli hissedilmek için neye ihtiyacınız olduğunu artık biliyorsunuz. Bu 3 dakikalık uygulamaya devam etmek ve gerçek mutluluğa doğru küçük adımlar atabilirsiniz. Ya da her zamanki gibi mutluluğunuzu dışarıdan out source etmeye devam edebilirsiniz. KARAR SİZİN..

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Nefestr.com

Kaynak: Gen Kalsang Byema TEDtalk

Yazının devamı...

Mutluluğun peşinde...

Bu haftaki yazıma birkaç basit soruyla başlıyorum.

Bugün Güzel Bir Gün Geçirdiğinizi Söyleyebilir misiniz?

Bu soruya vereceğiniz yanıt evet ya da hayır olabilir.

Kötü bir gün geçiriyorsanız, Neden?

Güzel bir gün geçiriyorsanız, Neden?

Ya yarın…, yarın güzel mi yoksa kötü bir gün mü olsun?

Peki ya sonraki gün?

Çarşamba günü?

Perşembe, Cuma?

Bir sonraki hafta kötü mü yoksa güzel mi bir geçsin?

Peki, hayatınızın bundan sonrasında her gününüzün güzel geçmesini ister misiniz?

Size göre güzel bir gün ile kötü bir gün geçirmek neye ya da nelere bağlı?

Mutsuzluğunuzun nedeni kötü bir gün geçirmeye ya da mutluluğunuzun nedeni güzel bir gün geçirmeye dayanıyor olabilir mi? Ne dersiniz?

Budist rahip ve meditasyon öğretmeni Geshe Kelsang Gyatso bu durumu şöyle açıklıyor;

Geshe Kelsang’in bahsettiği savrulma duygusunun nasıl bir şey olduğunu bildiğinizden eminim. Bir şeyler istediğimiz gibi gitmediğinde üzülüyor, bir şeyler istediğiniz gibi gittiğinde ise kendimizi çok iyi hissediyoruz. Ya da sevmediğimiz bir arkadaşımızla birlikte olmak zorunda kaldığımızda kendimizi kötü hissediyor, bunun tam tersi, onunla birlikte olmaktan kurtulduğumuz da kendimizi çok mutlu hissediyoruz Bence bu böyle devam etmemeli. Şahsi mutluluğumuzu diğer insanlara ya da birtakım koşullara bırakmamalıyız. Sürekli olarak mutluluğumuzu dışarıdaki insan ve koşullardan out source ederek yaşamak çok delice..

Bu konuda yapılabilecekler nelerdir diye soracak olursanız size dört farklı önerim olacak.

1. Başta mutluluğumuzu dışarıdan out source etmeye son vermeliyiz

2. Mutlu olmak için dışarıda neler olduğuna bakmaya son vermeliyiz.

3. Kendi mutluluğumuz için diğer insanları suçlamaya son vermeliyiz.

4. Diğerlerinin mutsuzluğundan dolayı mutsuz olmaya son vermeliyiz.

Bu konuya bir sonraki yazımda devam edeceğim. Fakat bir sonraki haftaya kadar bu dört öneriyi uygulamakla ilgili olarak size meydan okuyorum. Paylaşmak istediğiniz şeyler olursa lütfen bana yazın.

Her daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Nefestr.com

Yazının devamı...

Düşünce ve hislerin gücü

Duygu ve hislerin birçok davranışın arkasındaki itici güç olduklarını düşünürsek hislerin ortaya çıkma mekaniği anlamak çok önemlidir. Neden mi önemli? Çünkü bilgimiz dahilinde olan hislerin çoğunun zihinde yaratılmış olma ihtimali çok fazla.

Bir şeyden korktuğumuzda kalbimiz çarpmaya başlar, ağzımız kurur, cildimiz solgunlaşır ve kaslarımız kasılır. Bu duygusal tepki otomatik olarak bilinçsizce gerçekleşir. Beynimizde bu tür fiziksel değişikliklerin olduğunu farkına vardığımızda, hisler ortaya çıkar. Korku hissini deneyimleriz. Bir şeylerden korktuğumuzda, korktuğumuz şeyin illa fiziksel olarak yanımızda olması gerekmez. Tek bir düşünce dahi korku hissini ortaya çıkartabilir. Bu süreç yararlı hisler için de geçerlidir.

Zihinde yaratılan yararsız hislerin sıklık derecesi fazlaysa sürekli bir şeyler olacak ya da birileri bir şeyler yapacak diyerek kendimizi koruma altına alırız. Hayattan keyif alamamaya başlarız. Zihin etkilendiğinde otomatik olarak fiziksel beden de etkilenir. Fiziksel rahatsızlıklar başlar. Bir şeylerin sürekli tehdit oluşturduğunu düşünmekten güzel şeylerin varlığını unuturuz.

Pandemi dönemi bu tür anlara çok iyi bir örnek. Son zamanlarda corona virüse yakalananlar, yakalanmayanlar şeklinde ayrımcılık yapılmaya başlandı. Bu dönemde kendimize biraz faydalı olmak istiyorsak başkalarına karşı nazik olmalıyız. Başkalarına nazik ve şefkatli davrandığımızda ve/veya diğerlerine karşı nazik ve şefkatli düşünceler içinde olduğumuzda zihin rahatlar, buna bağlı olarak fiziksel sağlığımız bozulmaz. -Bilimsel çalışmalar, şefkat hissinin fiziksel sağlığı olumlu yönde etkilediğini gösteriyor.- Önünde sonunda bir şekilde corona virüse yakalanacağız. Ortada bir şey yokken dahi "Her an bir şeyler olabilir’" şeklindeki düşünceler, korku hissini yaratabilir. Bu şekilde başta akıl sağlığımız olmak üzere fiziksel sağlığımız da tehlike girebilir. Bu yüzden de zihnimize çeki düzen vermeli ve zihnin rasyonel tarafını (muhakeme yapma) geliştirmeliyiz.

Zihin nasıl kolayca negatifi seçiyorsa pozitifi de seçme kapasitesi vardır. Bunun için kontrolü ele almak gerekir. Zihnin nasıl çalıştığı en ince ayrıntılarıyla öğrendiğimizde gerçek kontrolü elde etmiş oluruz. Fakat bunun bir bedeli var. Mevcut bakış açınızı değiştirmeye, koşulsuz şefkat göstermeye hazır hissetmeniz gerekir. Bu da şu ana kadar bildiğiniz ve yaşadığınız her şeyin zıddını bilmek ve yaşamak anlamına gelir. Diğerleri farklı bir şeyin peşinden koşarken onların peşinden gitmemek egonuzu incitecek fakat kalbinizin daha da genişleyecek olması şüphe götürmez. Daha fazla barış ve sükûnet istiyorsak Tibetli kutsal lider Dalai Lama’nın söylediği gibi fiziksel hijyene verdiğimiz çabayı, zihinsel hijyen için de göstermeliyiz.

Mutlu bir zihnin neler yapabildiğine Stephen Hawking’i vermek istiyorum. Stephen Hawking, kuantum fiziği ve kara delikler üzerine çok kapsamlı çalışmalarıyla tanınan bir dahi. Bir sürü fiziksel kısıtlamaları olduğu halde yaratıcı fikirler ortaya attı. Zihni mutlu olmasaydı yaratıcı fikirler ortaya çıkmazdı. Bunu kendi deneyimlerinize bakarak da anlayabilirsiniz. Çok öfkeli olduğunuzda bırakın yaratıcı fikirler üretmeyi, kendi sağlığınızı korumak için gerekli önlemleri dahi alamayabilirsiniz. Zihinde öfke var olduğunda, öfkeden başka bir şeye odaklanmak zorlaşır. Öyle değil mi?

Hepimiz hayatlarımızı daha iyi hale getirme ve yönetme gücüne sahibiz. Dışarıdaki düşmanlar zihniniz de mutluluk yaratmadıkça yok olmayacaklar.

Zihni mutlu hale getirmeyi ise bizden başkası yapamaz…

Her daim sevgi ve ışıkla...

 

Sibel KAVUNOĞLU

NOT: Bu yazı ilginizi çektiyse bir önceki başlıklı yazıma da göz atabilirsiniz.

Yazının devamı...

Duygu ve hisler aynılar mı?

Duygular ve Hisler.. Günlük yaşamda bu terimleri, birbirinin yerine kullanırız. Duygu ve hislerin, dünyayı nasıl yaşadığımız ile nasıl ilişkide bulunduğumuz üzerinde çok güçlü etkileri vardır. Nörobilimciler duyguları, vücudun belirli uyaranlara karşı gösterdiği karmaşık tepkiler olarak tanımlıyorlar. Temel duygular içgüdüsel ve herkes için ortak olsa da, duygular, kişinin mizacı ve deneyimleriyle şekillenir. Aynı zamanda kişiden kişiye ve durumdan duruma değişirler.

Duygu ve hisler birçok davranışın arkasındaki itici güçtürler. Ne yazık ki, birçoğundan bir haber yaşıyoruz. Özellikle de korku temelli algıların yönlendirdiği duygulara göre yaşadığımızı ve bu yaşadıklarımıza göre kararlar aldığımızı düşünürsek bu tarz bir yaşam bayağı korkutucu. Örneğin aramızın iyi olmadığı bir arkadaşımızla görüşmek zorunda kalacağımızı düşünmek, öfke hissini tetikleyebilir. Ve bu öfke hissini deneyimlerken yapacağımız seçimlerin öfkeden etkilenme olasılığı çok fazladır. Ya da kocasından dayak yiyen ve en sonunda boşanmaya karar veren kadın, kocasından bahsedildiğinde, kocasını görme olasılığı olmamasına rağmen korku hissini deneyimleyebilir. Peki, bu konuda neler yapabilir?

Duygular ve hisler arasındaki farkı anlayarak ardındaki düşünce ve eylemleri bulabilir, yapacağımız seçim ve deneyimleri daha özgürce belirleyebiliriz. Aralarındaki farkı öğrenmek, düşünce ve davranışlarımızı otomatik olarak değiştirmemizi sağlayacaktır. Duygularımızı anlayarak, bilinçli eylemlere yönelerek tekrarlanan düşünce, davranışlarımızı değiştirebiliriz. Bu şekilde denge ve huzuru bulabilir, amaç ve hedeflerimizi daha doğru belirleyebiliriz.

Yazımın bundan sonrasında duygu ve his arasındaki farklarla ilgili yaptığım araştırmalar sonrasında bulduklarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Eminim kendi deneyimlerinize bakarak daha fazlasına sizler de bulabilirsiniz.

Duygu bir isim, duygu bir fiildir.

Hisler bilinçli olarak deneyimlenir. Duyguların bilinçli veya bilinçsiz olarak tezahür eder.

Bir duygu, psikolojik bir deneyim / farkındalık halidir. Bir his, duygunun kendisine dair bilinçli farkındalıktır.

Duygu genellikle önce gelir ve evrenseldir. Hisler ise mizaç ve deneyimle şekillenir. İki kişi aynı duyguyu hissedebilir ancak bu duyguyu farklı şekilde isimlendirebilirler.

Duygu ve hisler aynı madalyonun iki yüzü gibidirler. Madalyonun bir yüzü bir duygudur: Madalyonun diğer tarafı hislerinizdir: Aynı görünmesine rağmen, Madeni paralarda olduğu gibi neyi fark edeceğiniz, nereye baktığınıza bağlı olacaktır.

Duygular, beynin subkortikal bölgelerinde, amigdala ve ventromedial prefrontal kortekslerde meydana gelen, vücudunuzda fiziksel durumunuzu değiştiren biyokimyasal reaksiyonlar yaratan daha düşük seviyeli yanıtlardır. Hisler beynin neokortikal bölgelerinden kaynaklanır, zihinsel çağrışımlar ve duygulara verilen tepkilerdir. Bir his, bir duyguya sahip olduğunuzda vücudunuzda olup bitenlerin zihinsel bir tasviridir.

Duygular beden tiyatrosunda canlanır, zihin tiyatrosunda canlanır. (Dr Sarah Mckney)

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Nefestr.com

Kaynak: Prf.Antonio Damasio'nun "Duyguların Hissetmek" isimli makalesi

Debbie Hampton’nun "His ve Duygular" arasındaki fark nedir başlıklı yazısı

Yazının devamı...

Nefes ve akışta olma hali

Nefes alıp verirken kullanılması gereken tek kas Diyaframdır. Bazen o kadar enteresan durumlarla karşılaşıyoruz ki inanamazsınız. Nefes alıp verirken sırt kaslarını, belini, boynun, göğsünü kullanan hatta popo kaslarını kullananlar dahi olabiliyor. Nefes alıp verirken diyafram kasının dışındaki kaslardan yardım aldığınızda solunum sisteminizi kapatmış olursunuz. Bunun hayatınıza yansıması şöyle olur;

Diyafram kasınızı kullanarak nefes alıp verdiğinizde nefesiniz karnın alt bölgesindeki pübik bölgeye kadar derinleşir. Nefes, pübik bölgeye kadar derinleştiğinde karın yükselir. Bu süreci biraz daha detaylandıracak olursam;

Diyafram göğüs ve karın boşluğunu birbirinden ayıran fibröz bir kas dokusu tabakasıdır. Kaburgalar kalbi ve akciğerleri içine alan bir kafesin üst kısmını oluştururken, diyafram bu kafesin tabanı olarak görev yapar. Önden bakıldığında diyafram kas lifleri ile alt altı kaburgaya tutunan bir kubbe görünümündedir. Diyaframın kas lifleri nefes aldığınızda kasılır ya da sıkılaşır ve diyaframın kubbe biçimini düzleştirir. Bu düzleşme kubbenin en üst merkezi noktasını karın boşluğuna çeker ve karnın kabarmasına yol açar. Diyafram karna doğru çekilirken karın boşluğunun hacmini küçültür ve karın duvarı istirahat halindeyken pasif olarak dışa doğru hareket eder.

Nefes verirken yapılması gereken tek şey, gevşemektir. Dışarıya doğru solunduğunda, diyafram ve onu destekleyen kaslar gevşetilmiş olur. Bu kas gevşetme süreci, havanın serbest bırakılması sırasında tıpkı hava ile dolu bir balonu söndürürken olduğu gibi içerdeki hava basıncında azalmaya neden olur.

Diyaframınızı kullanıp kullanmadığınızı anlamak için küçük bir deney yapabilirsiniz.

Sırtüstü yere uzanın ve bacaklarınızı rahatça, ayak parmaklarınız dışarı bakacak şekilde açın. Kollarınızı, avuçlarınız dışa doğru ve parmaklarınız gevşek bir şekilde bedeninizin yanına uzatın. Gözlerinizi hafifçe kapatın. Şimdi bir elinizi göğsünüzün üzerine, diğer elinizi ise diyafram bölgenize (göğüs kafesinin hemen altına) yerleştirin. Her zamanki gibi nefes alırken, dikkatinizi nefesinize verin. Her nefes alışverişte hangi elinizin inip kalktığına dikkat edin. Eğer karnınız nefes alırken dışa, nefes verirken içe doğru hareket ediyorsa, diyaframla nefes alıyorsunuz demektir.

Nefes çalışmaları sırasında kişinin diyaframını kullanıp kullanmadığını tespit ettikten sonra nefes alırken nefesin nerede durduğuna, aşağıdan yukarıya nereye kadar devam ettiğine bakarız. Bu bilgiler negatif enerjilerin kaynağının ne olduğu konusunda bizi aydınlatır. Nefes alışınız alt karna inmeden göğüs bölgesinde kalıyorsa korkular tarafından yönetildiğinizi gösterir. Ya da alt karından yukarıya göğse ulaşmıyorsa geçmiş üzüntü ve kırgınların unutamadığınız, affetmekte zorlandığınızı gösterir.

Geçmiş kırgınlıkların kolayca bırakabildiğiniz, affedebildiğiniz, sevgiyle yönetildiğiniz keyifli bir bayram tatili diliyorum

Bir sonraki yazımda nefes ve hayatla olan bağlantınıza ait bilgilerimi paylaşacağım.

Her Daim Sevgi ve ışıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Nefestr.com

Yazının devamı...

Nefesi hafife alma

Nefes alıp verme konusu, çok hafife alınıyor. İnternetten öğrenerek ya da kulaktan dolma bilgilerle yapılan nefes uygulamaları kişiyi zorlayabilir. Mutlaka işin uzmanına başvurmak gerekir.

Transformal nefes koçları olarak bizler, önce danışanlarımızın nefeslerindeki derinleşme seviyesine bakarız. Nefesin, karnın altındaki pubik bölgeye kadar gitmesi çok önemlidir. Nefesin derin olması, vücuda giren oksijenin optimum seviyede olmasını belirleyen bir faktördür. Kişi, bedenine yeterli seviyede oksijen alamadığında hücrelere yeterli miktarda oksijen girememiş olur ve buna bağlı olarak bedenindeki yaşam enerjisi azalır. Kişiye nasıl nefes alıp vermesi gerektiğini öğreterek solunum sisteminin açılmasına yardımcı oluruz. Ana amacımız; solunum sisteminin, kapasitesi kadar çalışmasıdır.

Bilinçli nefes alıp verdikçe daha fazla nefes farkındalığıyla birlikte daha fazla yaşam enerjisi hissedilir. Derin nefes, yaşamla olan bağlantınızı temsil eder. Nefes veriş ise negatif enerjilerle nasıl baş ettiğinizi gösterir. Eğer nefes verişinizi itiyor ya da uzun veriyorsanız negatif enerjilerle savaş halindesiniz demektir. Etkiye, tepki vermek çok iyi bir strateji değildir. Nefes verişiniz rahatladığında negatif enerjiyle olan savaşınız da kendiliğinden sona erer. Her şeyi olduğu gibi kabul etmeye başlarsınız.

Derinleşmeden sonra bizim için ikinci önemli konu, kişinin nefes alışveriş sıklığıdır. Nefes alışveriş sıklığı otonom sinir sisteminin dengelenmesi için önemlidir. Bir dakikada alınması gereken nefes sayısı yetişkinlerde 12-20 adet olmasına rağmen bu sayıların altında nefes alıp verenlere rastlayabiliyoruz. Bir dakikada alınması gereken nefes sayılarına ulaşıldığında bedene yüksek miktarda oksijen girer ve buna bağlı olarak detoksifikasyon gerçekleşir.

Derinleşme ve dakikada alınan nefes sayısı dışında kişinin nefes alıp verirken doğru kasları kullanıp kullanmadığını kontrol ederiz. Doğru kaslar kullanılarak güvenli bir şekilde nefes alındığında, nefes alma işlevi için daha fazla alan yaratılmış olur. Bu şekilde geçmiş travmalardan kaynaklanan enerjisel olarak kapalı olan bölgelere nefes alıp verilerek o bölgelerdeki enerjiler tekrardan düzenlenir. Solunum sisteminin kapalı olan bölgeleri de açılmış olur. En önemlisi de solunum sistemine bağlı olan rahatsızlıklar da gözle görünür iyileşmeler görülmesidir. Pandemi döneminde doğru nefes almak ve günlük uygulamalarınıza nefesi dahil etmek kendinize vereceğiniz en iyi hediye olabilir.

Referans olması açısından pandemiden önce gerçekleşen örnek bir vakayı sizinle paylaşmak istiyorum. Yüz yüze yaptığım hafta sonu çalışmalarından birine KOAH rahatsızlığı olan yaşlı bir hanım katılmıştı. Çalışma sonrasında artık akşamları rahatça uyuduğunu söyledi. Bu sadece örneklerden bir tanesi.

Pandemi döneminde güvenlik açısından yüz yüze çalışmalar yapamasak da online nefes çalışmalarını size önerebilirim. Gerçekten de olumlu yönde geri dönüşler almaktayız.

Bir sonraki yazımda nefes alıp verirken doğru kasların kullanılması konusunu ilgilenenler için biraz daha detaylandıracağım.

Her daim sevgi ve ışıkla...

 

Yazının devamı...

Pandemi ve bütünleştiren nefes

Bilinçli ve etkili nefes almak, her zamankinden daha önemli hale geldi. Hatta küresel kriz döneminin ön saflarında yer alıyor diyebilirim.

Birçoğumuz nefes alıp vermenin nasıl bir şey olduğunu bildiğimizi sanıyoruz. Bu çok doğru değil. Deneyimlerimden söyleyebilirim ki birçok insan nasıl nefes alacağını bilmiyor. Nefes alma kapasitesini tam olarak kullanamayan birçok insan var. Özellikle aşırı duygusal kişiler, duyguların yoğunluğuna katlamadığından nefes alma kapasitesini kapatıyorlar. Kişinin nefesiyle solunum sistemi hakkında farkındalığa sahip olmasının değeri bu açıdan çok önemli.

Çok iyi biliyoruz ki hayatımızın her anı mutlulukla geçmiyor. Mutlaka bir şeyler oluyor. Duygular yoldan çıkartıyor. Düşünceler uykusuz bırakıyor. Çoğu zaman bedenimizde olduğumuzun farkında bile değiliz. Biz insanlar, fiziksel, duygusal zihinse ve ruhsal varlıklarız. Bu üç seviyenin bütünleşmiş olması denge ve uyumlu bir hayat için çok önemli.

Transformal nefes, tüm bu seviyelerle birlikte çalışarak bütünleşmelerine yardımcı olan bir tekniktir. Fiziksel, zihinsel/ duygusal ve ruhsal olarak bütünleştiğimizde kim olduğumuzu anlamak, anlam bulmak daha kolay hale gelir.

Corona’nın kötü tarafı, ileri seviyeler söz konusu olduğunda tamamen yalnızız. Rahatsızlanan insanlar tek başına boğularak bu dünyayı terk ediyorlar. Corona’nın bu özelliği, geçmiş korkularım su yüzüne çıkardı. Eve oksijen tüpü satın almayı dahi düşündüm. Çünkü 3 yaşındayken boğulma tehlikesi geçirmişim. Oyun oynarken el yıkama çukuruna düşmüşüm. Üzerime de arkadaşım düşmüş. Allahtan gazinodaki askerlerden biri arkadaşımın düştüğünü görmüş. Ve bizi kurtarmışlar. Çukurdan çıkarttıklarında ağzımdan köpükler geliyormuş. Nefes çalışmalarına bu kadar sevdalı olmamın sebebi sanırım bu korkum.

Kıssadan hisse, illa hayatta kalmak istiyorsak solunum sistemimizi ve akciğerlerimizi kendi kapasitelerinde çalışacak seviyelere getirmek gerekiyor. Psikolojik ve duygusal sebeplerden dolayı nefes alma kapasitesi daralır, nefes çalışmaları bu açıdan insan sağlığı için çok faydalıdır. Nefes alışveriş şeklimiz yaşam gücüyle olan ilişkimizi belirler.

Bedendeki hücrelerin oksijen açısından zenginleşmesi beden ve zihin sağlığımıza çok iyi gelir. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Nefes tekniğini kullanan insanların bedensel sağlığında iyileşmeler görülmesinin sebebi de budur. Bildiğiniz gibi bedeni oluşturan hücreler sıvı ortamda bulunurlar. Bu sıvı ortam içinde hücreler için gerekli besin ve oksijen bulunur. Hücreler ihtiyaç duydukları maddeleri aldıktan sonra atık maddeleri bu ortama bırakırlar. Bu atıklar, lenf sıvısı içinde taşınırlar. Lenf modüllerinde süzüldükten sonra temiz lenf sıvısı olarak dolaşıma katılırlar. Bazı durumlarda sıvı oranı artar ki işte o zaman derin nefes alarak, lenf dolaşım sistemine yardımcı oluruz ve bu şekilde fazla sıvı kendiliğinden optimum seviyelere gelir.

Nefes, enerji merkezleriyle de çalışır. Bildiğiniz gibi enerji merkezleri hormonlarla bağlantılıdır. Nefes, enerji merkezleriyle çalışarak hormon sisteminin dengelenmesine katkıda bulunur. Nefes aracılığıyla enerjimizi dışarıya harcamak yerine enerjiyi içeriye getiririz. Bu da fiziksel ve zihinsel/duygusal seviyede iyileşme anlamına gelir.

Artık birçok kaynak bedenin oksijen bakımından zenginleştirilmesinin öneminden bahsederek değişik türde oksijen terapileri öneriyorlar. Fakat bu terapilerin maliyeti yüksek. Kendi nefesinize herhangi bir maliyet ödemeden yatırım yapabilirsiniz.

Bir sonraki yazımda Nefesinizi neden hafife almamanız gerektiğinden bahsedeceğim.

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Nefestr.com

Yazının devamı...

Artık benim için çok geç!

Bizlere beynin yirmili yaşlara kadar hızla geliştiği, yirmi yaşından sonra beyin hücrelerinin yeni hücre oluşturma kapasitesinin önemli ölçüde azaldığı söylendi. Gençliğimizin baharındayken her şeyin bittiğini düşündük. Halbuki gerçek farklıymış. En son yapılan araştırmalar bu bilginin tamamen değiştiğini söylüyor!! Bu yazımda sizlere bu konuda yapılan bilimsel araştırmaları paylaşmak istiyorum.

Nöroplastisite kavramını daha önce duyanınız var mı?

Beyin plastisitesi ya da nöral plastisite olarak da bilinen nöroplastisite, beynin yapısal veya fizyolojik değişikliklere uğrama yeteneği olarak biliniyor. Psikiyatrist ve psikanalist Norman Doidge, “” kitabında ise nöroplastisitenin “ olduğunu söylemektedir. Bu kapsamda Profesör Dr.Michael Merzenich tarafından yapılan araştırmalar ise düzenli beyin eğitiminin sadece beyin fonksiyonumuzu yaşlılığa korumakla kalmayıp aynı zamanda yaşa bağlı fonksiyonel düşüşü tersine çevirebileceğini göstermektedir.

Madison Üniversitesi nöropsikolog Dr. Richard Davidson yaptığı araştırmalar sonrasında, meditasyon gibi zihinsel eğitim alanların beyninin hem işlevsel hem de yapısal olarak daha büyük mutluluğu ve refahı destekleyecek şekilde değiştirdiği tespit edilmiştir. 2 haftalık bir süre boyunca 7 saatlik şefkat meditasyonu beyinde ölçülebilir değişikliklerle sonuçlanmış. Hatta bu değişiklikler sonrasında davranışlar üzerinde olumlu etkiler görülmüştür.

Ayrıca genler üzerinde yapılan bazı çalışmalar da, beynin gelişmesine devam ettiğini desteklemektedir. Çevre ve yaşam tarzına yönelik seçimler (diyet, egzersiz ve stres seviyeleri) hangi genlerin aktive olduğu ya da olmadığı üzerinde derin bir etkiye sahip olduğu söylenmektedir. Buna bağlı olarak farkındalık meditasyonunun belirli genlerin kendisini gösterebilmesi konusunda olumlu yönde etkileyebileceğini de göstermektedir.

Biraz sonra paylaşacağım bilgi birazcık iddialı gibi görünse de enteresan olduğu için paylaşmak istiyorum. Dr. Richard Davidson, sadece bir günlük farkındalık uygulamasının, çeşitli kronik hastalıklar için bilinen bir risk faktörü olan vücuttaki iltihaplanma ile ilişkili belirli genlerin ortaya çıkma sıklığını azaltabileceğini savunmaktadır.

Sonuç olarak diyebilir miyiz? Elbette deriz.

Beyinde 100 milyar nöron olduğu ve aralarında güçlü bir dedikodu ağı olduğu söylenmektedir. Bu yapı sayesinde yeni yetenekleri geliştirme ve yeni bilgileri öğrenerek bedene, zihne ve duygu yapımıza entegre etmek mümkün görünmektedir. Beyin içindeki dedikodu ağından faydalanarak ‘’ klasiğine sona verebilirsiniz. Fakat bunun için meditasyonu hayatınıza almanız gerekiyor.

Beyin içindeki dedikodu ağını aktive etmek isterseniz Temmuz ve ağustos aylarında yapacağım meditasyon atölyelerine katılabilirsiniz.

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Nefestr.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.